24 Ocak 2025 Cuma

 ÜLKE OLMUŞ KUZU

Ülke yönetimi kurt kuzu hikayesine döndü. Kurt her koşulda kuzuyu yiyecek ama kuzunun dünyada olmadığı geçen yıl suyunu bulandırmaktan suçlamış.

Esenyurt belediye Başkanı teröre destek suçundan gözaltına alındı. 10 yıl önce yazılmış tvitler gerekçe gösterildi. Aylardır iddianame bile hazırlanmadı, şimdi Beşiktaş belediye Balkan’ına yapılan operasyon ile Ahmet Özdemir de bu dosyaya dahil edilmek isteniyor.

Beşiktaş belediye başkanı 6 yıl önceki kendi arabasının satışından kaynaklı hapse kondu. Üzerinden bir seçim dönemi geçmiş.

Ümit Özdağ Cumhurbaşkanına hakaretten gözaltına alındı. (Bir sürü usülsüzlükle)

Yine on yıl önceki twitler gerekçesiyle halkı kin ve nefrete teşvikten hapse konuldu.

Neyini niçini belli değil mi?

İktidar bir şeyi kafaya koymuşsa gerekçe teferruattır.

İktidara destek veren vatandaş buna rağmen bu hükümete destek verirken kanuna nizama usulsüzlüğe bakmasın. Vicdanına baksın. Allah için günaha girip girmediğini sorgulasın. 

Çünkü işimiz Allah’a kaldı.

23 Nisan 2020 Perşembe

BUGÜN 23 NİSAN 1920



Bugün, ülkemizin emperyalist devletler tarafından işgalden kurtarıldığının, kimseye boyun eğilmeyeceğinin, hür ve bağımsız bir devlet oluşunun tüm dünyaya ilan edildiği gündür.
Bugün, o emperyalist devletlerin bize boyun eğdiremeyeceklerini anladıkları gündür.
Bugün bu milletin kendi seçtiği Meclis tarafından yönetileceğinin ilan edildiği gündür.
Cumhuriyet; yönetimin bir kişiden alınıp millete, milletin vekillerine verildiği rejimdi. Atatürk bunu yapmıştı.
Oysa bugün Türkiye'de Cumhuriyet rejimi yok, yani yönetim milltin vekillerinde değil. Yönetimde yine bir kişi var. Millet bir kişi tarafından yönetiliyor.
Bugün, Atatürk tarafından çocuklara armağan edilen alelade bir gün değildir. Dünyanın çocuklara armağan edildiği gündür.
Bugün insanın insana kulluk etmeyeceğinin, herkesin eşit olduğunun ilan edildiği gündür.
Gelecek çocuklarındır.
Dünyanın geleceği çocukların günü kutlu olsun.
Dünyaya barış, sevgi ve kardeşlik hakim olsun.
Yaşasın 23 Nisan.
Nusret Yılmazer

7 Mayıs 2018 Pazartesi

ANNEME MEKTUP


Ben, milyonlarca insan gibi annemi bir daha göremeyeceğim. Annemi Berat Kandili günü, 30 Nisan 2018 günü akşama doğru hakka uğurladık. Annemi çok erken kaybetmedim ama yine de anne acısı zormuş.
Annem, nüfustaki kayda göre 95 yaşında vefat etti. Uzun sayılacak bir ömrü oldu. Ancak yaşamını, bütün Anadolu kadınları gibi çok çalışarak geçirdi. Alerjik astım dışında pek bir rahatsızlığı yoktu. Çok uzun süre doğrulmadan çalıştığından olsa belli bükülmüş, iki büklüm olarak gezerdi. Oturduğu yerde gördüğünüzde oldukça diri ve genç görünürdü. Ancak bu haliyle bacakları vücudu taşımakta zorlanıyordu. Adımlarını zorlukla atıyordu. Buna rağmen Tuvalete gidip gelebiliyor, kendisi yatıp kalkıyordu. Çocuklarına çok fazla yük olmadan yaşamını sürdürüyordu.
Annem yatalak olup çocuklarına yük olacağından korkardı. Rahat ve kolay ölemeyeceğinden endişe ederdi, ama öyle olmadı. Bir Cumartesi sabahı kalktı, pazarları banyo yapmasına rağmen, o gün banyo yapmak istedi. “Göğsümde bir ağırlık var” dedi, “sırtıma bir ağrı girdi” dedi ve ambulansla kaldırdığımız hastanede anju oldu. Üç damar yüzde yüz tıkalıydı. İkisi ana damarlardı ve çok önceden tıkandığından açılamadı, yalnızca üçüncü damar açıldı. Zaten bu üçüncü damarın tıkanmasıyla kalp krizi geçirmişti. Cumartesi Pazar yoğun bakımda kaldı. Pazartesi yoğun bakımdan çıkacaktı. Hiç ölecek biri gibi değildi. Son dakikaya kadar bizimle konuşuyordu ve her şeye rağmen oldukça iyi görünüyordu. Sonra pazartesi öğlen sonu birden her şey bozulmaya başladı. Vücut oksijensiz kaldı, böbrekler çalışmadı, akciğerler su topladı. İki saat içinde Annem gözlerini yumdu.
Bütün bunların ardından Anneme seslenerek korktuklarının başına gelmediğini anlatmak istiyorum, huzur içinde uyuyabilir.
Sevgili Annem;
Yaşamında eğlenmeye ve gezmeye pek zamanın olmadı. Babamın işi dolaysıyla hem tarlada tarım yaptın, hem hayvancılık yaptın hem de 6 çocuk büyüttün. “Ben gezmedim, dünya görmedim, topluma katılmadım derdin” evet gençliğin ve ömrünün büyük bölümü böyle geçti. Gençliğinde Babamın karşısında pek konuşamazdın, ömrünün son döneminde babamdan çok konuştun ve babama konuşabildin. Sanırım baskıcı yaşamanın bedelini Babama ödettin.
Çocuklarına hiç kıyamazdın. “Babanızın yanında durmayın, gidin hayatınızı kurtarın” derdin. Onların yıpranmasını istemezdin. Çocukların hepsini köyden gönderdin.
Ömrünün sonunu çocuklarınla geçirdin. Hepsi ile doyasıya yaşadın. Bir ablamı erken kaybettin, onunla uzun yıllar yaşayamadın. Onun özlemi hep içini yaktı, “beni onun yanına defin edin” diyordun, onu yerine getirdik. Şimdi onunla özlem gideriyorsun.
Sevgili Annem,
“Param hiç olmadı, hiç hayır yapamadım” derdin. “Babanızda para var, o çok iyilik yapıyor. O cennete gider ama benim kimseye bir hayrım yok, ben çok çekerim, kolay ölmem” diyordun. Hiç de öyle korktuğun gibi olmadı. Rahatsızlanıp hastaneye yatman 2,5 gün, kendinde olmayıp kötüleştiğin süre 2 saat kadar oldu be annem.
“Yatalak olurum, çok çekerim, çocuklarıma yük olurum” diye korkardın. Hiç öyle olmadı, ne yatalak oldun, ne de çocuklarına yük oldun. Berat kandilinde, çok hayırlı bir günde, çok kolayca göçtün bu dünyadan.  Bir kuş misali hafifçe ellerimizden uçuverdin annem.
Her gün akşam yatarken ve sabah kalktığında Allaha yakarırdın. “Allah’ım beni burada unutma, bu halimden daha beter etme, beni çocuklarıma yük etme” diye dualar ederdin. Bunu o kadar çok isterdin ve yüksek sesle söylerdin ki, bazen bu yakarışını komşular bile duyardı. Sen Allah’ın iyi kuluymuşsun. Yakardığın Allah seni duydu. Dualarını kabul eyledi. Çok mübarek bir gününde, hiç beklemediğin kadar kolay aldı seni yanına.
Sevgili Annem,
“Benim kimseye hiç hayrım yok derdin” ya Annem, hiç de öyle değilmiş. Meğer sen yaptığın iyilikleri bilmez, saymazmışsın. Cenazene gelen köylülerin ve civar köylerden gelenler senin ne kadar iyilik yaptığını anlata anlata bitiremediler. Meğer senin ekmeğini yemeyen yokmuş. Senin için, “O bizim de annemizdi” diyenler o kadar çoktu ki, hepsi bizimle gözyaşı döktüler senin için. Üç günlük yemeğini verdiğimizde, senin ekmeğini yiyen herkes yığınla geldi ve senin hayrına katkı sundu.
O kadar çok gönülden çalışan, bir şeyler sunan insan vardı ki, biz senin çocukların olarak seninle bir kez daha gurur duyduk Annem.
Sevgili Annem,
Üç günlüğünü verdiğimizde günlerden Perşembe idi. Sen her Perşembe oruç tutardın. İşte bu Perşembe sen oruç tutamadın ama bizim de hiç beklemediğimiz anda üç dede geldi. Pir, Dede, Mürşit gelip senin için Cem bağladı. Dede senin için ne dedi biliyor musun? “Ben bu yaşıma geldim, cenazesinde Dede, Pir ve Mürşit’in bir araya geldiği çok az insan gördüm. Belkıs bacımız Allah’ın iyi kullarındanmış. Siz komşuları olarak Belkis ablamızı örnek alın” dedi.
Yani Sevgili Annem,
Sen rahat uyu. Ölümün yaşamından kolay ve güzel oldu. İnancına göre çok güzel, mübarek bir günde, seni seven, dua eden çok insan tarafından yolcu edildin. Ve çok az kişiye nasip olan üç dedenin cemiyle uğurlandın.

Biz seni hep güzel yad edeceğiz. Çocukların ve torunların senden hep iyilikle bahsedecekler. Mekanın cennet olsun. Işıklar içinde uyu benim sevgili, güzel annem.

5 Mart 2018 Pazartesi

BEYLİKDÜZÜ’NDE MAHALLE SAYILARI ARTIYOR

Bugünkü yazımda sizlerle Beylikdüzü Belediye Meclisinin toplantı izlenimlerimi paylaşmak istedim.
Beylikdüzü Belediye Meclisi Mart ayı toplantısını, Meclis salonunda izledim. Genelde meclis toplantılarını evde, internetten izlemeyi tercih ediyorum. Zira Meclis salonunda oturmak pek mümkün olmuyor. Ayakta beklemek bana güç geldiğinden evde, koltukta izlemeyi tercih ediyordum. Ama Mart ayı toplantısını meclis salonundan canlı izledim.
Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolaysıyla meclis salonundaki kadınlara çiçek dağıttı. Şehitler için saygı duruşundan sonra, kürsüde bu gün ve 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi günü ile ilgili açıklamalarda bulundu. Ak parti ve CHP grup sözcüleri de aynı konu ile ilgili kısa görüşler açıkladılar. Ayrıca her iki gruptan iki kadın, Kadınlar Günü ile ilgili konuşmalar yaptı. CHP meclis üyesi Figen Karahan Kadınlar günü ve tacizleri kapsayan bir konuşma yaptı. Konu ile ilgili çocuk tacizlerine verilen cezaları hafifletmeyi amaçlayan TBMM’ne verilen kanun tasarılarını eleştirdi. Tacizcinin mağdur ile evlenmesini eleştiren, tacizcinin mahkeme tarafından iyi hal indirimlerini eleştiren bir konuşma yaptı. Çocuk yaşta evlenmeyi savunan “fetvaları” eleştirdi. Ve müftülere nikah kıyma yetkisi veren kanunu sakıncalı bulan konuşmalar yaptı.
Figen Karahan konuşurken Ak Parti grubundan Yavuz Demirci’den konuşmaya müdahale geldi. “Çocuk tacizlerini hoş gören kanunlar çıkmadı” dedi.
Konuşmada çok itiraz edilecek bir söylem olmadı ama Demirci eleştirilerin AK Partiye yönelik olduğunu düşündüğünden cevap verme gereği duydu. Yoksa Demirci’nin çocuk tacizlerini hoş göreceğini düşünmüyorum. Ama karışıklıklar arasında salonda, sanki tacizleri eleştiriden rahatsız olmuş gibi bir algı oluştu.
 Gündemin 4. Maddesi olan; İşletme ve İştirakler Müdürlüğünden gelen,   “Adnan Kahveci Mah. 974 ada 20 parsel sayılı 2513,76 m2’ lik alanlı taşınmazda yapılacak olan yapının Öğrenci Evi (öğrenci yurdu) ve Sosyal Tesis kısımlarının ortak hizmet projesi kapsamında TMMOB tarafından yapılarak işletilmesi kaydıyla 30 yıl süreyle sınırlı ayni hak tesis edilmesi “ maddesine Ak Parti grup sözcüsü Mücahit Birinci itiraz etti. 
Birinci; “TMMOB ülke yararına çalışan bir kurum olmamıştır. Ülke aleyhine olan tüm operasyonların merkezi olmuştur. Bu kurum ülke yararına, ilçe yararına hiçbir iş yapmaz ve dolaysıyla biz buna menfi oy kullanacağız” dedi.
CHP grup sözcüsü Doğan Subaşı buna itiraz etti. “TMMOB‘un varlık nedeni anayasadır, yani anayasal bir kuruluştur. “savaşa hayır dediği için siz böyle konuşuyorsunuz. Sizin anlayışınız, ittifak yapan iki parti dışında kalan herkesi vatan haini ilan ediyor.” Cumhurbaşkanını kast ederek, “Bu sözü söyleyenin ismini şimdi ben burada söylersem hapse girerim” dedi.
Önerge oy çokluğu ile kabul edildi. Ama anlaşılan Beylikdüzü belediyesinin başı bundan dolayı ağrıyacak. Hükümet bununla ilgili yeni inceleme başlatacak, müfettişler gelecek vs. Hükümet, adı tacizlerle gündeme gelen vakıflara onca arazi, bine tahsis etti. Ak Parti grubundan tek ses çıkmadı. Hatta bunlar savunuldu ama hükümetin dış politikasını, savaşla ilgili politikasını desteklemeyen TMMOB gündeme gelince vatan haini muamelesi görüyor. Ülkenin nasıl bölündüğünü bir kez daha görüyoruz.
Beylikdüzü Belediye Meclis gündeminin beşinci maddesi Beylikdüzü’ndeki mahalle sınırlarının değişimi ve yeni mahalle oluşturulmasını kapsıyordu.  Bu konuda tartışmalar olur diye bekliyordum ama konu benim düşündüğüm gibi olmadı. AK Parti grubu da bu konuya sıcak baktığını açıkladı.
Zaten Başkan İmamoğlu konuyu açıklarken bir öneri gibi sundu. “Birlikte araştıralım” dedi.  Bu konuda “teknik personelden ve muhtarlardan görüşler gelmiş.  Konuyu mecliste konuşalım, tartışalım. Gerekirse bu konuya özel gündemle meclis toplantıları yapalım” dedi.
“Konuyu ilçe mülki amiri ile de görüştüklerini” dile getiren İmamoğlu;  Nüfusun sürekli arttığına dikkat çekerek, “Beylikdüzü kurulduğundan beri 10 mahalledir. Bu on mahallenin belki hepsinde fiziksel düzenleme yapmak gerekir. 2- 3 ay konu araştırılmalı, tartışılmalıdır. Sonuçta şahsımızla ilgili bir çalışma yapmıyoruz. Beylikdüzü’nün idari sınırlarının çizilmesi adına çalışacağız. Konu ile ilgili Harita Komisyonu çalışır. İsterseniz yeni komisyonlar da kurabiliriz. 10 mahalle muhtarı da resmi olmasa da bu komisyonla çalışabilir” dedi.
Ak Parti grubundan Seyithan İzsiz de söz alarak “konuya sıcak baktıklarını” söyledi. İzsiz, “sadece 5.000 nüfuslu Sahil mahallesini bölüp de 60.000 nüfuslu Barış Mahallesi’ne dokunmazsanız o zaman mantıklı olmaz. Çalışalım ama bu konu seçimden sonraya kalsa daha doğru olur” dedi.
Konu oy birliği ile Hukuk ve Harita komisyonuna sevk edildi.
Bir itiraz konusu da gündemin 8. Maddesi ile ilgiliydi. Beylikdüzü Kent Konseyi’nin  Bölgemizdeki Ulaşım Sorunlarıyla ilgili Genel Kurul Kararının görüşülmesi sırasında Mücahit Birinci’den itiraz geldi. Kent Konseyi’nin yapısının taraflı olduğunu dolaysıyla onun genel kurul kararını dikkate almayacaklarını söyledi.

Bakalım Beylikdüzü’nde mahalle sayısı artacak mı? Hangi mahallelerde sınır düzenlemesi yapılacak ve  Beylikdüzü kaç mahalle olacak? En önemlisi seçimlerden önce olacak mı?

13 Ocak 2018 Cumartesi

SAĞLIK SİSTEMİ SOS VERİYOR

Ak Parti hükümetlerinin en fazla övündüğü işlerin başında sağlık sisteminde yaptığı iyileştirmeler ve yenilikler geliyordu.  Eski hükümetler döneminde hastanelerdeki doktor ve ilaç kuyruklarını hatırlatıp, “şimdi öyle mi, telefonla 182’den veya internetten hemen randevunu alıp, doktorunuzu seçebiliyorsunuz.  İlaçlarınızı öyle hastanedeki ilaç kuyruklarında beklemeden, istediğiniz eczaneden alabiliyorsunuz” söylemi ile propaganda yapılıyordu.
Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan,  rakibi olan ana muhalefet partisi lideri Kılıçdaroğlu’na bu konuda alabildiğine yüklenmektedir. Kılıçdaroğlu’nun SSK genel müdürü olduğu dönemde hastanelerde bu kuyrukların olmasından onu sorumlu tutmakta, onu SSK’yı batırmakla suçlamaktaydı. Sanki kendileri döneminde sağlık sistemindeki iyileşmenin mimarı siyasi iktidarları değil de SSK genel müdürüymüş gibi, o dönemdeki başarısızlıktan genel müdür Kemal KIlıçdaroğlu’nu sorumlu tutuyor.
Neyse biz gelelim sağlık sisteminin bugün yeniden SOS vermesi konusuna.
Hani internetten veya 182’yi arayıp doktor seçip randevu alıyorsun ya. Bilmem iktidardakiler ve yakınları son zamanlarda hiç bu yolla hastanelerden randevu aldılar mı?
Muhtemelen almamışlardır. Zaten iktidara yakın olanların bu tür zahmetli işlerle uğraşacaklarını da pek sanmıyorum. Zira bütün kapılar onlara otomatik açılır. Parası olanlar sağlık sorunlarını, anlı şanlı özel hastanelerde çözmeyi tercih ederler.
Ama biz bu yazıyı yazıyoruz ya; Onlardan birileri denesin bakalım devlet hastanelerinden randevu alabilmeyi. Bakalım kaç gün sonraya randevu alabiliyorlar. En basit bir muayene için kaç gün sonrasına randevu veriliyor bir görsünler.
Bazı sağlık sorunları için aylar, hatta yıl ve yıllar sonrasına randevu bile veriyorlar. Birçok hasta randevu verilecek o uzak tarihe kadar ağrılar içinde kıvranacak.
İster 182 den, ister internetten randevu almaya kalkın, öyle kolay randevu alma dönemi bitmiş. Hani bir gazete haberi vardı, randevu alabilmek için 6 ay uğraştı” diye yazıyordu. Bir başka haberde 1 yıl sonrasına ultrason randevusu, uyku testi için 27 ay sonrasına randevu. Diş teli sırası 6 yılda geliyor. Randevular aylar sonrasına veriliyor. O da yetmezmiş gibi muayene vaktinde de içeri almıyorlar, saatlerce sıra beklemek zorunda kalınıyor. Doktor kapısında kavgalar yaşanırken, öğlen yemeği yemeye fırsat bulamadan çalışmaya devam eden doktorlar var.
Ben Liseye giden çocuğum için Beylikdüzü devlet hastanesinden, internetten randevu alayım dedim. Ancak sistemden Beylikdüzü hastanesi çıkmıyor.  182’yi aradım, bir dahiliyeden, bir de Kulak burun boğaz doktorundan randevu istedim. Birine 19, diğerine 20 gün sonrasına randevu alabileceğimi söylediler.
Yani öyle hemen 20 gün sonrasına randevu da vermiyorlar. “Siz birkaç gün sonra yine arayın o zaman bu tarihe randevu alabilirsiniz” dedi.
Ben telefondaki kızcağıza anlatmaya çalıştım; İyi de birkaç gün sonra aradığımda yine bu tarihe randevu alamayacağım ki, daha ileri bir tarih söyleyeceksiniz. Zira bu sürede başkaları da randevu isteyecek ve o tarihler dolmuş olacak. Söylediğiniz tarih boş olarak beni beklemeyecek ki.
182 personeli, “haklısınız ama benim yapacağım bir şey yok” diyebildi, sesini kısarak.
Telefonu kapattıktan sonra kendi kendime söylendim, hani sağlık sisteminde devrim yaptık diyorlardı. Hani sağlık sitemi bu hükümetin en iyi yaptığı işlerin başında geliyordu?
Benim çocuk okula gidiyor, yani hafta sonu devlet hastanesi doktoruna götüremem. Onların vereceği tarihe kadar çocuk baş ağrısı çekecek. Haa aile doktoru derseniz bu sorun uzman dokturun bakması gereken bir sorun
Üniversite hastaneleri derseniz onların hali içler acısı. Sayıştay rapor hazırladı, bu rapora göre “üniversite hastaneleri iflasın eşiğinde.”  Sadece Çapa hastanesinin borcu 500 milyon TL. Böyle borcu olan 43 üniversite hastanesi var. SGK bu hastanelere paralarını ödemediği için bu hastaneler iflasın eşiğine gelmişler. Yani SSK da kötü durumda zira üniversite hastanelerinin alacağını ödeyemiyor.
Bunları hükümeti eleştirmek için söylemiyorum. Gerçekten sağlık sistemi tıkanmaya başladı. Bu sorun öyle yeni hastane binaları yapmakla çözülmüyor. Hele hastanelerin özele kiralanması anlamına gelen şehir hastaneleri sistemi, bu işin iyice tıkanmasına neden olacak. Hastaların cebinden sağlık için çıkacak paralar vatandaşın canına tak edince o zaman sesler daha çok yükselecek. Zira şehir hastaneleri ücretli sistem olacak. Özele kiralanacak hastaneler sistemi olacak. Ha bire hasta sevkleri yapılacak. Mevcut devlet hastaneleri kapatılacak ki o şehir hastanelerine müşteri gitsin. Onlara yeterli müşteri gitmez ise, yani müşteri sayısı azalırsa tıpkı köprülerdeki gibi devlet onlara para ödemek durumunda kalacak. Bir taraftan cebinden fazla para çıkacak vatandaşın isyanı, öte yandan sağlık hizmetinden yararlanacak hasta sayısının düşmesinden dolayı devlete pahalı gelecek bir sağlık sistemi olacak.

Sağlıkta Dönüşüm programı hastaları olduğu kadar hekimleri de isyan ettiriyor. Kamu hastanelerinde bitmek bilmeyen kuyruklar, hastalardan alınan katkı-katılım paylarına her geçen gün bir yenisinin eklenmesi, performansa dayalı ödemelerin nitelikli sağlık hizmetini ortadan kaldırması gibi pek çok faktör sağlıkta gelinen noktayı da gözler önüne seriyor. Yani sağlık sisteminde imdat sesleri yükseliyor. 

9 Ocak 2018 Salı

10 OCAK ÇALIŞAN GAZETECİLER GÜNÜ

Beylikdüzü Belediyesi 10 Ocak Çalışan gazeteciler günü nedeniyle 8 Ocakta bir toplantı düzenledi. Toplantıya bölgemizde hizmet veren gazetecileri davet etti. Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç ile 50 ve 66 yıllık gazetecilik yapmış iki duayen isim, Tufan Türenç ile Oktay Ekşi de bu toplantıya davet edilmişlerdi. Bu gazeteciler, dünden bugüne Türkiye’de gazetecilikle ilgili bilgilerini ve deneyimlerini paylaştılar.
Bölgemizdeki yerel gazetecilerin temsilcisi olan iki örgüt temsilcisi; İstanbul Yerel gazeteciler Derneği Başkanı Mehmet Mert ve Yerel Basın Birliği Derneği Başkanı Nezir Karayün de bu toplantıya katılarak birer konuşma yaptılar.
Beylikdüzü Belediyesi toplantıyı Gürpınar’da bulunan Zübeyde Hanım Kültür Merkezi’nde düzenlemişti. Öncelikle bu binanın hizmete alınışı ile ilgili bir video izletildi. Bir mezbelelik haldeki binanın nasıl güzel bir sosyal tesis haline geldiğini izledik ve takdir ettik.
Toplantının açılış konuşmasını Mehmet Mert yaptı.  İkinci konuşmayı ise Nezir Karayün yaptı. Mert konuşmasında “gazetecilerin hallerinden şikayet etmekten vazgeçip, bir araya gelerek bir yayın çıkarmasını tavsiye etti. Gazetecilerin işsiz kalmalarının sorumlusu olarak, bir nevi yine kendilerinin sorumlu olduğunu” söylemeye getirdi. Karayün ise daha çok “yerel basının sürekli yerli ve milli bir duruş sergilediğinden, 15 Temmuz hain darbe girişiminde yerel basının rolünden” bahis etti. Zaten toplantıya katılan yerel gazetecilerin neredeyse hepsi aynı zamanda gazete patronu idi.
Her iki yerel meslek örgütü temsilcisi de gazetecilik yapmanın zorluğundan, gazeteciler üzerindeki baskıdan, mesleklerini yaptıkları için halen hapis yatan 150 civarındaki meslektaşlarından hiç bahsetmedi. Ne siyasi baskıdan, ne bağımsız gazetecilik, gerçek gazetecilik yapmanın zorluğundan bahsedilmedi. Zira yerel gazeteciler arasında, (gazete sahipleri dışında) gazetecilik yapıp, hayatını bu işten elde ettikleri maaşla geçindiren kimse yok gibiydi.
Bu iki yerel meslek örgütü temsilcisinden sonra kürsüye belediye başkanı Ekrem İmamoğlu geldi de hapisteki gazetecileri andı ve “En özgür ortamda mesleklerinizi icra etmenizi ve tutuklu gazetecilerle ilgili yaşanan utanç duyduğumuz sürecin bir önce sona ermesini diliyorum. Umuyorum ki başınıza hiçbir sıkıntının gelmediği, mesleki etik kurallarına uygun bir biçimde mesleğinizi yerine getirdiğiniz günlerde bir arada oluruz. 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Gününüz kutlu olsun.” diye konuştu.
Belediye başkanının konuşmasından sonra üç duayen gazeteci konuşmaya başladı.  Ve dünden bugüne gazeteciler üzerindeki baskılar hakkında ve özellikle günümüzdeki baskılarla ilgili epeyce bilgi verdiler.
Tufan Türenç” artık özgür ve bağımsız bir habercilikten bahsetmenin mümkün olmadığını” anlattı.” Öyle ki darbe dönemlerinde bile basın üzerinde uygulanmayan baskıların bu dönemde uygulandığına dair örnekler” verdi.
” Bugün anlı şanlı TV kanalları canlı yayın yaparken bile aniden yayını kesip Cumhurbaşkanı veya başbakanın konuşmasını yayınlıyorlar. Bu öyle çok yapılıyor ki, artık gelenek oldu sanki. Bu kanallar keyfinden yapmıyor bunu.  Saray’dan gelen talimatla, baskıyla yapmak zorunda kalıyorlar. Yoksa ağır cezalar, ağır bedeller ödetiliyor. “
Gerçekten milyonlarca insanın tepki duyduğu bu olayı ve bütün televizyon kanallarında ve gazetelerde sürekli boy gösteren iktidarın baskısını kimse dile getirmiyordu. Bu durum yerel basını etkilememiş ve dikkatini çekmemiş olacak ki yerel temsilciler bundan hiç bahsetmedi.
Bugün basının “gazeteciler günü” olarak andığı, dünün gazeteciler bayramı olarak kutlandığı,  10 Ocak çalışan gazeteciler günü, bu ülkede darbe döneminde çalışan gazetecilere verilen bir haktır. Normalde 4 Ocak 1961 de verilen bu hak, dokuz gazete patronunun karşı çıkması nedeniyle bekletilip 10 Ocak 1961 de, 212 sayılı yasa ile yayınlanıp yürürlüğe girmişti.
Ve bir darbe dönemi olan 27 Mayıs 1961 de çalışan gazetecilere getirilen bu basın bayramı, başka bir darbe döneminde, 1980 de kaldırılıyor. Sonraki yıllarda bu bayram geri getirilemiyor, bugün “bir gün” olarak anılabiliyor sadece.
Bu toplantıda duayen gazeteciler, yaşamış oldukları o süreci de anlattılar. Ve bol bol Abdi İpekçi’yi rahmetle andılar. Çünkü bu günün hayata geçmesi için Abdi İpekçi’nin çok emeği geçmiş.  İpekçi, basın emekçileri tarafından kendisine duyulan saygıyı, büyük çabası sonunda hak etmiştir.
Toplantıda Abdülhamit döneminde basındaki Jurnalcilerin çokluğundan, tek parti döneminde kurulan Türk basın birliğine ve günümüzde yaygınlaşmış, basının %80’ini kapsayan yandaş gazeteciliğe kadar her konuda bilgi verildi.
Basın Konseyi başkanı Pınar Türenç gazeteciliği zor ve meşakkatli bir meslek olarak anlattı. Tamimiyle özveriyle yapılan bu mesleğin çilesinden örnekler verdi. Halbuki bugün çoğunlukla geçerli olan, bu meslekten para kazananların makbul, saygın gazeteci sayıldığıdır.
Kimi gazeteciler işadamına, yöneticiye haberleri ile şantaj yapar, parasını alır, para kazanır.  Kimisi siyasilere ve yerel yöneticilere yaptıkları yandaşlıkla paralarını kazanırlar.

Halkın haber alma özgürlüğü mü; o başta çoğunluk gazeteciler ve halk olmak üzere henüz çok kimsenin umurunda değil.