29 Mart 2011 Salı

EYLEMSİZLİK KARARI VE SİVİL İTAATSİZLİK

PKK seçime kadar eylemsizlik kararı almıştı. Bu kararından vazgeçtiğini, Mart ayı itibari ile ‘’eylemsizlik kararını’’kaldırdığını açıkladı. Bu anlamda ‘’saldırı yapmayacağını ama etkin savunmaya geçeceğini’’ belirtti.


Kürtlerin en güçlü siyasi temsilcisi olan BTP de sivil itaatsizlik eylemi başlattı.

Bunun üzerine başta hükümet olmak üzere, bazı yandaş yazarlar PKK ve BDP’ye veryansın ediyorlar. Bir taraftan ‘PKK kim ki, onu muhatap alalım’ söylemleri varken, diğer taraftan ‘seçim sürecinde ülkeyi karıştıracaklar’ eleştirisi yapılıyor.

Peki ‘’eylemsizlik kararı’’ neden sona erdiriliyor, ‘’sivil itaatsizlik’’ eylemi neden yapılıyor?

Hükümetin ‘demokratik açılım’ dediği, ama daha çok ‘Kürt açılımı’ olarak bilinen demokratikleşme paketinin ülke gündeminde konuşulmaya başlamasıyla birlikte PKK de eylemlerine ara vereceğini açıklamıştı.

Eylemsizlik sürecinin sona ermesi denildiğinde, kendi bünyesinde askeri bir yapıyı barındıran ve askeri eylem (kimine göre terör, kimine göre hak alma mücadelesi) yapan bir örgütten bahsedildiği anlaşılır.

Bu askeri örgüt nedeniyle Türkiye’de çok kan aktı. Ülke maddi ve manevi çok şey kaybetti. Bu örgütün eylemleri ülkede yaşayan hemen herkesi rahatsız etti. Ama Kürt sorunu denen konu da, ülke gündeminde konuşulmaya başlandı. Kapalı kapılar ardında konuşulan ve sadece asker ve para harcanarak ortadan kaldırılmaya çalışılan bu sorunun, bir de insani yanı, sosyal yanı, millet yanı olduğu anlaşıldı.

AKP öncesinde de ülkenin yetkilileri Kürt sorunu diye bir sorunun olduğunu kabul ettiler ama bu sorunun çözümü doğrultusunda bir şey yapmadılar.

AKP’nin, Kürt açılımı programıyla sorunu çözeceğine inanıldı. AKP’nin söylemleri de inandırıcı geldi. Siyasi çözümleri kolaylıkla sağlayabilsin diye, PKK de eylemsizlik kararı aldı.

Hatta bu süreçte, ‘hükümet Abdullah Öcalan ile pazarlık yapıyor’ eleştirileri çoğalınca, bizzat başbakan Erdoğan açıklama yaptı ve ‘’devlet her zaman bu kişilerle görüşür’’dedi.

Kendilerinin olmasa da devletin bazı kurumlarının ve devleti temsil eden bazı kişilerin görüştüğünü kabul etti.

Hal böyle olunca Kürt, Türk herkes bu hükümetin bu sorunu çözeceğini düşündü.

Seçimlerin yaklaştığı bu günlere kadar somut hiçbir adım atılmayınca Kürtler ve özellikle eylemsizlik kararı alan PKK kendilerinin oyalandığını anladılar. Sorunun çözümü için yeni adımların atılmasının da hedeflendiği bu açıklamayı yaptılar.

Öcalan dahil birçok kişi halen umutlular. Bunun için Abdullah Öcalan’ın; ‘’21 Mart Nevroz bayramına kadar eylem yapılmamasını, hükümetin tavrının gözlenmesi’’ kararı aldığı bilgisi verildi. Öcalan, ‘’bu süreçte çatışmalarla devlet zor durumda bırakılmamalı, hala çözüm umudu var’’ dedi.

Eylemsizlik kararının karşılığında elbette birtakım talepler de vardı. Neydi bu talepler?

‘’KCK operasyonları dursun. KCK kapsamında tutuklanan insanlar, Kürt siyasetçiler serbest bırakılsın. Öcalan ile dialog seviyesinde yürütülen görüşmeler müzakere seviyesine çıkarılsın. Yeni demokratik bir anayasa yapılsın. Yüzde 10'luk seçim barajı düşürülsün’’ denildi.

Bu talepler son derece insani taleplerdi. Aradan 6 buçuk ay süre geçti. Bu taleplerin hiçbirinde pozitif bir durum ortaya çıkmadı. Tam tersine, infiale ve hassasiyete yol açacak KCK operasyonlarının dozu daha da artırıldı.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ‘anadilde savunma hakkının kutsal olduğundan’ söz etti.

Hükümetin güçlü adamı Arınç böyle düşündüğünü açıklıyor ama hükümet böyle düşünmüyor. Hükümet böyle bir açıklama yapsa alacağı Türk oyları düşer diye korkuyor. Türkleri küstürmek istemeyen hükümet, Kürtleri oyalamak istiyor. Kürtler oyalanmak isterken de hiçbir şey verilmek istenmiyor.

Hükümete yakın bazı Kürt yazarlar dahi eylemsizlik kararından vazgeçilmesinin doğru olmadığını söylüyorlar. Mehmet Metiner ‘’silahın masada bir tehdit unsuru olarak tutulması çözümsüzlüğü derinleştirir. Koşulsuz ateşkes için ileri sürülen maddeler, siyaset yoluyla elde edilecek maddelerdir’’ demektedir.

Ancak ateşkesin üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen hiçbir somut adım atmayan iktidarların da, taraftarlarının da çok şey demeye hakkı yoktur. Bu ve benzeri sözler oyalamadan öteye bir anlam ifade etmiyor.

Çünkü siyasi irade varlık gösteremedi.

Peki, Kürtlerin sivil temsilcilerinin siyasi mücadele yapabilmeleri için seçilebilmesi lazımdır. Onların siyasi parti olarak %10 barajını aşmaları mümkün olmadığına göre, bu barajı kaldırmayı düşünmeyen hükümet Kürt siyasilere nasıl bir mücadele yolu bırakıyor.

Bu hakları elde edebilmek için sivil itaatsizlik en demokratik yoldur. Onlara bunu da çok görmek, ‘siz bizi ilgilendirmiyorsunuz’ demekten başka bir anlama gelmez.

Ahmet Altan’ın dediği gibi; ‘’Bugün bu ülkenin Kürtlerinin talepleri var. Ezilmedikleri, eşit bir anayasal sistem istiyorlar. Bu, PKK’li olan ve olmayan bütün Kürtlerin talebidir. Üstelik bu talebi silahsız olarak, silahların susması için istiyorlar. Silahların devreye girmesini istemiyorsanız, onlara cevap verin, önerilerinizi anlatın. Konuşun.

Siz susarsanız silahlar konuşacak çünkü:’’

Nusret Yılmazer

yilmazernusret@hotmail.com

BU YAPIYLA DEĞİŞİM OLABİLİR Mİ ?

Ülke yeni bir seçime doğru giderken çok da iyi şeylerin oldu söylenemez. Ben şahsen gelecek adına çok ümitli değilim. ‘’Demokrasinin sınırları genişleyecek, ileri demokrasiye geçeceğiz’’ derken, bizleri ürküten gelişmeler yaşanmaya başladı.


AKP’nin demokratik alandaki gelişmeleri gündeme getirmesi, demokrasinin önündeki engelleri kaldırma çabası, AKP tabanından olmayan, hatta ona yakın olmayan toplum kesimleri tarafından destek gördü.

O destek sayesinde AKP’nin içerde ve dışarıda gücü arttı. İç ve dış toplum ona daha bir güvenle baktı.

Gerçi AKP her iyi gelişme yaptığında, buna yönelik kanun çıkarttığında yanında bir de kendi işine yarayacak kötü madde geçiriyordu. Birçok kişi bunu önemsemedi. Çünkü yıllardır devleti yönetenlerin değil yapmak, söylemediği şeyler yapılmak isteniyordu.

Sonra AKP, ülke yönetimindeki yetkileri bir bir eline alınca, hükümet etmekten iktidar olmaya doğru gittikçe demokrasi yönündeki ilerleme durdu.

Bu sürece kadar muhafazakâr demokrat olan parti, milliyetçi muhafazakâr olmaya yöneldi.

Ülkede baskılar arttı. Polisin taraflı davranışları iyice belirginleşti. Bir kesime oldukça nazik, kibar davranan polis, diğer taraftan öğrenciye, işçiye karşı aşırı şiddet kullanmaya başladı.

Bu tür gelişmeler birçok iktidarın başına gelmiştir. Kendini dokunulmaz gören iktidarlar bir süre sonra yapılan seçimlerde alaşağı edilince şaşırmışlardır ama iş işten geçmiştir artık.

Bugüne kadar yaşanan bu durum bu kez çok kolay yaşanmaz diye düşünüyorum. Bu dönem buna engel olacak bir siyasi yapı var.

Bir defa bizim halkımız muhafazakardır. Yani her şeye rağmen iktidarın bu anlamda çok ciddi bir tabanı var. Bu halk iktidarın bu yanlışını çok kolay görmez.

İkinci olarak sadece geçim derdine düşmüş halkın dünyadan pek haberi yok. Demokrasi ve insan haklarından çok da haberdar olmayan bu halk, toplumun bir kesiminin ezilmesine duyarlılık göstermeyebilir.

Televizyon kanallarında bazen halka sorular soruluyor.

Kıbrıs nerededir?

Vatandaş cevap veriyor; ‘’Kıbrıs’ı iyi bilirim, ben orda askerlik yaptım.’’

Peki nerede?

‘’Karadeniz tarafında bir yerde olacak.’’

Çok ünlü dünya liderlerinin isimleri soruluyor, ‘şarkıcı veya bakan olabilir’ deniliyor.

‘’Muammer Kaddafi kimdir’’ deniliyor; bazıları ismindeki Muammer’den dolayı Müslüman biri olduğunu düşünüyor ama çok büyük bir orana sahip kitle kim olduğunu bilmiyor.

Devrik Mısır Cumhurbaşkanı Mübarek'i şarkıcı, Türkiye'nin bulunduğu yeri Türkiye kıtası" diye tarif eden insanlarımız çoğunlukta.

İşte beni ürküten bir durum da budur.

Hani bir zamanlar Aysun Kayacı bir söz etmişti de yer yerinden oynamıştı ya. ‘’Benim oyumla dağdaki çobanın oyu aynı mı’’ diye?

Şimdi kimsenin oy değerini tartışmayacağım ama bu ülkenin ve dünyanın farkında olmayan insanların yoğunlukta olduğu bu ülkede, demokrasi ve insan haklarının ileriye gitmesi zordur.

Çünkü bunu talep edecek kitle azınlıkta kalıyor. Bu kitle bağlı olduğu kesime biat ediyor. Sorgulamıyor, eleştirmiyor. Onun için de etkili olamaz.

Hükümet yardımını sadaka gibi alabiliyor, çalışıyor, evi ailesi var. Sokakta kalabalıklar oluşturuyor. Ama insan haklarından, demokrasiden bi haber yaşıyorlar.

Peki, TV’den izlediğimiz bu halk, demokrasinin bu kadar tek yönlü işlemesinden rahatsız olur mu, haksızlığa uğrayan gazetecilere sahip çıkar mı?

Ülkedeki adaletsizliklere tepki gösterebilir mi?

Değişen yasaların kime hizmet edeceğini bilebilir mi?

Halkoyuna sunulacak anayasayı anlayabilir mi?

Ülkede düşünen insanlar, yazarlar gazeteciler bu kadar sıkıntı yaşarken halk bunları düşünebilir mi?

Sivas’da insanları diri diri yakan bu halk, bütün bunları umursayabilir mi?

O olaylarda önderlik yapanlar sonra milletvekili olmadılar mı?

Düşününce insanı ürküten o kadar çok şey geliyor ki insanın aklına…

Rahat olmak çok mümkün olmuyor.

Nusret Yılmazer

yilmazernusret@hotmail.com

26 Mart 2011 Cumartesi

YENİ ANAYSA PLATFORMU (YAP) ÇALIŞMALARI

Geçen hafta yerel gazetelerde küçük bir haber yer aldı. ‘’BEYSİ, Anayasa paneli düzenliyor’’ şeklinde verilmişti bu haber.


Doğrusu haberi okuduğumda ‘Beylikdüzü’nde kim, kaç kişi katılır bu panele’ diye düşündüm.

Adnan kahveci Mahallesi, Pınarkule İlköğretim Okulu’nda yapılacak bir panele çok kimse katılmaz diye geçirdim içimden.

Beylikdüzü Sivil İnisiyatif grubunun düzenlediği bu panele gittiğimde, çok sayıda katılımcıyı görünce yanıldığımı anladım ve sevindim.

Panel başlayınca YAP’ın, yeni anayasa yapılması ile ilgili Türkiye genelinde 13. panelini yaptığını öğrendim.

Moderatörlüğünü Ruşen Tekeş Çalıkuşu’nun yaptığı panelde, Prof. Ahmet İnsel, Doç. Dr. Bekir Berat Özipek ve Av. Ahmet Uçum konuşmacıydılar. Birbirinden değerli görüşleri, çok kısa olarak sundular. Çünkü daha çok halkın, katılımcıların düşüncelerini almak istiyorlar.

Yeni Anayasa Platformu halkın bu konudaki düşüncelerini ‘’Anaysa Çalışma Grubu’’na iletiyor. Bu panellerdeki düşünceler burada derlenip, bir metin haline getiriliyor ve yeni anaysa hazırlanırken dikkate alınıyor. Tabii ki bu grubun hazırlayacağı anayasa taslağında.

Çeşitli platform ve grupların çalışmaları da anaysa yapıcılarına sunulacak. Yeni anayasanın bu düşünce ve öneriler doğrultusunda yapılması sağlanacak.

Bunun için halkın bu tür toplantılara katılması ve düşüncelerini dile getirmesi çok önemli. Eğer halk hazırlanmasına katkı sunduğu bir anayasa yapıldığını görürse, bunun birçok yararı olacak.

Panelde de belirtildiği gibi, bir defa Halkın ‘’bizim’’ diyebileceği bir anayasası olacak.

İkincisi devletin vatandaşa dayattığı bir sözleşme olmayacak bu anayasa. Halkın birlikte hazırladığı, bir halk anayasası yapılmış olacak. Böylece bu anayasada devlet baskısı olmayacak. İçinde yasakların olmadığı, devletin halktan uymasını istediği kurallar nizamnamesinden olmayacak yeni anayasa.

Panelistlerden Berat Özipek’in de dedi gibi; ‘’bugüne kadar bizim hiç anayasamız olmadı.’’ Yani hiç halkın anayasası olmadı.

Anayasa dediğin devletle kişiler arasındaki ilişkileri düzenleyen bir sözleşme ise, bunun hazırlanmasında halka hiç rol verilmedi. Devleti temsil edenler hazırladı, halktan kabul etmesi istendi. Bazen de istenmedi, uyması emredildi.

‘Halk bu işten ne anlar’ diye bakıldı. Şimdi bu çalışmalarla halk, bu işten anladığını ortaya koyuyor ve söz sahibi olmak istiyor.

Av. Ahmet Uçum da diyor ki; ‘’Bugüne kadar devlet hazırladığı anayasalarla, nasıl bir toplum istediğini ortaya koydu. (Toplumu devlet tasarladı) Şimdi halk bu anayasa hazırlıkları ile nasıl bir devlet istediğini ortaya koyuyor. Yani devleti halk tasarlayacak.’’

Prof. Ahmet İnsel bu çalışmaları şöyle özetledi; ‘’Bilenle bilmeyenin farkı olmadığı, halkın istediği her şeyi söyleyebildiği bir ortamdayız. Bu süreçte herkes, biz neyiz, kimiz, ne olmak istiyoruz sorularını kendisine sormalı ve düşüncesini yüksek sesle söylemelidir. Eğer katkı sunarsan sahiplenirsin, korursun. Onun için ‘bizim’ diyebileceğin bir anayasada senin de katkın olsun.’’

Bir anayasada üç ana tema yer alır. Temel hak ve hürriyetlerin esasları ile siyasi yapı ve idari yapı.

Panelde daha önce yapılan toplantılarda kamera ile kaydedilmiş, halkın nasıl bir anayasa istediği ile ilgili birer cümleden oluşan düşünceleri de sunuldu. Çok çarpıcı talepler var.

Benim gördüğüm talep eden bir toplum var. Ne istediğini bilen, artık devletin yaptığını sorgulayan, kendi talebini dile getiren ve istediği yaşam biçimini belirten bir toplum var.

Bu çalışmaları görünce, yürekten sevinç duydum. Duygulandım.

Bu çalışmaların toplumun derinliklerine kadar inmesini çok arzu ediyorum.

Biat kültürüne sahip halk tabakalarının da taleplerini dile getirmesini, kendisine sunulanı kabul etmekten ziyade, ‘sosyal sözleşme’de olması gerekenleri belirlemesi, bu çalışmalara katkı sunmasını çok önemsiyorum.

Bu toplumun değişmesine de katkı sunacaktır. Bunun için bu tür çalışmaların her mahallede yapılmasını önerdim. Bu toplantılardaki düşünceler de bu çalışma gruplarına iletilmeli.

Ben, anayasa çalışma grubuna, Yeni Anayasa Platformuna, bu doğrultuda emek veren herkese çok teşekkür ediyorum.

Şimdi sıra yerel sivil Toplum örgütlerinde, halkın bu doğrultudaki taleplerini iletmesine olanak sağlayın ve bunları ilgili gruplara ulaştırın.

Nusret Yılmazer

yilmazernsuret@hotmail.com