28 Kasım 2011 Pazartesi

İNKAR POLİTİKASI İLE SEVGİ GÖSTERİLEMEZ

Dersim tartışması CHP’de çok önemli sıkıntılar yarattı. Birçok CHP’li; Dersim katliamı sorununu gündeme taşıya Hüseyin Aygün’e karşı bildiri yayınlayan ‘’on ikiler’’ gibi konun inkar edilmesi ve yapılan suçlamanın tamamen asılsız olduğunu söylüyor. Bazıları ise bundan da öte, bu katliamı haklı görüyor. ‘’Dersim’de isyan vardı, o halde buna müdahale edildi ve birçok ana ağladı’’ diyen önemli bir kesim var. Yani Dersim katliamını haklı görenler. Tıpkı Önder Sav gibi.


Önemli bir kesim ise; ‘’evet Dersimde bir katliam olmuştur. Haksız bir katliam olmuştur. Burada insanlık dışı uygulamalar gerçekleşmiştir. Ama bunu gündeme getirmek CHP’ye zarar verir. Onun için başta Hüseyin Aygün’ün bunu gündeme taşıması yanlıştır. Zaten bu konunun gündeme taşınması AKP’nin ekmeğine yağ sürmüştür’’ diyor.

Öncelikle şunu belirlemek lazımdır; Sosyal demokrat olanlar, insanlıktan yana olanlar, ezilenlerin yanında, zulme uğrayanların yanında yer almak isteyenler kesinlikle bu tür beyanlardan kaçınmak zorundadır. Bir zulüm olmuşsa öncelikle bunu tespit etmek gerekir. ‘’Bu zulümü saklayalım, içimize sindirelim, çünkü bundan şu yararlanır, bu yararlanır’’ dediğiniz an sizin doğruluk ve dürüstlük anlayışınız, insanlığınız eksik demektir.

İnsana yapılan zulüm siyasi çıkarların aleti olamaz, olmamalıdır.

Önce biz kimden yana olacağız?

Zulme uğrayanın yanında olmaksa temel amaç, o zaman bu, duruma göre değişmemelidir.

Benim zalimim, senin zalimin meselesine girmek hiçbir zaman doğru olamaz.

Bizler doğrunun veya yanlışın, iyinin veya kötünün yanında olup olmadığımıza bakacağız, bakmalıyız.

Evet, bu olayda AKP puan toplamıştır, CHP ise kaybetmiştir. Bu AKP’nin çok demokrat olduğunu belirlemez. Belki de Başbakan inanmasa da sırf CHP’yi zor durumda bırakmak için bu olayın üstüne gitmiştir. Ama insaf etmek gerekir. Söylenen sözler yanlış mıdır? Değilse, neden doğruyu kimin söylediğine bakılıyor?

Neden CHP’nin de bu doğruyu söyleyemediğine bakılmıyor?

Zaten bence sorun CHP’nin neyi söyleyip söyleyemediği de değildir. CHP’nin ne olduğu, bugüne kadar ki devletin resmi tezlerini savunduğunu biliyoruz. Sorun bu halkın bu tür sorunlara nasıl baktığıdır.

Bu halkın önemli bir kesimi, insanlığa yapılan bu zulümleri neden halen savunuyor olduğudur. İşte burada da devletin fonksiyonu öne çıkıyor. Eğer siz halen bazı şeyleri saklamaktan yana, inkar etmekten yana tavır alıyorsanız, bu halk doğruları nasıl öğrenecek, nasıl bilgi sahibi olacak ve nasıl aydınlanacak?

Başbakanın televizyonlarda yayınlanan sözleri halka göstermiştir ki, Dersimde haksız, insafsız bir zulüm yaşanmıştır. Kendi devleti orada katliam yapmıştır. Ve devlet bugüne kadar kendilerine yalan söylemiştir.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun da aynen Başbakan Erdoğan’ın söylemlerine inandığını düşünüyorum. Zira Uzun yıllar sağ cenahta politika yapmış, Dersim Katliamı sırasındaki emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil ile 30 yıl önce röportaj yapan kişidir Kılıçdaroğlu. Eğer bu konuda yaşanan zulüm onun yüreğini incitmeseydi, o bu röportajı yapmazdı. Bugün iki arada bir derede kalmasının tek nedeni CHP’nin başında olmasından, dikenli tarlanın tam ortasında oturmasından kaynaklanıyor.

Ama bence Kılıçdaroğlu yine de eksik ve yanlış davranmıştır. ‘’Evet, Dersimde bir zulüm işlenmiştir. Bu zulümden kendi partim de, devletim de sorumlu olsa, ben bu zulmü kınıyorum. Türkiye halkı da bu zulmü öğrenmeli ve toplum olarak Dersimlilerden özür dilemeliyiz’’ diyebilmeliydi.

Bir halkçı partiye, halk partisine bunu söylemek düşerdi.

Şimdi CHP’de işler iyice karıştı. Belki de parti bölünecek. Evet, bu parti karışacaksa, karışmalıdır. Bölünecekse bölünmelidir. Kimin, neden yana olduğu, kimin yüreğinde sevgi var, kimin yüreğinde kötülük var ortaya çıkmalıdır.

Yüzyıllardır birçok yerde zulümler yaşanır. Zulümlerin birine iyi birine kötü diyorsanız sizi herkes eleştirir. AKP bazı zulümlere sessiz kalıyorsa, bazılarını savunuyorsa bu onun sorunudur ve sessiz kaldığı zulümler karşısında suçludur. Ama bu zulmü teslim ediyorsa burada da haklıdır. CHP burada sessiz kaldığı için eleştiriliyor.

Dersim katliamı bu çağın Kerbela olayıdır.

Dersim’de bazı sorunlar ve sorunlu beyler var diye bir halk katliamı yapılamaz. Bu yapılanlara bugün bile sessiz kalmak hiç de hoş görülemez. Şu ya da bu sebeple bunun kapatılmasını savunmak mümkün değildir. Hele inkar etmek suç sayılmalıdır.

Bu devleti oluşturan topluluklar arsında barış sevgi ile sağlanır. Sevgi ise o toplulukların yaşadığı acılar paylaşılarak gösterilir. Onların yaşadıkları acılar inkar edilerek, yok sayılarak ve hatta ‘o acıları hak ettiler’ türü yaklaşımlarla sevgi sağlanamaz.

Nusret Yılmazer

21 Kasım 2011 Pazartesi

DERSİM KATLİAMI TARTIŞMALARI

CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün ‘’Dersim Katliamının sorumlusu CHP’dir’’ söyleminden sonra bir Dersim tartışması başladı.
Önce CHP’nin milliyetçi, ulusalcı kanadı bayrak açtı.  Efendim bu sözlerin hesabı Aygün’den sorulmalıymış.
Nedir bunun altındaki talep; Aygün’ün partiden atılması.
Neden?
Çünkü Aygün partisinin o günkü politikasını veya uygulamasını eleştirmiş.
Peki yanlış mı yapmış?
Bugün Dersim katliamı yapılmadı diyen bir Allahın kulu var mı?
Başbakan, Cumhurbaşkanı bile artık bu bir katliamdır diyor.
Hal böyle iken bu CHP’li 12 ‘ler ne istiyor, ne diyorlar?
Aygün yalan mı söylüyor?
‘Dersim katliamı yapıldı ama bunun sorumlusu CHP değildir, olamaz’ mı demek istiyorlar.
Peki bugün AKP iktidarı döneminde,  her yapılan uygulamanın sorumlusu olarak neden AKP’yi gösteriyorlar o zaman?
Demek ki bir iktidar, döneminde yapılan uygulamalardan sorumludur.
Kaldı ki her iktidar döneminde yanlışlar, hatalar ve hatta katliamlar yapılmış olabilir. Mesela bugün AKP hiç de gereği yokken ülkeyi Suriye ile savaşa sokmak üzeredir.
Bu konuda iktidara doğru gelen birçok gerekçe halka, birçok aydına anlamlı gelmiyor. ‘’İpler ABD’nin elinde, Türkiye onun emirlerini yerine getiriyor’’ deniliyor.
Peki, yarın bu felaket meydana geldiğinde, ileriki yıllarda bu felaketin sorumlusu olarak AKP iktidarı sayılmayacak mı? Elbette sayılacak.
CHP’nin bundan rahatsız olması gerekmiyor. O gün katledilen binlerce masum insan hakkında ne düşünüyor, bunu açıklasınlar.
Başbakan’ın dedi gibi CHP elbette geçmişiyle yüzleşmelidir. CHP bu konuda yapması gerekeni yapmakla mükelleftir.
CHP, her işine gelmeyeni partiden ihraç etmeye kalkmakla partisel sorunlarını çözemez. Adam gibi bir sosyal demokrat parti hiç olamaz. Demokratik bir ortamda tartışmalar yapılmalı ve partinin ortak görüşü de bundan sonra oluşmalıdır.
Bugün Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, Cumhurbaşkanı Abdullah gül bile, Dersim katliamı ile ilgili araştırma komisyonu kurulsun, meclis arşivleri açılsın, konu etraflıca tartışılsın derken, ana muhalefet partisi, ‘’Sosyal Demokrat Parti’’ buna nasıl karşı çıkabilir?
Nasıl dersim katliamı diyeni asmak isteyebilir?
Başbakan ‘’CHP geçmişiyle yüzleşmelidir’’ derken haksızlık mı yapıyor?
Hayır, Başbakan burada doğruyu söylüyor.
Doğruyu söylüyor ama elbette bu yetmez.  Kılıçdaroğlu’nun da burada doğru söylediği bir şey var.  O da diyor ki; ‘’burada bir iş, bir katliam yapılmışsa bunu devlet yapmıştır. O halde bugünkü devlet yönetimi de bu katliamdan dolayı özür dilemelidir. Önce devlet özür dilesin. CHP de tarihiyle yüzleşir.’’
Hatta Adnan Menderes Hükümetinin Birleşmiş milletlerde Cezayir’in bağımsızlık oylamasında hayır oyu kullanmasının özrünü, yıllar sonra Turgut Özal dilemiştir’’  örneğini veriyor.
Burada ne CHP hükümetin özür dilemesini beklemeli, ne de Başbakan veya hükümet CHP’nin tarihiyle yüzleşmesini beklemeli.
Mademki hükümet, (başbakanın söylemidir) ‘’Dersim de bir katliam yapılmış ve masum insanlar öldürülmüştür’’ diyor. Ki bu çok önemli bir söylemdir.
O halde bunun gereğini bu hükümet yapmalı ve Dersim halkından özür dilemelidir. Sonra da arşivleri halka açmalı ve halk bu olayın gerçek boyutunu öğrenmelidir.
Çünkü iktidar bu tespitleri yapmakla kalmıyor. O gün Dersim’i bombalayan uçağın pilotu olan Sabiha Gökçen’in isminin, Sabiha Gökçen Havaalanından kaldırılmasını da öneriyor. (AKP milletvekili Metiner öneriyor)
Denebilir ki bunlar Atatürk’ü yıpratmak için bunları yapıyorlar.
O zaman CHP, bu arşivlerin halka açılmasını işinin üzerinde durmalı ve gerçeklerin su yüzüne çıkmasını sağlamalıdır.
Bu katliam da kimler kusurluysa halk onları tanımalıdır.
Bu Atatürk bile olsa.
Hükümet de söylemlerden çok icraatını göstermelidir. O zaman bu söylemleri CHP’yi yıpratmak amacı taşımadığı, gerçekleri seslendirdikleri anlaşılır.
Nusret Yılmazer






15 Kasım 2011 Salı

VAN DEPREMİNİN GÖSTERDİKLERİ

Van ve çevresinde bir deprem oldu. En büyük hasarı ise Van ve Erciş gördü.
Deprem öldürmez, bina öldürür sözünü Türkiye’de öğrenmeyen kalmadı.
Bunu öğrenmiş olmak Türkiye’nin deprem karşısındaki zafiyetine bir şey sağlamıyor.
O kadar duyarsız bir toplumuz ki, depremden sonra hasarlı binalarda yaşamakta/yaşatmakta bir mahsur görmüyoruz.
Bu anlayıştaki bir toplumun/devletin depremden ders alması ne kadar mümkün olur bilmek zor. Devletin çeşitli kademedeki memurları bu binada oturabilirsiniz diyebiliyor.
Ne zaman?
Depremde 600 kişinin ölmesinin üzerinden henüz çok zaman geçmemişken. Henüz depremden ölü ve yaralılar çıkarılırken.
Dolaysıyla depremde yitirdiğimiz yaklaşık 610 cana 40 can daha eklendi.
Bu sorumlular bulunacak mı?
Belki birileri suçlu olarak ilan edilecektir.
Ancak mesele anlayış meselesidir. Bir iki kişinin işi değil.
Deprem birçok gerçeği ve zayıf noktamızı açığa çıkardı.
Mesela depremden beri birkaç bakan, neredeyse sürekli Van’da olduklarını söylüyorlar.
Ama bakanların orada olması hemen hiçbir sorunu çözmeye katkı sağlamamış gözüküyor. Zira hala insanlar üşüyor. Hala insanlar sağlıklı ortamlarda yaşamaya başlayamamış. Hava sıcaklığının -10 – 15 derece olduğu bir ortamda insanları çadırlarda yaşatamazsınız. Nitekim ısıtılıcılarla bir nebze ısınan çadırda buhar oluşuyor ve sonuçta su damlası olarak, yağmur gibi çadırın içine damlıyor.
Bu kış ortamında çadırda kalan insanların tuvalet sorununu çözmek çok kolay olmuyor ve hijyen hiç sağlanamıyor. Hastalık salgın halini alıyor.
Depremin üzerinden bir aya yakın zaman geçtiğine göre devlet ve organize edeceği büyük kuruluşlar prefabrik konutları şimdiye çoktan yetiştirmiş olması gerekirdi.
Biz, televizyonlarda halen oradaki insanların içler acısı durumunu izliyoruz.
Halk yeterince duyarlı davrandı ama bu yardımlar da iyi organize edilmedi. Devlet yetkilileri sadece seyirci kalmış gibi duruyor.
Belki depremde en iyi çalışan basın yayın organları oldu. Belki bunun bir bedeli olarak depremde hasarlı otellerde kalmak durumunda kaldı basın mensupları ve ikinci depremde basın da şehit verdi.
Depremin üzerinden yirmi beş güne yakın zaman geçmesine, Başbakan’ın bile oraya iki kez gitmesine rağmen, deprem bölgesindeki insanlar halen mağdurlardır.
Halbuki depremin hemen arakasından Türkiye seferber oldu, Van’a yardıma koştu. Vatandaş elindeki imkanları oraya ulaştırmak için yoğun çaba sarf etti.
Devlet kurumları bu yardımları vatandaşa ulaştırmak için bile yeterince organize olamadı. Dolaysıyla bence, bu depremde devlet depremin altında kalmıştır.
Bir de depremde onca insan ölürken PKK’nın saldırılarını sürdürmesi, özellikle sivil insanları hedef alan eylemler yapması, onun da ne kadar kendi insanlarının acısına yabancı olduğunu açığa çıkardı.
Bir de birçok vatandaş yardım için çabalarken, Türk toplumu içinden bütün Kürtleri PKK’lı gibi görme eğilimi ortaya çıktı. Bu sosyal paylaşım sitelerinde kendini gösterdi. Milliyetçi ve hatta ırkçı söylemler ortaya çıktı.
Bu da, PKK’nın bu doğrultudaki amacına yaklaştığını göstermesi açısından ilginçti.
Böyle durumlarda bile, insanlar gördükleri acılardan etkilenmeyebiliyor. PKK’nın yaptığı eylemeleri, depremzedeye yardım etmemeye gerekçe olarak gösterebiliyor.
Toplum parça parça bölünüyor.
Deprem bölgesinde bazı köyleri İstanbul’dan bazı belediyeler sahiplendi. Beylikdüzü ve Esenyurt Belediyesi de bunların arasındaydı. Galiba deprem bölgesinde en iyi durumda olan yine bu köylermiş.
Demek ki devlet deprem bölgesini mahalle mahalle bölse ve bazı kurumları bu bölgelerle ilgili yetkilendirseydi şimdi oradaki insanlar bu kadar mağdur olmayacaktı. Organize daha küçük bölgelerde ve daha etkin olacaktı.
Bu deprem Van gibi çok da büyük olmayan bir ilde oldu. Ya bu kış günü Bursa, Ankara, İzmir ve hele İstanbul’da olsaydı ne olacaktı?
Bugüne bakarak, herhalde Türkiye bitmiş olurdu diyebiliriz.
O halde Yarın buralarda deprem olacakmış gibi başta devletin, sonra da bütün kurum ve kuruluşların hazırlık yapması gerekiyor.
Son pişmanlıklar fayda etmiyor.
Beceriksizliğimiz bir kez daha ortaya çıktığına göre, bari bir daha bu kadar beceriksiz kalmayalım.
Nusret Yılmazer

14 Kasım 2011 Pazartesi

HAYATTA İPİNİZİ ÇEKEN BİRİ OLSUN

Uzun bir süredir bu köşede yazı yazmadım. Haziran ayı sonu itibari ile çıktığım tatil ve sonrasında şehir dışındaki işlerim yazmama imkan vermedi. Bazen İstanbul’a geldiysem de kısa süreler kaldığımdan ancak burada biriken işlerime zaman ayırabildim.
Bu arada hem Türkiye’de, hem de dünyada çok önemli gelişmeler oldu. Bu konularda fırsat buldukça yazmaya çalışacağım.
Bu köşede yeniden karşınıza çıkma yazımı, yazının başlığı olan ve insanları hayata bağlayan bir söze ayırdım. Bu söz şu anda vizyonda olan bir filmden alındı.
Anadolu Kartalları filmi; Türk Hava Kuvvetleri'nin kuruluşunun 100'üncü yılı şerefine çekilen ve Pilot olma hayaliyle yaşayan beş gencin hayatından kesitler anlatıyor.
Uçuş eğitiminde yaşadıkları zorluklar, aileleri, aşkları, ayrılıkları, rekabetleri, dostlukları, fedakârlıkları.
Beş arkadaş, hayatlarının bu zor ve stresli döneminde birbirlerine destek olurlar. Bu dönemde eğitmenlerinin destekleri de onlara yol gösterir. Uluslararası Anadolu Kartalı Tatbikatı, hayatını değiştiren bir deneyim olacaktır.
Yazının başlığı; filmde pilot olmak isteyen bir öğrenciye hocasından bir nasihattir.
Sevgilisi ile arası bozulan bir öğrenci birçok şeyi boş verince işler karışır ve havada önemli tehlikeler atlatır. Bunun üzerine hocası ona der ki; ‘’sen havada iken, aşağıda ipini çeken biri olsun.’’
Yani seni hayata bağlayan birisi olsun diyor.
Bu genç pilot da, bir görüşmede sevgilisinin parmağına bir ip bağlar ve ‘’bu ip benim hayatımın ipidir. Lütfen benim ipimi çek de beni havadan indir’’ der.
Sonra bazı yanlış anlaşılmalar sonucu farklı şeyler yaşanır ve iki gencin arası bozulur, uzun süre görüşmezler.
Ve bu genç sevgilisi ile arasını düzeltmeye çalışsa da bir türlü işler yolunda gitmez. Buna rağmen pilotlukta önemli başarılar sağlar. Çıkacağı son uçuştan önce sevgilisine bir mesaj çeker ve ‘’gel, her ne haldeysen lütfen gel’’ der.
Genç pilot uçağa binmiş uçuşa hazırlanırken sevgilisinin geldiğini görür ve büyük bir keyifle uçar. Ancak inişe geçeceği zaman bir kuşun motora girmesi sonucu zor anlar yaşar. Hocası ve tüm yetkililer ona uçağı terk et, atla deseler de o, hayır, artık benim ipimi çeken biri var diyerek atlamayı kabul etmez ve büyük bir azimle uçağı indirmeyi başarır.
Bu bir nevi, yolunu gözleyen, gelmeni bekleyen birinin olmasıdır.
Hayatın ipi o kadar kuvvetli olmalıdır ve bu ip seni indirmeyi başaracak güçte birinin elinde olmalıdır.
Siz bu gücü kim olarak algılarsınız bilmem. Ama bu filmde sevgili olarak verilmiş ve bence yakışmış.
Birçokları için film sıradan olabilir. Gerek çekim kalitesi ve gerekse yaşanan dostluklar filmi izlenmeye değer kılıyor bence.
Genç pilotun annesi hayatta olmasına rağmen, hayat ipini sevgilisinin çekeceğini beklemesi ayrı ve önemli bir mesajdır.
Demek ki bir yerden sonra insanları hayata anne ve babaları değil, hayat arkadaşları bağlıyor.
Elbette bu çocuklar da olabilir.
Ama bence en önemlisi hayatı paylaşacağın birinin olması.
Hayata anlam katan aşktır.
Diyeceksiniz ki, Türk Hava Kuvvetleri’nin 100. yılı için çekişmiş bir filmde, sen aşk teması mı çıkarıyorsun.
Evet, aşk her zaman ve her yerde vardır. Ve hayatı anlamlı kılan en önemli etkendir.
Beni de bu filmde bu etkiledi.
Filmde hayat bir uçurtmaya benzetiliyor. Ve ipi çekilmeyen bir uçurtma yere inmez. Boşlukta kaybolur.
Sizi de hayata bağlayacak biri olsun. Siz siz olun, hayatınızın ipini çekecek biri olmadan uzun süre yaşamayın.
Sizi boşluktan kurtaracak,  size, hayat uçağınızı düşürmemeniz gücünü sağlayacak birini bulun.
Siz de hayat ipinizi böyle birine verin.
Herkesin ipini çekecek birisinin olması dileğimle yazımı noktalamak istiyorum.
Nusret Yılmazer