28 Şubat 2017 Salı

SAMİMİYET

Samimiyet kelimesi güzel bir anlam içerir. Yapılan işi veya konuşmayı içten gelerek yapmak, isteyerek yapmak anlamına gelir. Aldatma ve kandırmak amaçlı davranışların karşısındadır.
Samimiyet şimdi siyaset gündemimize girdi.
Niçin şimdi gündeme geldi?
CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Saadet Partisinin daveti nedeniyle, eski başbakanlarımızdan, rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın vefatının 6. Yılı nedeniyle anma toplantısına katıldı diye Ak Parti tarafından samimiyetsiz olarak suçlandı.
Böyle bir toplantıya katılmanın neresi samimiyetsiz, bunu anlamak gerçekten zordur. Erbakan bu ülkenin yetiştirdiği önemli bir bilim adamı ve önemli bir siyasetçisidir. Bu onun siyasi düşüncelerini beğenseniz de, beğenmeseniz de böyledir.
Bir siyasi parti genel başkanı, başka bir siyasi parti eski başkanının anma toplantısına katılmışsa bu bir güzelliktir, bu bir pozitif davranıştır. Üstelik o partinin genel başkanlığı tarafından davet edilmiş ise. Burada samimiyetsizlik bulmak için çok gayri samimi olmak gerekir.
Ne yani Kemal Kılıçdaroğlu; benim orda ne işim var? Düşüncelerini ben hiç beğenmem deseydi güzel bir davranış mı olurdu, yoksa kabalık mı?
Bence Kemal Kılıçdaroğlu o anma toplantısına katılmakla çok güzel, sempatik bir davranış sergilemiştir. O toplantıda bir konuşma yapmış ve bugün de kendisinin doğru bulduğu sözlerini dile getirerek, “bu sözlerin altına ben de imza atarım” demiştir.
Peki, bu davranışı samimiyetsiz bulan Ak Parti yetkilileri bugüne kadar çok mu samimi davranmıştır?
Hakikaten siyasi tutarlılık sergilemiş midir?
Mesela Ak Parti’nin Alevilere karşı davranışlarını ele alalım. Bugüne kadar alevi şurası yapıp durdular. Peki, aleviler için ne yaptılar?
Bugün Alevilerin cem evleri halen ibadet yeri olarak kabul edilmiş değil. Alevilerin vergileri ile bütün camilerin giderleri ödenir, hocaların maaşları ödenir. Ama alevi cem evlerinin giderleri devlet tarafından karşılanmaz, dedelere maaş ödenmez.
Şimdi referanduma doğru giderken Numan Kurtulmuş açıklama yapıyor. “21 Mart’ta Hz. Ali’nin doğum günü kutlanacak ve aleviler ile devlet bir araya getirilecek, barıştırılacakmış”!
Esas samimiyetsizlik bu değil mi?
El insaf on beş yıldır iktidarda olan bir siyasi partisin sen. Aleviler için o kadar oyalama şuralar yaptın. Hiçbir sonuç çıkarmadın, sadece oyalayıp durdun. Şimdi referanduma giderken yeni bir oyalama buldun diye bunu Alevilere bir iyilik gibi sunuyorsun?
Şimdi bu samimiyetsizlikten de öte bir durumdur.
Aleviler ile devleti bir araya getirmek, devletle Alevileri barıştırmak gibi sözler 15 yıllık bir hükümetin sözleri olabilir mi?
Devletin Alevilere haksızlık yaptığını ve Alevilerin de bundan dolayı devlete kırgın, küskün olduğunu düşünüyorsan bunun bir sebebi de 15 yıldır iktidarda olan siz değil misiniz?
15 yıldır bu sorunu ve haksızlığı gidermeyen iktidar değilmişsiniz gibi bir de buradan kendinize bir paye mi çıkarıyorsunuz?
Hz. Ali’nin doğum gününü kutlamanız sadece Alevilerin hoşuna gidecek bir organizasyon mudur? Hz. Ali bütün Müslümanların 4. Halifesi değil midir?
Bu kadar samimiyetsiz bir açıklama olabilir mi?
Bir de çıkıp ana muhalefet liderini, başka bir siyasi liderin ölüm yıldönümüne katılmaktan dolayı samimiyetsiz olarak suçluyorsunuz.
Bu davranış toplumun aklı ile alay etmektir. Nasılsa birileri tarafından toplum akılsız görüldüğü için belki onlar açısından normaldir. Ama en azından bu toplumun tamamı akılsız değildir. Kayıtsız şartsız biat da etmiyor. Onun için hiç değilse toplumun bir kesiminin aklına saygı duyun.

Aslına bakarsanız bu ülkenin sorunu tam da budur. Eğer herkes, her konuda samimi, içten düşünüp buna göre davranış sergilese, inanın sorunlarımızın büyük bölümü çözüm yoluna girer.

12 Şubat 2017 Pazar

TARAF OLMAK

Ülkemiz oldukça tuhaflaştı. Ülkeyi, içinde yaşayan toplumu anlamak neredeyse imkansız oldu. Toplum her olumsuzluğa prim verir duruma geldi.
Önümüzde bir referandum var. Halk sandığa gidecek ve getirilen 18 maddelik anayasa değişikliğine EVET veya HAYIR diyecek. Ama bu 18 madde ile Anayasanın 78 maddesinin değişeceğini bilmeden.
Tıpkı daha milletvekilleri getirilen değişikliğin ne olduğunu bilmeden 316 milletvekilinin boş kağıda imza atarak bu değişikliği meclise sunması gibi.
Şimdi bu değişiklikler halka sorulacak. Halk biliyor mu? Bilmiyor. Kim anlatacak? Değişiklik maddelerini okumuş, anlamış olanlar kendilerince halka anlatıp EVET veya HAYIR denilmesini isteyecekler.
İyi de bu ülkede Hükümet tarafında olup da EVET çalışması yapmak serbest. Orada bir sorun yok. Ama eğer bu değişikliğin ülkenin hayrına olmayacağına inanıyor ve halkın da buna HAYIR demesini istiyorsan, o zaman işin zor.
Bir de başta Cumhurbaşkanı olmak üzere HAYIR diyenler vatan haimni, darbeci ilan ediliyor. Bu nasıl referandum, bu nasıl demokrasi?
Vapurda gençler HAYIR yönünde şarkı söylediler diye, vapurdan inerken polis gözaltına almak istedi. Halkın gençlere sahip çıkmasıyla bu gözaltılar gerçekleşemedi. HAYIR afişini asan gençlere silahla ateş açıldı, yaralanmalar oldu. Caddelerde, meydanlarda HAYIR çalışmasını yapanlara polis göz açtırmıyor, resmen de gözaltına alıyor.
Tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı serbestçe ve inadına EVET çalışması yapıyor. Her toplantı ve organizasyonu bu yönde kullanıyor.
Camilerde Cuma vaazında EVET çalışması bizatihi cami hocaları tarafından yapılıyor. Sosyal medyada hocalar bu yönde propaganda yapıyor. Bunlar hakkında soruşturma açıldığı söyleniyor ama bu soruşturmadan hiçbir şey çıkmadığı defalarca görüldüğünden bunun hiçbir önemi yok.
Kurum ve kuruluşlar korkularından HAYIR yönünde düşünce açıklamaya tahammül edemiyor. Bunun en son örneğini Doğan grubunda gördük. Bir dönem bir hayli Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın gazabına uğramış, meydanlarda zılgıt yemiş, ötekileştirilmiş olan Aydın Doğan şimdi başına bir şey gelemsin diye herhangi bir kurumunda çalışanının HAYIR yönünde fikir beyan etmesine müsaade etmiyor. Ama EVET diye fikrini açıklayan çalışanına ses yok, hatta takdir var.
Hürriyet Gazetesi yazarı Fatih Çekirge, Sabah Gazetesi yazarı Mahmut Övür’ün çağrısıyla EVET yönünde fikrini açıklıyor. Fatih Çekirge’ye herhangi bir ceza verilmediği gibi gazetenin genel yayın yönetmenliğine getirileceği söyleniyor.
Yine aynı grubun gazetesi olan Posta Gazetesi yazarı Hakan Çelenk, yine aynı grubun yayın organı CNN Türk televizyonunda katıldığı bir tartışma programında getirilen anayasa değişikliğinin sakıncalarını anlattığı için posta gazetesi ile ilişiği kesildi.
Doğan grubu yayın kurumu Kanal D’nin haber sunucusu İrfan Değirmenci sosyal medyada HAYIR dediği için Kanal D ile ilişiği kesildi.
Neden?
Çünkü bu grubun patronu Aydın Doğan, Sayın Cumhurbaşkanına karşı gibi görünmek istemiyor. Bu grupta çalışanların da, ona karşı görünecek açıklamalar yapmasına müsaade etmiyor. Çünkü işlerinin kötüye götürülmesinden, yine üzerine gelinmesinden korkuyor.
Bu yönde TUSİAD başkanlarının başına gelenleri hep birlikte yaşadık, gördük.
Bu ülke bugün bu hale gelmiş ve bize bu değişiklikler kabul edildiğinde ülke daha iyiye gidecek diye bir masal anlatılıyor. Toplumun en az yarısı bu masala inanabiliyor. Biz demokrasi ile yönetiliyoruz diyebiliyoruz!
Bugünün yanlışları, 90 yıl öncenin yanlışları ile izah edilmeye çalışılıyor. Zaman ve zemin aynı değil ama ne önemi var. Nasılsa bunları düşünen çoğunluklu bir toplum yok.
Ülkeyi yönetenler, tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı HAYIR diyecekleri rahatlıkla hain ilan ediyor. HAYIR diyecekelri PKK ve FETÖ terör örgütleri ile aynı kefeye koyarak düşmanlaştırıyor.
Son 15 yılda yığınla yanlış yapılmış, bunun sonucunda ülkenin beka sorunu olduğu, bizatihi ülkenin Cumhurbaşkanı tarafından açıkça söyleniyor. Bu beka sorunu da 18 maddelik değişiklikle çözülecekmiş. 90 yıllık Cumhuriyette bu beka sorunu yoktu. Son 15 yıldır yönetenler ülkeyi yok olma noktasına getirmiş ve parlamenter sistem yerine Cumhurbaşkanının tek yetkili olduğu sistem gelirse bu beka sorunu çözülecekmiş!
Mesele bunu getirenlerden çok bunun gelmesine müsaade eden, olur veren toplumun sorunudur. Toplum biz ve ötekiler diye ayrıldıkça, bu ayırım derinleştikçe gerçekten bu ülkenin yarını ciddi bir tehlike içinde olacaktır.
EVET veya HAYIR diyeceklerin çok ciddi düşünmesi gerekir. Birbirini vatan haini ilan etmeden anlatmak, yazmak, çizmek gerekiyor. Keskin tavırlar her hâlükârda ülkeye zarar veriyor.
Gerçi toplumu taraf olmaya Sayın Cumhurbaşkanı mecbur ediyor. Hatırlarsınız bir zamanlar işadamlarını da taraf olmaya zorlamış ve şöyle demişti; “taraf olmayan bertaraf olur”.
Basın özgürlüğünde “Alo Fatih” dönemini yaşıyoruz. Hükümet, tıpkı darbe dönemindeki gibi hangi TV’de hangi haber yapılacağına, kimlerin haberi çıkacağına ve gazetelerde kimlerin çalışacağına karar verdiği bir dönem yaşıyoruz. İstisnalar dışında Hükümetten yana olmayanlara yaşam hakkı tanınmayan bir basınımız var.
Bu taraflılık ülkeyi beka sorunu ile karşı karşıya bıraktı.

Aman dikkat.

3 Şubat 2017 Cuma

İSTANBUL'U FELÇ ETTİLER

Bu söz cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a ait. Cumhurbaşkanı Şehircilik Şurasında yaptığı konuşmada “İstanbul’u felç ettiler Boğaz yasası ele alınsın” dedi.
Dikey mimarinin altında çok para kazanma isteği olduğunu belirten Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Boğazı felç ettiler. 5, 6, 7 kat binalar. Bunlar boğazın ön görünümde yer alıyor. Boğaz yasası yeniden ele alınmalı” dedi.
Konuyu kot yolsuzluğu olarak açıklayan Erdoğan, müteahhitlerin kot olayında acımasız bir şekilde yolsuzluk yaptıklarını, "kotu denizden verme" diye bir anlayışın getirilmesi gerektiğini vurgulayarak, şöyle devam etti: "Milli bir arazi, beyefendi nereden inşaatı alıyor? En yüksek noktadan alıyor. En yüksek noktadan 9.50'yi aldığında, denizden buna baktığında ortaya ne çıkar? İki, üç kat yerine bakıyorsunuz beş, altı kat bina çıkıyor. Bu işi kökünden kazımamız lazım. Bodrum diyorsun, adam bodrum yapmıyor zemin yapıyor, kalkıp etrafını açmak suretiyle bodrumu zemine dönüştüren anlayış bana göre ihanet içerisindedir"
Boğazı korumak için özel bir yasa olan 2960 sayılı Boğaziçi yasası çıkarılmış. Boğaziçi yasasının amacı, Boğaziçi alanının kültürel ve tarihi değerlerini, doğal güzelliklerini kamu yararı gözetilerek korumak ve bu alandaki nüfus yoğunluğunu artıracak yapılaşmayı sınırlamak için uygulanacak imar mevzuatını belirlemek ve düzenlemektir.
Bu kanunun 6. Maddesi ile Boğaziçi İmar Müdürlüğü kurulmuştur. 9 Mayıs 1985 tarihinde yürürlüğe giren 3194 sayılı İmar Kanunu ile bu müdürlük İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına bağlanmıştır.
Yani İstanbul boğazını korumak için yasa var. Bu yasayı uygulayacak müdürlük var. Peki, uygulanmış mı?
Hayır.  
Peki bu şehir nasıl bu hale geldi? Kimler yönetti bu şehiri?
1994 yılının Mart ayından itibaren İstanbul Büyükşehir Belediyesini Recep Tayyip Erdoğan yönetti. 1998 yılına kadar görev yaptıktan sonra görevi yine kendi arkadaşlarına bırakmıştır. Ali Müfit Gürtuna ve Kadir Topbaş İstanbul’u yönetmiştir. Yani bizatihi kendi partisi İstanbul’u yönetmeye devam etmiştir. Recep Tayyip Erdoğan da 2002 yılından itibaren bizatihi ülkeyi yöneten en yetkili kişi olmuştur.
Yani 22 – 23 yıl bu kentin yönetiminden sorumlu olduktan sonra kalkıp bu kentin, İstanbul Boğazının geldiği noktayı eleştirmek güzeldir ama yönetenleri kurtarmaz. Bu eleştiri bir nevi günah çıkarma sayılabileceği gibi taraftarlarının bir bölümünün hoşuna da gidiyordur.  Ancak bunlardan sorumluluk duymak yerine sadece eleştirmek aynı zamanda yönetilen insanları aptal yerine koymak anlamına gelir.
Bu durum, Fetöcüleri etkili ve yetili makamlarda iş başına getirip, sonra da onların devleti ele geçirme çabasından şikayet etmek gibidir. Hem ülkeyi, “alnı secdeye gidenlerden zarar gelmez” anlayışıyla kötü niyetlilere teslim edeceksin, liyakat sistemine uymayacaksın, hem de bunların yaptıklarından fena halde şikayet edenlerin başında olacaksın!
Bu durum, sorumluların kendini aklama çabasından başka bir şey değildir.
İnceleyip tek, tek açıklamak gerekir. 1994 yılından bu yana boğazda kaç inşaat ruhsatı verilmiş. Boğaz imar yasasına uymayanlar, göz yumanlar kim?
23 yıl boyunca inşaatta kot olayına hiç takılmayacaksın, bu kadar yıl sonra buna dikkat çekilecek. Biz de oh ne ala diyeceğiz!
Ben işim nedeniyle 1991 yılı dahil her gün İstanbul Boğaz köprüsünden karşıya gidip gelen biriydim. Çamlıca tepesinin Boğaz köprüsüne bakan yamaçları boştu. Yemyeşil alanlardı. 1994 yılından sonra nasıl bir betonlaşma yaşandı bir bakın. Bugün ne halde bir görün.
Sayın Cumhurbaşkanı bir ay kadar önce Esenyurt’ta toplu açılış törenine katıldı ve övgüler düzdü. İstanbul’un hem en dikey, hem de iç içe en yoğun yapılaşmasını yaşayan Esenyurt Belediye Başkanına tek bir eleştiri getirmedi. Esenyurt gibi bir garabet şehir örneği daha yoktur ama Cumhurbaşkanımız tek olumsuz bir duruma dikkat çekmedi.
İyi de Şehircilik şurasında dikey mimariden şikayet etti. Yatay şehirleşmenin gerekliliği konusunda çok güzel sözler söyledi.
Bu şuradan bir ay önce en çirkin dikey yapılaşma olan Esenyurt’ta neden bir şey demedin Sayın Cumhurbaşkanı.
 Yol su elektrik için felaket olan, alt yapısı taşımayan, rüzgarı esmeyen, nefes dahi alınmayacak yapılaşması ile en çirkin şehir unvanını alan Esenyurt’a geleceksin ve tek bir eleştiri yapmayacaksın bu olmaz.
İyi de bu şehir artık bitti. Hayat felç. Bunu Cumhurbaşkanı olarak söylemek güzel görünüyor ama bu şehrin neredeyse yağmalandığı son yirmi üç yılından sorumlu olanlardan hesap sorulmadığı ülkede bu şikayet bir şey ifade etmiyor. Bunu zaten halk yaşıyor.
 Kent i bu hale getirenler ne zaman hesap verecek?
Bütün bunların büyük rantlar getirdiğini bilmeyen var mı?
Bu rantlar elde edilirken güzel. Ama kent yaşanmaz hale geldikten sonra da ortada tek bir sorumlu bulamayacaksın, iğneyi kendine ve partiline batırmayacaksın. O zaman bu eleştirinin ne faydası var?
Cumhurbaşkanı’nın da dediği gibi birileri ihanet içindeler. İhanet edenler, göz yumanlar, rant elde edenler hesap vermeden hiçbir şey düzelmez.  Toplum olarak önce bunu öğreneceğiz.

İstanbul’u felç edenler ortaya çıkarılsın, ucu kime varıyorsa hesap versinler.