13 Ekim 2010 Çarşamba

YEŞİL VADİ YEŞİL OLMALIDIR

Beylikdüzü’nde bir milyon metre kareden büyük bir alan var. Eski adı Beko olan, yeni Arçelik fabrikasının hemen altından başlayıp denize inen bir vadi. Çok doğal bir eğim vardır bu vadide. Bu vadi yeşil falan değildir aslında. Yıllardır toprak döküm alanı olarak kullanılır.
Bu alana Vehbi Orakçı Yeşil vadi adını verdi. Buranın adına festivaller düzenledi, ‘’Yeşil Vadi festivali’’ diye.
Bizimkent’in yanı başındaki bir alna da epeyce bir ağaç ekti. Bu alana bir de ad verdi ‘’Aliya İzzet Begoviç Koruluğu.’’
Vehbi Orakçı bu alana göletler yapacaktı. Vadinin iki tarafına ağaçlar dikilecek ve bu yeşillikler altında oturan insanlar göletlerdeki su hareketlerini izleyeceklerdi. Bu yeşil vadi alanı gerçekten güzel bir yaşam alanı olacaktı. Bu projeyi hayata geçirmek için önce Gürpınar Belediyesi ile birlikte hareket edeceklerdi, ama anlaşamadılar, birlikte çalışmayı beceremediler. Beylikdüzü Belde Belediyesinin de bu büyük projeyi hayata geçirme şansı yoktu.
Sonra Büyükşehir belediyesini kattı işin içine. Hatta kadir Topbaş bile bir iki konuşmasında bu yeşil vadi projesinden bahsetti. Bu Yeşil Vadi Projesini Büyükşehir Belediyesi yapacaktı. Sonra ne oldu bilinmez, Büyükşehir vazgeçti bu projeden.
Elbette maliyeti yüksek bir projedir. Ama yapılırsa, sadece Beylikdüzü’nün değil tüm bölgenin nefes aldığı, içinde çok değişik etkinlik alanlarının yer alacağı çok güzel bir proje olur.
Geçenlerde Beylikdüzü Belediye Başkanı Yusuf Uzunla bu konuyu paylaştım. Başkan Uzun da ‘’projenin gerçekleşmesi halinde çok güzel bir yaşamı alanı olacağı’’ konusunda benimle hemfikirdi. ‘’Ancak maliyetin büyüklüğü göz önüne alınınca biraz daha beklemek gerektiğini’’ söyledi.
Gördüğüm kadarıyla projeye inanıyordu ama maliyeti yüksek olduğundan şimdilik göze alamıyordu. ‘’Yerin proje için çok uygun olduğunu söyledi. Yapılması gerekir dedi, acele etmeden, etraflıca düşünülmüş bir proje olmalıdır’’ dedi.
Vadinin iki tarafına ve zeminine beton dökülecek. Özellikle vadinin iki yanına dökülecek beton sızdırmaz olacak. Denizden başlayarak Arçelik fabrikasına, Beykent altına kadar kademeli göletler yapılacak. Denizden pompa ile basılacak su, ara pompa ile en üst gölete kadar ulaşacak.
Yukardan aşağı, su göletlerin üstünden taşarak yine denize akacak. Böylece bu göletlerdeki su sürekli temiz kalacak.
Böyle bir projeye çevredeki sanayi kuruluşları ve çeşitli sosyal kuruluşlar destek verirler. Gelecek adına, güzel, farklı, daha iyi yaşanabilir bir Beylikdüzü adına müthiş bir projedir.
Küçük projeleri herkes yapar. Önemli olan büyük projeleri hayata geçirmektir. Bir yerel yönetim bu projeye inanırsa yapacağına inanıyorum. Festival ve eğlence etkinliklerine gelen parasal yardımları, yoksullardan başka herkesin faydalandığı çorba evlerine gelen yardımlar bu alana kanalize edilse inanıyorum ki, belki belediyenin kasasından pek fazla bir para çıkmadan bu proje tamamlanır.
Hem bölge yeşil kalır. Hem de bu devasa alandaki ağaçlık, yeşil, bölgenin akciğeri olur.
SİYASİ PARTİLER, SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE YEREL BASINA
Şimdi bu öneriyi öncelikle Belediye meclisinde grubu bulunan siyasi partilerin meclis üyelerine sunuyorum. Sonra da Beylikdüzü’ndeki tüm sosyal kuruluşların, sivil Toplum örgütlerinin, yerel basının bu projeyi desteklemelerini ve gündemlerine almalarını öneriyorum.
Alın size Beylikdüzü’nün yarınına dair bir proje. Bu projeye herkes bir güzellik katabilir. Örnek şehircilik, yaşanabilir şehircilik, çekim alanı bir bölge yaratmak sizlerin elinde. Bu proje, ne kadar ilgi ve destek vereceğinize bağlı olarak hayat bulacaktır.
Bina yapmaya hiç de müsait olmayan bu alanda var olan tüm binalar yıkılsın. Yeni binalar yapılmasın. Yeşil vadi; yeşil ve mavinin iç içe olduğu bir yaşam alanı olsun.
Bu alanda, Vehbi Orakçı zamanında yapılan kamulaştırmalar işe yarasın. Bölgede insanların nefes aldığı temiz ve güzel bir alan yaratılsın.
Haydi Beylikdüzü, bu güzel proje için elleri birleştirelim. Güzel bir kent adına bir zincir oluşturalım. ‘Yeşil Vadi yeşil olmalıdır’ diyelim ve elbirliği ile gerçekleştirelim. Çocuklarımıza yaşanacak, güzel bir dünya bırakmak isteyen herkesi bu projeye destek vermeye davet ediyorum.
Nusret Yılmazer
yilmazernusret@otmail.com

HİÇBİR KEDİ ‘’ALLAH RIZASI İÇİN’’ FARE YAKALAMAZ

Bu Söz CHP Beylikdüzü Meclis üyesi Halim Saral’a ait. Halim Saral bu sözü, Beylikdüzü Belediye Meclisi’nin 8 Ekim tarihindeki toplantısında, Ambarlı Liman yolu üzerinde, Beylikdüzü Belediyesi’nin geçici olarak yaptığı tır parkının çalıştırılması konusu görüşülürken söyledi.
Ambarlı limanından yük taşıyan tırlar ana yol üzerine park ediyor ve trafik açısından oldukça kötü bir durum yaratıyordu. Beylikdüzü Belediyesi de, limana yakın bölgede, mülkiyeti Büyükşehir Belediyesine ait olan bir araziyi düzenlemiş ve bu yol üzerinde bekleyen tırların bu arsa üzerinde park etmelerini sağlamış.
Ancak birileri de, galiba ‘bu tır parkını işletiyor konumunda görev yapıyor ve para tahsil ediyor’ şikayetinde bulunmuş. CHP grubu da meclis başkanlığına önerge vererek bu tır parkının yapılması ve işletilmesi hakkında bilgi istiyordu.
AKP grup sözcüsü İbrahim Bülbüllü konu ile ilgili bilgi verirken, ‘’Bu tırların ana yol üzerinde hem tehlike yarattığını, hem de çirkin bir görüntü yarattığını, bu nedenle belediyenin de, mülkiyeti Büyükşehir Belediyesine ait olan bu arsayı düzenleyerek tır parkı haline getirdiği…’’ bilgisini verdi.
Ayrıca Bülbüllü, ‘’Büyükşehir Belediyesi’ne yazı yazılmış ve buranın bu amaçla kullanılması için talepte bulunulmuş. Ancak şu anda kimse bu tır parkını çalıştırmıyor, yani buraya park eden tırlardan kesinlikle para tahsil etmiyor’’ dedi.
CHP grubu bu tırlardan para alındığı konusunda ısrarcı olunca Bülbüllü, ‘’bu tırlardan para alınmadığı’’konusunda biraz sert tepki gösterdi.
İşte Halim Saral da mecliste kahkahalara neden olan bu sözü bu sırada söyledi. Bu tırların buraya, belli bir nizamda parkını sağlayan birileri var. Birileri burada bir hizmet veriyor gözüküyor. Birileri bu tırlardan para tahsil ediyor.
‘’Sayın Bülbüllü hiçbir kedi Allah rızası için fare tutmaz’’ dedi.
Bu tır parkı ile ilgili bu tür bilgiler bana da gelmişti. Ama biz de, henüz tamamlanmamış olan bu parktan, belediyenin şimdilik bir düzene bağlı olmadan bir hizmet verdiğini ve bunun karşısında bir ücret aldığını düşünerek konu ile fazla ilgilenmemiştik. Meğer belediye hiçbir şekilde bu parktan ücret almıyormuş.
Belediye meclisinde, Bu parkın araç giriş - çıkışlarının da doğru yerden verilmediği ve bunun nedenleri hakkında bazı bilgiler de verildi. Halil Akpınar ‘’bu arsanın Büyükşehir Belediye Meclisinde, İDO şirketine tahsis edildiği’’ bilgisini veridi. ‘’Bu oylamada CHP’nin ret oyu kullandıklarını, AKP’li üyelerin evet dediklerini’’ söyledi.
Ambarlı Limanı yanına yeni bir Liman yapılacak ve bu alan da bu limanın deposu olacakmış. Buradan da Ömerli köyündeki ana depoya mal taşınacakmış.
Yani bu arsa İDO şirketininmiş ve Beylikdüzü Belediyesi’nin buradaki çalışmasının, düzenlemesinin de bir anlamı yokmuş. Belediye bu alanı geçici düzenlemiş oldu. Buradaki tırlar da, İDO’nun arsasına sahip çıkacağı ana kadar burada kalmak durumundaymış.
Bu tır parkı oldukça işe yaramıştı. Üç partinin meclis üyelerinin hemfikir oldu konu buydu. Gerçekten de Ambarlı Limanı yolundaki çirkin görüntüler yok olmuştu. Hem de çok önemli bir trafik sorunu ortadan kalkmıştı. Üstelik yol üzerine park eden tırların şoförlerinin, bu yol boyunda yarattığı önemli sorunlar vardı. Çevre halkı bu konuda son derece şikayetçiydi. İşte bu arsadaki tır parkı düzenlemesi bu sorunları ortadan kaldırmıştı. Ama onun da kalıcı olmama gibi bir durumu var. Umarım bir yolu bulunur ve buradaki tırların tekrar eski görüntüleri yaratmasına engel olunur.
Konunun tam olarak açıklanması için önerge oy birliği ile başkanlığa havale edildi.
Ben de, Halim Saral’ın söylediği bu anlamlı söz unutulmasın diye, bu sözü yazımın başlığına taşıdım. Çünkü bu tır parkında birileri para kazanıyor. Bu tırlar kendi kendine park etmiyor. Burada bir hizmet var ve bu hizmet Allah rızası için yapılmıyor.
Belediye meclisinde çok konu konuşuldu. Bunlara da ayrıca değineceğiz. Ama bugünkü yazımız kedilerin fare yakalamalarındaki amaçları doğrultusunda olsun istedim.
Kediler Allah rızası için fare yakalamazken, kurumlar Allah rızası için, veya toplum hakkı için iş yapmaz mı?
Nusret Yılmazer
yilmazernusret@hotmail.com

YENİ ANAYASA VE TÜRBAN SORUNU

Referandum sürecinde Başbakan Erdoğan’ın Diyarbakır’da verdiği yeni anayasa yapma sözü şimdi gündemde. Bu anayasa ile ilgili gelişmeleri ibretle izliyoruz. CHP; MHP ve BDP anayasa çalışmalarına ‘’hemen başlansın’’ derken AKP, ‘’hemen olmaz seçimden sonra’’ diyor.
Çok açık ki AKP, yeni anayasa taahhüdünü önümüzdeki genel seçimlerde oya dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Bunun için acele davranmak istemiyor. CHP ile tüzük değiştirme polemiğine girmektedir.
CHP tüzük değiştirebilir veya değiştiremez. Bu CHP’nin sorunudur. Ama yeni anayasa Türkiye’nin sorunudur. İktidar bu çalışmayı hemen başlatmaktan kaçınmamalıdır. Siyasilerin neyi ne kadar istedikleri, söylemlerinin samimi olup olmadığı buradan anlaşılır.
Toplumun bütün kesimleri yeni anayasaya hazırdır. Ülkenin işçi ve işveren kuruluşları, demokratik toplum örgütleri ve üniversiteler bu doğrultuda çalışmalılar. Yasama organı da bu konuda çalışmalarını başlatmalıdır. AKP bu süreci uzatmak için, seçime yetişmemesi için oyalama içerisine girmemeli, diğer partiler de seçimden önce olsun diye alel acele bir anayasa taslağında ısrarcı olmamalıdır.
Anayasa toplumun uzlaşma metini olacaksa ona gereği kadar önem verilmelidir. Bunun için bütün siyasiler önyargılarından kurtulmalı ve dayatmalardan vazgeçilmelidir.
Yeni anayasa her kesim için, toplumun bütün katmanları için özgürlük getirmelidir. Bu ülkenin yurttaşlarının tümünü kucaklamalıdır. Bunun için anayasanın ilk üç maddesi dahil tümü değişmelidir. Yeniden, yeni bir anayasa yapılmalıdır. Tamirat ve tadilatlarla uğraşılmamalıdır. Mevcut anayasanın şurasına dokunma, burasından geç gibi düşüncelere yer olmamalıdır.
Öyle anlaşılıyor ki yeni anayasa hazırlığına başlansa bile ana muhalefet ile iktidar arasındaki en önemli sorun türbana özgürlük konusu olacaktır. Zaten zamansız bir şekilde, bu aşamada yeniden gündeme getirilmesini anlamak da zordur. CHP neyi düşündü de türban konusunu ortaya attı bilmiyorum.
CHP bu konuda tutarlı bir politika üretmiyor. Türban sorununu biz çözeriz diyor ama saçın neresinin görünüp görünmemsine takılıyor. Yok, İran’da başörtüsü böyle bağlanır, Pakistan da şöyle bağlanır gibi kıstaslar oldukça gereksizdir. Kim nasıl istiyorsa saçını öyle bağlar.
Zaten kaç yıldır türban yasağı var da ne oluyor. Kızlar okula girerken başlarına, tabiri caiz ise bere takıp derse öyle giriyorlar. Okuldan mezun olan kızlar ne yapıyor? Çalışmıyor mu? Artık çalışıyor.
Geçenlerde Abim trafik kazası geçirmişti ve gecenin bir saatinde Haseki hastanesine gittim. Genel cerrah olan hanım başörtülüydü. Birçok hasta yakını onu hastabakıcı veya bir çalışan zannedip, kendilerine bu yönde yardımcı olmaları için sorular soruyorlardı. Doktor hanım da her seferinde kendisinin doktor olduğunu söylemek ve soruları soracakları yeri göstermek zorunda kalıyordu. Gördüğüm kadarıyla çok da sorumluluk sahibi bir doktor ve iyi çalışıyordu.
İnsanların ona başka konularda soru sormasının nedeni ise başörtülü bir doktora alışmamış olmalarındandı. Yarın bu doktorların sayısı arttığında halk buna alışacak ve bir garipsenme olmayacaktır.
Diğer taraftan CHP türbanla okumaya karşı, türbanla çalışmaya karşı diye ne oluyor diye bakmak lazımdır. Yukarıdaki örneklerin sayısı oldukça faladır. Demek karşı olmak pek işe yaramıyor. İnsanların temel haklarını süresiz olarak engelleyemezsin.
Zaten işe yaramamalı da. Bizde toplumun birçok kesimiyle birlikte dini inancından dolayı bazı kesimler de haksızlığa uğramıştır. Bu haksızlık günümüzde en aza inmiştir.
Yeni anayasa ile bu kesimin kısıtlanan hakları da güvence altına alınmalıdır.

Türban ya da başörtüsü kavramlarına takılmamalı. İnsanların giyim kuşamları ile devlet uğraşmamalıdır.
Devletin kurumlarının uygulamaları da iktidarda bulunan zihniyete göre değişmemelidir. Yıllardır üniversitelerde türbanı yasaklayan YÖK, değişen hiçbir şey olmamasına rağmen bu uygulamadan vazgeçti. Diğer kurumlarda da buna benzer uygulamaları çok görüyoruz.
Onun için yeni anayasa yapılırken bütün özgürlükler evrensel değerlerde ele alınmalı. İktidarların zihniyetine göre keyfi uygulamalara da izin verilmemelidir.
Nusret Yılmazer
yilmazernusret@hotmail.com

REFERANDUM SONUÇLARI ÜZERİNE

Bir referandumun daha sonuna geldik. Siyasilerin anlaşamadığı durumlarda halka sorulma yoluna gidilmesi siyasileri heyecanlandırsa da bazılarını kaçınılmaz olarak üzecektir.
Bu referandumda da iktidar partisi sevinmiş, iki büyük muhalefet partisini üzen sonuçlar ortaya çıkmıştır.Bir de farklı bir muhalefet partisi var ki, basının çok önemli bir kesimi bunu sürekli görmezden geldi. Bu siyasi partimiz referandumda evet, hayır seçeneğine ilgi göstermedi. Bu referandumun kendi seçmenlerine, Kürtlere bir şey getirmediğini ve iktidarın da kendilerini dikkate almadığını söyleyerek, referandumu boykot ettiler.
Bu boykotun, diğer bölgelerde ne kadar etkili olduğunu anlamak zor olsa da, kendi bölgelerinde etkili olduğu açıkça görülmektedir.
Bu şunu göstermektedir ki; öncelikle iktidar bundan böyle BDP’yi dikkate almak durumundadır. ‘Ben seni tanımıyorum’ türü davranışlar hiç de işe yaramamaktadır. Eğer amaç daha iyi bir demokrasi ise ve hele bu demokrasiyi Kürtler için getirdiğini iddia eden bir iktidar varsa ki Kürt açılımı bu iktidarın yol haritasıdır. Öyleyse bu sorunu da onlarla birlikte çözmek gerekmektedir. Zaten doğrusu da budur. Bir soruna çözüm yolu aranırken, o sorunun asıl muhataplarını dikkate almadan, o sorunu çözmeye çalışmak, başarısızlığa giden çıkmaz bir sokağa girmekle aynıdır.
Umuyorum bundan böyle iktidar bu hatadan vazgeçecektir.
Başbakan Erdoğan’ın referandum sonuçlarının açıklandığı akşam yaptığı açıklama bu konuda ümit vericidir. Zira Başbakan hem boykotçuların, hem de hayırcıların mesajını aldığını söylemiştir.
Ayrıca Başbakan bu açıklamasında, yapılacak yeni anayasa çalışmasında muhalefet ile birlikte hareket edeceklerini de açıkça söylemiştir. Bunu ne kadar yerine getirecekler bunu da zaman gösterecektir.
Benim için önemli olan bir tespit de ana muhalefetin de bu referandum sonuçlarından bir ders çıkardıklarını söylemesidir. Hem Kemal Kılıçdaroğlu, hem de Gürsel Tekin, yine ilk akşamki açıklamalarında bu konuda gereken ikazı aldıklarını söylemişlerdir.
CNN Türk’deki bir TV programında Cüneyt Ülsever’in Gürsel Tekin’e yönlendirdiği, ‘’Siz mi halkı anlamadınız, halk mı sizin söylediklerinizi anlamadı’’ sorusuna Tekin, ‘’Hayır, biz halkı anlamdık’’ karşılığını vermiştir.
Ben bunu önemsiyorum. Çünkü ana muhalefetin, üstelik adı solcu olarak anılan bir muhalefetin, demokrasi ve özgürlükler konusunda muhafazakâr bir partiden geri kalması bu ülkeye çok şey kaybettirmekteydi. Bu muhalefetin bunu görmesi, buna göre yeni politikalar üretmesi gerekiyor.
Hayır oyu verecek birçok kişi, ‘’hayır oylarının fazla çıkması halinde iktidarın ve özelikle Başbakan’ın kendisine çeki düzen vereceğini’’ savunduklarını biliyorum. Ben de bu kadar, hatta bundan da önemli olanın muhalefetin de kendisine çeki düzen vermesi gerektiğini savundum.
Ben bu referandumda %45 – 55 gibi, ‘evet’in lehinde bir sonucun çıkacağını sanıyordum. Ama sonuç benim tahminimin de ötesine geçerek % 42 – 58 oldu. Burada seçime katılmayan %23’lük de bir toplum kesimi var. Bunu da hiçbir zaman unutmamak lazımdır. Benim değerlendirmeme göre bunun %10 civarı ‘’boykot’’tan katılmamıştır. Çünkü sadece BDP boykot etmemiş, değişik toplum kesimlerinden insanlar da bu boykota katılmışlardır.
Sonuçta ülkemiz için hayırlı olacağına inandığım bir sonuç çıkmıştır. İnanın bundan böyle her şey daha iyi olacaktır.
Bu sonuca üzülen ana muhalefet açısından da hayırlı bir sonuç olmuştur.
10 ay sonra yapılacak genel seçimlerde muhalefetin söylemlerine baktığınızda bu söylemlerin ne kadar değiştiğini göreceksiniz. Bu referandum sürecinde ancak genel aftan söz edebilen ana muhalefet, bakın o seçimlerde demokrasi adına nelerden bahsedecekler.
Benim beklentim, CHP söylemlerinde AKP’nin önüne geçeceği yönündedir.
Bunun için diyorum ki, her şey daha iyi olacak ve bu sonuçlar ülkemiz adına hayırlı sonuçlardır.
Nusret Yılmazer
Yilmazernusret@hotmail.com

AVCININ KAÇMA İHTİMALİ Mİ VARDI, TUTUKLANDI

Hanefi Avcı’nın tutuklanması üzerine toplumdaki zihin karışıklığı devam ediyor. Zihinlerin karışmaması da pek mümkün değil. Zira 30 yıllık milliyetçi, muhafazakar polis şefi komünist bir teröristmiş de kimsenin haberi yokmuş.
Devletin, çok önemli merkezlerde güvenliğini teslim ettiği bu kıymetli polis müdürünün Devrimci karargah örgütünün elamanı çıkması kolay anlaşılacak bir durum değildir.
Kafası karışan hemen herkesin, Avcının kitabını okumadığını düşünüyorum. Zira kitaptaki bazı soruların cevabının niçin verilmediği pek merak edilmiyor. Edilmiyor çünkü bu sorular pek bilinmiyor.
Kitapta başka konular da var. Ancak emniyetteki cemaat örgütlenmesi ve bunların faaliyetleri hakkında dikkat çekilen noktaları kısaca bir özetleyelim.
-‘’Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı'nda devletin envanterinde gösterilmeyen özel dinleme aletleri var.’’ Bunun ne demek olduğunu düşünmek gerekir.
- ‘’Şahıs ismi ve telefon numarası vermeden, sadece telefon aleti (IMEI) üzerinden İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından bir sürü telefon dinleme izni alındığını Bu dinlemeler bu yıl başında TİB Başkanı'nın Adalet Bakanı'na bizzat bildirilmiştir.’’
-Avcı kendisinin nasıl illegal dinlendiğini bizzat Adalet Bakanı'na ayrıntısı ile anlatmıştır.
-‘’Yargı, Emniyet İstihbarat ve KOM'a yerleşip, kanunları hiçe sayarak illegal dinleme yapan, belgelerde tahrifata başvuran cemaate mensup ve aralarında “hasımlarını” tasfiye etmek için işbirliği yapan kişiler olduğu, ilgili yetkililere dilekçeler ile bildirildi.’’
-Bilgi verilen yetkililerin İçişleri, Adalet Bakanı, Başbakan Müsteşarı, Başbakan Başdanışmanı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, Özel Mahkeme Başsavcı Vekili ve Emniyet Genel Müdürü olduğu belirtilmektedir.
-Buna rağmen 28.01.2010 tarihinde Emniyet Genel Müdürü'nün Avcı’dan, İçişleri Bakanlığı'na verdiği dilekçesini geri çekmesini istediği bilgileri vardır.
Devlet bu bilgiler hakkında herhangi bir işlem yapmadığı gibi bizzat Emniyet müdürü Hanefi Avcıdan konu ile ilgili dilekçelerini geri çekmesini istiyor. Bu kimseye garip gelmiyor mu?
Bunarlı herhangi bir vatandaş söylemiyor. Bunların olduğunu bir emniyet müdürü öylesine bir yerde de söylemiyor. Bizatihi dilekçe vererek araştırılmasını istiyor.
Hem de dilekçesinin işleme konması için her yetkiliye başvuruyor.
Hani dinlemelerden başbakanımız da rahatsızdı ya. Hani özgürlükler yaygınlaşacak ve kimse bu tür gayri yasal uygulamalara maruz kalmayacaktı ya. İşte bu iktidar döneminde bu gayri yasallıkların yapıldığını ve bunların araştırılmasını eski istihbaratçı, emniyet müdürü bizzat söylüyor, belgelerini veriyor. Ama kimse ilgilenmiyor.
Sonra Ali Tarakçı köşesinde, ‘’Gülen Cemaati’nin gereğinden fazla büyütüldüğünü’’ yazıyor. ‘’Yeni bir korku yaratılarak, 90 yıllık korku cumhuriyeti gözümüzde aklanmaya çalışılıyor. Kendi adıma söyleyeyim. Yemezler’’ diyor.
90 yıllık Cumhuriyette hangi korkunç olayların yaşandığı açığa çıkıyor. Hanefi Avcı da kendi kitabında bu doğrultuda neler yaptıklarını ve bunların yanlışlığını sonradan kavradığını yazıyor. Yani Avcı 90 yıllık korku cumhuriyetini aklamaya çalışmıyor. Tam tersine bunu tescilliyor. Hatta bu konuda askerin kendi mesleğinden uzaklaşarak siyasetle ilgilenmesinden kaynaklandığını da yazıyor. Yani bu kanunsuzlukların arkasında askerin olduğunu da yazıyor.
Korku Cumhuriyeti yaratanların, Ergenekoncuların yargılanması gerektiğini ve bir daha bunların yaşanmamsını istediğini de belirtiyor.
Peki, derin devlet bu kadar korku yarattı. Şimdi başka güçlerin bu korkuları yaratmak istemeyeceğine neden inanılmak istenmiyor.
Komplo teorileri ilahi tek taraflı mı üretilmeli. Bu teoriler birileri için doğru, başkaları için doğru olamaz mı?
Yukarıdaki soruların cevabını aramayanların hala birilerini aklama gayreti içine girmesi toplumun bir bölümü tarafından kuşkuyla karşılanıyor.
Bir istihbaratçı, emniyet müdürü bunları yazıyor ve araştırılmasını istiyorsa ve bunların araştırılması yerine bu kişiye komplolar kuruluyorsa düşünülmesi gerekmez mi?
Hele basın toplantısı yapıp bütün bunları açıklayacağım demesine rağmen, buna fırsat verilmemesi, iki gün önceden tutuklanması ne anlama geliyor.
Hanefi Avcı kaçma ihtimali olan birsimidir ki tutuklandı?
Nusret Yılmazer
yilmazernusret@hotmail.com

BİR GÜN SES ÇIKARACAK KİMSE KALMAYACAK

Bir takım yazar ve çizerin, gazetecinin tutuklanmasına artık Cumhurbaşkanı Gül ve Bülent Arınç bile itiraz eder oldular. Özel yetkili mahkemelerin DGM’ler gibi çalıştığını söyleyen bir Cumhurbaşkanı var. Gazeteci ve yazarların hiçbir koşulda tutuklanmaması, çok gerekliyse para cezası verilmesi gerektiğini söyleyen bir Başbakan Yardımcısı, Bülent Arınç var.
Ama birtakım eski solcu yazarlar halen bunları söyleyemiyor. Takılmışlar Ergenekon kervanına, bu toz dumandan hiçbir şey görmüyorlar. Kurunun yanında yanan yaşları bir türlü görmek istemiyorlar. Nedendir bu inat bilemiyorum.
Bu kadar uzun soruşturmadan, özellikle gazeteciler hakkında halen net, tek bir şey çıkmadı.
Elbette geçmişteki derin devlet uygulamalrını, Ergenekon’un bütün sanıklarını aklamak gibi bir amacım yok. Mutlaka faili meçhullerin, bombalamaların, darbelerin ve bilumum eşkıyalıkların hesabı sorulmalıdır. Ama bu hesaplar sorulurken başka eşkıyalıkların, hatta yeni karanlık güçlerin derin uygulamalarına da göz yumulmamalıdır.
AKP iktidarı önemli bir süre devlete tam olarak hakim olamadı. Bunu anladık. Devlet 8 yıldır bu iktidarın elinde. Ve şu anda devlete tam olarak hakimler. Eğer amaç demokrasiyi tam olarak oturtmak ise bu kadar hukuksuzluk niye?
Şimdi bu hukuksuzluğa bir de Hanefi Avcı eklendi. Hanefi Avcı olayında özellikle birçok eski solcu yazar Avcı’nın kitabındaki kanunsuz dinlemelere, emniyet içindeki gizli örgütlenmelerle ilgilenmiyorlar. Kitabın yayınlama tarihine dikkat çekiyorlar. Buradan yola çıkarak Avcı’nın Ergenekoncu olduğuna, onlara hizmet ettiğini söylüyorlar.
İyi de Avcı’nın bugünkü iktidarı suçlayan birtakım iddiaları var. Neden kimse bu derin devlet, Ergenekon benzeri uygulamalar olan dinlemelere ve bu dinlemelerin gayri yasal olmasına bakmadan yapılan tutuklamaları sorgulamıyor?
Bu gayri yasal telefon dinlemelerde elde edilen bilgiler, nasıl oluyor da hükümete yakın basın yayın organalrında hemen yer alabiliyor. Bu, bir değil, iki değil. Sistemli bir uygulama algısı yaratmıyor mu?
Eğer geçmiş sorgulanacaksa demokrasi içinde sorgulanmalı. Karanlık dönem sorgulanırken, yeni karanlık odaklar hüküm sürüyor ve karanlık uygulamalar yapılıyorsa bu toplumda güven oluşmaz.
Hele adaletin buna çok dikkat etmesi gerekmez mi? Siyasi iktidar bu yapılanların seyircisi olmalı mı?
Aksi takdirde şu ünlü sözü hatırlatanların sayısı her gün artacaktır.
İktidarı eleştiren, yanlışlarını, maksatlı uygulamalarını dile getiren, bu doğrultuda ses çıkaran herkesin boynuna bir yafta takılıp içeri atılıyor. Toplum bu yapılanların yanlışlığını söyleyemeyecek duruma gelecek.
Ve bir gün bu iktidarın her yaptığını alkışlayan eski solculara da sıra gelecek.
İşte o zaman ses çıkaracak kimse kalmayacak.
Ben kimseyi şeriat tehlikesiyle korkutmak istemiyorum. Asla böyle bir amacım yoktur. Sadece yapılanların da sorgulanması gerektiğini vurgulamak istiyorum.
Kimsenin yüreği bu kadar, tek taraflı sağır olmamalıdır.
Referandum süreci artık bitmiştir. Referandum sürecini etkilemek için çıktıysa Avcı’nın kitabı, amacına ulaşamadı. O halde neden ilgisiz bir suçtan, hatta deli saçması bir suç gerekçe gösterilerek şimdi tutuklandı? Avcı’nın Devrimci Karargah örgütü ile ilişkisi olacağına inanan bir tek kişi var mıdır acaba?
Referandumda evet diyen benim gibi birçok kişi buna kayıtsız kalamıyor. Vicdanları rahatsız ediyor.
Hanefi Avcının kitabında ortaya attığı iddiaları cevaplayamayanlar Avcı’yı tutukladılar. Nasıl olsa susturmayı başardık diye sevindiler. Ama bu tutuklama ile Hanefi Avcı’nın iddiaları doğrulanmış olmuyor mu?
Bir dönem MİT ve silahı kuvvetleri karşısına alabilen bu istihbaratçı emniyet müdürü Ergenekoncu olabilir mi?
Ve bugün bu adamı kim susturuyor?
Bu önemli değil mi?
Diyelim ki Ergenekoncuların elinde Avcı’nın herhangi bir açığı ile ilgili bir belge vb. bir şey vardı. Bundan dolayı da Avcı bunlara destek olmak zorundaydı. Avcı siyasi iktidarın bu güçlü zamanında buna pabuç bırakırımıydı? Bir zamanlar içinde bulunduğu veya sempati duyduğu cemaat bu kadar güçlü iken ve iktidar üzerinde bu kadar etkili iken!
Bir zamanlar mücadele ettiği Ergenekonculara son darbeyi vurmaz mıydı?
Bu ortamda Ergenekoncuların borusu ötmüyor. Hepsinin üzerine heyelan düştü.
Her türlü hukuksuzluğu dile getirene Ergenekon yaftası vurmak moda oldu.
AKP içinden çıkmış bir Cumhurbaşkanı bile, ‘’En sert tartışmaların yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı etrafında sürdürüldüğünü, bu konuda bir saflaşma olduğunu görüyoruz. Yargılama sürecindeki gecikmenin sebebi ne olursa olsun tutukluğu fiili bir mahkûmiyet durumuna dönüştürülmemesi gerekir’’ diyorsa basın, sorgusuz sualsiz tutuklamaları bu kadar rahat savunmamalıdır.
Nusret Yılmazer
Yilmazernusret@hotmail.com