12 Mart 2014 Çarşamba

BERKİN ELVAN'IN ACISNI HİSSETMEK VE GÖSTERİLEN TEPKİLERİ ANLAMAK

Gezi olayları sırasında ekmek almak için evinden çıkıp fırına ekmek alamaya giden 14 yaşındaki çocuk, polisin sıktığı gaz fişeği ile yaralanmıştı. 269 gündür yaşam mücadelesi veren o gencecik fidan daha fazla hayata tutunamadı ve hayata veda etti.
Sadece Türkiye'de değil dünyanın bir çok ülkesinde Berkin Elvan için insanlar sokaktaydı ve tepkilerini, protestolarını gösterdiler.
Peki Gezi olaylarının üzerinden bu kadar uzun zaman geçmiş olmasına rağmen, bir Gezi gazisinin hayatını kaybetmesine neden bu kadar büyük tepki gösterildi? Hiçbir şekilde organize olmayan insanlar nasıl oldu da böyle büyük kitleler halinde buluşabildi.
Birincisi, toplum her gün demokrasiden uzaklaşıldığını görüyor ve içindeki tepki büyümeye devam ediyor. Ülkede hukuk işlemiyor. Bakan çocukları için polisler hallaç pamuğu gibi dağıtıldı, savcılar değiştirildi, hakimler değiştirildi, özel yasalar çıkarıldı ve bu yolsuzluk yapma ve çıkar sağlama suç zanlıları hapisten kurtarıldı. Soruşturmanın nasıl sonuçlanacağını bu halk çok iyi biliyor ve bu da halkın içinde beslenen tepkinin büyümesine neden oluyor.
Polis iktidar partisinin çıkarını korumak için canını dişine takıyor. Polis amirleri ve mülki  amirler, yöneticiler iktidara yönelik her eylemde can yakmaktan, insan öldürmekten çekinmiyor. Bu ülkede siyaset yapmaya çalışan bazı siyasi partilerin tabelaları, bizatihi emniyet amirleri tarafından indirilen bir ülke haline geldi. Hükümet, başbakan ve bakanlardan tek ses çıkmıyor. Mülki amirler buralarda bu gözü dönmüş göstericilerle birlikte hareket ediyor.
Hani 17 Aralık operasyonu barışı engellemek için yapılmıştı. Sizin çözüm süreci dediğiniz şeyde ne yapılacaktı? İnsanlar dağdan inip siyaset yapacaktı. Silah değil konuşarak hak arayacaktı!
Nerede yapacaklar siyaseti ve Nasıl yapacaklar? Devlet dediğiniz bu garabet varlık, bugün siyaset yapanların can ve mal güvenliğini sağlayamıyorsa hangi barışı, nasıl getirecek? Dağdakiler kime güvenerek inecek?
Aksaray, Urla, Fethiye ve daha onlarca yerde Kürt kökenli insanların can güvenliği yok. Parti tabelalarına bile tahammül edilmiyor. Bu provokasyonları kim yapıyor, yaptırıyor ve en önemlisi iktidar niçin sessiz kalıyor.
Hırant Dink'in katil zanlılarının bazıları hapisten çıkar çıkmaz, birileri Şişli'deki Agos Gazetesi'nin önüne gidip "kahrolsun Hırant Dink, yaşasın Ogün samats" diye pankart asabiliyor. Ve bunları da polis eşliğinde yapıyor.
Ergenekon sanıkları tahliye edilince gazetecilerin sorusu üzerine Başbakan  açıklama yapıyor: "ben ortada bu kadar ses kaydı varken darbe tehdidi olmadığına nasıl inanırım" diyor. Peki ortada bu kadar ses kaydı varken toplum sizlerin suçsuz olduğuna nasıl inansın diye sormazlar mı? Madem ses kaydı önemli bir delil, ve öyle olduğu için istediğin yerde bunu delil olarak kullanıyorsun. O zaman senin aleyhindeki ses kayıtları da delil sayılmaz mı?
Ama hayır, onlar hükümet için söyleniyorsa delil kabul edilmemeli. İşte bu ülkedeki çifte standardı bu halk çok fazla gördüğü için, içinde beslediği tepki de artıyor.
Birileri diyecek ki, 'madem halkın içinde tepki böyle büyüyor, o zaman seçim geliyor ve o halk gitsin sandığa,  bu hükümetin aleyhinde oy kullansın ve bu iktidarı devirsin.
Birincisi demokrasi de sadece oydan ibaret değildir. Sandık hukuk değildir. sandık adalet sağlamaz. İkincisi,  adalet konusunda bu kadar tek yanlı davrananlar, kurumları bu kadar baskı ve etki altına almışsa, bu halk, bu seçimlerde alınan oyların dürüstlüğüne ve doğruluğuna nasıl inanacak? Eğer bir ülkede adalete olan güven aşırı sarsılmışsa, iktidara güven kalmamışsa halk hangi kuruma niçin, nasıl güvensin?
Bu ülkede "adalet yerini buluyor, demokrasi rayına oturuyor" diyerek yüzlerce insan hapse atılmadı mı? Bizatihi bu başbakan "ülke bağırsaklarını temizliyor" demedi mi? Sonra da" Affedersiniz biz yanılmışız, bu kumpasmış"  demedi mi? Aylardır bu ülke 12 yıllık iktidar ortaklığının bitişini seyretmiyor mu? Bu bitiş de bütün kirli çamaşırlar ortaya dökülüyor ama hiçbir şey yapılamıyor. Bütün bunlar halkın gözünün önünde cereyan ediyor.
Peki bütün bunları yaşayan, izleyen bu halkın öfkesi kabarmasın da ne olsun?
14 yaşında bir çocuk polisin attığı gaz fişeği ile vuruluyor. 269 gündür faili, suçlusu bulunamıyor. Bununla ilgili davada hiç bir ilerleme sağlanamıyor. Benzer birçok davada olduğu gibi.
Bu ülkede halkın mağduriyetine adalet işlemiyor, Hukuk her şekilde Karunlar için ve yüzlerce takla attırılarak işletiliyor. Peki bu halk geleceğinden endişe etmesin mi? Endişe ediyorsa, bir çocuğunu kaybettiği için sokaklara çıkmasın da ne yapsın?
Öyle yumuşak koltuklarda oturan, kendi işini sağlama almış olanlar bunu anlamazlar. Bu ülkede kendini halk sayan herkes için aynı tehlike çanları çalmaya devam ediyor. Bu acıyı, acıları yüreklerinde hissediyorlar. Bunu hissetmeyenlere ise söylenecek hiç bir şey yoktur.

Çünkü orası insanlığın bittiği yerdir.

6 Mart 2014 Perşembe

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ

Bugün 8 Mart dünya kadınlar günü. Tüm kadınların dünya kadınlar gününü kutluyorum.
Bugün Türkiye'de düzenlenen hemen tüm kadınlar günü etkinliklerinde eğlenceler düzenleniyor. Kadınlar için yemeli, içmeli müzikli eğlenceler düzenleniyor. Elbette bütün kadınlar eğlenmeli. Bugün kadınların günü, elbette bugün eğlenmek kadınların en doğal hakkıdır.
Ancak bilmek gerekir ki bugünü elde etmek için mücadele veren kadınlar ileride, insan yerine konulabilmek, emeklerinin hakkını alabilmek, onlar için çalışan sömürü çarkını kırabilmek, erkeklerle aynı hakları alabilmek için mücadele ettiler. İşte bu mücadele sonucunda dünya kadınlar günü diye bir gün ortaya çıktı.
Kısaca değinmek gerekirse bu günü elde edebilmek için şöyle bir süreç yaşandı.
8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 129 kadın işçi can verdi.
26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde Uluslararası Sosyalist Kadınlar toplantısında Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın  Dünya Kadınlar Günü olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.
Tarihin 8 Mart olarak saptanışı 1921'de Moskova'da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı'nda (3. Enternasyonal Komünist Partiler Toplantısı) gerçekleşti. Adı da "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak belirlendi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul etti.
Türkiye'de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın ve yığınsal olarak kutlandı, kapalı mekanlardan sokaklara taşındı.
Görüldüğü gibi daha iyi şartlarda çalışma koşulu elde edebilmek için verilen bir mücadelenin daha ilk aşamasında 129 kadın işçi can vermiştir. Ve bu mücadele tarihi yukarıda bahsettiğim kadar kısa değildir. Ben her yıl bu tarihte tekrar tekrar yazılan, söylenen bu mücadele tarihini tekrar etmemek için bu kadar kısa geçtim. Ancak bilinmeli ki kadınların bu mücadelesi tarih boyunca devam etmiş ve bu uğurda yüzlerce kadın bedel ödemiştir.
İşte bu kadınların ödediği bedel sonucunda bugün kadınlar eğlenebiliyor. Bugün düzenlenen her etkinlikte kadınlarımız eğleniyor ama unutmamak gerekir ki bugün hayatın birçok alanında kadınlar halen özgür değiller, halen rahat ve korkusuzca yaşayamıyorlar. Özellikle ülkemizde birçok kadın bizatihi sevgilisi, kocası ve hatta abisi ve babası tarafından öldürülmektedir.
Kızlarımız halen çocuk yaşta evlendiriliyor. Kocası ve sevgilisi ile yaşamaktan memnun olmayıp kendi hayatını yaşamak isteyen kadınların birçoğu, o güne kadar sevdiği veya hayatını paylaştığı erkek tarafından zulme uğruyor veya hayatını kaybediyor. İnsanca yaşama talebinin bedelini oldukça ağır ödüyor.
Bu konudaki örnekleri burada sıralayabiliriz. Oldukça da uzun bir yazı ortaya çıkar. Ama sanırım buna gerek yok. Zaten bunları hemen her gün gazete ve TV haberlerinden  öğreniyorsunuz, çevrenizden duyuyorsunuz.
Bu zulüm ve ölümleri önlemek için ülkemiz yönetimi daha etkili yasalar çıkarmıyor, daha etkili önlemler almıyor.
Bu konuda bir avuç kadının veya birkaç kadın örgütünün verdiği mücadele bu toplumun kadınları tarafından yeterince destek görmüyor. Bu konuda ülkemiz insanının genel anlayışı maalesef kadınlarımızı da kapsıyor. Kendisi tehdit altında olmayan insanımız ve kadınımız, tehditle, zulümle karşı karşıya kalan diğer insanları ve kadınları pek de umursamıyor. Bir kadına yapılan zulüm ve işkence çok büyük bir kadın kitlesi tarafından hissedilip gerekli tepki oluşmayınca, maalesef kadınlara yönelik bu zulüm de son bulmuyor.
Fiziki olarak zayıf olan kadın, fiziki gücü fazla olan erkek karşısında daima ezilmeye devam ediyor.
Ülkemizde kadınların her gün erkekler tarafından uğradığı haksızlık ve ölümler çok fazla olduğu için ben bunun üzerinde fazlaca durdum.
Biz insanlar, hayatın her alanında, herkes için özgürlük istemeliyiz. Toplumda zayıf olanı korumak için gerekli önlemlerin alınmasını sağlamalıyız. Ve herhangi birine karşı yapılan haksızlık bize yapılmış gibi tepki göstermeliyiz. Yaşam felsefemiz bu olmadıkça, bunları söylemden çıkarıp eylemle desteklemedikçe bu haksızlıkların, işkence ve ölümlerin durmayacağını bilmek zorundayız.
Amacım size özel bu günde sizlerin keyfini kaçırmak değil. Elbette eğlenin. Ama eğlenirken de bunları düşünelim istedim. Bunları düşünelim ve bugünün hakkını bir ölçüde veremeye çalışalım istedim.

Tüm kadınlarımıza korkusuz, zulümsüz, özgür ve mutlu bir yaşam diliyorum.

4 Mart 2014 Salı

SON MECLİSTE GÜVENSİZLİK HAKİMDİ

Beylikdüzü Belediye Meclisinin 3 Mart'taki son toplantısında aslında beş yılın birikimini gördük. Muhalefet meclis üyeleri son toplantıda, " Beylikdüzü için faydalı olan hiç bir projeye engel olmadıklarını, ama gelen önerilere güvenmedikleri için engellemeye çalıştıklarını" söylediler.
Çok gecikmeli olarak geçilen meclis gündem maddelerinde bu tavır kendini iyice gösterdi. Başkanlık teklifi olarak meclise getirilen önergeler üzerine muhalefetin ve özellikle MHP grubu adına Halit Tuna'nın itirazları bunu açıkça ortaya koydu.
Bir vatandaşın  Kavaklı'da, imarı konut alan arsasına ana okulu yapmak için dilekçe vermesi ve28 Şubat'ta verilen dilekçenin 3 gün içinde, 3 Mart'ta başkanlık teklifi olarak meclis gündemine gelemsini Halit Tuna çok sert bir şekilde eleştirdi. "İşte bu anlayıştan dolayı burada yapılanlara güven duymuyoruz. Bana beş yılda herhangi bir vatandaş dilekçesi gösterin ki bu hızla takip edilmiş, meclise gelmiş. Böyle bir örnek uygulama gösterin ben istifa ederim" dedi.
Başkan Uzun" bunda çok garip bir şey ok dedi. Bu meclis Adnan Kahveci mahallesinde imarı sanayi olan çok sayıda arsayı konuta ve ticarete çevirdi. Şimdi orada birçok özel okul yapılıyor. Oldukça da güzel oldu. Burada istenen de budur, biz burada imarı artırmıyoruz. sadece konut alanında ticarete izin veriyoruz" dediyse de Halit Tuna, "bu vatandaş kimdir, sizinle ilişkisi nedir ki bu kadar hızlı takip yaptınız" diye sordu. Önerge muhalefet tarafından ret edildi.
Bunun üzerine bu arsanın sahibi olduğu anlaşılan vatandaşın sesi yükseldi Mecliste. Öğretmen olduğunu söyleyen kişi,Yusuf Uzun'a "merak etmeyin başkanım, bu konuda kimse sizi  suçlayamaz, siz elinizden geleni yaptınız" dedi. Bunun üzerine Halit Tuna iyice gerildi, "bakın vatandaş bu salonda ve konuşuyor. Bunu burada nasıl konuşturuyorsunuz. Başka vatandaşa mecliste konuşma hakkı tanımıyorsunuz ama bunu konuşturuyorsunuz, siz nasıl bir ilişki içindesiniz" diye başkan Uzun'u eleştirdi.
Yusuf Uzun vatandaşı ihtar etmeye çalıştı ama gürültü arasında sesi pek anlaşılamadı.
Megakent'le ilgili bir komisyon raporu görüşülürken de benzer tartışmalar yaşandı.  Komisyon raporunda iki şerh vardı. Bu şerhler Halit Tuna ve Ömer Şatır'a aitti. Şerhin okunması istendi, şerh okundu. Komisyon raporu oylandı ve kabul edildi. Sonra CHP ve MHP itiraz etti, "biz şerhi oyladık ve kabul ettik. Komisyon raporunu oylamadık. Şerh yazdığımız komisyon raporuna niçin evet diyelim" dediler. AKP grup sözcüsü Zeki Sadunoğlu buna itiraz etti. "şerh oylanmaz, rapor oylanır, kabul yada ret edilir. Bu da mecliste oylandı ve komisyon raporu kabul edildi. Tekrar tekrar oylanmaz" dedi.
Halit Tuna yine söz aldı. "yangından mal mı kaçırıyoruz. Henüz bir sonraki maddeye geçilmemiş. Anlaşılmayan, yanlış anlaşılan bir durum varsa düzeltelim. Beylikdüzünün kaderi bir talihsizliğe teslim edilmemeli" dedi. CHP'nin yoğun itirazları oldu. Tartışmalar uzayınca meclise ara verildi. Aradan sonra Yusuf uzun "evet arkadaşlar 13. maddeyi görüşmüştük" dedi. Muhalefete "henüz bitmemişti, görüşüyorduk" dedi.  Başkan Uzun, "hayır arkadaşlar ben o maddeyi tekrar oylatmayacağım. Tercihimi böyle kullanıyorum" dedi ve konuyu kapattı.
CHP'nin sözlü önergesi vardı. Kültür Merkezi'nin seçim sürecinde diğer siyasi partiler tarafından da kullanılmasını içeriyordu. Önerge "Kültür merkezinin toplantı salonunun siyasi partiler tarafından ikişer gün kullanılmasını" içeriyordu.
Mülayim Demirtaş, "Biz CHP olarak Kültür merkezi salonunu 11 -15 Mart tarihlerinde kullanmak istiyoruz" dedi. Önerge oy birliği ile gündeme alındı. Ancak gündemde görüşülürken CHP adayı Ekrem İmamoğlu burada tanıtım yapacak şeklinde sunuldu. Bu kez MHP destek vermedi.Halit Tuna, "biz bu önergeye böyle destek verirsek basın karşısında ne durumda kalırız hesap edin" dedi. CHP önergenin ilk halini tekrarlayıp düzeltme yapamadı. AKP grubu "böyle bir önerge oylanamaz" diye ısrar etti. Başkan Uzun da, "kültür merkezini belediyenin kültür müdürlüğü işletiyor. belediye meclisinin bu birimin kullanılması ile ilgili yetkisi yoktur. Siz müdürlüğe başvurun ben size yardımcı olayım" dedi. Ama CHP "hayır, biz size güvenmiyoruz. Sürekli engeller çıkıyor, dolu deniliyor. Onun için önergemizi oylatın" da ısrarcı oldu. Önerge bütün siyasi partileri kapsıyorken, o anda sadece Ekrem İmamoğlu'nun tanıtımında kullanılması şekline dönüşmüştü, önerge bu muğlaklıkla oylandı. MHP çekimser kalınca AKP nin 5 ret oyuna karşılık CHP'nin 7 evet oyu ile kabul edildi. Böylece belki de pratikte uygulanmayacak bir madde oldukça uzun tartışılmış oldu.
Aslında görüldüğü gibi tartışmayı gerektirecek çok önemli gündem maddeleri yok. Bu kadar konuşmayı gerektirecek bir durum da yok. Ama çok açık anlaşılan şu ki, beş yılın sonunda muhalefet iktidara güvenini tamamen yitirmiş durumda. Açıkça kandırılmaktan, oyalamaktan endişe ediliyor. "İktidarın ne yapıp edip sonucu kendi istediği gibi sonuçlandıracağı" düşünülüyor. Bu güvenin yitirilmesi elbette çok kötü.
Beş yıldır bu meclisi izleyen biri olarak geriye dönük baktığımızda meclisin genel performansını çok başarılı bulmanın mümkün olmadığını söylemek sanırım doğru olur. zaten bunu muhalefet meclis üyeleri de açık yüreklilikle söylüyorlar.
2009 - 2014 döneminde birçok meclis üyesinin hiç bir işe yaramadığı görüldü.Meclis üyelerinin önemli bir kesiminin  çok yetenekli ve doğru seçilmiş kişilerden oluşmadığı, düşünce ve proje üreten, Beylikdüzünü ileriye taşıyacak projeler için meclisi zorlayan bir meclise veya üyesine rastlamadık. Beylikdüzü adına çok iyi şeyler yapılmadı. Rutin geçen bir dönem oldu.
Beylikdüzü'nde iz bırakacak bir proje yapılmadı ama bu dönemde bir iki olay dışında çok kötü şeyler de yaşanmadı. Zaten son toplantıda da helalleşme bu yüzden yaşandı.
Bazı meclis üyeleri son meclis oturumundan sonra "artık övgü dolu bir yazıyı hak ettik" diye bana söylemde bulundular. Evet, toplumun bazı kesimlerinin talepleri doğrultusunda gereken çaba gösterildi. Bu konuda yapılan doğru çaba ve emekler oldu. Bunun için teşekkür edelim. Ama tüm Beylikdüzü için böyle bir teşekkürü hak edecek, övgüyü hak edecek bir meclisi ben şahsen görmedim. Mesela Beylikdüzü'nde Esenyurt gibi afaki imar yükselişleri  de olmadı. Bundan dolayı övgü hak edilir mi,konu tartışmalı da olsa, haydi edelim. Ama Beylikdüzü'nün vizyonunu değiştirecek bir çalışma bu mecliste olmadı.
Belediyemizin çalışmalarına gelince görmek gerekir ki, yeşilvadi 1. etap yapılıyor. Yine bu vadi kapsamında Osmanlı Parkı açıldı. Beylidüzü sahilinde bir miktar çalışma yapıldı, sahil güzelleşti. Bir kaç kavşak projesi yapıldı, yollar asfaltlandı.
Beylikdüzü'ndeki 641 veya 760 adet projenin ne kadarı doğrudur konusu elbette tartışmalıdır. Neden? Çünkü bunlardan biri olan, "A kategorisindeki" ambarlı arıtma tesisleri. Bu tesis İBB tarafından yapılıyor ve bu dönemden önce başlamış bir çalışma. Bu döneme mal edilecek bir artısı yoktur. Sahildeki marina böyle, katı atık fabrikası hem daha önce yapıldı, hem de özel sektör işi. Kültür merkezi, öğretmen evi gibi işlerin inşaatları daha önceden yapılmıştı. Buraların eksikleri tamamlandı ve hizmete açıldı. Spor kompleksi İl özel idaresi tarafından yapılıyor. Arsası önceki dönemde tahsis edilmişti. Beylikdüzü'ne kazandırılan bir tesis olması dolaysıyla iyi bir iştir.
Yine A kategorisinden bir iş sayılan Beylikdüzü Devlet Hastanesi, Belikdüzü Belediyesi'nin hanesine yazılacak bir iş midir diye soruluyor. Sonuçta adı Beylikdüzü Hastanesi ve çok çok geç kalmış olsa da Beylikdüzü Belediyesi bu hastanenin yapılması için çaba sarf etmiştir. Tıpkı Metrobüsün gelmesi konusunda sarf edilen çaba gibi. Metrobüsün Beyşikdüzü'ne gelmesi İBB mühendisleri tarafından uygun görülmemişti. tamamen siyasi emek sonucu, verilen sözlerin yerine getirilmesi sağlansın diye bu proje hayata geçti. Bunu yakından bilenlerden biriyim.
3 derenin ıslahı ayrı ayrı projeler olarak sunuluyor. Bu derelerin ıslahı İSKi tarafından yapıldı ve başlama tarihi bu belediye döneminden öncedir.
Birçok projenin Beylikdüzü Belediyesi ile ilgisi olmasa da Belediye şu veya bu şekilde bir katkı sunduğunu düşündüğü için bu projeleri kendi projesi sayıyor. bazı projeler "küçük iş" olarak görülebilir. Mesela bir parka spor aletleri koymak gibi. Her bir sokağın asfaltlanması ayrı bir proje olarak değerlendirilmiş.
Projeler ile ilgili kitapçık yayınlandığında bu konuyu daha detaylı bir şekilde yazarız.                                    

Sonuç olarak bu son meclis toplantısından sonra söylenecek söz, beş yılın sonunda Beylikdüzü'nün yıldızını parlatacak bir iş yapılmadığıdır. Beş yılın sonunda Birbirine güvenmeyen siyasi parti gruplarından oluşan bir meclis ortaya çıkmıştı. Proje üretmeyen, Belediyeyi iş yapmaya zorlamayan bir meclis dönemi yaşadık. Vasat bir dönemdi, iz  bırakmadı demek en doğrusu galiba.

3 Mart 2014 Pazartesi

BEYLİKDÜZÜ SON MECLİSİNDE HELALLEŞME

Beylikdüzü Belediye Meclisi son toplantısını 3 Mart pazartesi günü yaptı. 10 Meclis üyesinin katılmadığı toplantıya, Belediye Başkanı Yusuf Uzun'un kürsüden değil, salon içinden yaptığı helalleşme merasimi  damgasını vurdu. Başkan Uzun, beş yılın kısa bir değerlendirmesini yaptığı konuşmada  "iyi kötü geçen beş yıldan sonra ben hakkımı helal ediyorum. sizlerin de hakkını helal etmesini istiyorum" dedi.
Meclis grup başkanları Mülayim Demirtaş ve Halit Tuna da mecliste birer konuşma yaptılar. Demirtaş helalleşme konusuna hiç girmedi. Sadece seçim sürecinde centilmence bir yarış yapılmasını istedi. CHP'nin seçim afişlerinin Belediye zabıta ekipleri tarafından kesilmesini eleştirdi. Bu konuda çekilmiş resimleri Başkan Uzun'a gösterdi. Bunların olmamasını talep etti.
Halit Tuna ise; "kendi adıma başkan Uzun'a hakkımı helal ediyorum. Ama Beylikdüzü adına, burada geçen beş yıl adına bunu söyleme hakkım yok" dedi.
MHP meclis üyesi Mustafa Erdoğdu ise, yapılan konuşmalar daha çok önümüzdeki dönemde de siyaset yapacak kişiler tarafından yapıldığını ama kendisinin siyaseti bıraktığını açıkladı. "Mecliste birlikte çalıştığım herkese hakkımı helal ediyorum , başkan hariç" deyince Başkan Uzun "ya Mustafa bey artık helalleşelim" dediyse de Mustafa Erdoğdu "yüz yıl geçse de sana hakkımı helal etmem" dedi. Ayrıca Erdoğdu, "meclisin beş yılını başarılı bulmadığını" da söyledi.
Başkan Yusuf Uzun bütün meclis üyelerine çiçek takdim etti ve birer plaket verdi. Bu sırada çekilen resimler meclis oturumu devam ederken çerçeveletildi ve meclis üyelerine verildi.
CHP'li Ömer Şatır'ın başkan Yusuf Uzun'a, denetim komisyonu üyesi olarak soruları oldu ve denetimi tamamlamak için evrakların bir an önce kendilerine verilmesini istedi. Denetim komisyonu olarak bürokratlardan evrak alamamaktan şikayet etti. Şatır, "Atatürk öğretmen Evi'nde yapılan bazı toplantıların faturasının (üç ayrı faturanın toplamı 20.000TL) Belediyeye kesildiğini ancak belediye tarafından ödeme yapılmadığından şikayet edildiğini" söyledi.
Başkan Uzun da, "bu toplantıları 'Beyaz Ay derneği' ile birlikte yaptıklarını ancak bu faturaları ödemeyeceklerini, bunu da prensip gereği doğru bulmadıklarını söyledi. "Bu faturalarla belediyenin bir ilgisinin olmadığını" söyledi.
Belediye başkanı Yusuf uzun'un reklam afişlerinde kullandığı beş yılda 641 proje iddiası da mecliste en çok konuşulan konu oldu. Bu projelerin neler olduğu tartışıldı. Hatta "bunların bedelini söyleyin de inceleyelim" denildi.
Başkan Uzun bu projelerden birinin de öğretmen evi olduğunu söyleyince Halit Tuna, "siz öğretmen evinin sadece tefrişatını yaptınız" diye cevap verdi.
Bu son toplantıda MHP grup sözcüsü Halit Tuna çok formundaydı. Her konuda uzun, uzun konuştu. Yusuf Uzun, "biz temel atma töreni ve açılış töreni yapmadık. Onun için projelerimiz bilinmiyor. Hatta rakamımız güncellendi, şu andaki proje sayımız 760 oldu" dedi.
Halit Tuna da " bana temelini attığınız ve bitirdiğiniz bir tane proje gösterin, ben istifa edeceğim" dedi.
Başkan Uzun, "641 proje muhalefete çok ağır geldi. Çünkü proje nedir bilmiyorlardı. Projeyi Ak parti ile öğrendiler" diye cevap verdi. Bakın "Kavaklı deresi, Gürpınar ve Beylikdüzü derlerinin her biri bir projedir. Arıtma tesisi bir projedir. Devlet Hastanesi bir projedir. Bizim 14 farklı alanda a, b, c, d kategorilerinde projelerimiz var. Bu projelerin kitabı da çıkıyor. yakında internetten de bunları göreceksiniz" dedi.
Halit Tuna,  "biz 650 milyonluk bütçeye bu mecliste imza attık. Siz de bu işlerin öneli bir bölümünü müteahhit ve iş adamlarına yaptırdığınızı söylüyorsunuz. Demek bunlar da olmasaydı bu bütçe bir milyara çıkacaktı" dedi.
Yusuf uzun'un 641 proje muhalefete ağır geldi, hazmedemediler sözüne Mülayim Demirtaş cevap verdi.  "Sayın başkan siz Beylikdüzü'nün beş senesini mahvettiniz.  Beylikdüzü halkı sizi hazmetti ya, esas başarı  budur" dedi.
Meclisin açılışı çok güzel oldu. Beş yılın sonunda helalleşme, birçok kişinin de söylediği gibi kişiler arasındaki kırgınlıklar için iyiydi, ama Beylikdüzü adına, kent adına bir anlam ifade etmedi. Çiçekler ve plaketler nazik, kibar davranışlardı. Ama biz bu geçen beş yılın sonunda bu plaketleri hak edecek bir meclisi görmedik, izlemedik.
Güzel başlayan meclis hiç de aynı güzellikte sonuçlanmadı. Birbirine güvenmeyen gruplardan oluşan bir meclis tablosu ile kapandı.

Son meclisi bir yazı ile bitirmeyelim. Benim şahsi değerlendirmelerimin de olacağı yazıyı yarına bırakalım.

2 Mart 2014 Pazar

YOLSUZLUK ZANLILARININ SERBEST BIRAKILMASI

17 Aralık soruşturması kapsamında gözaltına alınan Reza Zarrab ve bakan çocukları dahil herkes serbest bırakıldı. Peki yolsuzluk ve rüşvet soruşturması nedeniyle gözaltına alınan bu kişilerin serbest bırakılması bunların aklandıkları anlamına geliyor mu?
Bu soruşturma nedeniyle dört bakan istifa etmiş, yine adı yolsuzlukla anılan başka bakanlarla birlikte birçok bakan görevden alınmış ve hükümet kadrosunda revizyon yapılmıştı.
Hükümet bu soruşturmaya olağan dışı tepki göstermiş ve bu soruşturmaları kökünden etkileyecek önemli kararlar almış, önemli yasalar çıkarmış, uygulamada çok ses getiren ve dünyada nadir görülen uygulamalar yapmıştı. Yüzlerce savcı ve hakimin görev yeri değişmiş, on bin civarında emniyetçi, polis ve amirin bir kez değil, tekrar tekrar görev yeri değişmişti.
Bütün bunlar yaşanınca kamuoyu vicdanında, bu soruşturma kapsamında gözaltına alınanların serbest bırakılacağı yargısı zaten oluşmuştu.  
Zaten siz bir suçtan dolayı araştırma, soruşturma yapan savcıyı görevden alırsanız, onun yerine gelenler iyi niyetli ve tarafsız olsa bile bu dosyalar hakkında bilgi sahibi olmadıklarından, konuyu anlamaları bile zaman alacaktır. Kaldı ki giden savcının yerine gelen yeni savcının "hükümetin güvendiği adam olmak  ve bunun gereğini yapmak" gibi bir sorunu olacaktır.
Kaldı ki bu dosyada dinlemeler olmuş, kim kiminle hangi olaydan dolayı konuşmuş, ne istenmiş, diğeri ne yapmış, bunun devamında kimler bu işin içine girmiş hepsinin gerekçesini ve sıralamasını, konuyu takip eden o savcılar bilebilirler.
Bu savcılar hükümete karşı bir komplonun içinde olsalar bile, bir savcı tek başına yargılamanın sonucunu belirleme yetkisinde değildir. Dolaysıyla esas kararı verecek olan hakimlerdir. Bu savcının suçlamalarını hakimler değerlendirecek ve doğru ya da yanlışlığına onlar karar verecektir. Yani olay savcıda bitmediğine göre bu savcının dosyası gerçeklerle dolu değilse, zanlıların korkmasına da gerek yoktur. Yeter ki bağımsız yargıçlarınız olsun.
Yok siz yargıçlara da güvenmiyorsanız ve hele siz 12 yıldır bu ülkeyi yönetiyorsanız, kusura bakmayın sizin bu eleştirilerinize ve endişelerinize kimse inanmaz. Bu konuda yaptığınız uygulama da, "yangından mal kaçırma" olarak algılanır.
İşte Türkiye'de olanlar bunlardan ibarettir. Yolsuzluk soruşturması zanlılarının serbest bırakılması halkın gözünde "adalet yerini buldu" anlamına gelmiyor. Bu sadece başbakanın temennisi ve beklentisi olarak kalır ve olan da bundan ibarettir.
Başbakan ne dedi?
" Benim beklentim de bu yöndeydi."
Evet, zaten bu beklentinin gerçekleşmesi için yargı ve emniyet hallaç pamuğu gibi atıldı. Herkesin gözü korkutuldu. İki buçuk aydır Türkiye, hükümetin görevden aldığı polis ve savcıların yerlerini takip ediyor. Olağanüstü uygulamaları, çıkarılan yasaları şaşkınlıkla izliyor.
Bununla da yetinilmedi. 2010 yılında halk oylamasına sunulan referandumla kabul edilen anayasa değişikliği ile oluşan HSYK, hükümet tarafından yeniden değiştirildi, hem de bu kurumu adalet bakanlığı aracılığıyla direk kendisine bağlayacak şekilde değiştirildi.
Bu yasa öyle bir zamanlama ile uygulamaya sokuldu ki, CHP'nin Anayasa Mahkemesine başvurusuyla iptal edilse bile hükümet HSYK'da istediği değişikliği yapmış olacak. Yani geri dönüşü olmayacaktı.
Hükümet 12 yıldır birlikte yürüdüğü, hükümeti paylaştığı ortağı için "yanılmışız"  dedi. Hani bir yılda insan ortağını tanımaz. Bu belki anlaşılabilir ama 12 yıl sonra bunlar söyleniyorsa kimse senin sızlanmanı doğru bulmaz.
 Kaldı ki bu yanılma sana aitse bunun bedelini elbette hükümet olarak sen ödeyeceksin. Niçin bu bedeli halka ödetmeye çalışıyorsun?
Hükümet bu süreçte hiçbir şekilde iyi niyetli davranmadı. "Madem bize bu kara çalındı, biz de aklanmak için gereğini yapacağız" demedi, buna uygun davranmadı. Var gücüyle bu soruşturmanın önlemini almakla uğraştı ve aldı da. Onun için bu sonuç hükümeti aklamadı, yolsuzlukla suçlananları aklamadı. Bilakis onların suçlu olarak kalmasını sağladı.
Başbakan'ın sık sık kullandığı "eğer suçluysak sandıkta belli olur" tezi de gerçekle asla ilgisi olmayan bir yöntemdir. Çünkü suçluluktan aklanma yeri sandık değil, yargıdır. Bağımsız yargı varsa gider orada yargılanır ve aklanılır. Yoksa hükümetin hükmettiği  yargı da  aklayamaz, sandıkta galip gelmek de bunları aklayamaz.
Daha da önemlisi, hangi hakim bunları serbest bıraktı, Başbakanın hayranı olduğu anlaşılan bir nöbetçi hakim. Yani normal bir mahkemede bile yargılanıp serbest bırakılmadı. Nöbetçi mahkeme hakimi serbest bıraktı. Bu hakimin de, attığı bir tiwitte başbakanı çok beğendiği ortaya çıktı.

Sizce bu hakimin yaptığı yargılama ile serbest bırakılan zanlılar aklanmış mıdır?