11 Aralık 2016 Pazar

TERÖR KİMİN İŞİNE YARIYOR

Yine terör can aldı. İstanbul,  Beşiktaş’da biri bomba yüklü araç, diğeri canlı bomba olarak iki patlama oldu. Şimdilik 38 can yok oldu. Bu ülkede 38 aile ile birlikte yüreği insanca atan tüm insanların ocağına yangın düştü.  Acı oldukça büyük.
Bu tür olaylardan sonra bildik beylik laflar hep sıralanır. Bu laflar kimsenin acısını hafifletmez. Milletin derdine derman olmaz.
Bizlerin elinden bu menfur saldırıyı kınamaktan başka bir şey gelmiyor. Lanet olsun teröre diyoruz. Terörden beslenenleri lanetliyoruz. Ama biz böyle söyleyince terör sona ermiyor.
Terör birilerinin işine yarıyor. Mutlaka birileri terörden çıkar sağlıyor. Biz zavallı kullar bunun farkında olmuyoruz yalnızca. Kimlerin nasıl bir amacı vardı, bu terörden nasıl bir çıkar sağlandı bunu toplum şimdilik bilmiyor. Hatta bunu bilmeden belki bu amacın gerçekleşmesine katkı bile sağlanıyordur.
Bu ülke 12 Eylül 1980 öncesinde terörden çok çekti. Kardeşin kardeşi öldürdüğü günler yaşadık. Öyle bu ülkede yaşayan herkesin kardeş sayıldığı ve bu yüzden kimin kimi öldürse kardeş sayılacağı bir kardeşlikten bahsetmiyoruz. Aynı anne ve babadan olma kardeşlerin birbirini öldürdüğü, kardeş kanının helal sayıldığı günleri yaşadık.
O günlerde ülkede sıkıyönetim denilen OHAL vardı. Yani asker ve polisin her türlü müdahale yetkisi vardı. Terörü tespit etmek ve önlemek askerin göreviydi. Ama asker terörü önlemekte yeterli olmuyordu.
Ama 12 Eylül askeri darbesi olunca, o güne kadar terörü önlemekle görevli olan aynı asker terörü bir günde bitirdi. Sihirli değnek değmiş gibi terör şak diye kesildi.
Halk bunun nedenini, niyesini düşünemedi. Sadece ülkedeki terör bitti diye sevindi. Öyle sevindi, öyle sevindi ki bunun arkasında ne vardı, bu terör niye bu kadar etkili oldu. Bu kadar etkili terör nasıl oldu da bir gecede bitti diye düşünemedi.
Ama şu oldu; o günkü siyasiler zaten darbeciler tarafından tutuklanmıştı ve halkın gözünden düştüler. Günah keçisi oldular. O güne kader oy verdikleri siyasi liderler halkın gözünde suçlu oldular ve hiç destek görmediler.
Ama aynı liderlere daha sonraki yıllarda oy vermeye devam ettiler. Hatta iktidara getirdiler, Demirel’i Cumhurbaşkanı bile seçtiler.
12 Eylül darbesinin yaptığı anayasayı bu halk %92 ile kabul etmişti.
12 Eylülde suçlu ilan edilen hapse atılan ve yıllar sonra tekrar halktan oy alan, iktidar olan liderler, 12 Eylül önce terörden askerleri suçlu saydılar. Askerin darbe yapmak için terörü bizatihi desteklediklerini ilan ettiler.
Ve halk o gün yapılan bu tespite inandı. İnandı ama iş işten geçmişti. İnandığı için de onları tekrar iktidara getirdi. O darbecilerin yaptığı anayasayı halen değiştirme gücü oluşmuyordu. Halk ve yeni siyasi liderler adam gibi demokratik bir anayasa yapmaya yanaşmıyordu. Yanaşmıyordu çünkü her birinin amacı farklıydı. Ülke amacı etrafında, halkın demokratik hakları için tarafsız bir anayasa yapmak birlik için yetmiyor, kişisel amaç ve çıkarlar buna engel oluyordu.
Buğun yine ülkede terör var. Yine ülke nerdeyse ikiye bölünmüş durumda. Halkın yarısı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan etrafında birleşmiş. O ne derse onun doğru olduğuna inanıyor. TBMM’nin ezici çoğunluğu ve halkın en az yarısı öyle düşünüp, buna göre davranıyor.
Halkın diğer yarısı veya buna yakını ise ülkedeki her türlü olumsuzluğu bu lidere bağlıyor. Bunun siyasi hırsı yüzünden ülkede iyi, demokratik hakları içeren bir anayasa yapılamadığını dile getiriyor.
Siyasi iktidar oldukça güçlü gözüküyor. Buna rağmen terör bir türlü bitmiyor, bitirilemiyor. Her terör olayından sonra operasyonlar yapılıyor. “Terörün beli kırılıyor, ses çıkaramaz hale getiriliyor” ama yeni terörler eksik olmuyor.
Devlet yetkilileri, terörde yitirdiğimiz canların çocuklarını kendine emanet sayıyor. Sanki terörde yitirdiklerimiz kendilerine emanet değilmiş gibi. Onları koruyamayan devlet kalanları nasıl koruyacak?
Etrafımızda düşmanlar çoğaldı. İçerde ve dışarda siyasi istikrar yok oldu. “Teröre kimler destek veriyor ”un cevabı oldukça çoğul. Ve yine terör seçimlerde etkileyici, hatta belirleyici oluyor.
Unutmamak gerekir ki terörün bir amacı vardır ve mutlaka birilerinin işine yarıyordur. Terörün kimin işine yaradığına bakmak, kısa veya uzun vadede kime nasıl fayda sağladığını doğru analiz eder ve beklenenin tersini yapabilirsek, terörü etkisiz hale getirmemiz de o kadar kolay olur.
Terörün bitmesi için ülkede demokratik havanın olması gerekir. Ülkede yaşayanlar birbirine saygılı olmalı. Kimse kimseye üstün olmamalı. İnsan haklarının ve hukukun tarafsız uygulanması gerekir. Herkese eşit uygulanan hukuk kuralları geçerli olmalı. Bunların uygulandığı ülkede hiçbir şekilde teröre destek verilmemeli, teröre destek verenler hukuk karşısında mutlaka hesabını vermeli.

Eğer bunu yapmayı beceremezsek terörün kimin işine yaradığının, terörden kimin ne çıkar sağladığının farkına da varamayız. Ve sormaya devam ederiz; 12 Eylül darbesinden sonra nasıl birden bire bitmişti terör. Acaba bugün nasıl biter terör?

7 Aralık 2016 Çarşamba

CİN’LİK

Cin olgusu bizim gibi ülkelerde hep var olmuştur. Bu toplumsal kültürümüzün, dini inançlarımızın bir parçasıdır. İnsanların bazı ruhsal sağlık sorunlarının temelinde cinlerin etkisi olduğuna inanılır. Bunun için de cinleri bu insanlardan uzaklaştırmak için etkili kişiler, hocalar devreye girer. Cin çıkarma seansları uygulanır.
Bu uygulamalar etkili olur veya olmaz ama sonunda bu cin çıkarmada etkili olduğu söylenen kişilere karşı inanç sahiplerinin inançları zayıflamaz.
Zira hasta başka etkenlerden dolayı biraz düzelse bile bu başarı zaten Cinci hocaya mal edilir. Yok, cinci hoca başarılı olmasa da bu onun beceriksizliğine veya bu cin olayına bir inançsızlık oluşmaz. Buradaki başarısızlık cinlerin çok etkili olmasına bağlanır.
Hatta daha geçen gün bütün ülke haberlerine yansıdı. Salı günü gazetemİstanbul2un da birinci sayfasında haber olmuştu. Günümüzde Cin çıkarmak için İstanbul’da, Küçükçekmece, İkitelli’de bir hastane bile kurulmuş. Ruhsatsız olduğu gerekçesiyle İl sağlık müdürlüğü tarafından şimdilik kapatılan hastane yarın başka bir ad ve uğraşla ruhsat alınırsa açılacak demektir
Bütün bunlar her ne kadar toplumsal inanç meselesi olsa da, daha çok kişi sağlığını ilgilendiren cinlikler kapsamına girer. Bir de siyasi konularda yaşanılan cinlikler vardır.
Hani bir nevi insanları siyasi olarak ikna etme  sanatı da diyebiliriz buna.
Her siyasetçi siyasi cinlik yapmakta maharetli değildir. Bunun için size inanacak bir kitle, topluluk, taraftar bulmak gerekir. Her siyasi partinin kitlesi kayıtsız şartsız siyasilerine inanmaz, inanamaz. Düşünen, sorgulayan bir toplum kolay kolay siyasi cinliklere prim vermez.
Ama kendi siyasinin her söylediğini kutsal sayan bir kitle var ise bu bir nevi o siyasilerin tebaası konumuna gelmişse, bundan da rahatsızlık duyması beklenemez. Buna en iyi örnek de Aziz Nesin’in Zübük kitabında yazılanlardır. Hani Kemal Sunal’ın başrolünü oynadığı o meşhur film.
Bu tür politikacılara inanmak her ne kadar toplumun eğitim düzeyi ile bağlantılı olsa da günümüzde nice eğitimlileri görüyoruz bu tür durumlara inanan.
Bana bütün bunları düşündüren konu ise 5 Aralık pazartesi günü Türkiye Büyük Millet meclisinde yapılan konuşmalar oldu.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Mecliste bütçe görüşmeleri vesilesiyle konuşma yapıyor. Ekonomideki olumsuzlukları aşmak dövizin çıkışını engellemek için Cumhurbaşkanının başlattığı “dövizini sat ekonomiye kat” kampanyası ile ilgili konuşuyor. Diyor ki; “Sayın Cumhurbaşkanının Al Baraka Türk Bankasında 200.000 doları var. Önce Cumhurbaşkanı bu dolarlarını bozdurmalı. Bozdurduğunu gösteren makbuzu bize gönderirse memnun oluruz.”
Kılıçdaroğlu kürsüden indikten sonra Adalet Bakanı Bekir Bozdağ kürsüye çıkıyor ve elindeki makbuzu kürsüden meclise sallayarak “bakın Cumhurbaşkanımız o dolarları bozdurmuş. Bu makbuz da onun makbuzudur” diyor.
CHP grup sözcüsü diyor ki; “Tamam eğer Cumhurbaşkanımız o dolarlarını bozdurmuş ve ekonomiye katmışsa bu bizi mutlu eder. Ama elinizde gösterdiğiniz makbuzun bir fotokopisini de bize, muhalefet partilerine verin ki biz de o makbuzun buna ait olduğunu görelim, bilelim, inanalım. Yoksa uzaktan bize gösterdiğiniz makbuzun neyin makbuzu olduğunu, neyi ifade ettiğini biz nereden bilelim.”
Adalet Bakanı, buyurun bu fotokopi sizin alın inceleyin demek yerine, “Allah sizi ıslah etsin. Siz neden bize inanmıyorsunuz” diye cevap veriyor.
Şimdi bizler, zavallı halk olarak bunları TV’lerden izliyoruz. Kimimiz kendimizi siyasilerimiz ne dese inanmaya adamışız. Sorun yok, bize yakın siyasiler ne derse inanıyoruz.
Ama bazılarımız da sormadan edemiyoruz. E be kıymetli Adalet bakanımız, madem elinizdeki makbuz o iki yüz bin doların satışıyla ilgili ve bu Cumhurbaşkanımızın kampanyasından sonra yapılmış bir işlemdir. O halde o makbuzun fotokopisini ver soranlara da herkes rahatlasın. İnançsızlık bitsin. Neden konuyu Allaha havale ediyorsun ki?
Ama o makbuz başka bir şeyle ilgili ise o zaman durum değişir tabii. Siz de haklısınız!
Şimdi sizce burada bir siyasi cinlik yok mu?
Burada bir Zübük hikayesi saklı değil mi?                                                
Siyaset böyle bir olaydır.  Bizim gibi az gelişmiş toplumlarda sana inanan güçlü bir kitle varsa istediğini söylersin, sorun olmaz. Bir de sana inanan kitle olmazsa sen dünyanın en doğrularını söylesen bile kendini inandırmakta zorluk çekersin.

Bu da bu toplumların kaderidir herhalde…

5 Aralık 2016 Pazartesi

BELEDİYE MECLİSİNDE TARTIŞMA “ARALIK” VERMEDİ

Beylikdüzü Belediyesi 2016 yılının son meclis toplantısını 5 Aralık Pazartesi günü yaptı. Sanırım en kısa sürede biten meclis toplantısı oldu. Meclis gündeminde görüşülecek olan sadece 6 madde ile 3 komisyon raporu vardı. Buna 4 sözlü önerge ilave edildi.
Gündem görüşmelerine geçmeden önce Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu Adana Aladağ’da yanarak can veren 12 çocuğumuzla ilgili duyduğu acıyı dile getirdi ve rahmet okudu. Devletin bu cinayette sorumluluğu olanları cezalandırması temennisinde bulundu.
Daha sonra söz alan muhalefet (AKP) grup sözcüsü Mücahit Birinci’de bu temennilere katıldı.
Bunların konuşulduğu yer bir belediye meclis salonu olduğuna göre benim aklıma şu takıldı. Acaba bu ilçede de böyle yurtlar, okullar, işyerleri, apartmanlar ve hatta belediye kurumları var mıdır? Bu vesileyle bir denetim yapılmış mıdır?  Yapılmamış ise bunu yapalım ve benzer bir olayı ilçemizde yaşamayalım önerisi kimseden gelmedi. Ne zaman bir sorun olur o gün içimiz yanarak konuşuruz herhalde.
5 Aralık dünya kadın hakları günü olması nedeniyle CHP’li kadın meclis üyesi bir konuşma yaptı ve bu konuşma AKP’li kadın meclis üyesi Ebru Habip tarafından da takdirle karşılandı.
Muhalefetin 3 sözlü önergesi de iktidarın sözlü önergesi de oy birliği ile gündeme alındı.
Muhalefetin ilk sözlü önergesi verilirken sitem de edildi. “Biz önerge veriyoruz, başkanlık makamına havale ediliyor ama bize cevap verilmiyor” diye.
Bu her dönem böyleydi. Geçen dönemde Ak Partili belediye başkanı vardı. Aynı sitemi muhalefet olarak CHP’de yapıyordu. Demek ki sitem de kurgu da aynı, değişen bir şey yok.
Meclis gündeminde iki konu tartışmalı oldu. Biri gündemin 2 ve 3. Maddelerindeki Kavaklı Mahallesi 307 ada 12. ve 13. Parsellerdeki belediye hisselerinin arsa payı karşılığı yapılabilmesi için takas ve arsa payı karşılığı satışının görüşülmesi.
Bu maddeye muhalefetin itirazı vardı. Ebru Habip söz alarak itirazını dile getirdi: “Bu alan 60 dönümlük bir arazidir. Burayı alanlar %50’sini kamuya terk edeceklerini söylemişler. Ama şimdi %26’sını terk ediyorlar. En az %40’ını terk etmeliler. Bu arsada Demir İnşaat kat karşılığı sözleşme yapmış. Bunu komisyonlarda görüşelim” diye öneride bulundu.
Gürkan İzzet Paksoy ise; “siz 100 dönümü verirken borcumuz var dediniz. Ama arsa takası ve satış talebiniz bitmedi. Ha bire bu tür konuları gündeme getiriyorsunuz. Arsa ne oldu diyoruz. Arsayı müteahhite verdik iyi para kazandık dediniz. Para nerede? Para da yok ortada. Belediyenin borcu yüz elli milyon oldu. Demek ki belediye iyi yönetilmiyor. Burada 44 dönümlük bir arsadan bahsediyoruz. Borçları ödeyecekseniz hemen satın. Yoksa bırakın gelecek nesillere kalsın.”
Mülayim Demirtaş söz aldı ve bazı düzeltmeler yapmam lazım dedi: “Burada Demir İnşaat’ın %50 terk ederim sözü yok. Demir inşaat diyor ki ben burada birçok hissedar ile anlaştım. Bize de, belediye gel senin hissenle ilgili de masaya oturalım diyor. Hepsi bundan ibarettir. Henüz masaya oturmadık, oturmak için yetki isteniyor.”
Bu tartışmalardan sonra konu hukuk komisyonuna havale edildi.
Meclis gündeminde en hararetli tartışma ise komisyon raporlarının görüşülmesi maddesindeki “içkili yerlerin tespiti” maddesinde yaşandı. Önce Rukiye Doğruyol söz aldı ve komisyonda bu maddeye koydukları şerhi okudu. Bir diğer AKP’li meclis üyesi, “burada haftada 2 gün Pazar kurulduğunu, çoluk çocuğun rahatsız edilmemesi gerektiğini” söyledi. Sonra Mücahit Birinci söz aldı ve Başkan İmamoğlu’na yüklendi. “Sizin esas derdiniz Anadolu Caddesinde olmayan, ama bu içkili yer maddesi ile aynı kapsama sokmaya çalıştığınız, sizin de ortakları arasında bulunduğunuz, Beylikdüzü’nün bağrına hançer gibi saplanmış olan AVM’yi içkili yerler kapsamına almak istiyorsunuz. Burayı barlar sokağına dönüştürmek istiyorsunuz” dedi.
Buna başkan İmamoğlu karşı çıktı. “Bakınız eleştirilerinize müdahale etmiyoruz. Buradaki ortaklığımı da inkar etmiyorum, ama kendi tahmin ve yorumlarınızı bize mal ederek bize hakaret etmeyin” dedi.
Mücahit Birinci devamla; Kentin orta yerine içkili yerleri sokmamak gerekir. Dünyanın tamamında bu uygulama varken biz niye tersine gidiyoruz.  Burada güvenlik açısından da sakınca yaratacaktır. Sivil inisiyatifi kullanması için vatandaşı davet ediyorum.  Anayasanın hükmüne göre biz gençleri, çocukları korumakla görevliyiz. Bizatihi başkan kendi çıkarı için, Anadolu caddesine dahil olmamasına rağmen burayı içkili bölgeye katmak istiyorlar. Sizi mahşeri vicdana havale ediyorum.”
Mülayim Demirtaş: “Bazı yanlışları düzeltmek istiyorum. Modern toplumlarda olduğu gibi bizde de bunlar yasayla belirlenmiştir. Eğitim kurumlarına, dini kurumlara, parlayıcı, patlayıcı maddelere şu kadar mesafe olacak deniyor. Konut kat maliklerinin rızası alınmadan böyle bir yer açamazsın.  4.900 metre alanı biz içkili bölge olmaktan çıkardık. Bizim teklif çok açık.”
Madde komisyondan geldiği gibi oya sunuldu, oy çokluğu ile kabul edildi.
Son gündem olan CHP’nin sözlü önergesi görüşüldü.  Hükümetin el koyduğu Fetö’ye ait binaların başka vakıflara tahsis edilmesi yerine bu binaların kamu kurumlarına tahsisi için belediyenin bu doğrultuda çalışma yapması önerisi oy çokluğu ile kabul edildi

Bu konuda Ak Parti meclis üyelerinin öneriye katılmaması bir eksiklik diye düşünüyorum. Zira bölgemizde birçok Ak Partili vatandaş da bu konudan rahatsızlık duyuyor. Bu konuda bazı sivil toplum örgütleri imza kampanyası başlatmıştır. Kamu kurumlarının bölgemizde çok ihtiyacı olmasına rağmen, birçok kamu kurumu ilçe dışında hizmet veriyorken, öncelikle her meclis üyesinin buna katılması gerekir diye düşünüyorum.

4 Aralık 2016 Pazar

ANAYASA BÖYLE HAZIRLANMAMALI

Türkiye anayasa değişikliği yapıyor,  yönetim şeklini değiştiriyor. Ama toplum nasıl bir anayasa getirileceğini henüz tam olarak bilmiyor. Çünkü anaysa kapalı kapılar ardında yapılıyor. Kamuoyu ve üniversiteler sadece neler getiriliyor diye tahmin yapıyor ve bu tahminler üzerinden tartışmalar yapılıyor.
Halbuki bir ülkenin anayasası yeniden yazılıyorsa, bu bütün topluma açık olmalı. Üniversiteler, barolar ve tüm demokratik kurumlar önerilerini sunmalı. Bu önerilerden yararlanarak yeni anayasa hazırlanmalı ve bu anaysa toplumu mümkün olduğu kadar geniş kapsamalı.
Şimdi Ak Parti ile MHP kafa kafaya vermiş bu olsun, bu olmasın. Burası şöyle olsun diye tartışıyorlar. Onu da iki parti birlikte hazırlamadı. AK partide bir, iki kişi hazırladı, MHP’de bir, iki kişiye sundu. O kişiler arasında konuşuluyor bunlar. Yoksa yapılan anayasayı iki partinin diğer milletvekilleri ve yetkilileri bile bilmiyor.
Allah aşkına bir ülkenin geleceğini, toplumun kaderini tayin edecek anayasa böyle hazırlanabilir mi?
Böyle hazırlanan anayasa ne kadar demokratik olabilir?
Efendim bu anayasa demokratik olacakmış. Çünkü halkın oyuna, referanduma sunulacakmış. Halk en iyisini bilirmiş. Halk ne isterse o olurmuş. Kimse halkın evet dediğine karşı çıkamazmış.
Bu gereğinden fazla halk dalkavukluğu değil de nedir?
Bu halk anayasa hazırlayacak kadar eğitimli, kültürlü ve yetkili midir?
O vakit o üniversitelere ne gerek var. Hukuk fakültelerine ne gerek var. Her şeyi halka soralım olsun bitsin.
Halkın dediği bu kadar önemliyse unutmayalım ki 1980 anayasası da halka sorulmuştu ve % 92 ile kabul edilmişti. Neden şimdi değiştirmek istiyoruz?
Neden o gün böylesine büyük çoğunlukla kabul edilmiş bir anayasayı değiştiriyoruz?
Efendim 'o olağanüstü hal koşullarında halkın onayına sunulmuştu. Darbe anayasasıydı.'
Bugün de olağanüstü hal var. Bugün de ülkemizde kan akıyor, hemen her gün şehit veriyoruz.
Bugün de Cumhurbaşkanı ne diyorsa o oluyor. Mahkemeler onun dediğine göre karar alıyor. Kurumlar yok sayılıyor.
Seçilmiş belediye başkanları, milletvekilleri görevden alınıyor, hapse atılıyor.
Bunlar teröre bulaşmış diye halk ikna edilmiş’ Bağımsız mahkemelerde bunlar yargılansaydı, görevden alınmadan, içeri atılmadan, görevleri başında yargılansaydı, suçlulukları bu mahkemeler tarafından tespit edilip karar verilseydi…
Biz ülkede darbeye kalkışanları, o görevlere getirenleri, hatta usulsüz biçimde görevlere atayanları yargılayamıyoruz. Bunu konuşamıyoruz bile ama halk tarafından seçilenleri görevden alıp hapse tıkıyoruz. Bütün bunları da demokratik bir uygulama olarak sunuyoruz.
Tamam, bu halk tıpkı 12 Eylül darbesinde olduğu gibi şimdi yürütmeden, yönetenlerden yana tercih kullanıyor. Bu da yönetenlerin kendilerine göre bir anayasa yapmasında etkili oluyor.
Ama unutmamak gerekir ki bir ülke kişilere göre hazırlanan anayasalar ile yönetilirse bu halkın menfaatine olamaz. Ve bu kişilerin tercihleri, arzuları her zaman değişebilir. Kişinin değişen arzusuna göre anayasa yapılabilir mi?
Bir kişi ne istiyorsa, şimdilik halkın çoğunluğu destek veriyor. Ya yarınlarda ne olacak? Bu onlarca yıl böyle gider mi?
Zaten yapılan yeni bir anaysa olmasından ziyade, tıpkı Devlet Bahçeli’nin dediği gibi "mevcut durumu yasal hale getirmekten" ibarettir. Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın isteklerini, uygulamalarını yasal hale getirmekten ibarettir.
Yapılan anayasa ülkenin yönetiminde belirleyici olan kurumları belirlemeli. Bu kurumların bağımsızlığını, denetimini sağlamalı.
Yönetenler kişilerdir, kişilerin zaafları her zaman olabilir. O halde yönetenler kanunlar çerçevesinde yetkilerini kullanmalı ve o bağımsız kurumlar tarafından denetlenebilmelidirler.
Bu yapılan anayasa toplumun %65’i tarafından kabul edilse bile 12 Eylül Anayasasından daha zayıf (kabul edilme oranı itibariyle) bir anayasa olacaktır. CHP ve HDP ile diğer kesimin oluşturduğu yaklaşık toplumun %35-40’ını kapsamayan bir anayasa olacaktır. Bu oran otuz milyondan fazla bir topluma tekabül eder.

Sizce böyle bir anayasa Türkiye toplumunu ne kadar temsil edecektir?

2 Aralık 2016 Cuma

ACILARDA BİLE ORTAKLAŞAMAYAN BİR TOPLUMA DÖNÜŞTÜK

Bir toplumun bölünmesinden ne anlıyoruz?
İllahi belli illerin, bölgelerin sınırları ayrılmış bir toplumu mu?
Yoksa kederde, tasada ve sevinçte aynı duyguları yaşayamayan, farklılaşmış bir toplumu mu?
Bence ikincisi daha tehlikeli.
Birincisinde, kabullenilmesi ne kadar zor da olsa bir kez bölünür ve biter.  Sonra birlikte yaşayan toplum hemen her olayda benzer duyguları yaşar. Yani kederde ve tasada ortaklaşır.
Adana’nın Aladağ ilçesinde, içinde genç çocukların kaldığı bir öğrenci yurdunda yangın çıktı. 11 öğrenci ve bir eğitmen yanarak can verdi.
Böyle bir vahim olayın acısını herkes taa yüreğinde hisseder ve mutlaka sorumluların hesap vermesini ister. Normal bir toplumda yaşayan her insan bunu hisseder ve sorumluların cezalandırılmasını istemesi gerekir. Gerekir ki bir daha böyle acılar yaşanmasın.  Eğer ihmali, kusuru olanlar ceza çekmez ve bununla ilgili önlemler alınmaz ise daha nice bedeller öderiz. Çünkü bu çocuklar hepimizin olduğu gibi, yarın da bizim çocuğumuzun başına gelme ihtimali yüksektir.
Bu olaylarda sorumluları ortaya çıkarması gereken yetkililer, siyasiler yeteri kadar duyarlı davranmaz ise onlar da halk tarafından cezalandırılır. Seçilemezler, halkın takdiri azalır ve siyasi itibar kaybederler.
Peki, bizde böyle mi oluyor?
Olaydan hemen sonra olay yerine giden siyasilerin ilk mesajı, “ihmal yok” diye açıklama yaptılar.
Bu açıklamayla suçlulara ‘merak etmeyin biz sizi koruyacağız’ mesajı verildi.
Neden böyle bir mesaj verildi?
Çünkü yanan öğrenci yurdu bir cemaate aitti. Ve bu cemaat muhafazakar hükümetimizin koruması altındaydı.
Çünkü siyasi anlayışımız “anlı secdeye gidenlerden zarar gelmez” düsturu üzerine kuruludur.
Nitekim aynı durumu yanan binadaki yangın kapılarının açık, kilitli durumunda da yaşadık.
Yetkililer “kapılar kilitli değildi” diye açıklama yaptı ama sökülen kapılar incelendiğinde kapıların halen kilitli olduğu üzerinde de kapı kolu ve anahtarı olmadığı görüldü.
Bütün bunların tek amacı olayda sorumlu olanların korunmasına yöneliktir. Bunların başka da bir açıklaması olamaz.
Normal insani duygulara sahip toplumda bütün bunlar ve daha vahim korumalar herkes tarafından görülür ve bunlara ortak tepki verilir.
Bizde olanlar ise bir hayli farklı ve garip.
Toplumumuzun önemli bir kesimi bu yaşananlara kendi gözleriyle bakmıyorlar. Siyasilerin gözleriyle bakıp, onların sözleriyle değerlendiriyorlar.
Çünkü burada gerçekler farklı da olsa, bu kesimin baktığı ilk şey; ‘şimdi buradan da benim iktidarımı yıpratan bir komplo çıkacak’ oluyor. Ve böyle bakınca burada insani acılar arka plana itilmiş oluyor.
Elbette toplumun diğer kesimi de bu olay vesilesiyle siyasi iktidarı yıpratmaya çalışıyor. Ama bu böyle olacak diye  gerçekler değişir mi? Elbette toplum bu alayın sorumlusu olan cemaat eğitimi ve barınma sisteminin eksiklerini, yanlışlarını vurgulayacak. Ve buradan siyasi iktidara eleştiri getirecek. Bu eleştirilerden bazıları amacını aşabilecek.
Bütün bunlar bizim insani duygularımızı kaybetmemize neden olmamalı.
İnsanlık sadece sözde değildir. İnsanlık bu yananları şehit ilan etmekten ibaret değildir.
Şehitlik makamının da ayrıca değerlendirilmesi gerekir diye düşünmemek mümkün değil. Bu toplum işin kolayını bulmuş. Ölümlere ulvi değerler yükleyerek acıları hafifletme yolunu seçmiş.
Bu doğru değil. Bu insanların acılarını kullanma anlamına geliyor.
Bu siyasilerin işine gelir, bunu anladık.
Ama bu toplumun önemli bir kesimi neden bunu görmüyor?
Hangi siyasi olursa olsun, onların yanlışları topluma bedel ödetir.
Bu siyasi iktidarda ise, yani yöneten ise bunların yanlışları daha önemlidir ve daha çok hedef alınmak, eleştirilmek zorundadır.
İktidarın hatasından siz muhalefeti suçlarsanız, “bütün bunlar ülkede iyi bir muhalefet olmadığı için oluyor” derseniz bu doğru olmaz. Bunun aması, fakat ı yoktur. Suçlu, kusurlu kimse onu görmek gerekir.
Bunları görmeyen, kendi siyasinin yanlışını görmeyen toplumlar bölünürler. Sınırlar ayrılmasa da toplumun bölünmesi ve bölünmenin her geçen gün büyümesi toplumları felakete sürükler.

Hiç değilse acılarda ortaklaşalım ve objektif olabilelim.