Cin olgusu bizim gibi ülkelerde hep var
olmuştur. Bu toplumsal kültürümüzün, dini inançlarımızın bir parçasıdır. İnsanların
bazı ruhsal sağlık sorunlarının temelinde cinlerin etkisi olduğuna inanılır.
Bunun için de cinleri bu insanlardan uzaklaştırmak için etkili kişiler, hocalar
devreye girer. Cin çıkarma seansları uygulanır.
Bu uygulamalar etkili olur veya olmaz ama
sonunda bu cin çıkarmada etkili olduğu söylenen kişilere karşı inanç sahiplerinin
inançları zayıflamaz.
Zira hasta başka etkenlerden dolayı biraz
düzelse bile bu başarı zaten Cinci hocaya mal edilir. Yok, cinci hoca başarılı
olmasa da bu onun beceriksizliğine veya bu cin olayına bir inançsızlık oluşmaz.
Buradaki başarısızlık cinlerin çok etkili olmasına bağlanır.
Hatta daha geçen gün bütün ülke haberlerine
yansıdı. Salı günü gazetemİstanbul2un da birinci sayfasında haber olmuştu. Günümüzde
Cin çıkarmak için İstanbul’da, Küçükçekmece, İkitelli’de bir hastane bile
kurulmuş. Ruhsatsız olduğu gerekçesiyle İl sağlık müdürlüğü tarafından şimdilik
kapatılan hastane yarın başka bir ad ve uğraşla ruhsat alınırsa açılacak
demektir
Bütün bunlar her ne kadar toplumsal inanç
meselesi olsa da, daha çok kişi sağlığını ilgilendiren cinlikler kapsamına
girer. Bir de siyasi konularda yaşanılan cinlikler vardır.
Hani bir nevi insanları siyasi olarak ikna
etme sanatı da diyebiliriz buna.
Her siyasetçi siyasi cinlik yapmakta
maharetli değildir. Bunun için size inanacak bir kitle, topluluk, taraftar
bulmak gerekir. Her siyasi partinin kitlesi kayıtsız şartsız siyasilerine
inanmaz, inanamaz. Düşünen, sorgulayan bir toplum kolay kolay siyasi cinliklere
prim vermez.
Ama kendi siyasinin her söylediğini kutsal
sayan bir kitle var ise bu bir nevi o siyasilerin tebaası konumuna gelmişse,
bundan da rahatsızlık duyması beklenemez. Buna en iyi örnek de Aziz Nesin’in
Zübük kitabında yazılanlardır. Hani Kemal Sunal’ın başrolünü oynadığı o meşhur
film.
Bu tür politikacılara inanmak her ne kadar
toplumun eğitim düzeyi ile bağlantılı olsa da günümüzde nice eğitimlileri
görüyoruz bu tür durumlara inanan.
Bana bütün bunları düşündüren konu ise 5
Aralık pazartesi günü Türkiye Büyük Millet meclisinde yapılan konuşmalar oldu.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Mecliste
bütçe görüşmeleri vesilesiyle konuşma yapıyor. Ekonomideki olumsuzlukları aşmak
dövizin çıkışını engellemek için Cumhurbaşkanının başlattığı “dövizini sat
ekonomiye kat” kampanyası ile ilgili konuşuyor. Diyor ki; “Sayın
Cumhurbaşkanının Al Baraka Türk Bankasında 200.000 doları var. Önce
Cumhurbaşkanı bu dolarlarını bozdurmalı. Bozdurduğunu gösteren makbuzu bize
gönderirse memnun oluruz.”
Kılıçdaroğlu kürsüden indikten sonra Adalet
Bakanı Bekir Bozdağ kürsüye çıkıyor ve elindeki makbuzu kürsüden meclise
sallayarak “bakın Cumhurbaşkanımız o dolarları bozdurmuş. Bu makbuz da onun
makbuzudur” diyor.
CHP grup sözcüsü diyor ki; “Tamam eğer
Cumhurbaşkanımız o dolarlarını bozdurmuş ve ekonomiye katmışsa bu bizi mutlu
eder. Ama elinizde gösterdiğiniz makbuzun bir fotokopisini de bize, muhalefet
partilerine verin ki biz de o makbuzun buna ait olduğunu görelim, bilelim,
inanalım. Yoksa uzaktan bize gösterdiğiniz makbuzun neyin makbuzu olduğunu,
neyi ifade ettiğini biz nereden bilelim.”
Adalet Bakanı, buyurun bu fotokopi sizin
alın inceleyin demek yerine, “Allah sizi ıslah etsin. Siz neden bize
inanmıyorsunuz” diye cevap veriyor.
Şimdi bizler, zavallı halk olarak bunları
TV’lerden izliyoruz. Kimimiz kendimizi siyasilerimiz ne dese inanmaya adamışız.
Sorun yok, bize yakın siyasiler ne derse inanıyoruz.
Ama bazılarımız da sormadan edemiyoruz. E
be kıymetli Adalet bakanımız, madem elinizdeki makbuz o iki yüz bin doların
satışıyla ilgili ve bu Cumhurbaşkanımızın kampanyasından sonra yapılmış bir
işlemdir. O halde o makbuzun fotokopisini ver soranlara da herkes rahatlasın.
İnançsızlık bitsin. Neden konuyu Allaha havale ediyorsun ki?
Ama o makbuz başka bir şeyle ilgili ise o
zaman durum değişir tabii. Siz de haklısınız!
Şimdi sizce burada bir siyasi cinlik yok
mu?
Burada bir Zübük
hikayesi saklı değil mi?
Siyaset böyle bir olaydır. Bizim gibi az gelişmiş toplumlarda sana
inanan güçlü bir kitle varsa istediğini söylersin, sorun olmaz. Bir de sana
inanan kitle olmazsa sen dünyanın en doğrularını söylesen bile kendini inandırmakta
zorluk çekersin.
Bu da bu toplumların kaderidir herhalde…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder