Türkiye'nin son on yılda demokrasi alanında önemli adımlar attığını biliyoruz. AKP hükümetinden başka bir partinin de bunları yapabilmesi oldukça zordu. Gelecekte daha iyi şeyler yapılacağı konusunda oldukça iyimser bir hava hakimdi. Ancak Gezi olayları dolaysıyla yaşananlar ve özellikle Başbakan Erdoğan'ın bu olaylar vesilesiyle kullandığı dil bu iyimser havayı dağıttı. Dağıtmaktan da öte önemli bir kesimi karamsarlığa itti. Hele AKP içinde, kullanılan bu dilin yanlışlığını bilinmesine rağmen eleştirilmemesi bu karamsarlığı daha da artırdı. Çünkü insanlar ''bu zihniyet mi demokrasi getirecek'' diye düşünmeden edemedi.
Bir defa Başbakan sürekli ötekileştiren bir dil kullandı. Gezi olayları süresince biz ve onlar kavramını o kadar çok kullandı ki ülke resmen ikiye bölündü. Bir de sürekli azınlığın çoğunluğa tahakkümünü dile getirdi. Bir defa, AKP %50 oy almış olsa bile sandığa giden kesimden %50 oy almıştır. Yani ülkenin gerçek %50 si değildir. Dolaysıyla ülke anlamında bir çoğunluktan söz etmek mümkün değildir. Zaten asıl mesele de bu değildir. %60 gibi çoğunluk iktidarı olsa bile azınlığa karşı demokrat olabilme, onların da başbakanı, hükümeti olabilmek önemlidir. Yoksa çoğunluğun azınlığa tahakkümü hoş görülür bir düşünce doğru olamaz. Başbakan sürekli azınlığın çoğunluğa baskısını dile getirince sanki bu tersi doğruymuş gibi bir anlam çıkıyor. Bu anlam çıkmasa bile kullanılan üslupla bu perçinleşiyor.
Bir de hükümetin yaptığı uygulamalara eleştiri getirenlere, yapılan eleştirileri destekleyenlere yönelik öyle küçültücü bir dil kullanıyor ki, bu dil de hem çok incitici, hem kırıcı ve hem de bölücülük içeriyor. (sözüm ona sanatçı, sözüm ona gazeteci, sözüm ona iş adamı, sözüm ona akademisyen, sözüm ona aydın vs.) İşte bu dilin de katkısıyla Taksim'de, bugüne kadar küçültülen, aşağılanan tüm kesimler bir araya gelebildiler.
Hiç kuşku yok ki son on yılda yapılan çok sayıda iyi işler var. Bunun için ben de ''yetmez ama evet'' diyenlerdenim. Ülkemin demokrasi alanında ileriye gitmesini istiyorum. Bu konuda atılacak her adımı da desteklerim. Ama bu iyi işler bıçak kemiğe dayanmadan, iktidar kendini zorunlu hissetmeden yapılsın. Yoksa olumsuz algılar oluşmaya başlayınca yapılanın da çok fazla önemi anlaşılmıyor. AKP de tam demokrasiden, daha çok özgürlükten yana olduğunu bir an önce göstermelidir.
İktidarın Suriye politikası ayrı bir sorun olarak karşımızda duruyor. Hükümetimiz Esed'e açıkça cephe almış ve muhalifleri her türlü destekliyor. Erdoğan'ın üslubuna kızanlar, eleştirip Esed ile kıyaslayanlar fena halde azarlanıyor, küfürlerle anılıyor. Bu konu sosyal medyada da oldukça geniş yer alıyor. İyi de Türkiye Cumhuriyeti hükümeti bir zamanlar uygulamaya çalıştığı ''tüm komşularla sıfır politika'' doğrultusunda bu Esed ile sarmaş dolaştı. Esed bunlara ne yaptı da birden bire kötü adam ilan edildi. Esed'in muhalifleri silahlandırıldı. Uluslararası ilişkilerde resmen Esed'i indirmek için başrol oynandı. Herkes bilmektedir ki Esed sadece kendi muhalifleri ile uğraşmıyor. Çok uluslu silahlı güçlerle uğraşıyor. Karşılıklı olarak silahlar, bombalar patlatılıyor. Bu savaşta on binlerce insan ölüyor. Ölenlerden sadece Esed mi sorumludur? Bizim payımız nedir acaba? Dünyanın payı nedir acaba.
Elbette Türkiye'de insanların durumu halen çok parlak değilken Suriye'den gelenlere bu kadar bütçe ayrılması da bu ülke insanı için ayrı bir sorun teşkil ediyor.
BizdeSurieye'dekine benzer bir durum olsaydı kaç kişi ölürdü acaba? Bir küçük Taksim direnişinde neler oldu hep beraber yaşadık. Hiçbir ülke resmen direnişçileri desteklemedi. Ama biz uluslararası komplo olarak, faiz lobisi olarak Soroz'cuların oyunu olarak ilan ettik dünyaya.
Bütün bunları Esed'i desteklemek için yazmıyorum. Biraz da kendimizi görelim diye yazıyorum. Kıyaslama yapacaksak daha adil olalım diye yazıyorum. Unutulmamalı ki Esed orada can derdine düşmüş, bombalar ve bombacıları kapısına kadar dayanmış bir siyasetçidir. Hani Esed'i devirmek için halk yürüyüş falan yapmıyor. Ele geçirse asacaklar. Ve bütün bunlar sadece Suriye halkı tarafından yapılmıyyor.İşte Esed'in içinde bulunduğu koşul budur.
Bizde demokrasi alanında birtakım gelişmeler yaşandı dedik. Ama demokratikleşme de öyle kolay gelmiyor. 11 yıldır iktidarda olan AKP, en çok mağdur olduğu 35. maddeyi kaldırmak için daha yeni harekete geçiyor. Başbakan en çok dile getirdiği ''başörtülülerin mağduriyeti''ile ilgili yasal olarak hiç bir şey yapılmıyor. Ama bunlar siyasi arenada bol bol kullanılıyor.
12 Eylül anayasasından şikayet edilip duruluyor. Eleştiriliyor ama anayasanın değişmesi, değişene kadar acilen değiştirilmesi gereken maddelerle ilgili yıllardır bir şey yapılmadı. Siyasi partiler kanunu, seçim kanunu, Alevilerle ilgili değişimler, Kürtlerle ilgili değişimler ha bire bekletiliyor. Bazı zorlamalar olmasa belki daha on yıl böyle süründürülecek. Çözüm süreci denilen açılımlar halkın gözü önünde, şeffaf bir şekilde yapılmıyor. Bu ülkede her şey üstü kapalı olarak yapılıyor. Süreç uzadıkça uzuyor. Yarın burada da bir olumsuzluk yaşansa kimse neden niçin olduğunu bilmeyecek. Ve iktidar bugüne kadar olduğu gibi yine birilerini suçlu ilan edecek. İşte bütün bunlar da eleştiri olarak, kuşku olarak, olumsuz algı olarak ortaya çıkıyor.
Yapılan ve yapılacak iyileştirmeler belki daha önce yapılsaydı AKP bu kadar çok eleştiri almayacaktı. AKP hakkında bu algı oluşmayacaktı.
Bazı şeyleri zamanında yapmak önemlidir. AKP hakkında bu algı oluşmayabilir, bu kadar eleştiri yapılmayabilirdi.Her eleştiri yapana düşman gözüyle bakarsak sadece düşmanlarımızı çoğaltırız.
Biz kimseyle düşman olmak istemiyoruz. Hele kendi hükümetimizle düşman olmak aklımızdan bile geçmez. Ama eleştiri hakkımızı kullandığımız için de düşman ilan edilmek hoşumuza gitmiyor. İstediğimiz demokrasi zaten budur. Buna ne kadar hazır olduğunuz, ne kadar demokrasi istediğinizle doğrudan bağlantılıdır.
Biz Hükümeti eleştiren gazetecilerin, başbakanın talimatıyla gazetelerinden kovulduğu bir ülkede yaşıyoruz.Eleştiri yapan işadamının, üniversite hocasının, sanatçının nasıl kötü adam ilan edildiğini gördük. Her eleştiri getiren ede gözdağı verir gibi ''istersen parti kur da siyasete gir'' dendiğini de gördük. Siyasette dinin nasıl kullanıldığını, doğru olmayan bilgi ve belgelerle, bizatihi başbakan tarafından halkın nasıl dolduruluşa getirildiğini de gördük.
Bütün bu olumsuzluklar olmasın diye çabalıyoruz. Daha çok demokrasi, daha çok hoşgörü istiyoruz. Başbakanın kafası kızınca kesintiye uğrayan bir demokrasi istemiyoruz. Tek kişinin yönettiği bir demokrasi olmaz. Ve o tek kişinin eleştirilemediği demokrasi hiç olmaz.
Demokrasi, demokrasi demekle gelmiyor demokrasi. Demokrasi yasal güvence ve pratikte uygulama gerektiriyor. Elbette daha çok demokrasi, daha çok özgürlükten yana olmak gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder