30 Haziran 2013 Pazar

YARIN DEĞİL, HEMEN. DAHA ÇOK DEMOKRASİ, DAHA ÇOK ÖZGÜRLÜK

Türkiye'nin son on yılda demokrasi alanında önemli adımlar attığını biliyoruz. AKP hükümetinden başka bir partinin de bunları yapabilmesi oldukça zordu. Gelecekte daha iyi şeyler yapılacağı konusunda oldukça iyimser bir hava hakimdi. Ancak Gezi olayları dolaysıyla yaşananlar ve özellikle Başbakan Erdoğan'ın bu olaylar vesilesiyle kullandığı dil bu iyimser havayı dağıttı. Dağıtmaktan da öte önemli bir kesimi karamsarlığa itti. Hele AKP içinde, kullanılan bu dilin yanlışlığını bilinmesine rağmen eleştirilmemesi bu karamsarlığı daha da artırdı. Çünkü insanlar ''bu zihniyet mi demokrasi getirecek'' diye düşünmeden edemedi.


Bir defa Başbakan sürekli ötekileştiren bir dil kullandı. Gezi olayları süresince biz ve onlar kavramını o kadar çok kullandı ki ülke resmen ikiye bölündü. Bir de sürekli azınlığın çoğunluğa tahakkümünü dile getirdi. Bir defa, AKP %50 oy almış olsa bile sandığa giden kesimden %50 oy almıştır. Yani ülkenin gerçek %50 si değildir. Dolaysıyla ülke anlamında bir çoğunluktan söz etmek mümkün değildir. Zaten asıl mesele de bu değildir. %60 gibi çoğunluk iktidarı olsa bile azınlığa karşı demokrat olabilme, onların da başbakanı, hükümeti olabilmek önemlidir. Yoksa çoğunluğun azınlığa tahakkümü hoş görülür bir düşünce doğru olamaz. Başbakan sürekli azınlığın çoğunluğa baskısını dile getirince sanki bu tersi doğruymuş gibi bir anlam çıkıyor. Bu anlam çıkmasa bile kullanılan üslupla bu perçinleşiyor.

Bir de hükümetin yaptığı uygulamalara eleştiri getirenlere, yapılan eleştirileri destekleyenlere yönelik öyle küçültücü bir dil kullanıyor ki, bu dil de hem çok incitici, hem kırıcı ve hem de bölücülük içeriyor. (sözüm ona sanatçı, sözüm ona gazeteci, sözüm ona iş adamı, sözüm ona akademisyen, sözüm ona aydın vs.) İşte bu dilin de katkısıyla Taksim'de, bugüne kadar küçültülen, aşağılanan tüm kesimler bir araya gelebildiler.

Hiç kuşku yok ki son on yılda yapılan çok sayıda iyi işler var. Bunun için ben de ''yetmez ama evet'' diyenlerdenim. Ülkemin demokrasi alanında ileriye gitmesini istiyorum. Bu konuda atılacak her adımı da desteklerim. Ama bu iyi işler bıçak kemiğe dayanmadan, iktidar kendini zorunlu hissetmeden yapılsın. Yoksa olumsuz algılar oluşmaya başlayınca yapılanın da çok fazla önemi anlaşılmıyor. AKP de tam demokrasiden, daha çok özgürlükten yana olduğunu bir an önce göstermelidir.

İktidarın Suriye politikası ayrı bir sorun olarak karşımızda duruyor. Hükümetimiz Esed'e açıkça cephe almış ve muhalifleri her türlü destekliyor. Erdoğan'ın üslubuna kızanlar, eleştirip Esed ile kıyaslayanlar fena halde azarlanıyor, küfürlerle anılıyor. Bu konu sosyal medyada da oldukça geniş yer alıyor. İyi de Türkiye Cumhuriyeti hükümeti bir zamanlar uygulamaya çalıştığı ''tüm komşularla sıfır politika'' doğrultusunda bu Esed ile sarmaş dolaştı. Esed bunlara ne yaptı da birden bire kötü adam ilan edildi. Esed'in muhalifleri silahlandırıldı. Uluslararası ilişkilerde resmen Esed'i indirmek için başrol oynandı. Herkes bilmektedir ki Esed sadece kendi muhalifleri ile uğraşmıyor. Çok uluslu silahlı güçlerle uğraşıyor. Karşılıklı olarak silahlar, bombalar patlatılıyor. Bu savaşta on binlerce insan ölüyor. Ölenlerden sadece Esed mi sorumludur? Bizim payımız nedir acaba? Dünyanın payı nedir acaba.

Elbette Türkiye'de insanların durumu halen çok parlak değilken Suriye'den gelenlere bu kadar bütçe ayrılması da bu ülke insanı için ayrı bir sorun teşkil ediyor.

BizdeSurieye'dekine benzer bir durum olsaydı kaç kişi ölürdü acaba? Bir küçük Taksim direnişinde neler oldu hep beraber yaşadık. Hiçbir ülke resmen direnişçileri desteklemedi. Ama biz uluslararası komplo olarak, faiz lobisi olarak Soroz'cuların oyunu olarak ilan ettik dünyaya.

Bütün bunları Esed'i desteklemek için yazmıyorum. Biraz da kendimizi görelim diye yazıyorum. Kıyaslama yapacaksak daha adil olalım diye yazıyorum. Unutulmamalı ki Esed orada can derdine düşmüş, bombalar ve bombacıları kapısına kadar dayanmış bir siyasetçidir. Hani Esed'i devirmek için halk yürüyüş falan yapmıyor. Ele geçirse asacaklar. Ve bütün bunlar sadece Suriye halkı tarafından yapılmıyyor.İşte Esed'in içinde bulunduğu koşul budur.

Bizde demokrasi alanında birtakım gelişmeler yaşandı dedik. Ama demokratikleşme de öyle kolay gelmiyor. 11 yıldır iktidarda olan AKP, en çok mağdur olduğu 35. maddeyi kaldırmak için daha yeni harekete geçiyor. Başbakan en çok dile getirdiği ''başörtülülerin mağduriyeti''ile ilgili yasal olarak hiç bir şey yapılmıyor. Ama bunlar siyasi arenada bol bol kullanılıyor.

12 Eylül anayasasından şikayet edilip duruluyor. Eleştiriliyor ama anayasanın değişmesi, değişene kadar acilen değiştirilmesi gereken maddelerle ilgili yıllardır bir şey yapılmadı. Siyasi partiler kanunu, seçim kanunu, Alevilerle ilgili değişimler, Kürtlerle ilgili değişimler ha bire bekletiliyor. Bazı zorlamalar olmasa belki daha on yıl böyle süründürülecek. Çözüm süreci denilen açılımlar halkın gözü önünde, şeffaf bir şekilde yapılmıyor. Bu ülkede her şey üstü kapalı olarak yapılıyor. Süreç uzadıkça uzuyor. Yarın burada da bir olumsuzluk yaşansa kimse neden niçin olduğunu bilmeyecek. Ve iktidar bugüne kadar olduğu gibi yine birilerini suçlu ilan edecek. İşte bütün bunlar da eleştiri olarak, kuşku olarak, olumsuz algı olarak ortaya çıkıyor.

Yapılan ve yapılacak iyileştirmeler belki daha önce yapılsaydı AKP bu kadar çok eleştiri almayacaktı. AKP hakkında bu algı oluşmayacaktı.

Bazı şeyleri zamanında yapmak önemlidir. AKP hakkında bu algı oluşmayabilir, bu kadar eleştiri yapılmayabilirdi.Her eleştiri yapana düşman gözüyle bakarsak sadece düşmanlarımızı çoğaltırız.

Biz kimseyle düşman olmak istemiyoruz. Hele kendi hükümetimizle düşman olmak aklımızdan bile geçmez. Ama eleştiri hakkımızı kullandığımız için de düşman ilan edilmek hoşumuza gitmiyor. İstediğimiz demokrasi zaten budur. Buna ne kadar hazır olduğunuz, ne kadar demokrasi istediğinizle doğrudan bağlantılıdır.

Biz Hükümeti eleştiren gazetecilerin, başbakanın talimatıyla gazetelerinden kovulduğu bir ülkede yaşıyoruz.Eleştiri yapan işadamının, üniversite hocasının, sanatçının nasıl kötü adam ilan edildiğini gördük. Her eleştiri getiren ede gözdağı verir gibi ''istersen parti kur da siyasete gir'' dendiğini de gördük. Siyasette dinin nasıl kullanıldığını, doğru olmayan bilgi ve belgelerle, bizatihi başbakan tarafından halkın nasıl dolduruluşa getirildiğini de gördük.

Bütün bu olumsuzluklar olmasın diye çabalıyoruz. Daha çok demokrasi, daha çok hoşgörü istiyoruz. Başbakanın kafası kızınca kesintiye uğrayan bir demokrasi istemiyoruz. Tek kişinin yönettiği bir demokrasi olmaz. Ve o tek kişinin eleştirilemediği demokrasi hiç olmaz.

Demokrasi, demokrasi demekle gelmiyor demokrasi. Demokrasi yasal güvence ve pratikte uygulama gerektiriyor. Elbette daha çok demokrasi, daha çok özgürlükten yana olmak gerekir.

16 Haziran 2013 Pazar

MİLLİ İRADEYE SAYGI MİTİNGLERİ ÜLKEYİ 'TAKSİM' EDİYOR

Taksim Gezi Parkı'ndaki tepki ve direniş, ülke siyasetine ve toplumsal duruma dünya çapında damgasını vurdu. Hiç kuşku yok ki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın sert tavrı bu tepkinin bu hale gelmesinde önemli ölçüde etkili olmuştur. Başbakanla birlikte bu ülkedeki herkes bilmektedir ki Gezi direnişi sadece bir kaç ağacın kesilmesine gösterilen tepkiden ibaret değildir. Bu toplumsal ve sosyal bir tepkidir.


Ama bu tespiti yapanlara sayın Başbakan fena halde kızıyor.

İyi de Başbakan kızınca bu gerçek değişmiyor.

Önce Başbakan bu gerçeği görmeliydi. Görmeli ve 'bu tepki gösteren gençler de benim gençliğim' demeliydi. Başbakan, bunları anlamaya çalışıp 'endişelerini gidermeye çalışayım' tavrını hiç göstermedi.

peki ne yaptı Başbakan?

''Asarım, keserim'' dedi. ''Bana başkaldıranı ezerim'' dedi. ''Benim taraftarım sizden çok fazla'' dedi. ''Ben onları sizin üzerinize salarsam fena olursunuz'' dedi.

Önce bu halkın gösterdiği tepkiyi bile görmek istemedi. ''Dış güçlerin oyunu'' olarak gördü. ''Elimizde belgeler var'' dedi ama belgeleri göstermedi. Dolmabahçe Camisi'ne sığınanlar için, 'içki içtiler'' dedi. Tutmadı. İmama ''zorla tersini söylettiler'' dedi. İmam yalanladı, anlaşıldı ki baskıyı iktidar yapıyor.

Burada bunları tek tek yazmayayım ama hep doğru olmayan ve diğer tarafı kışkırtıcı söylemlere sarıldılar ama gerçeğin öyle olmadığı kısa sürede anlaşıldı.

Şimdi de ''Milli İradeye Saygı'' adı altında Türkiye'de mitingler yapılıyor. Bu da diğer yapılan ve söylenenler kadar yanlıştır. Resmen ülkeyi bölmektir. Bizimkiler ve ötekiler bundan daha iyi nasıl gösterilir? Hangi iktidar halkı böylesine bölmek ister? Bu bölünme kimin işine yarar?

Tepkisini gösteren vatandaşlar için ''Milli irade hırsızları'' diyor ve bunların ''8 ay sonra cevabını alacaklarını'' söylüyor.

Kimse iktidara veya Başbakan'a 'sen oyların çoğunu alamazsın' demiyor. Zaten çoğunlukla gelen iktidarsın. Ama bu tepkiler 'sana oy vermeyen diğer %50'ye baskı yapıyorsun ve bu direnişin, onun tepkisi'' olduğunu gösteriyor.

Halen geçmişte ''inançlı kesime baskı yapıldığını'' söylüyorsun. Şimdiki uygulamarla, yapılan ve söylenenlerle diğer toplum kesimine baskı yapıldığı görülüyor.

Sizlere baskı yapıldığında, sizler sokağa çıkmamış olabilirsiniz. Bugün insanlar tepkilerini gösteriyorsa, sokağa çıkıyorsa suçlu sayılmamalılar. Bunun için suçlu aramak doğru değildir. Suçluyu dışarıda aramak hiç doğru değildir.

Başbakan Kazlıçeşme mitinginde Tencere tava çalanlara sesleniyor; (Yuhh sesleri arasında) ''tencere tavayı gece yarısı çalacağınıza gelin buradan çalın'' diyor. Yani o kitleyi miting alanında savaşa davet eder gibi bir durum ortaya çıkıyor. Bence Başbakan çok da sağlıklı düşünmeden bazı sözleri söylüyor. Apartmanlara, balkonlara asılan bayraklardan bir rahatsızlık var gibi. Mitingde buna da gönderme yapıldı. ''Bayrakları balkonlarınıza asın. Bu bayraklarla gereken cevabı verin'' dedi. Yani beğenmediği sokak diline, yine sokak diliyle cevap veriyor.

19 günlük direniş için ''Azınlığın çoğunluğa baskısını geri getirmek içindi bu gösteri ve direnişler'' dedi. Bunlar eski korkulardan yararlanmanın söylemleri ve mağduru oynamaya yönelik söylemlerdir. Ama artık hiçbir gerçekliği kalmamıştır.

DİSK -KESK -TMMOB- Türk Tabipler Birliği ve Türkiye Diş Hekimleri Odası GEZİ parkı direnişçilerine yapılan baskıları protesto içi Pazartesi günü genel greve gitti.. Bunlar da mı işbirlikçi? Bunları nasıl nitelemek gerekiyor. Bu ülkede hükümetin yaptıklarına karşı çıkan herkes vatan haini ve düşman ise vay bu ülkenin haline.

Şu anda sadece Başbakanın dediklerini seslendirenler, buna inananlar vatan sever ve ülkenin gerçek halkı ise bu ülke zaten bölünmüş demektir. Sadece çıkacak bir iç savaşla bu kesinleşmiş olur. Bu izlenimden önce ülkeyi yönetenler kaçınmalıdır.

Bu ülkede çoğunluğun oyunu almış bir siyasi parti iktidarda diye diğer %50 lik kesim itirazlarını, eleştirilerini ve buna yönelik tepki ve protestolarını yapamayacak mı? Demokrasi bu rejimin adı mı?

Azınlığın çoğunluğa baskısı kötü de, çoğunluğun azınlığa baskısı iyimidir?

Başbakan; 'Kimse kimseye yaşam biçimi dayatamaz'' diyor. Ama bu çoğunluk iktidarı diğer %50'ye neden kendi belirlediği yaşamı dayatmak istiyor? ''Biz yapıyoruz siz de kuzu kuzu uyacaksınız'' diyor?

Bir ülkenin başbakanı, bütün bu olanları ''dış güçlerin oyunu'' olarak görüyorsa, neden buna çanak tutan konuşmalar yapıyor?

Neden onların verdiği mesajları almak, onlara yaklaşım göstermek istemiyor da, onların kendisinin dediklerini kabul etmelerini istiyor? Zira göstericilerin temsilcileriyle görüşmüş olması onları ciddiye aldığını, onları anladığını göstermiyor. Onları hoş görmediği ve kabullenmediği her halinden ve sözünden belli oluyor.

Elbette bu ülkede terör estirmek isteyen gruplar vardır. Hiç kimse de bunlara destek vermiyor zaten. Bunlar günlerdir tepkilerini ortaya koyan GEZİ direnişçilerini suçlamak için bahane olmamalıdır. Aklı başında hiç kimse terörden, kavgadan yana olmaz. Ama devlet de her protesto ve eleştiriye gazla copla gitmemelidir.

Polis Taksim'i, GEZİ'yi boşalttı ama Başbakan'ın Kazlıçeşme konuşmasından sonra İstanbul'un bütün ilçelerinde binlerce halk sokağa döküldü. ''Her yer Taksim, her yer direniş'' diye sloganlarla yürüyorlar.Taksim'i polisten duvar yaparak koruyabilirsin ama bütün ülkeyi nasıl koruyacaksın? Bu böyle devam ederse AKP'nin oyları düşecek elbet. fakat bu ülke 8 ayı sabırla geçirir mi, başka olumsuzluklar yaşanır mı diye düşünmemek mümkün değil.

Unutulmasın ki; bir iktidar, kendi gibi düşünmeyen halkına karşı her türlü anormal muameleyi uygularsa, o iktidarın meşruluğu biter. Hiçbir iktidarın "ben seçimle geldim, muhalifleri yaşatmam" deme özgürlüğü yoktur. Her baskıya uğrayan kitle bir şekilde kendini savunur. Bu daha da ileri giderse farklı sonuçlar yaşanır. Canına kastedilen insanlara meşru müdafaa hakkı doğar. Bunun adı literatürde iç savaştır. Bunu da güçlü, güçsüz hiçbir iktidar istemez, istememelidir.

Ülkeyi huzura kavuşturacak olan iktidardır. Hoşgörüyü gösterecek ve sorunları anlayıp çözecek de siyasi iktidardır. Bunu anlamak, bilmek görmek bu kadar zormudur?

Nusret Yılmazer

14 Haziran 2013 Cuma

GEZİ OLAYLARI BİTECEK AMA UMARIM BİR DAHA YAŞANMAK DURUMUNDA KALINMAZ

Taksim Gezi Parkı eyleminde sona yaklaşılıyor. Başbakan'ın eylemcilerin temsilcileriyle ve çeşitli sanatçılarla görüşmeye başlaması, sorunun konuşulmaya başlaması elbette çözümü sağlayacaktır.


Bu arada ilgili, ilgisiz kişi ve sanatçılarla görüşmeler de yapıldı. Mesela Necati Şaşmaz, namı değer Polat Alemdar ile niçin görüşüldü? Şaşmaz'ın hangi kitlenin temsilcisi olduğu ve Taksimdekileri nasıl temsil ettiği pek anlaşılamadı. Belki hükümet, 'bakın böyle sanatçılar da var. Sanatçıların hepsi Gezi direnişini desteklemiyor' mesajını vermek istedi.

Kurtlar Vadisi dizisinde sürekli savaş ve terör görüntüsü çeken Necati Şaşamaz Başbakan Erdoğan ile görüşmesinden sonra oldukça yumuşak ve anti eylemci bir tavır sergiledi. Gezi direnişi nedeniyle yaşananlar için ''bu bize yakışmadı. Bize nazar değdi'' gibi değerlendirmeler yaptı.

Başbakan'ın 14 Haziran'ın ilk saatlerinde görüştüğü Gezi direnişi temsilcileri ve sanatçılardan Halit Ergenç, Mahsun Kırmızıgül, Nebil Özgentürk, Ali Sunal, Yavuz Bingöl, Sertap erener, Ceyda Düvenci,Sunay AKın ve daha birçok sanatçının katıldığı görüşme oldukça olumlu geçmişe benziyor. Bu görüşmeden sonra hem Hüseyin Çelik'in yaptığı açıklama, hem de Halit Ergenç'in yaptığı açıklama oldukça ümit verici.

Bir defa Başbakan'ın çok kızdığı mahkeme süreci beklenecek. Mahkeme Topçu Kışlası yapılmasını iptal ederse zaten sorun olmayacak. Hükümet bu karara uyacak. Elbette burada sorunlar var. Çünkü mahkemenin yürütmeyi durdurma kararına hükümet itiraz etmiş. Üst mahkemelerde görüşülecek. Ama burada hükümetin yargıya baskı yapmasından endişe ediliyor.

Yargı hükümet tezi doğrultusunda karar verirse; yani Taksime Topçu Kışlası yapımı onaylanır ise bu kez de plebisit denilen halk oylaması yoluna gidilecek. Yani hükümet bu öneriye sıcak bakıyor.

Bu teze gezi direnişçileri pek de sıcak bakmıyor. Neden?

Halk oylamasına sıcak bakılmamasını bazı yazarlar eleştiriyor. Bunu, Türkiye muhalefetinin bir sorunu olarak açıklıyorlar. Halkın isteklerini dikkate alanların, halkın kararına saygı göstermesi gerektiğini yazıyor. 'Halka güvenmemekten söz ediyor ve bu da hazin bir durumdur' diyorlar.

Halbuki burada görülmesi gereken şudur; Bu ülkede en örgütlü siyasi parti AKP'dir. İstediği zaman kitlesini yönlendirebiliyor. Diğer tüm gruplar oldukça dağınıktır. AKP'nin en güçlü siyasi parti olduğu, çoğunluğu temsil ettiği tartışmasız doğrudur. Ancak buna rağmen Taksim Gezi direnişi gerçekleşti ve Türkiye çok şey kaybetti ve demokrasi açısından elbette kazanımlar da oldu.

İşte bu plebisitte AKP yine çoğunluğunu kullanarak istediği kararı çıkartabilir düşüncesi ağır basacaktır ve oylamada istenilen sonuç alınacaktır diye endişe ediliyor.

Gezi parkı direnişçilerinin belli bir siyasi eğilimi, siyasi partisi veya örgütü yoktur. Her kesimden insanın, özellikle gençlerin oluşturduğu bir kesimdir. Onun için Taksimde bütün farklı olanlar bir arada yaşamayı biliyor diye yazılıp çiziliyor. Taksim'de bir amaç için bir araya gelen binlerce gence veya kitleye karşın milyonlarca AKP'li sandıkta belirleyici olacaktır.

Böyle olunca da bu referandum veya plebisit bir oyalamadan başka bir anlam ifade etmeyecektir. Elbette burada denebilir ki' 'iyi de, ne yapalım. Halk ne derse o.''

Bu halk oylaması Taksim direnişçilerinin istediği gibi bir sonucun çıkmasını sağlamayacak diye endişe ediliyor.. O zaman da bu 4 kişi niçin öldü? Bu a politik gençlik(!) niye bu kadar çile çekti gibi üzüntü ve hoşnutsuzluklar ortaya çıkacaktır.

Burada öncelikle şunu belirtmek gerekir. Ayrıca hükümetin de bunu anlaması gerekir diye düşünüyorum. Bu eylemde neredeyse tüm kesimlerin üzerinde birleştiği bir sonuç var. O da bu eylemin sadece Gezi parkındaki birkaç ağacın kesilmesine karşı çıkılması ile sınırlı olmadığıdır. Buradaki gençlerin, hükümetin her konuda belirleyici, emredici olmasına, yaşamın her alanına bu kadar müdahil olmasına, belirleyici olmasına ve özellikle gençlerin geleceği konusunda yaşadıkları endişelere de tepki gösterdikleri görülmüştür.

Hal böyle olunca siyasi iktidarın bu tavrını gözden geçirmesi gerektiği açıktır. Türkiye'de çok çeşitli toplum kesimleri istediği gibi yaşama hakkına sahip olmalıdır. Hükümet kabul etse de etmese de özellikle gençler bu endişeyi yaşıyorlar. Hükümet de bu algıyı görmeli ve bu endişeyi gidermeye çalışmalıdır.

Bunun için Gezi Parkı ile ilgili halk oylaması yapılacak ise AKP'nin burada kitleleri yönlendirmeyeceğine dair güvence vermesi gerekir. Güvence vermekten de öte gençliğin yukarıda yazdığım endişe ve taleplerini dikkate alarak davranmalıdır.

Yoksa örgütlü ve çoğunluk olan AKP buradaki sandıktan da galip çıkacaktır. Ama bu yaşanan hiç bir sorunun çözümüne katkı sunmayacaktır. İleriki dönemde yaşanacak en ufak bir sorunda Gezi'de yaşananlar tekrar yaşanacaktır.

Bu ülkeyi 10.5 yıldır AKP hükümeti yönetiyor. Bu yaşananlardan sanırım o da hiç hoşnut değildir. Bu yaşananlar bir daha yaşanmasın diyorsak daha akılcı davranmak zorundayız.

2 Haziran 2013 Pazar

BEN BİR ÇINAR AĞACIYIM TAKSİM GEZİ PARKINDA

BEN BİR ÇINAR AĞACIYIM TAKSİM GEZİ PARKINDA




Hükümetin, İstanbul Gezi parkında yapmak istediği Topçu kışlası dolaysıyla halkın önemli bir kesiminde oluşan tepki, orada yol çalışması nedeniyle bir - iki ağacın dozerlerle çıkarılması ile bardağı taşıran son damla oldu.

Hükümetin toplumun hassasiyetlerini pek dikkate almadan birtakım uygulamalar yapması insanların içten içe tepkilerini büyütüyordu. En son Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ''iki sarhoşun yaptığı yasaya saygı duyuyorsunuz da, neden Allahın yasalarına karşı çıkıyorsunuz'' sözü de toplumun önemli bir kesiminin hassasiyetini öne çıkarmıştı.

Başbakan bu sözü ile, Türkiye Cumhuriyeti yasalarını yapan Atatürk ve İnönü'yü hedef almıştı. Her ne kadar AKP'den farklı açıklamalar geldiyse de burada mızrak çuvala sığmadı.

Toplumun bu kesimi ''Türkiye'nin çizgi değiştirdiğini anladı ve artık seslerini çıkarmaları gerektiğini'' düşünmeye başladı.

Taksimde onlarca ağaç çıkarıldı ve taşındı ama iki ağaç çıkarılmadı, dozerlerle kökünden sökülüp atılmak istendi. İst. Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş bu ağaçlar için ''arkadaşlar bu ağaçları değersiz bulmuş'' dedi.

İşte bu iki ''değersiz ağaç'' önce çevrecileri bu alana topladı. Sonra yukarıda yazdığım hassasiyetleri öne çıkmış bütün İstanbulluları buraya topladı. Ve iki ağacın çıkardığı sese bütün dünya kulak verdi. Çıkan sesler kartopu gibi, ses topu oldu ve hükümete doğru patladı.

Bu süreçte polisin kendi vatandaşına karşı uyguladığı aşırı şiddete tanık olduk. Birileri bu şekilde talimat vermişti ki polis bu şiddeti uyguladı. Ardından bizatihi başbakanın ''polis orantısız güç kullanmış olabilir. Bununla ilgili gereken yapılır'' demesi kimse için bir şey ifade etmedi.

Gezi protestosu toplumun değişik kesimlerini bir araya getirdi. Bazı ilginç birlikteliklerin yaşanmasını sağladı. AKP barış ve çözüm sürecini yürütürken Abdullah Öcalan ve BDP ile birlikte hareket ediyordu. Diğer taraftan da bu iki siyasi gruba tepkiler vardı. Hele akil insanlar toplantılarında AKP'liler ve Kürtler birlikte lanetleniyordu.

Oysa Gezi protestosunda kitlelere güç veren en büyük hareketlerden biri BDP'li Sırrı Süreyya Önder'İn kendini dozerin önüne atmasıydı. Önder bu davranışı ile fiziki olarak yaralandı ama kitleleri cesaretlendirdi. Ve BDP'liler bu eylemde anti AKP'ller safında yer aldı. Burada, protestocu ulusalcı kesimden kimse bunların Kürtlüklerinden rahatsız olmadı.

Bu tür durumlarda sapla samanın birbirine karıştığı durumlar da sıkça yaşanır. Ve bu durumu lehlerine çevirip (ucuz) kahraman olmak isteyen birileri de çıkar.

1 Haziran akşamı saat 20 - 24 arasında Beylikdüzü'nde, Bizimkent'te bir yaza merhaba şenliği düzenlenmişti. Bu aylar önce organize olunmuş, stant, ses , ışık şirketiyle anlaşmalar yapılmış, sanatçılarla ve şirketlerle sözleşmeler yapılmıştı. Şirketler stantlarını kurmuş, geleneksel 3. Bizimkent Şenliği başlamak üzeredir. Birileri bu şenliğin iptalini istemektedir. İptali isteyenlerin hemen hiçbiri Taksim'e gitmemiş, gitmeyecek olan insanlardır. Bunlar, ''Taksim'de bu olaylar yaşanırken siz burada eğleniyorsunuz'' diye tepki göstererek kendilerini Taksim'in hamisi gibi gösteriyorlar.

Halbuki bu etkinlikten Taksim'e selam gönderiliyor, Taksim'de doğaya yönelik ağaç kesimi ve insan hak ve özgürlüklerine yönelik her türlü baskı protesto ediliyor. İnsanların bu protestolarına saygı duyulduğu vurgulanıyordu.

Ve bu ucuz kahramanlık peşindeki birkaç kişi, çoğu 9 - 10 yaşında çocuk ve bazı vatandaşları toplayarak 50- 60 kişi ile bu etkinlik alanında bir yürüyüş yaparak bu etkinliğin son bulmasını istiyor ve bunun için her türlü provokasyona başvuruyordu.

Burada bu provokasyonculara uyulsa, karşı çıkılsa, yaptıklarının ucuz kahramanlık olduğu söylense etkinlik alanında müzik dinlemeye gelmiş binlerce insan mağdur olacak ve birçok olumsuzluk yaşanacaktı. Provokasyoncuların oyununa gelmemek için gece son buldu. Ama onlarca insan da gelerek bu duruma tepki gösterdi.

Toplum duygusal davrandığından o anda bütün bunlar sorgulanamıyor. Madem bu kadar duyarlısın, Taksim direnişinin bugün 5. günü, neden sen orada değilsin de burada, sitenin içinde onların sırtından nemalanmak istiyorsun?

Bir beş gün daha geçse direnişte sen ve senin gibiler oraya gitmeyecek. O halde bu sahte kahramanlık ne için?

Sonra ülkede kan gövdeyi götürmemiş, Taksimde doğaya sahip çıkma eyleminde insanlar zor anlar yaşıyor diye bütün ülkenin yas tutması niye? Bununla ne kazanılacağı hesaplanıyor?

Söyleyeceğin söz varsa işte ayağına mikrofon gelmiş, neden herkes duygu ve düşüncesini buradan dile getirmiyor da, getirenlere de engel olunmak isteniyor?

İşte bu tür basitlikler yapmak ve şiddet yanlısı olmak, aklı kullanmadan duyguları kullanarak bir şeyler yapmak toplumu ileriye götürmez ve bu topluma hiç bir şey kazandırmaz. Sadece toplumu bu provokatörlerin oyuncağı haline getirir. Başıbozukluk sağlar.

Toplumumuzda güzel gelişmeler de yaşanıyor. Bu güzel gelişmeleri bir kaç provokasyoncunun malzemesi haline getirmeye fırsat vermemek lazımdır.

Güzel günleri bunlara kurban etmeyelim.