24 Mayıs 2017 Çarşamba

YEŞİL VADİ’DEN YAŞAM VADİSİ'NE



19 Mayıs tarihinde açılışı yapılan Beylikdüzü’ndeki Yaşam Vadisi’nin açılışı nedeniyle yazdığım yazıda üç belediye başkanının bu vadiyle ilgili hayaller kurduğunu ancak 3 etaptan oluşan vadinin ilk etabını hizmete açan başkan olarak da Ekrem İmamoğlu ve ekibini tebrik etmiştim.
Bu vadinin ilk adı Yeşil Vadi olarak Vehbi Orakçı döneminde konulmuştu. Bu vadi ile ilgili hayal kuran ilk belediye başkanı olarak Vehbi Orakçı döneminde bir miktar çam ağacı ekildiğini belirtmiştim. Sayın Orakçı bana attığı mesajda benim, kendi dönemi ile yazdıklarımı azımsayıcı bulmuş ve “bizim o gün ürettiğimiz değerin yazınıza göre küçültüldüğü kanaatindeyim”  diye yazmış.
Benim Yaşam Vadisi’nin açılışı üzerine yazdığım yazı, daha çok vadinin bugünkü hali üzerineydi ve Beylikdüzü’nün güzel bir yaşam alanına kavuşması üzerineydi. Hatta burası ile ilgili eksiklik, hata ve yanlışlar olsa da bu yazıda bunlara değinmemek gerektiğini yazmıştım. Dolaysıyla yazımda, önceki başkanların hayallerine ve emeklerine yeterince yer verememiştim. Malum, bir köşe yazısına her şeyi sığdırmak pek mümkün olmuyor.
Yaşam Vadisi’nin 1. Etabının hizmete açılmasından Beylikdüzü adına çok mutlu olduğunu yazan Orakçı; Yaşam Vadisini; “20 sene önce, genç bir mühendis olarak Beylikdüzü’nde ölçüm yaparken hayalini kurduğum projem” diye niteliyor. Büyükşehir Belediye meclisine Yaşam Vadisi’ni onaylattığını yazan Orakçı, Yeşil Vadi ismini de “halka daha sıcak ve samimi geleceği kanaatiyle” isimlendirdiğini anlatıyor.
Orakçı yazısında Yaşam Vadisi’ni; “Türkiye’nin en büyüğü ve 1 milyon metrekareyi aşkın alanlı ve 1 milyar TL'yi aşkın bedelli arazisini satın alma, trampa, imar uygulaması ve bağış olarak tümden çözdüğümüz projemiz...” diye tanımlıyor.
Gerçekten o günlerde bu vadideki arsaların trampası bir hayli ses getirmiş, tartışılmış hatta başkan Orakçı bu trampalarla çok da eleştirilmişti.
 Bu kadar bedelli razı alınmasına, trampa yapılmasına rağmen bgün baktığımızda Demir Romans’ın vadi tarafında özel mülk arsa var. Bundan dolayı vadi buradaki yola kadar yapılamadı. Eğer o gün bütün özel arsalar satın alındı veya trampa yapıldıysa, bu sorunlar tümden çözüldü ise nasıl oldu da burada şahıs arsaları kaldı?
Yaşam Vadisi’ni kesintiye uğratan Teras Park’ın arsası, hemen yanındaki Ekinciler’e ait arsa nasıl özel mülk olarak kaldı. İmar uygulaması yapılmıştıysa Teras Park inşaatı nasıl yapıldı? Teras Park binasının yapılması, Yaşam Vadisi ile ilgili benim eleştirdiğim noktalardan biridir. Vadiye yakışmadığını, hem görüntüyü he de kullanımını kesintiye uğrattığını düşünüyorum. Bu alanda başka imarlı parseller var mı bilmiyorum. Ama madem bu kadar bedel ödenerek arazi satın alındığı, trampa yapıldığı ve bağış yolu ile arazi alındı. O zaman bu şahıs parselleri neden kaldı? Bunların imar durumları ne zaman değişti? Balıkçı Kenan tesisleri (her ne kadar yüksek bina çirkinliği yoksa da) neden bu vadinin içinde kaldı?

Orakçı yazısında; 1 milyar TL ye yakın dere ıslahı, arıtma sistemi ve altyapı yatırımlarını Büyükşehir Belediyesine yaptırdığını” da yazmış. Ancak buradaki derenin ıslahına gerçekten ne kadar ihtiyaç vardı? Ben, bu konuda ki görüşlerimi o gün de Başkan Orakçı ile paylaşmıştım. Bu dere ıslahı yerine, derenin bazı bölümlerinde tabana ve her iki yana beton atılarak, önüne setler çekilerek kocaman göletler yapılabilirdi. Dereden çıkan sular buralarda sürekli bir akıntı sağlayacaktı. Kirlenmeyen göletlerde her türlü su canlısı olacaktı. İstanbul için, Beylikdüzü için muhteşem bir yaşam alanı oluşacaktı. Gerekirse bu göletlere, dere suları yerine motorlarla denizden kademeli olarak su da basılabilirdi. İstanbul’da bu konumda kaç yer vardır? Bu vadinin konumunun böyle bir projeye çok uygun olduğu kanısındayım.
 “Orakçı diyor ki; “ 2 Milyar TL' lik mülkiyet, altyapı ve kısmen de üstyapı olarak %95 lik kısmını gerçekleştirdiğimiz bu devasa yatırımdan geriye kalan yalnızca %5'lik yaklaşık 100 milyonluk üstyapı imalatlarını Sn. Uzun’un devam ettirdiği ve Sn İmamoğlu’nun sürdürdüğü projemiz...” dir.
Vehbi Orakçı’nın hakkını teslim etmemiz gereken öncelikli nokta,  bu alanın o zamanın Yeşil Vadisi, bugünün Yaşam Vadisi olarak Vehbi Orakçı döneminde düşünülmüş, projelendirilmiş olmasıdır.
Vehbi Orakçı zamanında vadinin 1. Etabına çam ağaçları dikildiğini yazımda belirtmiştim. Bugün Bizimkent Yönetim binası ile Buz pisti arasında yer alan bu çamlar kocaman ağaç olmuştur. O gün, bu alana konulan tabelaya bir vaziyet planı da çizilmiş ve Aliya İzzet Begoviç parkı ismi konulmuştu.

 Ben buradaki eksiklikleri, yapılmayanları eleştiririm. Yapılanı takdir etmek, yapılmayanı yazmak bizim görevimizdir. Bu söylemlere rağmen buradaki özel parsellerin nasıl ve neden kaldığını sormak da bizim hakkımızdır.
Yaşam Vadisini hizmete açtığı için Ekrem İmamoğlu ve ekibine teşekkür ederken diğer emeği geçenleri unutmadık. Yazımda, “üç başkanın hayal kurduğu vadi” diye bahsetmem de bunu gösteriyor.
Yusuf Uzun’un da buradaki çalışmasını unutmadık. Yazımda bunlara yer vermiştim. Ayrıca bu vadinin devamı olan, eski Beylik Pazarı’nın alt tarafında, villaların altındaki bir bölüme Osmanlı Parkı’nı Büyükşehir Belediyesi’ne yaptırdığını da belirtmem gerekiyor.
Yaşam Vadisi yapılırken birçok yanlışlar da yapılmadı değil. Buradan birileri para da kazandı. Mesela bu vadiye bir zamanlar bol miktarda hafriyat toprakları döküldü ve birileri buradan para kazandı. Vadi yapılırken plansız çalışmalar yapıldığından maliyet gereksiz şekilde oldukça yükseldi. Aynı nedenle, Yusuf uzun döneminde yapılan çalışmalar sonradan bozuldu.
Plansızlık vadinin maliyetini artırmanın yanında hizmete açılmasını da geciktirdi.
Şimdi 2. Etap çalışması başlayacak. Burayla ilgili planlar hazırlanmalı. Ne yapılacağı, nasıl yapılacağı belirlenmeli ve mümkün olduğu kadar halka iyi anlatılmalı. Çalışmalar boz yap yöntemiyle yapılmamalı. Zemin dikkate alınarak, zemine uygun proje üretilmeli.
Bizim işimiz kimseyi övmek veya yermek değildir. Kimin yaptığı önemlidir ama asıl önemli olan işin doğru yapılmasıdır. Her yapılan işin içinde doğrular da vardır, yanlışlar da. Yazanlar sadece doğruları değil, elbette yanlışları, eksikleri de yansıtacaktır.
Beylikdüzü adına dünden bugüne hizmet verenlere teşekkür etmek gerekir. Güzel bir yaşam adına hayal kuranları, hayalleri gerçeğe dönüştürenleri, halkın geleceğini düşünenleri bir kez daha tebrik ediyorum.


23 Mayıs 2017 Salı

HEYKELE SALDIRMAK İŞİN KOLAYI


Beylikdüzü Belediyesi 19 Mayıs’da açılışını yaptığı Yaşam Vadisi’nin içine irili ufaklı çok miktarda heykel yerleştirmiş. Bunlar parkta kötü durmadığı gibi parka hareket kazandırmış. İnsanların yanlarında durup düşüneceği, ‘bu heykelde ne ifade edilmeye çalışılmış’ diye düşünceye dalacağı heykeller. İnsanı düşündüren sanat çalışmalarının kötü sayılması mümkün değildir.
Aynı Parkta bir de Rauf Denktaş heykeli yapılmıştır. Bu heykel sadece Rauf Denktaş’ın abidesinden ibaret değildir. Zira heykelin bir yanında Kıbrıs’a çıkartma yapan Türk askerlerinin rölyefi, diğer tarafında ise Kıbrıs’ta Türklerin ve Rumların eşit olduğuna dair yapılan anlaşmanın, Birleşmiş millet öncülüğünde imzalandığını belgeleyen fotoğrafın rölyefi yer almıştır. Bu rölyefte anlaşmayı imzalayan tarafların liderleri vardır.
Makarios ve Fazıl Küçük Kıbrıs’taki iki halkı temsil eden liderlerdir. Bu anlaşmadan sonra da Makarios Türklerden çok Yunanlıların Kıbrıs’ı işgaline karşı çıkmıştır. Yunanlı cuntacılara, EOKA’ya karşı da mücadele etmiştir. Sonunda Faşist Cunta darbe yapınca  Makarios Kıbrıs’tan kaçmak zorunda kalmıştır.
Üstelik aynı rölyefte, Rauf Denktaş’ın masaya yumruğunu vurduğu bir fotoğrafına da yer verilmiş ve bu rölyefin altına “bir topluluktan bir devlet kurdu” diye kocaman not düşülmüştür.
Bir defa burada Makarios’un bir heykeli yoktur. Rauf Denktaş heykeli vardır. Heykelin yanında Türk askerleri ve Kıbrıs’ta Türklere Rumlarla eşit hakları sağlayan anlaşmanın fotoğrafı vardır. Bu anıta karşı çıkabilirsin. Bunun bu parkta olması çok mu elzemdi diye sorgulayabilirsin. Ama bu anıtta Türk düşmanının heykeli vardı diyemezsin. Burada Türk toplumuna hakaret eden, onu inciten bir durum yoktur. Tam tersine Kıbrıs Türklerinin başarı hikayesi vardır.
Zaten anıta karşı çıkanların, saldıranların derdi de bu değildir. Bu anıt üzerinden siyaset yapmaya çalışmışlar, bu siyaseti birçok alanda olduğu gibi burada da saldırıya vardırmışlardır. Sanata karşı çıkanların, sanatın içine tükürenlerin sanata saldırmasıdır.
Bu millet kurtuluş savaşının en katmerlisini Çanakkale’de yaşamıştır. Dünyanın bir ucundan kalkıp gelen devletler ülkemizi işgale gelmişlerdir. Ama sonunda bu millet galip gelmiştir. Galip gelmiş ve işgale gelen devletlerin ne askerine ne de o devletlerin yöneticilerine, o günden süregelen bir düşmanlık beslememiştir. Bugün Çanakkale savaşı anmalarına o devletler davet edilmektedir. Onlar da gelip dedelerinin mezarlarını ziyaret etmektedirler. Bu ziyaretlerinde Türkiye’nin o günkü mücadelesinde ne kadar haklı olduğunun idrakine varıyorlar. Dedeleri taa oralardan gelmiş ve bu halkın yaşamına saldırmış. Bir kez daha Türkiye’nin haklılığı tescillenmiş oluyor.
Hal böyle iken, kocaman bir heykeldeki imza rölyefinde yer alan Makarios’a kim neyin düşmanlığını göstermeye çalışıyor?
Daha dün Karadeniz Ülkeleri Zirvesinde Cumhurbaşkanımız, Yunanistan Cumhurbaşkanı ile el sıkışmadı mı? Ona “değerli dostum” diye hitap etmedi mi? Buna tepki göstermeyenler heykele saldırıyorlar. Yunanistan’ın, bugüne kadar sahiplenilmemiş Bodrum’un dibindeki adaya asker çıkarmasına, adayı turizme açmasına ses çıkarmayanlar hıncını bir heykelden almaya çalışıyorlar.
Yunanistan’a sığınan darbecileri vermeyen Yunanistan Cumhurbaşkanına dostum diyebilen Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a niçin itiraz edemiyorsun? Bu daha yeni bir düşmanlık değil mi?
Neden?
Çünkü CHP’ye ve onun belediyesine saldırmak kolay. Bunun üzerinden kahramanlık sergilemek risksiz. İktidarın uygulamaları ile kaybedilenlere ses çıkarmak biraz sıkıntılı.
Bir heykele saldırmak, onun üzerinden siyaset yapmaya çalışmak acizliktir. Ulusal ve bölgesel gazetelerin, bu gazetelerde yazanların bu heykel üstünden CHP’li belediyeye, Ekrem İmamoğlu’na saldırması onların bu heykelden rahatsızlığından çok kendi ekmek kaygılarından olabilir.

Şimdi Yaşam Vadisi’nin Arçelik fabrikası tarafındaki girişine Türkiye’nin en büyük anıtı olacak, Çanakkale anıtı yapılıyor. Bakalım buna ne bahane bulacaklar?

22 Mayıs 2017 Pazartesi

PARTİLİ CUMHURBAŞKANI


Türkiye Cumhurbaşkanı Pazar günü yapılan Olağanüstü kongresinde Ak parti genel başkanlığına seçildi.  Bütün cumhurun, Türkiye’nin başkanı olmuşken, dönüp bu ülkenin yarısına yakınını kapsayan bir partiye genel başkan olmak, partiyi ayakta tutmak için elzem ise, neden bütün Türkiye’yi ayakta tutmak elzem sayılmadı. Elbette partiye genel başkan olmak demek ülkeyi gözden çıkarmayı gerektirmiyor. Ama ülkenin tümünü kucaklama makamındaki biri, ülkenin yarısına özel ihtimam göstermesi anlamına gelir ki bu da doğru değil diye düşünüyorum.
Türkiye’nin yaşadığı garip referandum sürecinin resmi olarak sonuçlanmasından hemen sonra Cumhurbaşkanı gidip eski partisine üye oldu. Ak Parti’nin 21-5-2017 tarihindeki olağanüstü genel kurulunda da partinin genel başkanlığına seçildi.
Ak Parti’nin kurucu genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Cumhurbaşkanı seçilince kendi yerine belirlediği kişi Ahmet Davutoğlu olmuştu. Ancak orada biraz sular ısındı, kan uyuşmazlığı yaşanmadı ama gerek uygulamada ve gerekse halka karşı duruşta kendisinin istediği tavrı bulamayınca emir verdi ve yapılan olağanüstü kongre ile Ak Parti genel başkanlığına Binali Yıldırım’ı getirdi.
Cumhurbaşkanının yasalarımız gereği tarafsız olması şarttır. Ancak Recep Tayyip Erdoğan tarafsız olmak bir yana, bizatihi Ak Partiyi yöneten olmuştur. İnancı gereği yeminine sadık olması beklenen kesimler, tarafsız kalacaklarına dair yemin ettiler ama tam tersini yaptılar. İnançlı muhafazakar ve mütedeyyin kesimler bunu hiç yadırgamadığı gibi destek oldular. Bunun kendi inançlarına saygısızlık, inandıkları değerlere ters olduğunu akıllarına bile getirmediler. Veya siyaset için her şey mubah diye düşündüler.
Recep Tayyip Erdoğan daha cumhurbaşkanı seçilmeden, “ben alışılmış cumhurbaşkanı olmayacağım” dedi diye, bu uygulamaları doğru bulmak, ahlaklı bulmak doğru olmadığı gibi hukuki de değildi. Çünkü anayasa orta yerde duruyordu ve başta Cumhurbaşkanı olmak üzere herkes ona uymak zorundaydı. Cumhurbaşkanının işine geldiği yerde anayasayı yerden yere vurması, ,işine gelmediği yerde başkalarının anayasaya uymalarını söylemesi, bu doğrultuda uygulamalar yapılması bu muhafazakar ve mütedeyyin insanları hiç rahatsız etmedi.
Kendisi anayasaya uymayınca, anayasayı kendine uydurmayı, Devlet Bahçeli sayesinde beceren Cumhurbaşkanı, bugün Ak Parti’nin genel başkanı olarak Cumhurbaşkanlığı yapacak.
Anayasa gereği tarafsız olması zorunlu olan bir dönemde tarafsız olmayı beceremeyen, benimsemeyen bir kişi, şimdi taraflılığı belgeli olunca nasıl bir tarafsızlık içinde Cumhurbaşkanlığı yapacak? Bu merak ediliyor diyeceğim ama aslında kimse de merak etmiyor. Yıllardır tanınan, bilinen iş ve işlemlere aynen devam edilecek.
Ancak ülkenin bu kadar kutuplaştığı, yargının bu kadar aleni şekilde hukuki olmaktan çıktığı bir dönemde partili Cumhurbaşkanı bu ülkeye fayda yerine büyük zararlar getirecektir. Evet, bu halkın yarısı Recep Tayyip Erdoğan’ı çok seviyor, benimsiyor. Ancak bir o kadar kişi de aynı kişiye hiç güvenmiyor. Ve bu güvensizlik ülkeyi tehlikeli noktalara taşıyor. Ülkenin yarısının mutsuzluğu, umutsuzluğu her geçen gün artıyor.
Şimdi partili olan cumhurbaşkanı bu güvensizliği, bu mutsuzluğu nasıl giderecek? Cumhurbaşkanı partisine yeniden üye olduğu gün yaptığı açıklamada; “ben partili oldum ama sadece Ak partililerin Cumhurbaşkanı olmayacağım, 80 milyonun Cumhurbaşkanı olmaya devam edeceğim” dedi. Bunu nasıl yapacak?
Kendisine karşı oluşmuş bu güvensizliği ortadan nasıl kaldıracak? Çünkü söylemle eylemin ne kadar farklı olduğunu hep birlikte yaşadık.
Ülkenin kuruluş döneminde partili cumhurbaşkanlığı vardı. Recep Tayyip Erdoğan da bunu örnek gösteriyor. Ancak o günkü koşullarla bugünkü koşulları aynı değil, en küçük bir benzerlik de yoktur.
O günlerde bu ülke kurtuluş savaşından çıkmıştı. Padişah devleti yıkılmış, yerine Cumhuriyet denen halk idaresi kurulmuştu. Devleti askerler öncülüğünde kurmuştu bu halk. Devlet tepeden örgütleniyordu. Demokrasi için ilk ve tek siyasi parti kurulmuştu. Devleti kuranlar bu partinin üyesiydi. Yani mecburi bir partililik vardı. Cumhuriyet geliştikçe başka partiler kuruldu ve partisiz Cumhurbaşkanlığına geçildi. Şimdi 70 yıl sonra başa dönüyoruz. Üstelik o günkü partili sistemden bu kadar şikayet edenler tarafından. Ne için? Hangi ihtiyaca istinaden? Buradan nereye varmak istiyoruz?
Partili Cumhurbaşkanlığı şu anda bu ülkenin yararına değildir. Hiçbir ihtiyaçtan doğmamıştır. AK Parti dağılmasın, sonu ANAP gibi olmasın diye Recep Tayyip Erdoğan, zaten hiç bırakmadığı partinin dümenine geçmek istemiştir. Eğer ülke yeniden kalkınma sürecine girecekse, eğer ülkenin gelişimi daha önemli ise AK Parti’nin geleceği değil, ülkenin geleceği için çalışmak, toparlayıcı olmak gerekir. Ülkeyi muasır medeniyete taşımak gerekir. Ülkenin geri gittiği bir süreçte AK Parti dağılmasa ne olur? Mesele parti değil, ülke olmalıdır. Hele bu kadar siyasi gerginlik var iken daha büyük düşünebilmeli, daha büyük hedeflere kilitlen ilmelidir.

Bunu Ak Partililer de görmeli ve gereğini yapmalıdırlar. Ülke yoksa hiçbir parti de kalmaz. Partili Cumhurbaşkanı şu anda ülkenin kurtuluşu değil, sonunu hazırlar.

21 Mayıs 2017 Pazar

YAŞAM VADİSİ YAŞAMA AÇILDI


Beylikdüzü Belediyesi’nin yaptığı Yaşam Parkı, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nda halka açıldı. Üç etaptan oluşan ve bir milyon m2 olduğu söylenen bu parkın sadece birinci etabı hizmet vermeye başladı.
Parkın yapım süreci uzun ince bir yolculuğu kapsadı. Üç belediye başkanı bu park için hayaller kurdu. Vehbi Orakçı döneminde bu hayal vardı ve küçük bir bölümüne, Bizimkent’in hemen yanı başına bir miktar çam ağacı dikilmişti. Sonraki süreçte bu etaba yüklü miktarda toprak döküldü.
Yusuf uzun döneminde Yeşil Vadiye ağaçlar dikildi, peyzaj çalışmaları başladı.  Park içindeki yollara beton çalışması yapıldı. Eski tren raylarının altından sökülen koca kütükler getirildi. Şelalelerin betonları döküldü.
Ekrem İmamoğlu bu parkın şekillenmesinde bir üniversite hocasının projesini uygulamaya başladı. Binlerce ağaç ekildi. Bu parkta çeşitli temalar işlendi. Yeşil Vadi ismini de Yaşam Vadisi’ne dönüştürdü. Farklı bir konsepte dönüştü bu vadi.
Bazen boz yap misali, yapılan bazı yerler bozulup tekrar tekrar yapıldı. Doğal görünümlü, biyolojik arıtma sistemli havuzlar yapıldı. İçinde balıkları olan, ışıklandırması olan, gecesi ayrı, gündüzü ayrı bir güzelliği olan havuzlar. Şelaleler canlandı. Doğal kayalar getirildi, dereler oluşturuldu, Karadeniz dağlarındaki gibi su seslerinin geldiği bir vadi çıktı ortaya.
Bir sanat atölyesi bölümü kurularak adına uygun, yaşama renk ve değer katan ortama dönüştü. Parkın içine yerleştirilen çok sayıda mermer heykeller yaşam vadisine hareket ve güzellik kattı. İki de anıt yapıldı bu vadiye. Kıbrıs haritasının da simgelendiği, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurucu liderinin büyükçe bir heykeli yapıldı. Ve Kıbrıs’ın özgürlüğünü aldığı sözleşmenin imzaları resmedildi. Türkiye’nin en büyük heykeli olacağı söylenen Çanakkale anıt rölyefinin betonu döküldü, simgeler yerleştirilmiş durumda. Çalışmalar devam edecek.
Yaşam vadisine yapılan çocuk parkları ile çocuklar da unutulmadı. Büyükler, gençler, yaşlılar ve elbette engelliler geniş yeşil alanda, güzelim ağaçlar arasında gezerek güzel bir gün geçirebilirler.
Vadinin ortasından denize doğru uzanan bir dere var. İSKİ tarafından yapılmış bu derenin iki yanına dikilen salkım saçak bitkiler bu dereyi görünmez hale getirmiş. Zaten dereden pis su akmadığı için kötü koku benzeri olumsuz bir durum yok. Dere boyunca ekilen salkım dutlardan 20 gün sonra bol miktarda mor dut yiyebilirsiniz.
Yaşam Vadisi’nin bir de kendi adını taşıyan sahnesi var. Bizimkent Dernek Lokali’nin hemen altındaki şelalenin üstündeki alana yerleştirilen sahnenin karşısında çim alandan oluşan seyirci oturma bölümleri var. Gündüz yapılacak etkinlikleri, bu oturma alanının üstündeki kırlangıç kanatlı branda, oturanları güneşten koruyacak. Gece etkinlikleri ise farklı bir renk katacak, yaşamı güzelleştirecek. Bu açıdan bakıldığında Yeşil Vadi isminin Yaşam Vadisine dönüştürülmesi bir o kadar isabetli ve doğru bir ad oldu vadiye. Çünkü burada sadece yeşil yok, yeşilliklerden oluşan bir vadi değil burası. İçinde renkli, güzel ve akıcı bir yaşamın olduğu, yaşama değer katan bir vadi burası.
19 Mayıs günü açılması da bu güzelliklere yaraşır bir gün oldu. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu’nun açılışını yapması, Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun buraya verdiği önemi göstermesi açısından daha bir anlamlıdır.
Kemal Kılıçtaroğlu parkın açılışında yaptığı konuşmada; yaşamın yozlaştığı bu ülkede, bu güzel yaşam alanlarının açılmasının önemine dikkat çekti.
“Bizim (CHP’li) belediye başkanları adam olmazlar” dedi. “İktidarın belediyeleri böyle alanlara 30 - 40 katlı binalar dikiyorlar. Rantlar yaratıyorlar. Bizimkiler tutturmuşlar bir yeşil alan, bir yaşam alanı dır gidiyor. Bakın bütün CHP’li belediyelere ve onların belediyelerine, aradaki farkı da yaşamın farkını da görürsünüz” dedi.
Açılışın 19 Mayıs tarihinde yapılması nedeniyle Cumhuriyet rejimin nasıl geriye gittiğine de dikkat çeken Kılıçtaroğlu, bir kez daha Cumhuriyete ve onun değerlerine sahip çıkacaklarını söyledi.
Yaşam Vadisi’nin birinci etabı henüz tam olarak bitirilmedi ama açılışı yapıldı. Kalan bazı eksik çalışmalar tamamlanır. Yaşamın birinci etabı çok güzel oldu. Bütün emeği geçenleri kutlamak, tebrik etmek gerekir. Bakalım ikinci ve üçüncü etaplarda çalışma ne zaman başlayacak, nasıl bir proje çıkacak?
Yaşam Vadisinin diğer bölümleri ile ilgili bazı olumsuzluklar ve eleştiriler var. Ama bu güzel Yaşam Vadisi yazısına hiçbir olumsuzluk katmamak gerekir. Eksiklik ve hatalar başka bir yazıda dile getirilir. Güzel olanın kıymetini bilmek, yapılan güzellikleri yok etmeden kullanmayı bilmek, yapılanları korumak ve uzun süreçli kullanmak herkesin amacı olmalı, herkes bu konuda gayret göstermelidir.

Yaşam Vadisi Beylikdüzü’ne hayırlı olsun. Tebrikler Ekrem İmamoğlu ve ekibine.

2 Mayıs 2017 Salı

FİİLİ DURUM RESMİLEŞTİ


Cumhurbaşkanı Erdoğan Ak Parti’ye resmen üye oldu. Anayasamız gereği Cumhurbaşkanı seçilmesi ile Ak Parti’den istifa etmek durumunda kalan Recep Tayyip Erdoğan, yapılan referandum sonucunda değiştirilen Anaysa maddesi doğrultusunda zaman kaybetmeden, alelacele partiye üye oldu. 21 Mayıs’ta yapılacak AK parti genel kurulunda da resmen genel başkan olacak.
Recep Tayyip Erdoğan’ın 33 ay aradan sonra yeniden partiye dönmesi ve genel başkan olması neyi değiştirir?
Zaten bu 33 ay zarfında AK partililiğini unuttuğunu hiç görmedik. Hiçbir konuda uymadığı anaysa maddelerinin tarafsızlık ilkesine de uymayı hiç düşünmedi. Anayasa gereği tarafsız olması gereken, bütün siyasi partilere eşit durması gereken Cumhurbaşkanı, bu süreçte hiç de öyle davranmadı, hep AK Partili olarak davrandı. Siyasi parti liderlerine hep hakaret etti, hep kavga etti. Dolaysıyla bugün partisine yeniden üye olması fiili durumun resmileşmesinden başka bir şey değildir.
Cumhurbaşkanlığının 33 ayında AK Partili olarak düşündü ve uygulama yaptı. Halkı da bizimkiler ve ötekiler olarak gördü. Bunu defalarca telaffuz etti, buna uygun kararlar aldı.
Emanetçi genel başkan Binali Yıldırım, Cumhurbaşkanının partiye üye olduğu günkü toplantıda yaptığı konuşmada “979 günlük hasret bitti” dedi. “Genel kurulda kendisini genel başkan olarak önereceğiz” dedi. Sahiden böyle bir hasret çekildi mi? Böyle bir hasret çekilmesi için partiden uzak durulması gerekirdi, bu hiç olmadı.
Binali Yıldırım, nihayetinde 20 gün sonra yapılacak genel kurulda AK Parti genel başkanlığını asiline devrederek bu emanetçiliğe son verecek.
Siyasi partilerde genel başkanlar üyeler veya delegeler tarafından belirlenir. Bu AK Partide hep farklı oldu. Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olunca Ahmet Davutoğlu’nu aday gösterdi, Sen genel başkan olacaksın dedi ve bütün parti onun kararına uydu. Aynı zamanda başbakan koltuğuna da oturan Davutoğlu’na sen istifa edeceksin dedi ve hem Başbakanlık hem de genel başkanlık koltuğu otomatik boşaltıldı. Kimse sorgulamadı, bu nasıl demokrasi demedi.
Bütün bu yaşananlara baktığımızda; aslında Ak Partinin hiçbir zaman demokratik bir yapısı olmamış,  demokrasi sorunu olmamış diyebiliriz. Bir lider seçmişler ve o ne derse öyle olmuş.
Buna baktığımızda da aslında demokrasinin unsurları olan siyasi partilerin yapısına ters bir durum gözüküyor. Ama demokrasinin ruhuna ters bu durum bizim ülkemiz insanı tarafından benimsenmiş gözüküyor. Çünkü güçlü liderlik önemlidir. Güçlü lideri olmayan partiler başarılı olamıyor.
Başbakan Binali Yıldırım ile aynı duyguları paylaştığını açıklayan Cumhurbaşkanı, “ben aşkıma geri döndüm derken, ülkedeki 80 milyonun tamamı birinci sınıf vatandaştır” dedi.
Halbuki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları böyle düşünmüyor. Vatandaşların birçoğunun şikayeti var; “Ülkedeki Suriyelilerin çoğu ticaret yapıyor ve vergi vermiyor. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları vergi veriyor. Suriyeliler hastanelerde sıra beklemiyor. TC vatandaşları hastaneden randevu almak için bir hayli çaba sarf ediyor ve beklemek durumunda kalıyor. Suriyelilerin çoğu hiçbir prim ödemiyor ama maaş alıyor. Suriyeli gençler ülkemizde elini kolunu sallayıp gezerken, bizim gençlerimiz Suriye’de çatışmalara girdi, öldü, yaralandı. Demek ki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları öyle birinci sınıf vatandaş değiller. Ve vatandaşlar, “biz kendi ülkemizde ikinci sınıf vatandaş olduk” diyorlar.
Cumhurbaşkanı, Ak partiye üyelik toplantısında yaptığı konuşmada bir taraftan muhalefete çatmayı ihmal etmezken diğer taraftan Avrupalılara da mesaj gönderdi.
Muhalefete; seçimlerde YSK’nın kararına uymasını önerdi. Anaysa mahkemesine ve AİHM’e gitmenin gereksizliği söyledi. Avrupa’ya da “ya yeni fasıllar açın ya da güle güle” dedi.
Eskiden böyle demiyordu. “Kopenhag kriterlerini Ankara kriteri yapar yolumuza devam ederiz” diyordu.
Artık demokrasiyi geliştirmek derdi yok demektir. Eskiden demokrasiyi genişleterek gelişen bir parti ve ülke vardı. Bundan sonra daha kapanan bir parti ve ülke göreceğiz demektir.
Cumhurbaşkanının partisine üye olması çok fazla bir şeyi değiştirmeyecek. Çünkü zaten fiili olarak partili bir Cumhurbaşkanımız zaten vardı. Bu resmileşti. Ancak yıllardır partisiz Cumhurbaşkanlığına alışmış “Hayırcılar açısından olumsuzluk her gün yaşanacak.
Diğer taraftan, ülke yönetimindeki olumsuzluklar oluştuğunda başka bir günah keçisi aranmayacak. Çünkü aracı görünümündeki kişiler aradan çıkmış olacak. Başbakan olmayacak, başarı ve başarısızlık direk Recep Tayyip Erdoğan’a ait olacak. Bu da, sorumlu tutulacağından dolayı iyi olacaktır. Başarısızlık kendisini yıpratacaktır.

Ülkenin yarınlarının güzel olması için daha çok demokrasi, daha çok özgürlük gerekir. Bunların olmadığı yerde güzel günlerin gelmesi mümkün değildir. Gelişmeler başımızdakilerin demokrasiden çok hoşlanmadığını, özgürlüğü hiç sevmediğini gösteriyor. Onlar kendini nasıl sayıyor çok önemli değil. İnsanlar kendini nasıl hissediyor o önemlidir.