17 Aralık 2012 Pazartesi

TARAF’TA YAŞANANLARIN İLERİ DEMOKRASİYLE BAĞI


Bu hükümetin Avrupa Birliği’ne girme çabası dâhil, demokrasi adına yaptıkları iyileştirmeler ve demokratik açılımlarına hep şüpheli baktım. Buna rağmen ülke için ve demokrasi için doğru olan kararları destekledim. Ama hem bu kararları alan iktidarın başındaki kişinin,  Recep Tayyip Erdoğan’ın yapısından kaynaklanan nedenlerden, hem de onun kadrosunun fazlaca itaatkâr olmasından dolayı bu yapılanların demokrasiye olan inançlarından kaynaklanmadığını ve demokrasi yolundaki bu iyileştirme adımlarının kendi hesapları için atıldığını, devleti teslim alana kadar bu yönde yürüyeceklerini düşündüm. Bu konudaki düşüncelerimi dile getirdiğimde de yer yer ulusalcı olarak değerlendirildim.
AKP iktidara geldiği ilk yıllarda Avrupa Birliği kriterlerine sıkı sıkıya bağlıydı. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi için gerekli her adımı gözü kapalı atıyordu. Öyle ki ‘’sosyal demokrat CHP’’ bile bu konuda yaya kalıyor, yaptığı eleştiriler onu daha geri bir konuma düşürüyordu.
Ülkedeki  liberal kesimin önde gelenleri, eski solcuların önemli bir bölümü AKP’yi destekliyordu. AKP işin boyutunu büyüttü. Derin devleti sorgular oldu. Türkiye’de siyasi iktidarlar üzerindeki asker vesayetini kaldırmayı kafaya koymuştu ve bu da önemli bir kesim tarafından destek görüyordu.
Elbette bütün bu çabaların desteklenmesi gerekiyordu. Neredeyse her on yılda bir kesintiye uğrayan sivil hükümetler bir türlü devlete hakim olamıyordu. İktidarlar daha çok devletin nimetlerinden yararlanıyordu. Özellikle devlet bankalarında, kamu kurumlarında yolsuzluklara yol veriyorlar ama siyaset, vesayetten kurtarmak konusunda fazla boy gösteremeden alaşağı ediliyorlardı. Ülkede birliğin sağlanmasına devletin asıl sahibi olan derin güçler izin vermiyorlardı. Değişik yerlerde olayların yaratıcısı oluyorlar, bunu da sivil iktidarların beceriksizliklerine bağlamayı beceriyorlardı.
Derin güçler toplumda ses getirecek katliamlar yapıyor, birçok Kürt aydını ve işadamı patır patır öldürülüyordu. Kürtlerin haklarından bahseden general de olsa, cumhurbaşkanı da olsa ortadan kaldırılıyordu.
İşte bu ortam sonunda iktidara AKP geldi. Kendisinin daha önceki iktidarların akıbetine uğramaması için gerekli önlemleri almaya başladı. Toplumun tüm kesimleri için gerekli olan, demokrasi yolunda adımlar attı. Bunun için Avrupa Birliği ipine sarıldı. Kürt sorununu biz çözeceğiz dedi. Hatta en son Dersim katliamından dolayı özür bile diledi Başbakan Erdoğan.
Ama bütün bunları yaparken, görünen normal ve iyi tarafın yanında bir de bunu böyle yapmasından görünmeyen ve siyasi olarak çıkar sağlamayı amaçlayan(ki bu normaldir) ama esas kötü tarafı, yüklendiği siyasi liderin etnik ve mezhebine vurgu yapabilen, kabul edilmeyecek bir tavır ve demokrasiye uymayan taraf vardı.
AKP iktidara yerleştikçe, iktidarını sağlamlaştırdıkça bu antidemokratik tavrın dozu iyice arttı. Artık liberallerin desteğini, Avrupa’nın tepkisini dikkate almadan baskılar yapmaya, baskıların dozunu iyice artırmaya başladı. Öyle ki artık eleştiriye tahammül neredeyse sıfır noktasına gelmişti. Eleştiri yapan gazetecileri, köşe yazarlarını ‘’gazeteden kovun, bunlara yazı yazdırmayın’’ çağrılarını TV’lerden, mitinglerden yapmakta bir sakınca görmüyordu.
‘’Taraf olun’’ diyordu. Benden’ taraf olmayan bertaraf oluru’ açıkça söyleyebiliyordu.
İktidarın derin devletin üzerine gitmesinde önemli rol oynamış Taraf Gazetesi’nde gelinen bu noktadan sonra görüş ayrılığı başlamıştı. İktidarın artık demokrasi çabası kalmadığını gören Ahmet Altan ve ekibi artık ağırlıklı olarak AKP’yi eleştiriyordu. Bazı yazar ve kadrolar ise ‘’her şeye rağmen hükümeti desteklemeye devam etmek gerektiğini’’ savunuyordu. Bu tartışma da gazetenin köşe yazılarında kendini açığa vuruyordu. Gazetenin haber manşetlerinde devam eden hükümeti eleştiren manşetler ise huzursuzluğun büyümesine neden oluyordu.
İşte geçen hafta sonuçlanan Ahmet Altan, Yasemin Çongar,  Neşe Düzel ve Murat Belge’nin istifası bu sürecin sonunda geldi. Ve bu mücadeleyi de, diğer alanlarda olduğu gibi hükümetin kazandığını gösterdi.
Bu mücadelelerde henüz hükümetin bileğini büken olmadı. Bu ülke adına iyi midir? Bu aşamada çok da iyi değildir. Zira artık demokrasinin kurumsal ayaklarının yere sağlam basmasının sağlanması gerekirken, her şey halen bir kişinin iki dudağı arasında gerçekleşiyor.
Şimdi Kürt meselesi konusunda AKP’nin içindeki Kürt milletvekillerinin dirençli tavrı farklı bir kapı açtı gibi gözüküyor. Bu ne kadar etkilidir, bekleyip göreceğiz. Ama artık hükümetin attığı her adımı desteklememek gerektiğini, bunu da sağlam bir demokrasi için yapmak gerektiğini anlamamızın zamanıdır.
Zira demokrasi için çok geç olabilir.
Nusret Yılmazer


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder