19 Kasım 2012 Pazartesi

ISI PAY ÖLÇER VE SICAK SU SORUNUNDA ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

2012 yılının Mayıs ayında bütün yöneticileri bir dert sarmıştı. 2007 yılında çıkan ‘’Enerji Verimliliği Kanunu’’ kapsamında bu yıl, Mayıs ayından başlamak üzere, merkezi sistemle ısınan binalarda ‘’ısı pay ölçer sistemine’’ geçmek zorunlu hale gelmişti.


Üstelik o güne kadar pek de duymadıkları bu sistemle ilgili gazete ve TV’ler ardı ardına yayın yapıyor ve sisteme geçmeyenlere gelecek binlerce lira cezalardan bahsediyorlardı.

Peki, bu sistem neydi, nasıl çalışıyordu?

Bu sistemin özü, binalarda enerjinin daha tasarruflu kullanılması esasına dayanan ve aslında ısınma sisteminde alınacak tedbirler ve binaya yapılacak izolasyon ile enerjiyi daha verimli kullanmak ile ısı kaybını en aza indirmeye dayanıyordu.

Az ısınanın az, çok ısınanın çok ödemesini amaçlıyordu.

Ancak binalarda ve ısınma sisteminde tedbirler alınmadan uygulamaya başlandığı için, merkezi sistemden daire aldım diye sevinip de bu sisteme geçince peteklerini kapatan orta kat sakinlerinin üstünde veya altında oturanların, özellikle son katta oturanlar ile kuzey cephede oturanların zararlı çıktığı bir sistem haline geldi.

Kanun 2007 yılında çıkmış, 2012 yılında ısı pay ölçer cihazlarını takmak zorunlu hale gelmiştir. Yine aynı kanun gereği 2017 yılında bütün binalara ‘’Enerji Kimlik Belgesi’’ almak zorunlu hale gelecektir.

Yani kanun aşama aşama uygulamaya giriyor.

Halbuki önce binalara enerji kimlik belgesi alınsa, sonra bu sisteme geçilseydi daha da faydalı olacaktı. Zira bu belgenin alınmasında binaların izolasyonundan, ısınma kazanlarına kadar her şey incelendikten sonra bu belge verilecektir. Dolaysıyla ısınmada yaşanacak olumsuzluklar baştan giderileceğinden daha adil bir ‘’pay ölçme’’ sistemi olacaktı.

Kanunu çıkaranlar, maalesef bunları dikkate almadan bu kanunun uygulanmasını sağlamışlardır. Böyle olunca da vatandaş, binalarda gerçek anlamda tasarruf sağlanmadan, bunu sağlayacak önlemler alınmadan, kanunun amacına pek uymayacak bu sistemle karşı karşıya kalmıştır.

Neler yapılabilirdi?

Binaların kazan sistemi elden geçmesi gerekirdi. 15 yıldır kullanılan sistem birçok yerde tıkanmış ve borular, petekler kireç bağlamıştır. Bunlar ısı verimine önemli ölçüde engeldir ve bunların çözülmesi gerekir. Kazanların sıcak su pompalarının bakımı veya sisteme uygun pompaların konmasının sağlanması gerekir.

Binalarımızın zaten yapılması elzem olan, temelden çatıya kadar dış izolasyonu doğru düzgün yapılmalıdır. Zira daireler, prekas aralıklarından su alırken, Emlak Bankası’nın yaptığı yanlış izolasyon sonucu, ısı kaybı yeterince sağlanamamıştır.

Isı pay Ölçer sistemi; odalarımızdaki peteklere takılan PAY ÖLÇER ve TERMOSTATLI VANA cihazları sayesinde, petekteki suyun sıcaklığı ile odanın sıcaklığını baz alarak ayarlanıyor ve kaç kalori ısı kullanıldığı hesaplanıyor.

Sonra da apartmana gelen fatura tutarının %30’u, eski sistemde olduğu gibi daire m2’sine göre dairelere dağıtılıyor. Geri kalan %70’de; bu odalardaki peteklere takılan cihazların gösterdiği toplam değer (bütün apartmandakilerin) bu %70’lik rakama bölünerek birim fiyat bulunuyor ve bu birim fiyat, bir dairedeki toplam pay ölçer cihazlarının gösterdiği rakamla çarpılarak o dairenin %70 tüketimi bulunuyor. Bu da, o dairenin %30’luk değeriyle toplanıp o dairenin ödeyeceği bedel bulunuyor.

Bu sisteme bazı değerler girmeden sistem çalışmıyor. Sistemde ise dairelerdeki kalorifer peteklerinin cinsi bile önemlidir. Zira bu cihazlar sistemi kurulurken hesaplanacak katsayılar buna göre giriliyor. Dairenin, odanın bulunduğu konuma göre ve kullanılan kalorifer peteğinin cinsine, boyutuna göre sisteme katsayılar giriliyor.

Böyle bakınca bir hayli de karmaşık gibi duran bu sistemin eksikleri, zaafları da oldukça fazladır.

Ancak bu kanun çıkmış, uygulaması zorunlu hale gelmiştir.



SİSTEME GEÇMEYENE CEZA VAR MI?

Ben, 196 Ada yönetimi adına, Kanunun sahibi olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na mail yazıp göndermeme rağmen cevap alamadım. Ancak İstanbul il müdürlüğü ile bizzat görüştüm ve resmi bir dilekçe vererek yazılı cevap istedim. Bu cevap da geldi.

Söyledikleri şu: ‘’Biz kanunu çıkardık ama uygulanması yapıldı mı diye veya neden yapmadınız diye denetim yapmıyoruz. Kimseye de ceza kesmiyoruz. Ancak komşular arasında şikayet olur da mahkemelik bir durum ortaya çıkarsa ve davayı yönetime karşı kat maliki kazanırsa o zaman, ceza mahkemeden gelir.’’

Şu ana kadar yazılmış bir ceza uygulaması yoktur.

Bütün bunlara rağmen kanuna uygun davranmak isteyenler sisteme geçmek zorundadır.



BU KANUN PENCERELERİ KAPTTIRIR

Enerji verimliliği kanununu çıkaranların esas üzerinde durması gereken; enerjinin verimli kullanılmasıdır. Kanunun amacı da böyle izah edilmiş. Ama yanlış yerden uygulanmaya geçildiği için bu amacı karşılamaktan uzak kalıyor.

Kanun bu haliyle sadece kışın çok ısınıp da, kalorifer peteğinin vanasını kapatmak yerine, penceresini açan komşulara yönelik olmasıdır. Kanun bu haliyle uygulandığında esas bu sorunu çözüyor, bu sistemde pencereler açılmıyor, vanalar kısılıyor. Başka da bir işe yaramadığı kanısındayım.

Zira odası çok ısınan komşu ’nasıl olsa bu parayı ödüyorum’ mantığıyla, yukarı katlarda üşüyenlerin olabileceğini düşünmeden ve pencereyi açtığında kendisinin de daha fazla para ödeyeceğini hesaplayamadan pencereyi açıyordu.

Ama ısı pay ölçer cihazı takıldıktan sonra artık oda sıcak olunca penceresini açmayacak, termostatlı vanasını kısacaktır. Bunun da tasarruf sağladığını savunacaktır. Ama zaten önceden de buna uysaydı, bu tasarrufu zaten sağlayacaktık. Niye fazladan daire başı ortalama 600 TL ödemek zorunda kaldık ki? Bir de on yıl boyunca, bir firmaya her ay 5 – 6 TL okuma bedeli ödeyeceğiz. Sistemin sağladığı adalet bu olmamalı diye düşünüyorum.

Madem bu kanun çeşitli aşamalardan oluşuyor, o halde ilk aşama, binalardaki ısı kayıpları tespit edilmeliydi. Isınma sistemindeki sorunlar tespit edilmeliydi ve bunları gidermeyi zorunlu hale getirecek bölüm öncelikle uygulanmalıydı.

Yani öncelikle binaların enerji kimlik belgesi çıkarılmalıydı.

Çözüm de, öncelikle bu eksiklikler tespit edilip giderilmeli, sonra da ısı pay ölçer sistemine geçilmelidir.



SICAK SU SORUNU

Bir de merkezi ısınma sisteminde sıcak suyun hesaplanması ve paylaşımı da çok önem arz etmektedir.

Bu sistemde sıcak suyu fazla kullanan komşuların mağdur olduklarını düşünüyorum. Zira her hesaplamada ‘’zarar ediyoruz’’ diyen yönetici çözümü, sıcak su fiyatlarına zam yapmakta buluyor. Veya sıcak suda m3 başına daha düşük para alıp, bunu ısınma faturasından düşmeden, gelen doğalgaz faturasını olduğu gibi kat maliklerine paylaşma yöntemini uyguluyor.

Halbuki sıcak su elde ederken önemli kayıplar yaşanıyor.. Bir defa esanjör su saatinden geçip ısınan suyun m3’ü ile, dairelerde kullanılan suyu gösteren sıcak su sayaçlarının toplamı olan su m3’ü birbirini tutmuyor. Yani 100 m3 su ısınmış ise siz bunun 70m3’ünü ancak topluyorsunuz. Buradan bir su kaybı olduğu kesin ve öncelikle bunlar bulunmalıdır.

Bir diğer etken; sıcak su sitemde dolaşıp dururken soğuyup, soğuyup yeniden ısınmasıdır. Özellikle yaz ayarlında, kaloriferin yanmadığı, doğalgazın sadece sıcak su elde etmede kullanıldığı dönemde bu daha da açığa çıkıyor. Zira sıcak su sayaçlarını okuyarak toplanan para, gelen doğalgaz ve esanjör su faturasını karşılamıyor.

Sıcak su fiyatını yüksek tutarak, bunun yükünü sadece çok sıcak su kullanana ödetmek doğru değildir. Zira sıcak suyu az da kullansa, her musluğu açtığında sıcak suyu hazır bulmanın bir maliyeti, bu konforun bir külfeti var ve bu eşit dağıtılmalıdır.

Zaten sıcak suyu çok kullanan bu maliyeti ödüyor. Ama az kullanan ve hele ayda bir m3 bile kullanmayanlar, bu konforun bedelini hiç ödemiyor durumdalar.

Öncelikle bu haksızlığın giderilmesi gerekir.

Bir defa sıcak su sayaçlarına mutlaka yeni dijital saat takılmalıdır. Zira mevcut sıcak su saatleri çok sağlıklı çalışmıyor. Bir de bu saatlerde 1m3’ün altındaki tüketimi görmek çok mümkün olmuyor.

Bu sistemin adil çalışması için her daire ortalama, en az 1m3 veya 2 m3 sıcak su kullanmış gibi hesaplanması gerekmektedir.

Ya da bu konfor maliyetini karşılayacak başka bir yol bulunmalıdır.

Sevgiyle ve saygıyla kalın.

Nusret Yılmazer

yilmazernusret@hotmail.com





13 Kasım 2012 Salı

İDAMA SARILMAK

Türkiye son zamanlarda başbakanın ağzından sürekli idamı duyar oldu. Ne diyor Sayın Başbakan; ‘’Halk idamı istiyor. İdamı yeniden getirebiliriz.’’


İyi de bu ülkede zaten idam uygulanıyordu. İdamı Kim kaldırdı?

Niye kaldırdı?

Türkiye’de idam cezası 2002 yılında savaş tehdidi ve terör suçları dışındaki suçlar, 2006’da ise tüm suçlar için 5218 sayılı yasayla kaldırılmıştır.

Neden kaldırılmıştır?

Çünkü 1984 yılından beri verilen idam cezaları mecliste onaylanmadığı için zaten infaz edilemiyordu. 1991 yılında çıkarılan bir afla 500 civarında idam cezası 10 yıl ağır hapse dönüştürülmüş, 2002 yılında çıkarılan yasayla da uygulanmamış tüm idam cezaları, ömür boyu hapse dönüştürülmüştür.

Abdullah Öcalan hakkında 1999 yılında verilen idam cezası ise; AB uyum yasaları ile kaldırılmasından dolayı ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrilmiştir.

2002 yılında iki suç dışındaki suçlardan verilen idam cezalarını, 2006 yılında ise tüm suçlarla ilgili idam cezasını kaldıran kimdi?

Yine AKP hükümeti değilmiydi?

Bugün ‘’yeniden idamı getirebiliriz’’ diyen başbakan, o zaman niye idamı kaldırmıştı, şimdi niye getirmek istiyor?

O gün Avrupa Birliği’ne girmek için çaba sarf ediyordu. Birinci önceliği hak ve özgürlükleri genişletmekti. Kendisinin ve partisinin özgürlükçü olarak tanınmasına ve bunlarla hem içerde, hem dışarıda destek toplamaya ihtiyacı vardı. Üstelik iktidardı ama henüz muktedir değildi.

Ve belki de kanunlarında idam olan bir ülkede, kendisinden önce başbakanlar asılmıştı. Bu da birçok siyasetçi gibi, hele düzene muhalif kesimden gelmiş bir iktidarın başkanını korkutuyordu.

Ne olur, ne olmaz… diye düşünüyordu.

Bugün ise iktidarının üzerinden 10 yıl geçmiş. Artık devlet aygıtının bütün kurumlarına hakim bir iktidar var. Demokrasiyi genişletmek bazında yapılan birçok çalışmaya, gelişmeye rağmen terör halen durmamış, ülkede birçok ailenin ocağına ateş düşmeye devam ediyor.

Bu da hem Kürt, hem de Türk kesiminde önemli kitlelerin tepkisine neden oluyor ve özellikle Türk kesiminde milliyetçi dalganın yükselmesine neden oluyor.

İşte Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin de yapılacağı bu süreçte, alternatifi de olmayan bir başkan adayı, bu çoğunluğa oynamanın doğru olacağını düşünüyor olabilir.

Başbakan, milliyetçi söylemleri dile getirmeye devam ederken AKP’nin kurmaylarının ve yetkililerinin sürekli Kürt açılımlarının devam edeceği yönündeki çalışmaları ve açıklamaları ise işin bir başka boyutunu gösteriyor.

Bu, BDP’nin ve PKK’nin çok da tutarlı olmayan, biraz da işi yokuşa süren tavırlarına karşı hükümetin bir taktiği gibi duruyor.

Bir nevi iyi polis, kötü polis oynanıyor.

Başbakan, açlık grevinde ölüm sınırına gelmiş insanlar için ‘’bunlar blöf yapıyor. Ölüm orucu falan yok’’ derken, diğer taraftan ‘olsa da umurumda değil’ açıklamaları yaparken, BDP’lileri muhatap kabul etmemesi, onları blöfçü, şantajcı ilan etmesi bana, başbakanın da blöf yaptığını veya diğerlerinin blöfünü gördüğünü’ düşündürüyor.

Bir ‘’blöfe’’, başka bir blöfle karşılık veriyor.

Peki, bu ne kadar doğrudur?

Tekrar baştaki soruya döneceğiz. Madem böyle düşünüyordunuz, neden idamları kaldırdınız?

Kimi veya kimleri kandırdınız?

Bugün idamı geri getirme şansınız yoktur. Diyelim ki idamı geri getirdiniz, kimleri sallandırmayı düşünüyorsunuz?

Ya da daha açık soralım. Kaç Kürdü asmayı düşünüyorsunuz?

Bugüne kadar uygulanan idam cezaları caydırıcı olmuş mudur, bir çözüm getirmiş midir?

Geldiğimiz noktaya bakarsak olumlu hiçbir katkı yapmamıştır.

Bir zamanlar girmek için çırpındığınız Avrupa Birliği heyecanınıza ne oldu?

Şimdi hangi birliğe veya topluluğa girmekten yanasınız?

Verdiğiniz örneklere bakılırsa Rusya veya Çin gibi diktatörlükten yanasınız.

Peki, bunları yaparsanız partiniz bu kadar Kürt milletvekili çıkarır mı? Partinizin gücü ne olur?

İşte ben Başbakan’ın asalım demesinden bunları düşündüm. Bu soruları çıkarttım.

Bu halk zaten adam asmayı çok seviyor. Köy kahvelerinde halkın çözümdür, ‘’Sallandıracaksın şöyle üç beş kişi, bak bakalım işler nasıl düzeliyor.’’

Demek bizim hak ve özgürlükleri genişlemekten yana olan, demokratik açılım yapan Başbakanımızın ufku köy kahvesinde oturan vatandaş kadarmış. Bugüne kadar yapılanları, bunarla birileri yaptırmış.

Blöflerden ve olumsuzluklardan vazgeçmek gerekiyor. Hükümet sorunları derinleştirmez. Sorunları çözer, çözmekle yükümlüdür.

Üstelik dünyada çok şey değişti, idamı getirseniz bile, artık idam kararları öyle çok kolay uygulanmaz.

Nusret Yılmazer



7 Kasım 2012 Çarşamba

BEYKONAKLARINDAKİ ESAS MESELE NEDİR?

Dünkü yazımda Ekrem İmamoğlu’nun basın toplantısının bir bölümünü anlatmıştım. Ana muhalefet İlçe başkanının dile getirdiği bir iki konuya kısaca değindikten sonra şu Beykonakları meselesine geleceğim.


İmamoğlu basın toplantısını bitirip de dışarı çıktığımızda 8 – 10 kişilik bir grubun Ekrem İmamoğlu ile görüşmeye geldiklerini gördük. Gruptakilerden biri, ‘’Metrobüsten şikayetçiyiz, bizi de dinleyin’’ deyince, salona geri döndük. Ve biraz önce İmamoğlu’nun basın toplantısında, ‘’Dün evimden çıkıp E 5 e ulaşamadım. Her yer tıkalıydı’’ diye başlayıp anlattığı trafik sorunu, bu gelen vatandaşların da derdiydi.

Vatandaşlar; kaldırılan 28 nolu (Beylikdüzü – Avcıalr) otobüslerinin yükünün, 76 nolu otobüslere (Beylikdüzü – Bakırköy) bindiğini, ama bunların sayısının artırılmadığından şikayetçiydiler.

‘’Efendim Yusuf Uzun Fatih üniversitesine otobüs koyuyor, bunlar 4 yolcuyla gidip geliyor. Bizler Bakırköy’e giderken bir saatte bir, son duraktan dolu gelen otobüslerde üs üste gidiyoruz. Biz katlı otobüsleri geri istiyoruz. Biz metrobüse de binemiyoruz. Zira orada da üst üste gidiyoruz. Üstelik Avcılar’da aktarma yapmak zorundasınız. Biz doğru düzgün ve rahat binmek istiyoruz otobüslerimize.’’

Önce Başkanı ile görüşmek için Belediyeye gitmişler. Başkan yokmuş, Özel kalem Müdürü dışarı çıkmış. Onlar da dertlerini ‘’sekreter’’e anlatmışlar. ‘’Orada muhatap bulamayınca, ana muhalefete’’ gelmişler.

Ekrem İmamoğlu da konuşmasında; ‘’Ben diyorum ki, bu metrobüs çalışması sayesinde, özellikle Avcılar Beylikdüzü arasında yıllardır bakımsız olan E 5’e bakım yapılmıştır. Metrobüs bu işe yaramıştır. Yoksa trafik sorununu kalıcı bir şekilde çözemez. Bu sorun doğru düzgün yapılmış metro ile çözülür. Buna da acilen başlanmalıdır’’ demişti.

‘’Bugün Beylikdüzü’nün içinde bile rahat dolaşamıyorsanız, E 5’e çıkmakta bu kadar zorlanıyorsanız bu kötüdür. Ama bu Beylikdüzü’nün daha iyi zamanlarıdır. Yarın neler yaşanacak bir de onu siz düşünün. Daha henüz Beylükdüzü’nde yapılaşma tamamlanmadı. Halen bazı özel arsalara, yoğunlaşmayı artıracak şekilde imar planı düzenlemesi yapılmak isteniyor. Biz de buna karşı çıkıyoruz’’ dedi.



BEYKONAKLARI MESELESİ

CHP Beylikdüzü İlçe Başkanı İmamoğlu konuşmasının sonunda, son zamanlarda bazı gazetelerde çıkan, babasının yaptığı ve kendisinin de ortakları arasında bulunduğu ve halen orada oturduğu Beykonakları sitesinde yaşanan sorunla ilgili de açıklama yaptı.

‘’Burada bir kişi ısrarla şikayetçi oluyor. İçişleri Bakanlığı soruşturmaya gerek olmadığı’’ yönünde karar verdi. Ancak bu kişi Danıştay’a başvurdu ve inceleme istedi. Şimdi de bu inceleme yapılıyor. Ama sanki ben burayı yeni yapmışım gibi tekrar tekrar gündeme taşınıyor.’’

Beykonakları 2005 yılında İskanı alınmış bir sitedir. Bugün yeni yapılmış bir site değildir. Burada çıkan haberler özellikle, 2014 yerel seçimleri gözetilerek yayınlanması istenen haberlerdir.

Şikayetçi olan kişi Ekrem İmamoğlu’nun akrabasıdır ve denetçi şirketin sahibidir. Yani iskan alınırken belgelerde imzası olan kişidir. Bu kişinin araksında duran ise; geçen dönemde basına yansıyan demeçlerinden bildiğimiz, geçen dönem CHP’den belediye başkanı aday adayı olan biridir. Şimdi Beykonakları üzerinden, ‘’bütün Beylikdüzü’nün çıkarını korunmak isteniyor’’ gibi bir görüntü verilmek isteniyor.

Bunun böyle olmadığını bilmeyen birileri belki vardır.

Ama adama sorarlar elbette, bunun Beylikdüzü’nde başka örnekleri yok mu?

Kamu burada ne kaybetmiştir?

Beykonakları Atatürk Bulvarı üzerinde kurulmuş bir sitedir. Bu Atatürk Bulvarı, daha Beylikdüzü’nün girişinden itibaren başlar. Ve bu yolun iki tarafında 15 metrelik yeşil bant olması gerekir.

Peki, daha Atatürk Bulvarı’nın başında, bu 15 metrelik bantta güller söküldü. Hem de belediyenin eliyle. Bunun yerine otopark yapıldı.

Niçin?

‘’Orada yapılan iş merkezi iş yapsın’’ diye.

Beykonakları’ndan sonra bu 15 metrelik yeşil bant tümden yok oldu. Burada yapılan okulun bahçesine katıldı.

Peki, bu yolun sağı ve solu arasındaki simetri bozuldu mu? Bozuldu. Yeşil tümden yok oldu mu? Oldu.

Peki, bu konuda yazı yazanlar, yazdıranlar neredeler?

Hiç değilse Beykonakları’nın çevirdiği alanda kalan yer yeşil olarak durmaktadır.

Evet burada 60 konut maliki bir ölçüde mağdur gibi gözüküyor. Ama Ekrem İmamoğlu, ‘’bu sitenin hem arka taraftaki, hem de yan taraftaki yolda arsa alacağı var. Şimdi site sakinleri bunun peşindeler’’ dedi.

Yani belediyenin yolu da her iki tarafta, bu sitenin arsasını işgal etmiştir.

Önceki gün Ali Tarakçı’nın yazısında dediği gibi ‘’buradan kimseye belediye başkan adaylığı çıkmaz.’’

Unutmamak gerekir ki; kişisel çıkarlar için birine vurmaya kalkışıp da bunu kamu menfaati gibi sunmak, sunana da zarar verir.

Nusret yılmazer

















6 Kasım 2012 Salı

EKREM İMAMOĞLU NE DEDİ?

CHP Beylikdüzü İlçe Başkanı Ekrem İmamoğlu Pazartesi günü bir basın toplantısı yaptı. Toplantının konusu ‘’Beylikdüzü’nün son dört yılının değerlendirilmesi’’ idi. Beni de davet ettikleri için toplantıya katıldım.


Ekrem İmamoğlu ilk, ‘’Belediye nedir?’’ Sorusuyla başladı konuşmasına.

‘’Belediye, Şehri emindir, Şehrin emanet edildiği kişidir’’ dedi.

‘’İşte biz bu dört yılı yanlış bir kişiye emanet ettik. Bu kentin dört yılı boşa geçmiştir. Hatta boşa geçse iyi, yani bu kent, dört yıl önceki konumda olsa, buna sevineceğiz. Beylikdüzü dört yıl önceki konumdan daha kötü bir durumdadır’’ dedi.

Bunu da bugün yaşanan sorunlara atıfta bulunarak örnekledi.

Mesela, ‘’dört yıl önce, üç ayrı belde belediyesinin birleşmesinden dolayı toplamda 60 milyon borcu vardı Beylikdüzü’nün. Ama bugün Beylikdüzü’nde çok önemli bir yatırım olmamasına rağmen bu borç 120 milyonu aşmıştır. Onun için diyoruz ki, Beylikdüzü bu süreçte kaybetmiştir, kazanmamıştır.’’

‘’Peki bu süreçte hiçbir şey yapılmamış mıdır’’ diye soran İmamoğlu, ‘’inanın iyi bir şey yapıldığına inansak, bunu hiç rahatsızlık duymadan burada söylerdik. Ama biz çok da iyi yapılan bir şey göremiyoruz’’ dedi.

Belki gelecek soruları gördü ve bu sorular gelmeden kendisi, gelmesi muhtemel sorulara da cevap verdi.

‘’Diyeceksiniz ki bak Kültür Merkezi açıldı. Bu kötü müdür?

Elbette bu kötü bir şey değil ama bu kültür merkezi 7 yıldır yapılıyor. Önceki belediye başkanı döneminde yapımına başlanan ve açılışı yapılan kültür merkezi bu belediye yönetimi döneminde yeniden ihale edildi. Bağışlar bulundu ve 7 yıl sonra açılışı yapıldı. Şimdi bu başarımıdır?

Bu yaşananlar güzel bir şey midir? Burada yapılan bağışların ne olduğu da ayrı bir kondur. Onun için biz bunu iyi olarak değerlendiremiyoruz.’’

‘’Belediyenin bir etkinlik alanı var. Burayı kültür etkinlik alanı diye tanımlıyor. Burada ramazan etkinlikleri yapılıyor ve ramazan etkinlikleri bu belediyenin kültür faaliyeti olarak sunuluyor. Halbuki bir başında kokoreççi, diğer başında dönercinin konuşlandığı ve bunların satış yapmasına yönelik bir etkinlik kültür etkinliği olmamalıdır.’’

‘’Bunlar ellerlini nereye atıysa kuruttular’’ diyen İmamoğlu, Büyükşehir Belediyesinin yayınladığı kalın kitapçığın, sportif yatırımların grafiğini gösteren sayfayı açarak basın mensuplarına gösterdi ve ‘’bakın buradaki grafikte de görüldüğü gibi, Bu listede en az yatırımı alan bölgelerden biri 20 bin nüfuslu Şile, diğeri de 250 bin nüfuslu Beylikdüzü’dür’’ dedi.

Ekrem İmamoğlu, ‘’Beylikdüzü Belediyesinin Çorba evleri açarak bol, bol çorba dağıttığını ve hizmetten bunu anladıklarının’’ altını çizdi.

Konuşmasında daha önce Ali Tarakçının köşesinde yazdığı ve basın toplantısında da sorduğu; ‘belediye taşeron firmaların çalışanları da olsa, Beylikdüzü’ne hizmet eden işçilerin maaşlarını ödeyemiyor. Başkan da belediye meclisinden borçlanma yetkisi istedi ve siz buna karşı çıktınız. Belki bu yetkiyi alsaydı o insanların borcu ödenecekti. Siz niye buna karşı çıktınız?’’

Bu soruya Ekrem İmamoğlu’nun yanıtı şöyle oldu.

‘’Bir belediye düşünün ki meclisin büyük çoğunluğu muhalefetin elinde. Ama Belediye başkanı bu muhalefete bilgi vermiyor. Bu kentin eksikleri, yapılmak istenen faydalı işler hakkında hiçbir bilgi verilmiyor. Üstelik bizim talebimize rağmen verilmiyor. Sizden her şeyi saklıyorlar. Meclis gündemi ise; eğer pazartesi meclis oturumu yapılacaksa, gündem size Cuma günü akşam veriliyor. Siz bunu Cumartesi meclis üyelerinize yetiştireceksiniz ve bilgi sahibi olup, pazartesi mecliste konuşulacak. Biz de pazartesi meclise gidiyoruz ve bu borçlanma yetkisi talebiyle karşılaşıyoruz.

Bu işler böyle yürütülüyorsa, bunu yapan CHP’li belediye de olsa ona borçlanma yetkisi verilmemelidir.’’

Beylikdüzü’nde çok önemli bir proje vardı. Hani bir milyon m2 nin üzerinde bir yeşil alan, yaşam merkezi olacak bir ‘’Yeşilvadi’’ projesi vardı. Ne oldu?

Bir bölümüne ha bire bina yapıyorlar, Öğretmenevi, huzurevi, bilmem ne evi ve buz pisti yapıyorlar. Bir bölümüne Osmanlı bahçesi adı altında binlerce m3 toprak dökülüyor, henüz ne olacağını kimse bilmiyor. Halbuki bu proje iyi değerlendirilseydi, Beylikdüzü için çok güzel bir yaşam alanı ortaya çıkacaktır. Belki kentin akciğeri olacaktı.’’

‘’Beylikdüzü Belediyesinin Web sitesi, bir zamanlar bilbordlar, Beylikdüzü Hastanesi reklamlarıyla doluydu. Ne oldu? Hani ilk önce Adnan kahveci Mahallesi’ne yapılacak dediydiler, sonra Büyükçekmece olarak yeri değişti. Şimdi hastaneden hiç bahseden yok.

Anadolu’da 250 bin nüfuslu bir kentte 4 – 5 hastane var. Beylikdüzü’nde bir tane bile yok.

Bu halk sürekli olarak kandırılıyor. Bu hizmetler belki bir gün gelecek ama geç gelen hizmet, hizmet değildir.’’

Gürpınar’a gelmesi planlanan ve 300 bin m2 deniz dolgusu ile yapılacak Balık hal’ine de değinen İmamoğlu, ‘’Bu balık hali, zaten kilitlenmiş olan Beylikdüzü trafiğine çok önemli bir yük daha bindirecektir. Bu Beylikdüzü’nün çıkarına değildir. Zaten balık halinin illaki de deniz kenarına yapılması şart değildir. Çünkü hem balıklar hale denizyoluyla değil, karayoluyla geliyor, hem de dağıtımı karayoluyla yapılıyor. Bu yanlış bir uygulamadır. Biz bunu bu belediye yönetimine anlatıyoruz ama bize, ‘ bu sorun Büyükşehir Belediyesine aittir, balık halini onlar yapıyor’ diyorlar. Yani bu yönetim kentle bu kadar ilgilidir’’ dedi.

Bugün bu yazı fazla uzadı. Basın toplantısının bazı önemli bölümlerini ve Beykonakları meselesine yarınki yazımda değineceğim.

Nusret Yılmazer









4 Kasım 2012 Pazar

AÇLIK GREVLERİ – İŞ, İŞTEN GEÇMEDEN

Hapishanelerde 680 civarında KCK tutuklusu açlık grevi başlattı. Talepleri ‘’anadilde eğitim hakkının verilmesi, kendi dillerinde savunma hakkı tanınması, Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması’’ gibi talepler.


Bu konu üzerine basında çok şey yazıldı. Bugün açlık grevlerinde 54 gün geride kalıyor. Yani insan yaşamında geri dönülmez noktaya gelinmiştir.

Bu saatten sonra ölüm orucu üzerine ahkam kesmek kimseye bir şey kazandırmaz. Bir an önce bu sorun çözülmeli, ölümler önlenmeli, sonra tartışmaya gidilmelidir.

Her ölüm orucuna yatanın talebi yerine getirilir mi, herkes hakkını ölüm orucuna gidilmesi yöntemi ile dile getirirse ne olur?

Elbette bunlar tartışılmalı. Ama bugün, içerdeki yüzlerce insanın canını kurtardıktan sonra tartışalım. Bu ölüm oruçları Türkiye’nin Kürt yarasını daha da derinleştirir. Bu yaranın iyileşmesine katkı sunmaz.

Hiç kimse ölüm orucunu savunmamalı. Elbette burada Kürt siyasetçilerin eksikleri ve yanlışları vardır. Ancak son zamanlarda siyasi iktidar ve özellikle Başbakan Erdoğan bunlara karşı öylesine sert tepkiler veriyor ki, bunlar da sıkışan kedi misali aslan kesilmekten başka bir yol bulamıyor gibiler.

Bu konuda birçok insan ve sanatçı, sorunun hemen çözümü için girişimlerde bulunuyor. Hükümet bu kişilerle görüşüyor ve yumuşama eğilimi içinde. Hatta bu girişimler Başbakanı bile yumuşatmış gibi geliyor bana.

Siyaset ölüm orucu yöntemiyle yapılmamalı. Bu tamam ama bir ülkenin başbakanı da hukuka bu kadar müdahale etmemeli.

Edince ne oluyor?

İnsanlar çaresiz yaşamları üzerine siyaset yapıyor. Tek yolun öldürmek değil, ölmek de olduğunu gösteriyor.

Başbakan bu konuda neler söyledi bir hatırlayalım.

‘’Yargıya talimat verdik.’’ Abdullah Öcalan avukatlarıyla görüşsün ama avukatlarıyla görüşmesi hele bir kenarda dursun:’’

Hangi demokratik ülkede başbakan bunları söyler. Hukuki konularda bu kadar kesin, bu kadar belirleyici konuşur, taraf olur?

Bir ülkede başbakan herhangi bir hukuki konuda, bu kadar taraf olursa, siyasi irade adına sorunları kim, nasıl çözer?

Bir başbakan yargıya talimat verdik diyebilir mi, diyebilmeli mi? Biz onu avukatlarıyla görüştürmeyiz diyebilmeli mi?

Bunlar gerçekten hukuk devletinin olmadığını, her şeyin bir kişinin iki dudağı arasında olduğunu gösteren tavırlardır.

Ve ancak diktatörlüklerde olur böyle şeyler.

Haklı olarak Ahmet Altan soruyor ‘’Ne farkı var bunu söyleyen asker diktatörle, darbeci generalle, bu başbakan’ın tavrı arasında.’’

İnsanları ölüme ve öldürmeye doğru çaresiz bırakmayalım. Biz çözümü olmalı. İnsanı ölümden vazgeçirecek samimiyetle davranmalı ve bir an önce insanların güvenini kazanmalıyız.

Muhalefet de buna katkı sunmalı. Sadece iktidarın bu tavrını eleştirmekle yetinilmemeli. Önerilerde bulunulmalı, arabulucu olunmalıdır.

Yoksa ölümün hiçbir türlüsü bize hayır getirmez.

Hak ve özgürlükler adına öldürmek kadar bu uğurda ölmek de kötüdür. Ve kimse buna kayıtsız kalmamalıdır.

Bu ülkede, bir şeyler uğruna ölen herkese eşit sahip çıkılmalıdır. Birileri bu ülkede yaşayan bir kesimi asli unsur, geri kalanını diğerleri olarak görmekten vazgeçmelidir.

Bu bakışı sağlayamazsak daha çok ölüm olur.

Ve hele Diyarbakır Emniyet Müdürü’nün dediği gibi, ‘’dağda ölene de ağlayamıyorsak, insan değiliz’’i içimize dahi sığdıramıyorsak, nasıl insan olduğumuzu iddia edebiliriz ki?

İnsan olmak acıya duyarlı olmayı gerektirir.

Zaten oldukça geç kalındı bu konuda, artık hemen aklımızı başımıza alıp insan olmaya, hissetmeye çalışmalıyız.

Yoksa yarın her şey için çok geç olacak.

Nusret Yılmazer