Son on beş yıldır Ak Parti iktidarda. On beş yılın özellikle
son on yılında uyguladığımız dış politika, tabiri caiz ise ayağımıza dolanıyor.
Türkiye dış politikada bir şeyleri hep yanlış yaptı.
İlk yıllarda Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz iyi gidiyordu.
Hükümetin amacı; ülkenin demokratikleşmesi ve Avrupa medeni toplumunda yer
almaktı. Dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan; “Biz yasalarımızın demokratikleştirilmesi
çalışmalarını Avrupa Birliğine girmek için yapmıyoruz. Ülkemiz demokraside,
kalkınmada, insan hakları alanında en iyi olacaktır, Bizim hedefimiz budur. Bu
amaç doğrultusunda biz gerekli ve doğru kanunları çıkaracağız, insan haklarını
en üst düzeyde sağlayacağız. Avrupa bizi kabul etmese de biz Ankara kriterleri
der yolumuza devam ederiz” diyordu. Bunları savunduğu için de ben de dâhil
toplumun çok önemli bir bölümünden destek görüyordu.
Sonra işlerin rengi değişti. Biz kanunlarımızı
değiştirmesek, iyileştirmesek de Avrupa Birliği bizi kabul etsin savunması
yapılmaya başlandı. Avrupa’nın hataları bahane gösterilerek, Avrupa Kriterleri
de neymiş demeye başlandı. Ülkemizdeki seçimlerden dolayı Avrupa ülkelerindeki TC
uyruklu yurttaşları etkilemek için oralarda toplantılar. mitingler yapılmak
istendi. “Demokratik ilkeleri hayata geçirmeyen Türkiye’nin iktidar partisinin
temsilcilerine bu hakkı tanımak istemiyoruz” diyen Avrupa ülkeleri ile aramız
iyice açıldı. İlişkiler iyice gerginleşti. İşin boyutu iç siyasette olduğu gibi
hakaret noktasına vardı.
Bir zamanlar Rauf Denktaş’a Türkiye’de miting yaptırmayan
Türkiye siyasileri, Avrupa’da miting yapmak istiyor ve buna izin vermeyen
ülkelere söylemediğini bırakmıyordu. Böylece neredeyse bütün Avrupa ülkeleri
ile oldukça gergin ilişkiler içerisine girdik.
Suriye konusunda izlediğimiz yanlış politika ile
ödemediğimiz bedel kalmadı.” Esat’ın halkına yaptığı zulme sessiz kalamayız”
diye başladığımız Suriye devleti karşıtı politikalar sonunda, Suriye halkının
yaşamadığı zulüm kalmadı.
Sadece Suriye halkı zulüm ve sıkıntı yaşamadı. Türkiye halkı
da bunun sıkıntısını alabildiğine çekti, çekmeye devam ediyor. Savaştan kaçan
Suriyelilerin çoğu ülkemize sığındı. Kendi halkımızla göçmenler arasında ciddi
sorunlar yaşandı. Kavgalar, cinayetler işlendi. Zaten iş bulmakta zorlanan günübirlik
yevmiye ile çalışan kesimin yeni rakipleri oldu Suriyeli ucuz işçiler.
Devletin “Suriyelilere harcadığı 30 milyar Dolar” elbette bu
halkın rızkından alınarak harcandı.
Rusya ile yine bu Suriye sorunundan dolayı savaşın eşiğine
geldik. Rus uçağını düşürdük. Kahramanlıklar taslayıp sonra bin bir özürle
kurtulmaya çalıştık. Gelen turistten, satılan domates ihracının durmasına kadar
ve elbette çok daha ötesinde maliyeti oldu bize.
Amerika ile kah dost oluyoruz, kah düşman. Şimdi Ey Tramp
diye bağırıp duruyoruz kendisine. Dost
derken de halkımız alkışlıyor, düşman derken de alkışlıyor! Aramızda devletlerarası
hukuka dayanan sağlıklı, düzeyli diyalog
kurulamadı bir türlü.
İsrail’e “One minute”
dedik. Arap aleminde ve içerde kahraman olduk. Mavi Marmara gemisini bizatihi
en yetkili ağız gönderdi. Sonra “ben mi git dedim” dedi. Mavi Marmara’da
İsrailliler tarafından öldürülen 9 canın kan bedeli olarak 20 milyon bağış
aldık İsrail ile ilişkileri düzelttik.
Şimdi Tramp Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdı.
Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyacağını açıklamasından sonra bizim
Cumhurbaşkanımız İsrail’i terörist devlet ilan etti. Söylemediğini bırakmıyor
ama İsrail ile resmi devlet ilişkisini de kesmiyor. Madem terörist devlet neden
bizim ilişkimiz halen devam ediyor?
Ya İsrail terörist devlet değil, ya da biz söylediğimize
inanmıyoruz. Sadece iç Politikaya ayar vermek, halkın nabzını iyi tutmak için
konuşuyoruz.
İslam Ülkeleri İşbirliği Teşkilatı dönem başkanlığı bizde
olması sebebiyle Kudüs konusunda acil bir toplantı yapıldı. Bazı kararlar
alındı ve sonuçta pratikte hiçbir işe yaramasa da Birleşmiş Milletlerde 128
devlet Amerika’nın İsrail Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması kararı ret edildi. Ama
Kudüs’ün tamamı Filistin’in başkenti olsun denirken, şimdi Doğu Kudüs’e razı
olundu.
Ayrıca, Zaten bu İslam ülkelerinde iş olsa, koca Ortadoğu
coğrafyasına bir bakın bakalım. Koskoca İslam ülkeleri arasında nokta kadar bir
İsrail Yahudi devleti var ve bu İslam ülkeleri bu nokta devletle başa
çıkamıyor. Bu nasıl bir iştir?
Biz bu İslam ülkeleri için kendi devletimizin huzurunu, güvenliğini de riske atıyoruz.
Dış politikada atılacak her adım çok iyi hesaplanmalı. Doğru
adım atılmaz ise ülkenin başını belaya sokmak an meselesi olur. Boyunu ve
gücünü iyi hesap etmek gerekir. Tarih bunun örnekleri ile dolu olduğu gibi
günümüzde de bunu etrafımızda sıkça yaşayan toplumların sayısı az değil.
Kısacası devlet yönetmek ciddi bir iştir ve düzgün politika,
düzgün ve saygın uluslararası ilişkiler yürütmeyi gerektirir. İç politikayı
dizayn etmek için dışa bağırıp çağırdığında yarın orada seni ciddiye almazlar. Nitekim
dış dünyada gelişmiş saygın ülkeler ile ilişkilerimiz bozuldu. Bize gelen
devlet adamları artık uzak ve küçük ülkelerden ibaret. Bu da bizim hangi ligde olduğumuzu göstermesi
açısından ilginç bir durumdur.
Biz büyüğüz demekle büyük olunmuyor. Büyük üretim
yapabiliyorsan, büyük ölçekli ve değerli sanayi ürünü satabiliyorsan, Medeni dünya
ile ilişki içerisinde isen, ve insan hakları gelişmiş, adil bir hukuk düzenin varsa
büyüksün.
İlişkileri yeniden rayına oturtmak lazımdır. Çıkan ve
çıkacak fırsatları iyi değerlendirmek ve bu konuda samimi olmak gerekir. Boş ve
güze laflarla olmuyor yani.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder