29 Aralık 2013 Pazar

İTTİFAK BOZULDU SUÇLAR DÖKÜLDÜ

Bakan çocuklarının da tutuklandığı yolsuzluk soruşturmasında hükümet ve hükümeti savunmakla görevli basın, özellikle yolsuzluğu görmezden gelip, başbakanın söylemi olan devletteki paralel örgütlenmeye dikkat çekiyorlar. Bu kesime göre, "ortada bir yolsuzluk yoktur. Devlet içindeki paralel örgütlenmenin yargı ve polis ayağı hükümeti devirmek için bir kirli operasyon yapmıştır. Bu bir darbedir. Bu darbeyi yapmak için hükümet yolsuzlukla suçlanacak ve başbakan dahil herkes içeri alınarak ülkede hükümetin devrilmesi sağlanacaktır."
Hatta Başbakan'ın başdanışmanı Yalçın Akdoğan yazdığı bir yazıda, "hükümeti devirmek isteyen bu güçler bu ülkenin milli ordusunu yıpratmak için iftira atmaktan çekinmemiştir" diyerek Ergenekon, balyoz gibi davaların aslında bu cemaat örgütü tarafından üretildiğini ve orduyu yıprattığını yazmıştır. Yani Akdoğan, bu davaların bir hikaye olduğunu söylemiştir.
Evet özellikle son altı yıldır yargı çok usulsüz, çok hukuksuz  işler yaptı. Yapılanların bir kısmında gerçek anlamda sorun vardı. Bu ülke askeri vesayetten gerçekten de çok çekmişti. Asker, sivil otorite üzerinde etkiliydi. Hükümetleri devirmek için bazı güçler çok insan öldürmüş, ülkenin karışması ve ihtilal yapmak için çok kan akıtılmıştı.  Bunu bu ülkede bilmeyen yok gibidir. Bundan dolayı bu derin güçlerin yargılanması birçok kesim tarafından desteklendi.
Ancak bu yargılamalar sırasında çok da haksızlıklar ve hukuksuzluklar yaşandı. Bir çok düzmece delil yaratıldı. Haksız yere çok insan hapse atıldı.
O gün bunları söyleyenlere başta başbakan olmak üzere bu hükümetin yetkilileri karşı çıkmakla kalmadı, bu davaların savcısı oldular.
Neden o gün bu hukuksuzlukların, bu kadar ateşli savunucusu oldular?
Birincisi işlerine geliyordu. Bu vesileyle toplumdaki destekleri artıyordu. İkincisi de, hükümet ile paralel devlet dedikleri güçler bir ittifak halindeydi. Bu paralel devletin yaptığı hukuksuzluklar hükümetin işine geliyor, güçlenmesini sağlıyordu. Ve bu paralel güç henüz hükümet için tehlike sinyali vermiyor, hükümete çalışan, birlikte yürünülen yol arkadaşıydı.
Şimdi bu paralel güç ile ittifak bozuldu. Çıkarları ortak değil. sadece dershane sorunumudur yoksa mesele daha mı derindir bilinmez, bu iki gücün yolları ayrıldı.
Yollar ayrılırken de bu paralel güç, hükümete karşı gücünü göstermek istedi. İşte hükümetin canı yanınca bu derin güce yüklenmeye başladı.
İyi ama derin gücün elinde birtakım belgeler var. Bu belgelere göre birileri suç işlemiş. Ve eğer hükümet daha fazla hukuksuzluk yaparak bu soruşturmayı engellemezse suçun boyutları daha da büyüyecek gibi gözüküyor.
İşte kıyamet burada kopuyor. şimdi hükümet ve yandaşları sadece buradaki hukuksuz paralel gücün görülmesini ve onun üzerine gidilmesini istiyor. Gerekçeleri de açık; "bu hukuksuz ve derin güçlerin ortaya çıkardığı yolsuzluk belgeleri gerçek değil ve  inandırıcı olamaz."
İyi de buna siz karar veremezsiniz. 6 yıldır bu derin güçlerin ortaya çıkardığı o güvenilmez belgelerle yüzlerce insan hapis yattı yatmaya devam ediyor.
Siz bunlara destek oldunuz. Şimdi de önce oradan başlamak, yapılmış olan ve devam eden yargılamaları temize çıkarmak gerekmez mi?
Peki şimdi ortaya çıkan bu sorun nasıl çözülür?
Yani bu iki eski ortağı barıştırarak bu sorunu ortadan kaldırmak mı gerekir? Yoksa bütün toplumun çıkarına olacak daha demokratik ve geniş boyutlu bir çözüm bulmak mı lazım?
Elbette bunun doğru cevabı var. Ama önce herkesin adil ve tarafsız olmayı bilmesi, benimsemesi lazım. Son yolsuzluk soruşturmasında bir paralel devlet parmağının olduğu açıktır. Ancak bunun böyle olması yolsuzluğun kapatılması için yeterli bir gerekçe olamaz.

Sorunun çözümünü de yeni bir yazıda yazalım.

24 Aralık 2013 Salı

RÜŞVET SORUŞTURMASINA KİRLİ OPERASYON DEMEK

Üç bakan oğlunun karıştığı ve dört bakanın adının geçtiği bir soruşturmanın etkileri ve tepkileri sürüyor. Bu soruşturmanın konusu rüşvet ve yolsuzluktur. Polis bir ihbarı değerlendirmiş, birtakım olumsuzluklar tespit etmiş, savcılık dinleme ve takip başlatmış ve buradan da, basına sızan bilgilere göre, bakanların da takıldığı önemli dinlemeler yapılmış.
Üç ayrı soruşturma konusu var gibi gözüküyor. Ancak üç soruşturmada da çok sayıda kişinin işin içinde olduğu anlaşılmış ve topluca bir soruşturma başlamış.
Soruşturma bir yılı aşkın süredir bekletilmiş çünkü yolsuzluğun boyutu büyüyormuş. Ne zamana kadar,  yolsuzlukta adı geçenlerin bu takipten haberi olana kadar. Devletin istihbarat polisi, bakan çocukları takip ediliyor diye, takip edenleri takip etmeye başlamış. Ve deliller yok edilmeye başlayınca da gözaltılar başlamış.
Şimdi bu bir yolsuzluk soruşturmasıdır. Normal ülkelerde savcılık bu olayları takip eder ve soruşturmayı başlatır. Soruşturmada adı geçen bakan ve bürokratlar görevden alınır veya istifa eder bu soruşturma da sağlıklı bir şekilde yapılır.
Bizde ne yapıldı? Bakanlar ve Başbakan bu soruşturmayı duyduğunda ilk tepkileri  "bu soruşturmanın hükümete yönelik bir kirli operasyon olduğunu ve hemen bunun iç ve dış düşmanların işi" olduğunu açıklamak oldu. Ve bunun sonucu olarak da yolsuzlukta adı geçen bakan ve bürokratlara sahip çıkıldı.
İç düşman cemaat, dış düşman ise Amerika ve İsrail bu işin arkasında gibi gösterildi. "Halk Bankası güçlendi, dış güçler Halk Bankı itibarsızlaştırmak istiyorlar" dendi. Halbuki soruşturulan Halk bank değil, Halk bank'ın genel müdürü idi. Yani soruşturma onun şahsına yönelik bir rüşvet alma suçlamasıydı. Ayrıca bundan banka zarar görür diye burada varsa alınan rüşvete göz mü yumulmalıydı?
Peki, neden Kurumsal olarak Halk Bank'ı işin içine katmak istiyorlar? Bu soruşturmanın hükümete yönelik bir kirli operasyon olduğunu, milli bir mesele olduğunu anlatmak ve hükümetin itibarını kurtarmak için.
İkinci argüman, "bu cemaatin bir işidir" söylemidir. Bunu da Cemaatin hakim ve polis içindeki örgütlenmesine bağlıyorlar.
Hatta birçok yazar buradan yola çıkarak şu soruyu soruyor; "Düne kadar hükümet polisi ve yargıyı ele geçirdi diyenlerin geldiği noktaya bakın. Madem hükümet polis ve yargıyı ele geçirmişti bu soruşturma, onların deyimiyle bu kirli operasyon, bu hükümete karşı nasıl yapıldı?
Bunun cevabı çok basit ve açık. Cemaat yargıda ve poliste güçlüyse bunu hükümet bu güne kadar çok iyi biliyordu. Bugüne kadar yürütme yetkisi ortaklaşa kullanılıyordu. Taa ki bu ortaklar arasında sorun çıkana kadar. Sorun çıkınca da bu olanlar yaşandı.
Buradan iki şeyi görmek ve doğru soruları sormak gerekir. Bugüne kadar demokratik bir ülkede demokratik bir hükümetin bir cemaatle ortaklık yapması niçin normal sayılıyordu? Neden kimse bunu ayıplamıyordu. Bundan dolayı yüzlerce kişiye soruşturma açıldı, adil olmayan, hukuki dayanağı olmayan soruşturmalar yapıldı. Yüzlerce kişi, hatta gazeteci ve milletvekilleri hapis yattı, yatmaya devam ediyor. Bu olanlar hükümet tarafından desteklendi, aynı cemaate bağlı polis ve yargı bunları yapıyordu ve bu yapılanlar hükümetin elini güçlendiriyordu. Üstelik demokratik toplumun güçlenmesine, vesayetin kaldırılmasına katkı da sunuyor diye birçok kesim tarafından desteklendi. O zaman bunu cemaatin polisi, savcısı yapıyor denmedi.
Görülmesi gereken ikinci şey; her şeyden bağımsız bir yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasının niçin görülmek istenmemesidir.  Şimdi de başka bir sorun, yolsuzluk sorunu açığa çıkıyor ama aynı kesim bu kez bu soruşturmaya destek olmuyor.  Bu hükümetin bakanlarının yolsuzluk iddiaları soruşturulamaz diye bir dayanak mı var? Bunu anlamak gerçekten zor.
Hükümet kendine yönelik addettiği soruşturmada delilleri karartma yönünde her şeyi yapıyor. Hakkında fezleke hazırlanan bakanlar bu soruşturmaya müdahale ediyor. Savcılara, polislere baskılar yapılıyor. Görevden alınıyor, basın yıllardır görev yaptığı emniyet odasından çıkarılıyor ve hükümeti geçtik, liberal denilen güçler de buradaki hukuksuzluğu görmek istemiyor.
Bunun sebebi;  bu hükümet giderse yerine daha zayıf, güçsüz ve istikrasız bir hükümetin gelmesi ve ülkedeki istikrarın bozulacağından korkulmasıdır.
Bu korku doğrudur ve de haklıdır. . Ancak bu korku var diye yolsuzluğa da göz yumulmamalıdır. Bu soruşturmada gerekli demokratik teamüller yapılsaydı, soruşturma sağlıklı yürütülseydi, varsa sorumlular cezalarını alsalardı daha güçlü bir hükümet doğmaz mıydı?
Benim anlamadığım bu. Bu kadar karmaşık savunmalara yöneltileceğine, bu adil ve doğru savunmayı yapmak, hükümetin de bu doğruyu uygulaması için baskı unsuru olmak. Bu ülke için, bu halk için ve bu iktidar için doğru olan buydu.

Hırsızlık ve rüşvet soruşturmasına hükümete yönelik operasyon demek halkı uyutabilir, algıyı değiştirebilir ama bu toplumun ve iktidarın temizlenmesini sağlamaz.

22 Aralık 2013 Pazar

YOLSUZLUĞU YAPMAK SUÇ DEĞİL, ÜZERİNE GİTMEK SUÇ OLMUŞSA...

17 Aralık operasyonunun üstünden bir haftalık zaman geçti. Bu operasyonu cemaat ve uluslararası güçlere bağlayan gazete ve yazarlar bu tezleri savunurken bu operasyonda ortaya çıkan paralardan ve yolsuzluklardan hiç bahsetmiyorlar.
Başbakan ise Samsun, Ordu ve ilçelerinde, Giresun'da "Toplu açılışlar" adı altında düzenlediği mitingler ile direk halka sesleniyor ve yapılanların "milli iradeye" yönelik bir operasyon olarak niteliyor. Başbakan da tıpkı yandaş gazete ve gazeteciler gibi bu operasyonda evlerden çıkan paralardan hiç bahsetmiyor.
Bu operasyonun gerçekten de hükümete yönelik bir eylem olduğunu düşünelim. (Ki bu tür eylemlerin, bakanların, bürokratların ve bakan çocuklarının içinde yer aldığı her yolsuzluk olayı doğal olarak hükümeti yıpratacaktır, yıpratmalıdır da. Yoksa iktidarlar yolsuzluk yapmaktan çekinmezler.) Peki hal böyle diye, bu eylemde suç işleyenlerin üzerine gidilmeyecek mi? Neden bu muhteremler burada dönen dolaplardan, al ver den hiç söz etmiyorlar?
Önce yolsuzluğun üzerine gidilmesi, ardından işin siyasi ve uluslararası boyutuna bakılması gerekmez mi?
Bu iktidarın kendine yönelik her türlü eylemi cezalandırdığını çok sık olarak görüyoruz. Bu iktidarın, bu başbakanın haksız rekabet yaptığını, devletin olanaklarını kendi partisi lehine kullandığını sıkça görüyoruz.
Başbakanın bu son günlerde yaptığı "Toplu açılış mitingleri" yine devletin olanakları ile düzenleniyor. Devletin milyonları bu siyasi toplantılara harcanıyor. Burada ne tür açılışlar yapıldığını kimse görmüyor. Sadece siyasi toplantılar görünüyor. Zaten başbakanın kendisi de kürsüden bas bas bağırıyor: "30 Mart'ta bunlara gününü gösterin, bizim adaylarımızı güçlü bir şekilde destekleyin" diyor. yani siyasi demeçler veriyor.
Peki bu adil midir?, Ahlaki midir?
Bizatihi buralarda devlet olanaklarıyla siyasi çalışma yapılmasından dolayı soruşturma açılması gerekmez mi?
Bunun bile hesabı sorulması gerekirken, bu hükümet kararname çıkarıyor; "amirin ve üstün bilgisi olmadan kimse kimseyi dinlemeyecek, soruşturma yapmayacak" diyor.
Peki bu iktidarda yolsuzluğa bulaşanlar, rüşvet alanlar nasıl ortaya çıkacak?
Rüşvet alan yetkili mi izin verecek, kendisi hakkında soruşturma yapana?
Bu iktidar döneminde çok sayıda yolsuzluk iddiası ortaya atıldı. Bu milli irade şu ana kadar bunları görmezden geldi gibi gözüküyor. Elbette bunda iktidara bağlı güçlü basın yayın araçlarının olması etkili oldu
Peki bu siyasi iktidar böyle davrandıkça bu iktidar mensuplarının yolsuzlukları milli iradeye nasıl yansıyabilir.
En güçlü örgüt hükümettir. devlet onun elindedir.
Demokrasilerde iktidarları denetleyecek kurumlar vardır. Bunlar da iktidarın emrinde olursa, kimse iktidardan habersiz nefes alamaz, adım atamazsa kim iktidarın yolsuzluğunu, hukuksuzluğunu veya daha büyük kötülüklerini ortaya çıkaracak.
Böyle bir ülkenin sonunu düşünebiliyor musunuz?
Bir ülkede bütün halkın aynı siyasi partiyi desteklemesi düşünülemez. Eğer öyle olursa o ülkede demokrasiden bahsetmek mümkün olmaz. Peki bu iktidara inanmayanların haklarını kim koruyacak?
Operasyonda tutuklananların evlerinde milyon dolarlar, milyon avrolar çıkıyor. Bazı gazeteler yeni yazmaya başladı. "Ali Ağaoğlu Erdoğan'ın vakfına 200 milyon bağışlamış." Sahiden bunların hesabı sorulmamalı mı?
Sorulacaksa Kim, hangi kurum, nasıl soracak?
İçişleri bakanının oğlu rüşvet almaktan tutuklanıyor. O içişleri bakanı halen görevde ve bu soruşturmayı kendine haber vermeden yaptılar diye soruşturmayı yapan polisleri görevden alıyor. Bir, üç beş değil. 135 polis görevden alındı, 150 civarında polisin de görevden alınacağı söyleniyor. Yüzlerce polis "kıyımdan" geçirilecek. Yetmedi savcıların yetkileri kısılacak, yeni yönetmelikle "gizli" soruşturmaların önüne geçilecek.
2009 yılında Ergenekon soruşturmaları başladığında yine bugünküne benzer uygulamalar yapılmıştı. Başbakan o gün "eğer bugün hakimlerimiz, savcılarımız hiçbir baskı ve tehdide boyun eğmeden görevlerini yapabiliyorsa, bu güven verici bir gelişmedir. Bundan kim, neden rahatsız olabilir? Bunu kim, neden engellemeye çalışabilir? Bakınız ortada son derece vahim, son derece ağır iddialar var. Yasalarımıza göre suç teşkil eden iddialar var" diyordu.
O gün bunları diyen başbakan, bugün de aynı şeyler söz konusu iken neden bu savcıları tehdit ediyor? sahiden bir başbakana, demokratik ülkede bir başbakana bu yakışıyor mu? Bunlar da suç değil mi?
Baskın Oran'ın dediği gibi; "Hükümet tıpkı Adnan Menderes gibi kendine yapılacak soruşturmaları ortadan kaldırmak için bu türden adımlar atıyor."
Hükümet işi o kadar abarttı ki, bütün emniyet müdürlüklerindeki basın odaları apar topar kapatıldı. Bu ne telaş, bu ne korku? Acaba bu derin operasyonları buradaki gazeteciler mi yaptırıyordu?
Operasyonları uluslararası güçlere dayandıranlar, özellikle gazeteciler bu uygulamaya ne diyecekler, bunu nasıl savunacaklar merak ediyorum.
Bir ülkede birilerinin haksız yere hükümete yönelik operasyon yapmasına hiç kimse razı olmaz. Belki aciz içindeki muhalefet destekler ama bunun pek de önemi olmaz. Ama iktidar mensuplarının yolsuzluklarının soruşturulması bu kadar açık biçimde, bizzat iktidar tarafından engelleniyorsa ve iktidarın başbakanı bu yapılanları aleni biçimde savunuyor ve üzerilerine gelenlerden hesap sorulacağını bağıra, bağıra söylüyorsa, o ülkenin vay haline demekten başka da bir şey kalmıyor.

Bir millet bu kadar kör, bu kadar sağır, duyarlılıklarını bu kadar yitirmişse gerçekten vay halimize.

19 Aralık 2013 Perşembe

HÜKÜMET ELİNİ YARGIDAN ÇEKMELİDİR

Türkiye son 5 yıldır sürpriz soruşturmalara alıştı.  Sabahın köründe ev ve işyeri baskınları yapıldı. Sağlıklı, hasta denilmedi insanlar son derece rahatsız edici biçimde arandı, gözaltına alındı. "Ülke bağırsaklarını temizliyor" denilerek hükümet bunlara tepki göstermedi, tam tersine destek oldu. Bu dönemde hükümeti uyaran çok sayıda yazı yayınlandı. "Eğer hukuksuzluğa göz yumarsanız bir gün bu yapılanlar size karşı da yapılabilir" denildi. O zamanlar aldırış edilmedi. Ve o gün yapılanların tamamı "siyaset üzerine vesayet rejimi kurmak isteyenler" üzerine yapılıyordu. Yani siyasiydi.
Bugün aynı savcılar bu kez tamamen paraya dayanan operasyonlar yaptılar. Aynı yöntem ve usulleri kullandılar. Yine savcılar talimat verdi. Savcının talimat verdiği polisler kimseye haber vermedi. Yine sabahın köründe baskınlar düzenlendi. Üstelik bu kez aylardır yer yer kamuoyunun gündemine de gelen altın kaçakçılığı ve rüşvet olaylarının soruşturması yapılıyordu. Soruşturmanın tarafları da hükümetin bakanları ve memurlarıydı. Yani kimseye haber verilmemesinin tartışılmaz biçimde sebepleri vardı. Buna rağmen başta başbakan olmak üzere hükümet yetkilileri ve taraftarları isyan ediyorlar; "bakana bağlı polisler bakanın oğlunu gözaltına alıyor ve bundan bakanın haberi olmuyor. Böyle bir uygulama olabilir mi?"
Bunu savunmak bana oldukça komik geliyor. Bu durumda bu sözleri söyleyebilmeyi biraz yüzsüzlük olarak görüyorum. Dünyanın neresinde yolsuzluk yapanın babasına, veya amirine haber verilebilir. Gerçekten dürüst ve bağımsız insanların bunu savunabilmesi mümkün değildir.
Bakın hükümetin haberi olmasıyla birlikte yaşananlara, bu yapılanları daha kolay anlarsınız. Adalet bakanı Sadullah Ergin belediye başkanı gösterileceği ilde çalışma yapıyordu. Derhal İstanbul'a geldi. Oğlu rüşvetten gözaltına alınan İçişleri bakanı Muammer Güler İstanbul'a geldi. Başbakan Ankara'da Cumhurbaşkanı ile bile görüştükten sonra İstanbul'a geldi. Adalet bakanı İstanbul Başsavcısı Turan Çolakkadı ile toplantı yaptı. Soruşturmayı Başsavcı vekili Zekeriye Öz'ün talimatıyla Celal Kara yürütüyordu. Bunun dışında konuyu bilen ve takip eden kimse yoktu. Turan Çolakkadı bu soruşturmaya iki savcı daha atadı. ve bir genelge yayınlayarak  " Bu genelgeye göre, rüşvet soruşturmasına yeni atanan iki savcıyla (Mustafa Erol ile Ekrem Aydıner ) başından beri soruşturmayı yürüten Celal Kara arasında ihtilaf çıkması hâlinde iki yeni savcının kararı geçerli olacak" dedi.  Yani soruşturmayı yürüten savcı boşa çıkarılmış oldu ve bundan sonra o iki savcı ne derse o yapılacak demektir.
Bütün bu olaylardan sonra sosyal medyaya yansıyan söylenti, bu aşamaya kadar nezarette olan bakan çocukları, emniyet amirinin odasına alındı.
Düşünün İçişleri bakanının oğlu, Ekonomi bakanının oğlu, Şehircilik bakanının oğlu ve Avrupa bakanının kendisi bu soruşturmada yer alıyor, bakan çocukları rüşvet ve yolsuzluktan gözaltına alınıyor. ve bu soruşturma bu bakanların izinleri ve bilgileri dahilinde yapılsın isteniyor. Gerçekten kulağınıza nasıl geliyor ki, bu savlar ileri sürülebiliyor?
Bir defa burada rüşvet ve yolsuzluk gibi adi bir suç söz konusudur. Olması gereken; hükümetin haberi olduğunda hiçbir şekilde kızgınlık ve kırgınlık gösterilmeden, operasyonu yapan emniyet birimlerine ve savcılara karışmadan, bu operasyonun boyutlarının ortaya çıkmasını beklemek olmalıdır. Elbette bu adı geçen bakanların derhal istifa etmesi ve görevden alınması gerekir.
Durum netleşip olaylar aydınlandıktan sonra emniyetin, savcının yaptıkları yanlışlar varsa bunların hesabı o zaman sorulmalıdır.
Ama bana kalırsa bu hükümetin onu sorması da bira hayli ayıp olur. Çünkü son 5 - 6 yıldır bu ülkede benzer o kadar çok soruşturma yapıldı ve hükümet bunların hepsine destek oldu. İşin ucu kendine dokununca mı anladı burada bir hukuksuzluk olduğunu. Hükümetten çıkarı olan birçok gazetecinin bu tezi savunduklarını biliyoruz. Hal böyle olduğu için yandaş medya sözü ortaya çıkmıştır.
Hükümetin müdahale dayanağı,  "devlet içinde devlet var. Bunar hükümete operasyon yapıyor"  savunmasına dayanıyor. Bazıları ise Halkbank genel müdürünü gerekçe göstererek uluslararası güçlere dayandırıyor bu operasyonu.
12 yıllık bir iktidarın devlet içinde devlet var tezi hiçbir şekilde yakışmıyor. Devlet içinde devlet yeni mi ortaya çıktı. Daha önceleri bunun üzerine kitaplar yazıldı. Buna rağmen hükümet bu devlet içinde devlet vasıtasıyla birçok kişinin hapse girmesine destek oldu. Bu güçler hükümetin gözüne sokulmasına rağmen, o zaman neden akıllarına gelemdi?
Halk bankası üzerindeki uluslararası oyunlara gelince, bu Halk bankasına yapılan bir operasyon değil, genel müdürünün aldığı rüşvetleri ve bunun belgesi olarak da onun evinde çıkan paraların operasyonudur.
Bu gösterilen belgeler hukuk tarafından doğrulanırsa bu kadar çok pisliğe rağmen, şu veya bu sebeple bu olanlara göz mü yumulsaydı?
Türkiye temizlenecekse bunlara engel olmamak, amasız, destek olmak gerekir.

Son söz; dün yapılanlar hukuka uygun idiyse bugün yapılanlar daha da uygundur. Hükümet inandırıcı olacaksa yargıdan elini çekmelidir. Aksi takdirde şaibeden kurtulamaz.