25 Kasım 2010 Perşembe

CHP’NİN DEĞİŞİMİ ÇOK ZOR OLACAK

22 Kasım akşamı CNN Türk Televizyonu’nda Ahmet Hakan’ın Tarafsız Bölge programını izliyorum. Programda CHP tartışılıyor. Ahmet Hakan’ın tekrar tekrar ‘’bu konu kapandı. Artık böyle bir seçim ittifakı gündemde yok’’ uyarısına rağmen, BDP – CHP seçim ittifakı tartışılıyor.
Programı izleyenler, (programa partinin temsilcisi olarak katılmış izlenimi veren) CHP parti meclisi üyesi Korkmaz Karaca’nın tavrına şaşırıyorlar.
Ben bu Karacayı pek tanımıyorum. Hemen internetten bir tıkladım. Korkmaz Karaca hakkında Twiter da ilginç yorumlar okudum. Bunlardan biri ‘’Korkmaz Kara ca-hil…’’ diye yazmıştı.
Korkmaz Karaca CNN TÜRK’ deki programda acayip agresif ve saygısız bir tavır sergiliyordu. Hiç kimseyi konuşturmuyor dersek, doğrudur. Acayip de ırkçı söylemler içerisinde. Her tarafa yetişiyor, laf ediyor, ağzı kalabalık biri.
Her şey var ama, en kötü CHP’li bile böyle olamaz diye düşünmeden edemiyor insan.
Bu adamı kim almış parti meclisine?
Deniz Baykal mı bir yerlerden bulmuş getirmiş bu adamı bilmiyorum.
Türk Amerikan işadamları vakfı bu kişiye ‘’başarılı genç işadamı ödülünü vermiş. Bill Clinton vermiş ödülü.
Herhalde bu haberlerden etkilenip partiye almışlar.
Sanırım bu ülkede CHP’ye kimse bu kadar zarar veremez.
Bir ara bir başka CHP Parti Meclisi üyesi, Batman Milletvekili Hüseyin Yaşar ile tartıştı.
Sonra CHP’nin eski Genel Sekreteri Fikri Sağlar ile tartıştı.
Bu adamı birileri önermiş ve bu partinin delegeleri de parti meclisine seçmişler.
Bu adamı parti meclisine seçen delegeden de, bunu aday gösteren yöneticiden de hayır gelmez.
İşte CHP’yi %20’lerden yukarı çıkarmayan sebeplerden biri de bence bu tür tercihlerdir.
Bu kişinin ne sosyal demokrat bir partiyle, ne sosyal demokrasiyle bir bağlantısı yok. İnsan haklarından bi haber.
Tartışılan konu BDP - CHP seçim ittifakı olunca konu elbette Kürtler.
Bu adamın aklı halen, ‘’sence PKK terör örgütümüdür, değil midir’’ noktasında. Buradan bir adım öteye de gitmeyi asla düşünmeyen biri.
‘’Güneydoğuda iş makinesi yakıldı, bu terör müdür? Bana bunu söyle’’ söylemine sarılmış, papağan gibi tekrarlayıp duruyor.
Fikri Sağlar ve programa katılan bazı konuklar ona hatırlatıyor;
‘’İyi de AKP’nin Kürt açılımı yaptığı bir ortamda CHP halen bu noktada duruyorsa, CHP bu bölgeden nasıl oy alacak?’’
Sence Kürt sorunu nasıl çözülür sorusuna ;
‘’Bence önce bunları temizlemek lazım, önce teröre bulaşanları temizleyeceksin sonra da ekonomik sorunları çözeceksin’’ diyebilen biri.
BDP – CHP ittifakını vatan hainliği ile eşdeğer gören bir anlayışı var.
Sonunda programa CHP Genel Başkan yardımcısı Gürsel Tekin katıldı. Bütün TV izleyicilerin önünde bu Korkmaz Karaca denen adamı bir güzel azarladı.
‘’Sana bu televizyon programında partiyi tartışma hakkını kim verdi’’ dedi.
Ahmet Hakan’dan bu konuyu kapatmasını rica etti. Ahmet Hakan; ‘’zaten programın sonuna geldik. Zamanımız bittiği için programı kapatıyoruz’’ dedi.
‘’Ama asıl önemlisi siz genel başkan yardımcısı olarak bu parti meclisi üyelerinizi alın bir güzel eğitin. Ama bu televizyon ekranında olmasın’’ dedi ve programı kapattı.
Seçimlere 6 ay kala ana muhalefet partisinin durumu bu. Başın ayaktan haberi yok, ayağın baştan.
Partide çok farklı ses çıkaran, birçok baş var. Veya bu görüntü var.
Bunun yanında, kılıçlarını kuşanmış, dört gözle kurultayı bekleyen ‘’korku imparatorluğu’’ hükümranları var. Partinin bu delege sistemini elinde tutan farklı güçler var.
Evdeki hesaplarının çarşıya uymaması durumunda çıngar çıkaracak bazı güçler var.
Mevcut yönetim bütün bunları aşacak. Huzur bulacak, program hazırlayacak, topluma sunacak ve seçim kazanacak!
Bütün bunları yaşayacak bir yönetim kendi içinde huzuru nasıl bulacak, ne zaman bulacak?
Demokrasilerin sağlıklı işlemesi için güçlü muhalefet partilerine ihtiyaç vardır. Hatta bu şarttır.
Bu seçimde de AKP’nin işi kolay olacak gibi gözüküyor.
Nusret Yılmazer
yilmazernusret@hotmail.com

KATLİAM DEĞİL SEVGİYİ YAŞAMAK İÇİN

Bir bayramı daha geride bıraktık. Bayram sonunda ağzımızda kalan tadlar, yemeklerden dolayı belki oldukça iyidir. Ancak yüreklerimizde kalan çoğunlukla acıdır.
Neden acıdır?
Çünkü geleneksel hale gelen bayramdaki trafik katliamları insanın yüreğindeki sevinci acıya dönüştürüyor.
Her bayramın ilk gününde televizyonlar ve gazeteler başlarlar manşet atmaya; ‘’trafik canavarı yollarda. ‘’
Bayramın daha ilk gününde, hatta daha bayram başlamadan yollara çıkıldığı için, ilk günün ölü ve yaralı bilançosu insanı korkutan boyutlara çıkmıştır.
Verilen bu ilk rakamlar bayramda, ölüm skorunun da nereye varacağı konusunda belirgin bir gösterge olur.
Her bayramda bilinen, kayıtlara geçen rakamlara göre ortalama 150 – 200 kişi ölür. Nitekim bu son bayramda da yine 150’yi aşan ölüm oldu. Bu sadece bayramda yaşanan ve kayıtlara geçen trafik canavarının yarattığı bir ölüm sayısıdır.
Bu rakamlar ortada iken bayram mutluluğundan bahsetmek hiç de kolay olmuyor.
Ağızlardaki tada yüreklerin sevinci katılamıyorsa bayramların tadı olmaz.
Yüreklerimizde böyle bir sevinç yok.
Bu ülkede yılda iki dini bayram yaşanır. Bu bayramlarda genellikle bir haftalık tatiller yapılır. Bir de diğer resmi bayramlarda yaşanan uzun tatilleri de eklersek, her yıl üç bayram tatili yaşıyoruz diyebiliriz.
Bu bayramlarda yıllık olarak toplamda 500 insanımızı trafiğe kurban veriyoruz diyebiliriz.
Bu trafik kurbanlarına bir de bayram dışında, normal yaşamda trafiğe verilen kurbanları ekleyin. Bakalım kurban sayısı kaça çıkıyor.
Bu ölüm rakamına başka hiçbir olayda rastlanmaz. Sanırım bu sayı Türkiye’nin yaşadığı terörde bile hiç bir yıl ortaya çıkmadı.
Hal böyle iken, neden trafik canavarı için etkili tedbirler alınmaz?
Neden olağanüstü hal ilan edilmez?
Diyeceksiniz ki trafik için de olağanüstü hal olur mu?
Peki, her bayramda ülkenin yollarını kan gölüne çeviren bu katliamlar için ne düşünülmeli?
Bayramlarda karayolu ile şehirlerarası aile akraba ziyaretleri yasaklanmalı mı?
Bayramlarda kara yolu ile tatile çıkmak mı yasaklanmalı?
Elbette bunlar pek mümkün değil.
Zaten bunca kilometre duble karayolunu niçin yaptık ki?
Bu sorunu çözmek için elbette bir şeyler yapılır.
Toplumun eğitim düzeyi yükseltilmeli.
Toplumda önce kişinin kendisine, sonra diğer tüm insanlara karşı sevgi ve saygısı sağlanmalı.
Eğer yaşam hakkının kutsal olduğunu (buna kendi yaşamımız dahil) her insanımıza gerçek anlamda anlatabilir, öğretebilir, benimsetebilirsek bu katliamların önüne de geçebiliriz.
Yoksa sadece trafik cezalarını yükselterek bu sorunu çözmek mümkün değildir.
Sevgi ve saygıyı anlatmak için ülke seferberlik ilan etmelidir.
Dini inançları kuvvetli bir toplum gibi duruyoruz.
Binlerce camimiz var.
Bütün okullarda, bütün camilerde, bütün cem evlerinde, bütün kiliselerde, bütün siyasi partilerde, bütün sendika ve derneklerde, kısacası nerde bir sivil toplum ve resmi toplum varsa orada bu eğitimi vermeliyiz.
Bir yılı trafik yılı ilan edip, bu saydığımız sevgi ve saygı ile yaşam hakkının kutsallığını, bir seferberlik halinde anlatmalıyız.
Ancak ‘adet yerini bulsun’ diye yapılmamalı bu çalışmalar. Gerçekten düşünülmüş ve çalışılmış, programlı, planlı bir çalışma yapılmalı.
Öyle olmalı ki ülkenin en ücra köşesindeki vatandaş bile bunu damarlarında hissetmeli.
Açıkgözlü olmanın, kurnaz olmanın yanlışlığını, aklımızı kullanmanın gerekliliğini anlatabilmeliyiz insanlara.
Açıkgözlülük rağbetten düşerse, insan sevgisini aşılayabilirsek bu topluma ve en önemlisi sevmesek bile bütün insanlara saygılı olmamız gerektiğini benimsetebilirse bu topluma işte o zaman bu sorunu çözmüşüz demektir.
Bir yılın sonunda yolda iki araba karşılaştıklarında ikisi de durup, diğerine yol verir duruma gelmeli.
Bunu sağlayınca inanın bu toplumda yaşadığımız başka birçok sorunu da çözmüş olacağız.
Haydi, trafik seferberliğini birlikte başlatalım.
Nusret Yılmazer
yilmazernusret@hotmail.com