Taksim Gezi Parkı'ndaki tepki ve direniş, ülke siyasetine ve toplumsal duruma dünya çapında damgasını vurdu. Hiç kuşku yok ki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın sert tavrı bu tepkinin bu hale gelmesinde önemli ölçüde etkili olmuştur. Başbakanla birlikte bu ülkedeki herkes bilmektedir ki Gezi direnişi sadece bir kaç ağacın kesilmesine gösterilen tepkiden ibaret değildir. Bu toplumsal ve sosyal bir tepkidir.
Ama bu tespiti yapanlara sayın Başbakan fena halde kızıyor.
İyi de Başbakan kızınca bu gerçek değişmiyor.
Önce Başbakan bu gerçeği görmeliydi. Görmeli ve 'bu tepki gösteren gençler de benim gençliğim' demeliydi. Başbakan, bunları anlamaya çalışıp 'endişelerini gidermeye çalışayım' tavrını hiç göstermedi.
peki ne yaptı Başbakan?
''Asarım, keserim'' dedi. ''Bana başkaldıranı ezerim'' dedi. ''Benim taraftarım sizden çok fazla'' dedi. ''Ben onları sizin üzerinize salarsam fena olursunuz'' dedi.
Önce bu halkın gösterdiği tepkiyi bile görmek istemedi. ''Dış güçlerin oyunu'' olarak gördü. ''Elimizde belgeler var'' dedi ama belgeleri göstermedi. Dolmabahçe Camisi'ne sığınanlar için, 'içki içtiler'' dedi. Tutmadı. İmama ''zorla tersini söylettiler'' dedi. İmam yalanladı, anlaşıldı ki baskıyı iktidar yapıyor.
Burada bunları tek tek yazmayayım ama hep doğru olmayan ve diğer tarafı kışkırtıcı söylemlere sarıldılar ama gerçeğin öyle olmadığı kısa sürede anlaşıldı.
Şimdi de ''Milli İradeye Saygı'' adı altında Türkiye'de mitingler yapılıyor. Bu da diğer yapılan ve söylenenler kadar yanlıştır. Resmen ülkeyi bölmektir. Bizimkiler ve ötekiler bundan daha iyi nasıl gösterilir? Hangi iktidar halkı böylesine bölmek ister? Bu bölünme kimin işine yarar?
Tepkisini gösteren vatandaşlar için ''Milli irade hırsızları'' diyor ve bunların ''8 ay sonra cevabını alacaklarını'' söylüyor.
Kimse iktidara veya Başbakan'a 'sen oyların çoğunu alamazsın' demiyor. Zaten çoğunlukla gelen iktidarsın. Ama bu tepkiler 'sana oy vermeyen diğer %50'ye baskı yapıyorsun ve bu direnişin, onun tepkisi'' olduğunu gösteriyor.
Halen geçmişte ''inançlı kesime baskı yapıldığını'' söylüyorsun. Şimdiki uygulamarla, yapılan ve söylenenlerle diğer toplum kesimine baskı yapıldığı görülüyor.
Sizlere baskı yapıldığında, sizler sokağa çıkmamış olabilirsiniz. Bugün insanlar tepkilerini gösteriyorsa, sokağa çıkıyorsa suçlu sayılmamalılar. Bunun için suçlu aramak doğru değildir. Suçluyu dışarıda aramak hiç doğru değildir.
Başbakan Kazlıçeşme mitinginde Tencere tava çalanlara sesleniyor; (Yuhh sesleri arasında) ''tencere tavayı gece yarısı çalacağınıza gelin buradan çalın'' diyor. Yani o kitleyi miting alanında savaşa davet eder gibi bir durum ortaya çıkıyor. Bence Başbakan çok da sağlıklı düşünmeden bazı sözleri söylüyor. Apartmanlara, balkonlara asılan bayraklardan bir rahatsızlık var gibi. Mitingde buna da gönderme yapıldı. ''Bayrakları balkonlarınıza asın. Bu bayraklarla gereken cevabı verin'' dedi. Yani beğenmediği sokak diline, yine sokak diliyle cevap veriyor.
19 günlük direniş için ''Azınlığın çoğunluğa baskısını geri getirmek içindi bu gösteri ve direnişler'' dedi. Bunlar eski korkulardan yararlanmanın söylemleri ve mağduru oynamaya yönelik söylemlerdir. Ama artık hiçbir gerçekliği kalmamıştır.
DİSK -KESK -TMMOB- Türk Tabipler Birliği ve Türkiye Diş Hekimleri Odası GEZİ parkı direnişçilerine yapılan baskıları protesto içi Pazartesi günü genel greve gitti.. Bunlar da mı işbirlikçi? Bunları nasıl nitelemek gerekiyor. Bu ülkede hükümetin yaptıklarına karşı çıkan herkes vatan haini ve düşman ise vay bu ülkenin haline.
Şu anda sadece Başbakanın dediklerini seslendirenler, buna inananlar vatan sever ve ülkenin gerçek halkı ise bu ülke zaten bölünmüş demektir. Sadece çıkacak bir iç savaşla bu kesinleşmiş olur. Bu izlenimden önce ülkeyi yönetenler kaçınmalıdır.
Bu ülkede çoğunluğun oyunu almış bir siyasi parti iktidarda diye diğer %50 lik kesim itirazlarını, eleştirilerini ve buna yönelik tepki ve protestolarını yapamayacak mı? Demokrasi bu rejimin adı mı?
Azınlığın çoğunluğa baskısı kötü de, çoğunluğun azınlığa baskısı iyimidir?
Başbakan; 'Kimse kimseye yaşam biçimi dayatamaz'' diyor. Ama bu çoğunluk iktidarı diğer %50'ye neden kendi belirlediği yaşamı dayatmak istiyor? ''Biz yapıyoruz siz de kuzu kuzu uyacaksınız'' diyor?
Bir ülkenin başbakanı, bütün bu olanları ''dış güçlerin oyunu'' olarak görüyorsa, neden buna çanak tutan konuşmalar yapıyor?
Neden onların verdiği mesajları almak, onlara yaklaşım göstermek istemiyor da, onların kendisinin dediklerini kabul etmelerini istiyor? Zira göstericilerin temsilcileriyle görüşmüş olması onları ciddiye aldığını, onları anladığını göstermiyor. Onları hoş görmediği ve kabullenmediği her halinden ve sözünden belli oluyor.
Elbette bu ülkede terör estirmek isteyen gruplar vardır. Hiç kimse de bunlara destek vermiyor zaten. Bunlar günlerdir tepkilerini ortaya koyan GEZİ direnişçilerini suçlamak için bahane olmamalıdır. Aklı başında hiç kimse terörden, kavgadan yana olmaz. Ama devlet de her protesto ve eleştiriye gazla copla gitmemelidir.
Polis Taksim'i, GEZİ'yi boşalttı ama Başbakan'ın Kazlıçeşme konuşmasından sonra İstanbul'un bütün ilçelerinde binlerce halk sokağa döküldü. ''Her yer Taksim, her yer direniş'' diye sloganlarla yürüyorlar.Taksim'i polisten duvar yaparak koruyabilirsin ama bütün ülkeyi nasıl koruyacaksın? Bu böyle devam ederse AKP'nin oyları düşecek elbet. fakat bu ülke 8 ayı sabırla geçirir mi, başka olumsuzluklar yaşanır mı diye düşünmemek mümkün değil.
Unutulmasın ki; bir iktidar, kendi gibi düşünmeyen halkına karşı her türlü anormal muameleyi uygularsa, o iktidarın meşruluğu biter. Hiçbir iktidarın "ben seçimle geldim, muhalifleri yaşatmam" deme özgürlüğü yoktur. Her baskıya uğrayan kitle bir şekilde kendini savunur. Bu daha da ileri giderse farklı sonuçlar yaşanır. Canına kastedilen insanlara meşru müdafaa hakkı doğar. Bunun adı literatürde iç savaştır. Bunu da güçlü, güçsüz hiçbir iktidar istemez, istememelidir.
Ülkeyi huzura kavuşturacak olan iktidardır. Hoşgörüyü gösterecek ve sorunları anlayıp çözecek de siyasi iktidardır. Bunu anlamak, bilmek görmek bu kadar zormudur?
Nusret Yılmazer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder