Bu hükümetin Avrupa Birliği’ne girme çabası dâhil, demokrasi
adına yaptıkları iyileştirmeler ve demokratik açılımlarına hep şüpheli baktım. Buna
rağmen ülke için ve demokrasi için doğru olan kararları destekledim. Ama hem bu
kararları alan iktidarın başındaki kişinin,
Recep Tayyip Erdoğan’ın yapısından kaynaklanan nedenlerden, hem de onun
kadrosunun fazlaca itaatkâr olmasından dolayı bu yapılanların demokrasiye olan
inançlarından kaynaklanmadığını ve demokrasi yolundaki bu iyileştirme
adımlarının kendi hesapları için atıldığını, devleti teslim alana kadar bu
yönde yürüyeceklerini düşündüm. Bu konudaki düşüncelerimi dile getirdiğimde de
yer yer ulusalcı olarak değerlendirildim.
AKP iktidara geldiği ilk yıllarda Avrupa Birliği kriterlerine
sıkı sıkıya bağlıydı. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi için gerekli her
adımı gözü kapalı atıyordu. Öyle ki ‘’sosyal demokrat CHP’’ bile bu konuda yaya
kalıyor, yaptığı eleştiriler onu daha geri bir konuma düşürüyordu.
Ülkedeki liberal
kesimin önde gelenleri, eski solcuların önemli bir bölümü AKP’yi destekliyordu.
AKP işin boyutunu büyüttü. Derin devleti sorgular oldu. Türkiye’de siyasi
iktidarlar üzerindeki asker vesayetini kaldırmayı kafaya koymuştu ve bu da önemli
bir kesim tarafından destek görüyordu.
Elbette bütün bu çabaların desteklenmesi gerekiyordu.
Neredeyse her on yılda bir kesintiye uğrayan sivil hükümetler bir türlü devlete
hakim olamıyordu. İktidarlar daha çok devletin nimetlerinden yararlanıyordu.
Özellikle devlet bankalarında, kamu kurumlarında yolsuzluklara yol veriyorlar
ama siyaset, vesayetten kurtarmak konusunda fazla boy gösteremeden alaşağı
ediliyorlardı. Ülkede birliğin sağlanmasına devletin asıl sahibi olan derin
güçler izin vermiyorlardı. Değişik yerlerde olayların yaratıcısı oluyorlar,
bunu da sivil iktidarların beceriksizliklerine bağlamayı beceriyorlardı.
Derin güçler toplumda ses getirecek katliamlar yapıyor,
birçok Kürt aydını ve işadamı patır patır öldürülüyordu. Kürtlerin haklarından
bahseden general de olsa, cumhurbaşkanı da olsa ortadan kaldırılıyordu.
İşte bu ortam sonunda iktidara AKP geldi. Kendisinin daha
önceki iktidarların akıbetine uğramaması için gerekli önlemleri almaya başladı.
Toplumun tüm kesimleri için gerekli olan, demokrasi yolunda adımlar attı. Bunun
için Avrupa Birliği ipine sarıldı. Kürt sorununu biz çözeceğiz dedi. Hatta en
son Dersim katliamından dolayı özür bile diledi Başbakan Erdoğan.
Ama bütün bunları yaparken, görünen normal ve iyi tarafın
yanında bir de bunu böyle yapmasından görünmeyen ve siyasi olarak çıkar
sağlamayı amaçlayan(ki bu normaldir) ama esas kötü tarafı, yüklendiği siyasi
liderin etnik ve mezhebine vurgu yapabilen, kabul edilmeyecek bir tavır ve
demokrasiye uymayan taraf vardı.
AKP iktidara yerleştikçe, iktidarını sağlamlaştırdıkça bu
antidemokratik tavrın dozu iyice arttı. Artık liberallerin desteğini,
Avrupa’nın tepkisini dikkate almadan baskılar yapmaya, baskıların dozunu iyice
artırmaya başladı. Öyle ki artık eleştiriye tahammül neredeyse sıfır noktasına
gelmişti. Eleştiri yapan gazetecileri, köşe yazarlarını ‘’gazeteden kovun,
bunlara yazı yazdırmayın’’ çağrılarını TV’lerden, mitinglerden yapmakta bir
sakınca görmüyordu.
‘’Taraf olun’’ diyordu. Benden’ taraf olmayan bertaraf oluru’
açıkça söyleyebiliyordu.
İktidarın derin devletin üzerine gitmesinde önemli rol oynamış
Taraf Gazetesi’nde gelinen bu noktadan sonra görüş ayrılığı başlamıştı.
İktidarın artık demokrasi çabası kalmadığını gören Ahmet Altan ve ekibi artık
ağırlıklı olarak AKP’yi eleştiriyordu. Bazı yazar ve kadrolar ise ‘’her şeye
rağmen hükümeti desteklemeye devam etmek gerektiğini’’ savunuyordu. Bu tartışma
da gazetenin köşe yazılarında kendini açığa vuruyordu. Gazetenin haber
manşetlerinde devam eden hükümeti eleştiren manşetler ise huzursuzluğun
büyümesine neden oluyordu.
İşte geçen hafta sonuçlanan Ahmet Altan, Yasemin
Çongar, Neşe Düzel ve Murat Belge’nin
istifası bu sürecin sonunda geldi. Ve bu mücadeleyi de, diğer alanlarda olduğu
gibi hükümetin kazandığını gösterdi.
Bu mücadelelerde henüz hükümetin bileğini büken olmadı. Bu
ülke adına iyi midir? Bu aşamada çok da iyi değildir. Zira artık demokrasinin
kurumsal ayaklarının yere sağlam basmasının sağlanması gerekirken, her şey
halen bir kişinin iki dudağı arasında gerçekleşiyor.
Şimdi Kürt meselesi konusunda AKP’nin içindeki Kürt
milletvekillerinin dirençli tavrı farklı bir kapı açtı gibi gözüküyor. Bu ne
kadar etkilidir, bekleyip göreceğiz. Ama artık hükümetin attığı her adımı
desteklememek gerektiğini, bunu da sağlam bir demokrasi için yapmak gerektiğini
anlamamızın zamanıdır.
Zira demokrasi için çok geç olabilir.
Nusret Yılmazer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder