22 Aralık 2012 Cumartesi

BAŞBAKAN SERTLEŞTİKÇE POLİSİN ŞİDDETİ ARTIYOR


Ülkedeki toplumsal gelişmeleri izleyenler, Başbakan’ın konuşmalarını izleyenler görüyorlar ki, bu ülkenin başbakanı da polisi de olaylara şahin tavrıyla yaklaşıyor. Ve bunun dozu her geçen gün artıyor.
Başbakanımızın hoşgörüsü her geçen güz azalıyor.
Başbakan herhangi bir konuda yargının kararını beğenmeyince hemen tavrını koyuyor. ‘’Nedir bu yargıdan çektiğimiz? Şu kuvvetler ayrılığı bizim elimizi kolumuzu bağlıyor. Hükümetin uygulamalarına yargı engel olursa hükümet nasıl başarılı olacak?’’
Yani yargı hükümetin işlerine karışmasın demek istiyor.
Zaman zaman yargının siyasi iktidarın işini zorlaştırdığı, ona engel olduğu olmuştur. Yargının haksız yere siyasi partiler hakkında dava açtığı, onları kapattığını hep yaşadık. Yargıya o gücü veren yasalardı, anayasaydı. Demokrasiden yana olan güçlü iktidarlar demokratik bir anayasa yapmayınca, yasaları demokratikleştirmeyince bunlar hep olacaktır.
Ama bir ülkede yargı da iktidarın dümen suyuna girmemelidir.
Başbakan, demokrasinin üzerine oturduğu kuvvetler ayrılığı sisteminden rahatsız. Sorun sadece yargı değil ama bu kez de yargıyı ele aldı. Aslında başbakanın yargıdan beklediği görev bellidir.
Yargı kişiler arasındaki sorunlara baksın.
Yargı muhalefetin her türlü müracaatını ret etsin, muhalefeti engellesin.
Ama yargı hükümetin her yaptığına destek versin, onun alacağı yanlış kararlar da olsa ona karışmasın. Daha doğrusu her konuda başbakan karar versin olsun bitsin.
Başbakan son zamanlarda sürekli asker ve polisi savunur oldu.
Başbakan ODTÜ’ye gidecek. Öğrencilerin tepkisi var. Öğrenciler protesto edecekler.
Polis derhal kraldan çok kralcı kesiliyor. Ne kadar biber gazı varsa yükleniyor, geçiyor saldırıya. Amirler ne verdiyse sonuna kadar kullanıyorlar.
Öyle güç kullanımının orantısından bahsetmek falan mümkün değil. Öğrenci öldüresiye dövülecek. Olmadı plastik mermiyle yaralanacak.
Nitekim bir öğrenci, başına gelen plastik mermiyle komalık oldu.
Buna üniversite yönetiminin, rektörün yüreği dayanmıyor. Açıklama yapıp polisin orantısız güç kullanımını eleştiriyor. ‘’Polisin üniversitede ne işi var’’ diye soruyor.
Vay sen misin bunu diyen. Buna Polisin derhal cevap vermesi yetmiyor. Direk başbakan devreye girip, TV’lerden açıklama yapıyor.
‘’Bu rektörden ne olur?
Bu hocaların yetiştirdiği öğrenciden ne olur? Senin yetiştirdiğin öğrenci buysa, vay bu memleketin haline!’’
Takip edin, o rektörün başına neler gelecek?
Bu gidişle kimse, hiçbir konuda ses çıkaramaz olacak.
Gazetelerde kimlerin yazıp yazmayacağına bile karışan, talimat veren başbakan hiç üniversite konusunda sessiz kalır mı? Elbette konuşacak.
Polis ise tam da bu başbakana göre polis. Emniyet müdürünün gözü kulağı haberlerde, başbakan ne diyecek diye takipte.
Cumartesi akşam TV’ler haberleri veriyor.
‘’Sivas Demir Çelik’te üç aydır maaşlarını alamayan işçiler eylem yapmış. Haklarını arıyorlar. Adam 6 ay önce emekli olmuş, halen tazminatını alamamış. Bir başka işçi konuşuyor, 10. Aydan beri maaşını alamamış.’’
Bu işçi ne yapacak?
Grev yapamıyor. Bu ülkede grev lafı iyice unutuldu, unutturuldu.
Memleket kalkınacak ya, her şey yasak.
O halde gösteri yapacak, sesini duyuracak ki, belki birileri duyar veya o işyerini yönetenler utanır da zoraki de olsa bir şeyler olur.
Bunun için eylem yapıyor, yürüyüş yapıyorlar.
Vay anam vay, sen misin yürüyüş yapan? Biber gazı, cop. Allah ne verdiyse polis uyguluyor işçilere.
‘Durun yahu, bu adamlar aç, aç kaldıkları için sesini duyurmak istiyorlar’ diyen yok.
Eee, polise kim dur diyecek?
Başbakan’ın tavrı belli.
Bu tavrı yakından izleyen polis amirleri de gerekli talimatı vermiş.
Peki, o eyleme giden polis niye dursun?
‘Bu işçi aç, yazıktır’ diyecek hali yok ya.
Elbette üstlerini memnun edecek. Bunun için gerekeni yapacak.
Geçen gün, sanırım Edirne’de bir basketbol maçındaydı. Bir taraftar hakeme laf atmış diye polis o genç taraftarı öldüresiye dövüyordu.
Genç astım hastasıymış. Astım krizine girmiş, nefes alamıyor. Polis kendinden geçmiş, ha bire vuruyor. Diğerleri adamı zor zapt ediyorlar.
Bu polis, astım krizine girmiş bu gence hangi duygularla vuruyor acaba?
İnsan olmaktan çıkma cesaretini nasıl gösterebiliyor dersiniz?
Üstelik 7 polis birden bu gençten davacı olmuş.
Bir ülkenin başbakanı böyle davranırsa, polisi de ona göre davranır.
Yani başbakan şahinleştikçe polis de şahinleşiyor.
Herkes dizini kırıp evinde otursun. Sakın ha bir yerlerde haktan hukuktan bahsetmeyin. Ne olur, ne olmaz…
Sayın başbakan, kıymetli emniyet yetkilileri biraz sakinleşin lütfen.
Nusret Yılmazer

17 Aralık 2012 Pazartesi

TARAF’TA YAŞANANLARIN İLERİ DEMOKRASİYLE BAĞI


Bu hükümetin Avrupa Birliği’ne girme çabası dâhil, demokrasi adına yaptıkları iyileştirmeler ve demokratik açılımlarına hep şüpheli baktım. Buna rağmen ülke için ve demokrasi için doğru olan kararları destekledim. Ama hem bu kararları alan iktidarın başındaki kişinin,  Recep Tayyip Erdoğan’ın yapısından kaynaklanan nedenlerden, hem de onun kadrosunun fazlaca itaatkâr olmasından dolayı bu yapılanların demokrasiye olan inançlarından kaynaklanmadığını ve demokrasi yolundaki bu iyileştirme adımlarının kendi hesapları için atıldığını, devleti teslim alana kadar bu yönde yürüyeceklerini düşündüm. Bu konudaki düşüncelerimi dile getirdiğimde de yer yer ulusalcı olarak değerlendirildim.
AKP iktidara geldiği ilk yıllarda Avrupa Birliği kriterlerine sıkı sıkıya bağlıydı. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi için gerekli her adımı gözü kapalı atıyordu. Öyle ki ‘’sosyal demokrat CHP’’ bile bu konuda yaya kalıyor, yaptığı eleştiriler onu daha geri bir konuma düşürüyordu.
Ülkedeki  liberal kesimin önde gelenleri, eski solcuların önemli bir bölümü AKP’yi destekliyordu. AKP işin boyutunu büyüttü. Derin devleti sorgular oldu. Türkiye’de siyasi iktidarlar üzerindeki asker vesayetini kaldırmayı kafaya koymuştu ve bu da önemli bir kesim tarafından destek görüyordu.
Elbette bütün bu çabaların desteklenmesi gerekiyordu. Neredeyse her on yılda bir kesintiye uğrayan sivil hükümetler bir türlü devlete hakim olamıyordu. İktidarlar daha çok devletin nimetlerinden yararlanıyordu. Özellikle devlet bankalarında, kamu kurumlarında yolsuzluklara yol veriyorlar ama siyaset, vesayetten kurtarmak konusunda fazla boy gösteremeden alaşağı ediliyorlardı. Ülkede birliğin sağlanmasına devletin asıl sahibi olan derin güçler izin vermiyorlardı. Değişik yerlerde olayların yaratıcısı oluyorlar, bunu da sivil iktidarların beceriksizliklerine bağlamayı beceriyorlardı.
Derin güçler toplumda ses getirecek katliamlar yapıyor, birçok Kürt aydını ve işadamı patır patır öldürülüyordu. Kürtlerin haklarından bahseden general de olsa, cumhurbaşkanı da olsa ortadan kaldırılıyordu.
İşte bu ortam sonunda iktidara AKP geldi. Kendisinin daha önceki iktidarların akıbetine uğramaması için gerekli önlemleri almaya başladı. Toplumun tüm kesimleri için gerekli olan, demokrasi yolunda adımlar attı. Bunun için Avrupa Birliği ipine sarıldı. Kürt sorununu biz çözeceğiz dedi. Hatta en son Dersim katliamından dolayı özür bile diledi Başbakan Erdoğan.
Ama bütün bunları yaparken, görünen normal ve iyi tarafın yanında bir de bunu böyle yapmasından görünmeyen ve siyasi olarak çıkar sağlamayı amaçlayan(ki bu normaldir) ama esas kötü tarafı, yüklendiği siyasi liderin etnik ve mezhebine vurgu yapabilen, kabul edilmeyecek bir tavır ve demokrasiye uymayan taraf vardı.
AKP iktidara yerleştikçe, iktidarını sağlamlaştırdıkça bu antidemokratik tavrın dozu iyice arttı. Artık liberallerin desteğini, Avrupa’nın tepkisini dikkate almadan baskılar yapmaya, baskıların dozunu iyice artırmaya başladı. Öyle ki artık eleştiriye tahammül neredeyse sıfır noktasına gelmişti. Eleştiri yapan gazetecileri, köşe yazarlarını ‘’gazeteden kovun, bunlara yazı yazdırmayın’’ çağrılarını TV’lerden, mitinglerden yapmakta bir sakınca görmüyordu.
‘’Taraf olun’’ diyordu. Benden’ taraf olmayan bertaraf oluru’ açıkça söyleyebiliyordu.
İktidarın derin devletin üzerine gitmesinde önemli rol oynamış Taraf Gazetesi’nde gelinen bu noktadan sonra görüş ayrılığı başlamıştı. İktidarın artık demokrasi çabası kalmadığını gören Ahmet Altan ve ekibi artık ağırlıklı olarak AKP’yi eleştiriyordu. Bazı yazar ve kadrolar ise ‘’her şeye rağmen hükümeti desteklemeye devam etmek gerektiğini’’ savunuyordu. Bu tartışma da gazetenin köşe yazılarında kendini açığa vuruyordu. Gazetenin haber manşetlerinde devam eden hükümeti eleştiren manşetler ise huzursuzluğun büyümesine neden oluyordu.
İşte geçen hafta sonuçlanan Ahmet Altan, Yasemin Çongar,  Neşe Düzel ve Murat Belge’nin istifası bu sürecin sonunda geldi. Ve bu mücadeleyi de, diğer alanlarda olduğu gibi hükümetin kazandığını gösterdi.
Bu mücadelelerde henüz hükümetin bileğini büken olmadı. Bu ülke adına iyi midir? Bu aşamada çok da iyi değildir. Zira artık demokrasinin kurumsal ayaklarının yere sağlam basmasının sağlanması gerekirken, her şey halen bir kişinin iki dudağı arasında gerçekleşiyor.
Şimdi Kürt meselesi konusunda AKP’nin içindeki Kürt milletvekillerinin dirençli tavrı farklı bir kapı açtı gibi gözüküyor. Bu ne kadar etkilidir, bekleyip göreceğiz. Ama artık hükümetin attığı her adımı desteklememek gerektiğini, bunu da sağlam bir demokrasi için yapmak gerektiğini anlamamızın zamanıdır.
Zira demokrasi için çok geç olabilir.
Nusret Yılmazer


7 Aralık 2012 Cuma

BEYLİKDÜZÜ BELEDİYE MECLİSİNDEKİ ‘’PROTESTO’’ YA HALK NE DİYOR

Beylikdüzü Belediyesi Aralık ayı meclis toplantısında yaşananları sanırım bilmeyen kalmadı. Malum, Başkan Yusuf Uzun meclis gündemine, kamuda Şahinler Holding’in arsası olarak bilinen yerle ilgili bir gündem maddesi eklemek istemişti. Buna engel olamayan muhalefet meclis üyeleri de topluca salonu terk etmişlerdi.


Bir haftadır çeşitli zeminlerde tartışma devam ediyor.

Muhalefet diyor ki; ‘’ Biz meclisi terk etmeseydik, kalıp hayır da deseydik, firma bu kez 1/1000’lik planı Büyükşehir Belediyesi’nde yaptıracaktı. Böylece yerel belediye meclisi bay-pas edilmiş olacaktı. Beylikdüzü de bu kadar yoğunlaşmayı kaldıramayacaktı.’’

Ben de diyorum ki, Peki şimdi ne olacak? Siz meclisi terk ettiniz. Belediye Kanunu madde 22 ye göre, ‘’Belediye meclisi, üye tam sayısının salt çoğunluğu ile toplanır. Ve katılanların salt çoğunluğu ile karar alır. Ancak karar yeter sayısı, üye tam sayısının dörtte birinden az olamaz…’’ diyor.

Yani, o gün 31 meclis üyesi toplantıya katılmış olduğuna göre, bunun dörtte biri 7.75 eder. Yani 8 kişi ile karar alabilir. Halbuki o gün mecliste kalan AKP’li meclis üye sayısı 11 idi. Yani karar alma açısından, sayısal bazda bir sorun yoktur.

Muhalefet diyor ki, ‘’efendim kamera kayıtları var. Meclis üyelerinin büyük çoğunluğu meclisi terk etmiş ve meclis azınlığa düşmüştür. Üstelik meclis kürsüsünde seçilmiş üyeler ve yedekleri dahi kalmamıştır. Bu halde meclis toplantısına devam edemez. Toplantının ertelenmesi gerekirdi.’’

İktidar da diyor ki; ‘’Meclis açıldı ve yoklama yapıldı. Meclis, yeter i kadar, çoğunlukla, hatta tam sayı ile toplanmıştır. Buna seçilmiş meclis katipleri de imza attılar. Oylama sırasında oy kullanan üye sayısı da kanunen yeterli olduğundan, kanun açısından burada bir sorun yoktur. ’’

Peki, çözüm nerede?

Muhalefet konuyu mahkemeye taşıdı. Mahkeme buna karar verecek. Diyelim ki mahkeme muhalefeti haklı buldu. Yürütmeyi durdurma kararı verdi. O zaman ne olacak? Bu mahkeme kararını kim uygulayacak? Ne zaman uygulayacak?

Bunun yerine muhalefet oyalama sürecine girmeseydi. Arsa sahipleri de konunun bir an önce Beylikdüzü belediye meclisinde görüşülmesi ve ret edilmesini istiyorlar. İstiyorlar ki bu kez 1/1000’ik planı da Büyükşehir belediyesine yaptırsınlar.

Diyelim ki bu yol izlendi ve en son 2008 yılında yapılan 5000’lik plana uygun 1000’lik plan da Büyükşehir Belediyesi tarafından yapıldı. Böylece Beylikdüzü Belediye meclisi bay- pas edilmiş olacak.

O zaman, 2008’de 5000’lik plan yapıldığında buna, ‘Beylikdüzü bu imarı kaldıramaz’ diye itiraz etmeyenler, şimdi de zaman geçtiği için edemiyorlar. Bu kez buna uygun 1000’lik plan yapıldığında itiraz ederler. Şimdiden bunun hazırlığını yaparlar. Hatta şu anda yapmalılar. Çünkü öyle veya böyle bu 1000’lik plan yapılacak. O zaman bunu nerede nasıl durduracaklarsa buna hazır olmaları gerekmez mi?

Yani bu parselin imar durumu Beylikdüzü için bu kadar önemli bir sorun yaratıyorsa buna göre çaba harcamak gerekir. Son tahlilde, bu konuda en büyük şikayet mercii Beylikdüzü halkıdır.

Üstelik önümüzdeki süreçte yerel seçimler var. Eğer mevcut iktidar bu ilçede bina yoğunlaşmasına neden oluyorlarsa bunu da halka şikayet ederler. Çünkü bu iktidar ‘’Beylikdüzü’nde yoğunlaşma yaratmadık’’ diye övünüyor. İktidarın bu kozu elinden alınmış olunurdu.

Bu yazdıklarımız yasal yollardan yapılması gerekenlerdi. Bir de, bu konuda bilgi sahibi olan Beylikdüzü halkının bakış açısı vardır. Onların çok büyük bölümü de, mecliste çok büyük çoğunluğu elinde bulunduran muhalefetin salonu terk etmesini anlayamıyor.

Muhalefetin yapması gereken doğru işler vardır. Çoğunluğu varsa salonda kalıp gereğini yapar. Sonra oluşan durumlara göre de yasal yollara başvurur. Eğer muhalefet azınlıkta ise ve meramını anlatamıyorsa, o zaman mecliste kalması da bir işe yaramayacağı için meclisi terk eder ve basına haber olur. Halka şikayet edilir vs.

İktidar partisi diyor ki, ‘’kardeşim siz yasalara aykırı davranıyorsunuz. Konuyu savsaklıyorsunuz. Yasal olarak yapmanız gerekeni yapmıyorsunuz. Gelin mecliste yine ret edin. Biz size kabul edin demiyoruz ki.’’

Muhalefet ne diyecek?

Haklısınız ama biz bunu yaparsak şu olur, bu olur. Evet, siz gereğini yapacaksınız ve sonra da oluşan duruma göre mücadele yöntemi belirleyeceksiniz.

Şu anda kendini halka anlatmak durumunda kalan taraf muhalefet partileridir.

Haydi kolay gelsin.

Nusret Yılmazer

3 Aralık 2012 Pazartesi

BEYLİKDÜZÜ BELEDİYESİ TARİHE GEÇİYOR

BEYLİKDÜZÜ B. MECLİSİ TAM SAYI İLE TOPLANDI, AZINLIKLA KARARLAR ALDI


Beylikdüzü Belediye Meclisi Aralık ayı toplantısında, tarihinde ender zamanlarda olduğu gibi tam sayı ile toplandı. Ancak daha gündemin birinci maddesi bile görüşmeye başlanmadan, yazılı önergeler alınırken Belediye Başkanı Yusuf Uzun’un, ‘’gündeme bir madde ilave ediyorum’’ sözü üzerine çıkan tartışma sonucunda MHP ve CHP meclis üyeleri toplu halde meclisi terk ettiler. 31 üyeli meclisin 20 üyesi, meclis kürsüsündeki iki üye dahil meclisi terk etmesine rağmen Başkan Yusuf Uzun 11 AKP meclis üyesi ile toplantıya devam etti ve bütün kararları AZINLIKLA aldı.

Beylikdüzü Belediye Meclisi Aralık ayı toplantısı, biraz gecikmeli olarak başladı. Yoklama yapıldı. Meclis üyeleri eksiksiz katılmıştı. Başkan, ‘’Yazılı önergesi olan var mı’’ diye sordu ve MHP ve CHP grubu önergelerini başkanlık divanına ulaştırırken Başkan Yusuf Uzun sözüne devam etti. ‘’Arkadaşlar Büyükşehir mahallesi 264 ada 2 – 3 parsellerle ilgili konu 4 ay önceki mecliste imar komisyonuna gitmişti. Ancak Komisyon bununla ilgili meclisimize henüz kararını bildirmedi. Ben de yasal yetkimi kullanarak bu maddeyi gündemin 12. Maddesi olarak yazıyorum’’ dedi.

MHP grup sözcüsü Halit Tuna söz aldı, ‘’Sayın başkan sizin böyle bir yetkiniz yoktur. Siz gündeme madde alamazsınız, ancak gündeme alınması için meclise önerirsiniz. Meclis karar verir gündeme alıp alamamaya’’ dedi.

Başkan Uzun yetkisi olduğu konusunda, MHP ve CHP grupları ise yetkisi olmadığı yönünde görüş bildirdiler.

Konunun özü neydi?

Söz konusu parsel Belediye binasının alt tarafında bulunan Şahinler Holdinge ait arsayla, (Tapu sanırım Asya Finans adına, bir teminat olayından dolayı onun adına geçmiş ama Şahinler Holding’in arsası olarak biliniyor. 264 ada, 2-3 parsel) ilgiliydi. Şahinler Holding 2008 yılında buraya yeni bir 5000 lik imar planı yaptırmış. Yani Büyükşehir Belediyesi 1/5000’lik planı yapmış ve onaylamış. Şimdi de Beylikdüzü Belediyesi’nin buna uygun 1/1000’lik imar planı yapması gerekiyor. Beylikdüzü Belediye Meclisi de bu yeni 5000’lik planı uygun bulmadığından buna uygun yeni 1000’lik plan yapmıyor.

İki muhalefet partisi de diyor ki, ‘’burada arsa sahibi mağdur değildir. Eğer vatandaş isterse bu arsasına imar alabilir ve inşaat yapabilir. Ama bu arsa sahibi burada kendisine ayrıcalık istiyor. Fazla imar durumu verilsin istiyor. Buna verilen imar da diğer komşu parsellere emsal olur ve çevredeki bütün parsellere aynı imar durumunu vermek gerekir. Kişiye özel imar durumu olmaz. İstenen imar Beylikdüzü için doğru değildir.’’

Şubat meclisinde bu talep meclise geldi ve ret edildi. Belediye Başkanı Yusuf Uzun da konuyu Bölge idare mahkemesine götürdü. Yani kendi belediye meclisini mahkemeye verdi. MHP’li Mustafa Erdoğan Başkan Uzun’a diyor ki, ‘’siz belediye meclisini mahkemeye verdiniz. Suçlayan sizsiniz, suçlamalara cevap veren, savunan da sizsiniz. Bu tarihte ilk defa oluyor. Siz bu yaptığınızla tarihe geçtiniz.’’

Başkan Uzun da, ‘’evet sizin sayenizde oldu bu. Siz yanlış, kanunsuz karar verdiğiniz için ben de böyle davrandım ve bir ilk olma durumunda kaldım’’ diyor.

Bölge idare mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı vermiş. Başkan Uzun da buna dayanarak, konuyu kendisi tekrar meclisin gündemine almak istiyor. Mustafa Erdoğan, ‘’Mahkeme gerekçesini henüz yazmadı. Yani karar henüz kesinleşmedi. Kararın gerekçesi yazılsın, biz İmar komisyonu olarak hemen kararımızı yazacağız’’ diyor.

Başkan Uzun ise ‘Meclisin ve imar komisyonunun işi savsakladığını’’ ileri sürüyor. Hatta meclisteki konu ile ilgili söz alan MHP ve CHP’lilere ‘’siz demogoji yapıyorsunuz’’ diyor.

CHP’den Kader Göllü, Ömer Şatır, Halil İbrahim Akpınar söz aldı ve başkanın yaptığının doğru olmadığını söyledi. Halil Akpınar, ‘’Başkan siz bu davranışlarınızla parsel sahibinin avukatlığını yapıyorsunuz. Keşke bu meclisi siz mahkemeye vermeseydiniz de parsel sahibi verseydi. Biz bu konuda mahkemelik olmaktan gurur duyuyoruz. Siz şimdi bunu tekrar gündeme taşıyorsunuz, ben şahsen yine hayır diyeceğim’’ dedi.

Başkan ise ‘’siz hayır deyin. Ben gündeme alacağım ve oylatacağım. Siz de gidin beni mahkemeye verin’’ diyor.

Sonunda başkan ‘’ben gündemin 12. Maddesi olarak bu konuyu yazıyorum’’ deyince MHP ve CHP’li meclis üyeleri salonu terk etti. Başkanlık divanındaki üyeler dahil.

Böylece 31 üyeli meclisin 20 üyesi meclisten çıktı. Başkanlık divanında Başkan Yusuf Uzun yalnız laldı.

Başkan Uzun AKP grubuna dönüp, ‘’en genç iki üye kürüyse gelsin’’ dedi. Ve iki üyeyi alarak meclis toplantısını devam ettirdi. CHP ve MHP’liler dışarı çıkarken bir taraftan da buna itiraz ettiler.

‘’Mecliste çoğunluk kalmadı. Toplantıyı devam ettirmezsiniz. Yapmanız gereken toplantıyı bir başka güne ertelemektir’’ dediyseler de Başkan Uzun, ‘’siz ya meclisi terk edin, ya da oturup itiraz edin’’ dedi.

Sonunda 20 kişi meclisten çıkıp gitti. Ve Başkan Uzun başladı 11 AKP’li meclis üyesiyle gündem maddelerini görüşmeye. İki genç üye de kürsüye, katip üye olarak çıktılar. Meclis koltuklarında oturan 9 meclis üyesi kaldı.

MHP ve CHP’nin verdiği bütün yazılı önergeler ‘’oy Birliği’’ ile ret edildi. Gündemdeki 11 madde de ‘’oy birliği’’ ile kabul edildi.

12. madde, yani söz konusu tartışmalı konu, başkan Uzun’un maddesi görüşülürken CHP grup sözcüsü Kader Göllü tekrar salona geldi. İtirazlarını yineledi. Başkan bu durumu dikkate almadan devam etti. Ancak Kader Göllü salonda olduğu için bu madde oy çoğunluğu ile geçti.

Yapılanlara baktığımızda her tarafı yanlış bir durum var ortada. Hakikaten şu ana kadar elde edilen bilgilere göre ilk defa bir belediye başkanı kendi kendini mahkemeye vermiş gibi görünüyor. Burada suçlayan da belediye ve mahkemede belediyenin avukatı temsil ediyor.. Savunan da belediye ve yine belediyenin avukatı temsil ediyor. Böyle bir durum kolay kolay oluşmaz diye düşünüyorum.

Meclisi terk olayına gelince ben şahsen muhalefetin doğru karar vermediğini düşünüyorum. Meclisi terk etmeyip salonda kalsaydı, bütün teklifleri ve gündemi ret edebilirdi. Başkanın istediği gibi değil, meclis çoğunluğunun istediği doğrultuda kararlar alınırdı. Meclisi terk eylemi daha çok azınlıkta olunan durumlarda başvurulan bir yöntemdir.

Yapılan uygulama, azınlıkla meclis toplantısını devam ettirme de doğru değildir. Zira biliyoruz ki bu durum, birçok AKP’li meclis üyelerinin de içine sinmemiştir.

Azınlıkla mecliste karar almak, kanun çerçevesinde dahi olsa etik olarak doğru değildir. Şaibeli bir durum yaratır.

Şimdi ne olacak?

Bu kez de muhalefet partileri Yusuf Uzun’u mahkemeye verecek. Yasal olarak azınlıkla karar alır alamaz tartışmaları ve yeni bir mahkeme kararı gerekir gibi gözüküyor.

Ayrıca da eğer meclis çoğunluk olarak toplandı ama kararların azınlıkla alınmasında bir sakınca yoksa muhalefet kendi kendine tuzak kurmuş oldu! İstemeyerek de(!) olsa Yusuf Uzun’a destek vermiş oldu.

Beylikdüzü tarihe geçti. Hem kendi kendini mahkemeye veren belediye olarak, hem de tam sayı ile toplanıp, bütün kararları azınlık, ama oy birliği ile alan meclis olarak.

Nusret Yılmazer