12 Ağustos 2014 Salı

KİM, NE KADAR HAKLI

10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimi sonuçlanmıştır. Ortaya Çıkan sonuç iki muhalefet partisinin kaybetmesinden öte, bu iki partinin yönetimin kademesinin de sorgulanmasına neden olmuştur. Peki bu sorgulama ne kadar doğru ve yerindedir?
Öncelikle dikkate alınması gereken konu, CHP ve MHP’nin neden  ortak aday üzerinde anlaştıklarının anlaşılması gerektiği yönünde olmalıdır. Her iki siyasi parti kendi adaylarını çıkarmış olsalardı ve var gücüyle çalışsalardı bu seçim ikinci tura kalırdı. Bence bu kesin gibi duruyor. Ancak ikinci tura kalan bu iki partinin adayından birine, diğer parti tabanı ne kadar oy verecekti?
Diyelim ki CHP’nin gösterdiği aday ikinci tura kalmış olsundu. MHP’nin tabanı bu adaya yüzde kaç oy verecekti? Çok da büyük bir teveccüh göstereceklerini sanmıyorum. Zira iki partinin birlikte gösterdikleri adaya yeterince oy vermeyen bir MHP tabanı, CHP’nin adayına çok yoğunluklu olarak oy vermeyecekti. Böylece ikinci turda yine Recep Tayyip Erdoğan seçimi kazanmış olacaktı. Hem de yüzdelik olarak belki %60’ın üzerinde daha büyük bir farkla kazanmış olacaktı.
İşte böyle bir durum ortaya çıkmasın diye, RTE’yi büyük bir farkla Cumhurbaşkanı seçtirmemek için, hatta gösterilen adayın yapısı dolaysıyla AKP’den den oy alır ve seçimi kazanma şansı olur diye ortak bir aday üzerinde anlaşıldığını sanıyorum.
Evet bu ortak aday biraz muhafazakar bir yapıya sahipti. Ancak bu muhafazakar adayın AKP’nin tabanından da oy alması hesaba katılmıştı. Zira CHP ve MHP’nin total oyları Cumhurbaşkanını seçmeye yetmiyordu. Ve başlarda diğer küçük partiler henüz bu aday için destek vermiyordu. Vermiş olsalar bile bunların sayısal olarak pek de bir katkıları olmayacaktı.
Ancak CHP ve MHP bir şeyi eksik yaptılar. Hem parti merkezleri olarak çalışmayı yeterince yapamadılar. Hem de örgütlerini yeterince çalıştırmadılar. Kaldı ki her iki partinin muhalif kanatları daha baştan adaya karşı çıktılar eleştiri getirdiler. Bu durumu da Recep Tayyip Erdoğan ve AKP oldukça iyi kullandı.
Kabul etmek gerekir ki bu muhalif kanat zaten partilerinin bu adayla başarısız olması için “dua” ediyordu. Bu yönde de çaba sarf ettiler. Bundan dolayı da seçmenin önemli bir bölümü sandığa gitmeyi düşünmedi, seçime de pek ilgi göstermedi.
Durum bu iken CHP’nin içinde bir grubun, ulusalcı kimlik ve söylem taşıyan bir grubun çıkıp Kemal Kılıçdaroğlu’nu eleştirmesi çok doğru da, etik de değildir. Üstelik “sol şerit boş bırakılmıştır” türü boylarını aşan laflar etmeleri de hiç doğru değildir. Açılım sürecine, Kürtlerin eşit yurttaş olmalarına, yeni anayasa yapılmasına karşı olan bu kişiler böyle bir eleştiri yapma hakkına da sahip değillerdir. Emine Ülker Tarhan bu yöndeki eleştirileri sıralarken yanında duran Süheyl Batum’un Anayasa komisyonundaki tavrı unutulmuş olamaz. Bu kişilerin parti yönetimine, “soldan uzaklaşmak” adına eleştiri getirmeleri nasıl kabul edilebilir?
Eğer bu kadar duyarlı davranacaklardı ise; Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde, önce kime oy vermeyeceklerini belirler ve ehvenişer mantığıyla buradan oy verilmesi gereken bir aday bulurlar ve bunun sonuca yansıması için çalışırlardı. Zaten birçok kişi bu seçimde böyle davranmıştır. Bu yöntemi de uygulamayıp, partinin adayının kaybetmesini isteyenlerin, bu sonucun çıkmasından sonra hemen mikrofonların arkasına geçip zehir zemberek konuşması nasıl doğru kabul edilebilir?

Herkes önce iğneyi kendine batırmayı bilmelidir. Toplum da meselelere bu pencereden bakmayı öğrenmelidir. Yoksa her konuşana haklı dersek hiçbir şey öğrenmeden bu hayatı bitirmiş olacağız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder