29 Ekim Cumhuriyet Bayramını kutladığımız günün
ertesinde yazdığım yazıda toplumuzun önemli bir kesiminin içinde bulunduğu
karamsar ruh halini yazmıştım. Yazımın yayınlandığı gün, polisin Cumhuriyet
Gazetesine yaptığı operasyona tanık olduk.
Cumhuriyet Gazetesine baskın yapılması, yazarlarının ve yöneticilerinin
gözaltına alınması, devlet baskısında gelinen son nokta olmuştur.
Bunun hemen öncesinde Diyarbakır eş belediye
başkanlarının tutuklanmasına toplum sessiz kaldı. “Nasılsa bunlar Kürt partisi
PKK’ya yardım etmiştir” diye düşünüyor bu toplum. Düne kadar bu hükümetin PKK
ile görüştüğünü, Kürt sorununu barışçı yöntemlerle çözmek için herkesle
görüşecekleri söylemini, bu devletin en tepesindeki kişiden duyduğunu unuttu bu
toplum. Hatta PKK’nin hapisteki lideri Abdullah Öcalan ile hem devlet
yetkilileri, hem de HDP yetkilileri
toplumun gözü önünde görüşüyordu. O gün bir sorun olduğunu ve çözülmesi
gerektiğini düşünen siyasi iktidar bugün Kürtleri ve onun yasal temsilcisi
olan, ama kendisine muhalefet etmekte kararlı olan HDP’yi bitirme kararı almış
ve bunu adım adım uygulamaktadır.
Cumhuriyet bu ülkenin kurucu lideri tarafından
isimlendirilmiş bir gazetedir. Bugüne kadar bütün yayın politikası Cumhuriyetin
çağdaş yaşam değerlerine sahip çıkmak olmuştur. Atatürk ilke ve devrimlerinin
yılmaz savunucusu olmuştur. Bu uğurda birçok yazarını şehit vermiş bir
gazetedir. Ve bu gazete gerici FETÖ örgütüne, onun yapmaya kalkıştığı darbeye destekle
suçlanıyor. Yani bu sözün bittiği yerdir. Baskının hangi boyuta geldiğinin
göstergesidir.
Hükümet 15 Temmuz kalkışmasını gerekçe göstererek
açıkça toplumun tüm muhalif kesimlerini susturmak istiyor. Gözünü karartmış ve
kendini belli hedeflere kilitlemiş bu siyaset anlayışından her şey beklenir.
OHAL uygulandığından bu yana bu ülkede kapatılan gazete, dergi, tv ve ajans
sayısı 170’e ulaşmıştır. Sürekli ve sarı
basın kartı iptal edilen gazeteci sayısı 777’ye çıkmıştır. Şu anda cezaevinde
105 gazeteci tutuklu bulunmaktadır. 15 Temmuz’dan sonra kapatılan yayın
organları nedeniyle 2500’ün üzerinde gazeteci işsiz kalmıştır. Toplamda son
yıllarda işsiz kalan gazeteci sayısı 10 bini aşmıştır. Türk basınında her üç
gazeteciden birinin işsiz olduğu bir karanlık tablo ortaya çıkmıştır.
Siyasi iktidar
kendine muhalif bütün kesimleri susturmak, onlar üzerinde baskı kurmak,
toplumun bu kesini sindirmek istemektedir. Geçmiş baskıcı devlet uygulamalarında
örnekleri olan bir yola girmiştir.
İşte önceki yazımda
sözünü ettiğim karamsarlık bundan dolayı oluşmuştur. Bir taraftan eğitim laik,
çağdaş, bilimsel olmaktan uzaklaşmış. Toplumun önemli bir kesimi için bu ülke,
çocuğunun bilimsel temellere dayalı, özgürce eğitim alabildiği ve özgürce
yaşayabileceği bir ülke olmaktan hızla uzaklaşmıştır. Diğer taraftan muhalif
kesimlere yapılan baskılar dayanılmaz boyuta ulaşmıştır. Toplum uzun bir
süredir mezhepler üzerinden yönetilmeye çalışılıyor. İç ve dış politika bunun
üzerine oturtulmuş.
Ve MHP’yi saymasak
bile ülkenin en az %40’ı bu gidişattan memnun değil. (MHP’yi saymasak bile
dememin gerekçesi; MHP’nin önemli bir kesimi bu hükümetin, bu uygulamalarından
memnun ve bu politikaları destekliyor diye düşündüğümdendir.) Ama bu kesimin
asgari müşterekte birleşip tek ses olamaması bu siyasi iktidara cesaret
veriyor. Hükümet şunu unutuyor gibi; bu kesim gün gelir birlik olur ve toplu
muhalefet yapmayı becerir. Haklarına sahip çıkmak için demokratik birliktelikler
oluşturup tepki koyabilir.
Bu ülkede kendisine
güvenli bir gelecek göremeyen toplum, bu baskılara karşı olan kesimlerin bir an
önce birlik olması gerekir. Toplumun kanaat önderlerine ve hatta herkese bu
konuda önemli görevler düşmektedir. Hükümetin de; toplumun bu muhalif kesimini
rahatlatan uygulamalara bir an önce geçmesi gerekir. Unutmamak gerekir ki
hepimiz aynı gemideyiz. Bu gemi su alıyor. Bu gemiyi kurtarmak hepimizin
görevidir.