Türkiye toplumunun içinde bulunduğu kutuplaşma insanı
ürkütüyor. En insani konularda bile bir araya gelemiyor, insanı acıları ve
sevinçleri ortak paydada paylaşamıyoruz.
Sosyal medya denilen ortamdaki paylaşımlara baktığınızda
gerçekten korkmamak, bu ülkenin bir ferdi olarak karamsarlığa kapılmamak mümkün
değil. Toplumun büyük bölümü burada paylaşım yaparken birbirine küfür ediyor,
hakaret ediyor. Amaç düşünce belirtmekten öte, kendince karşı taraf dediği
kitleye gol atmak, onu aşağılamak. Diğer taraftan kendi taraftarlarına da
‘bakın nasıl gol attım, nasıl hakaret ettim’ deyip hava atmak.
Ülke gerçekten bölünüyor. Toplum hiç bu kadar birbirine
yabancılaşmamış, hiç bu kadar birbirinden kopmamıştı. Cinsel istismar gibi
toplumsal duyarlılığımızın fazla olması gereken bir konuda bile birbirimizi
anlamak yerine, birbirimize hakaret etmeyi yeğliyoruz. Bu konuda yanlış bir
şekilde verilen yasa teklifi birbirimizi suçlama malzemesi olmamalı. Bir taraf
burada bir yanlış var ve çok kötü sonuçlar doğurur diyor. Bunu önyargısız
anlamaya çalışmak bu kadar zor mu olmalı?
Toplumun bu noktaya gelmesinde yönetenlerin çok önemli rolü
var. Bugün bu konuyu yazacağım ama elbette endişelerim var. Çünkü ben,
yönetenlerden birinin hatasını yazmaya başladım mı, ne yazdığıma, niçin
yazdığıma, yazma amacıma, hatta nereye varmak istediğime bakmadan hemen benim
hakkında karar veriliyor. Bu adam kötü, bu adam şu taraf, bak benim adamımı
karalıyor diye düşünülüyor. Elbette bunlardan çekinip yazmaktan vaz
geçmeyeceğim. Ancak bu ön yargılardan
kurtulup yazının tamamı okunsun diye bu tespiti yapmaya çalıştım. Yazıdaki
fikirlere katılmayabilirsiniz, yanlış bulursunuz, eleştirirsiniz. Ama bu
hakaret etmeyi gerektirmemeli.
Bu ötekileştirme siyasilerin konuşma ve tavırları ile
başladı. Ve elbette burada esas sorumlu, her zaman olduğu gibi yönetimde
bulunanlardan kaynaklandı. Çünkü toplumu kucaklamaya çalışması gereken esas
itibariyle bunların sorumluluğundadır. İktidarın gücü ve etkisi varken toplum
muhalefeti pek dikkate almaz. Hele ezici bir çoğunlukla yönetiyorsanız ülkeyi,
muhalefetin sesi hiç duyulmaz. İşte son on iki yılda bunlar fazlaca yaşandı ve
ülke bu hale geldi.
Ak Parti iktidarına karşı yapılan her protesto eyleminde o
günkü başbakanımız, şimdiki Cumhurbaşkanımız, aldığı yüksek oy oranına
dayanarak “benim % ellim” diye konuşmasıyla
başladı. Kendinden olmayan seçmeni olarak düşündüğü, annesiyle birlikte
kendisine kadar ulaşmış bir vatandaşın şikayet ve talebi karşısında “ananı al
da git” demişti. Sanırım hiç kimse unutmadı bunu. İşte o vakit toplumun bir kesimi kendini
itilmiş olarak hissetti.
Sonraları malum; “ben kendi % 50’mi zor tutuyorum” demişti,
Gezi olayları sırasında.
Ve kendi siyasi düşüncesine, inancına yakın insanların suçlarına
sahip çıkma, üstünü örtme ile devam edip gitti. Ve hatta şimdi ismi FETÖ terör
örgütü olan, o zamanlar İslami bir cemaat olarak görülen Gülencilerin bir
yerlerde göreve getirilmesine karşı kendisini uyaranlara verdiği cevap herkesin
aklında duruyordur. “Alnı secdeye gidenlerden zarar gelmez” demişti.
İşte o anlı secdeye gelenler yaptı 17 – 25 Aralık
operasyonunu ve 15 Temmuz darbe girişimini. Buna rağmen vazgeçilmedi kendinden
olanın yanlışına sahip çıkmaktan ve kendinden olmayanı ötekileştirmekten.
Gazete ve TV’lere bakıyorsunuz bilindik kim varsa hükümetin
uygulamalarını akıl ve edep çerçevesinde eleştiren, bir bir kovduruldu. Yeri
geldi direk telefon açılarak talimat verildi, meşhur “alo fatih” misali. Yeri
geldi patronlarla bir araya gelindiği kulağı çekildi, ikaz edildi patron.
Çok çok aklı başında, efendi, çalışkan ve sadece işini
yapmakla meşgul araştırmacı gazetecilere bile tahammül edilmedi. Gazetelerde
kimin yazı yazacağına ve TV’lerde açık oturumlara kimlerin katılacağına onlar
karar verdiler.
Son 370 dernek kapatılırken, dernekleri kapatılan Çağdaş
Hukukçular Derneğinin temsilcilerini bile, bu konunun tartışılacağı CNN TÜRK
programına, programın moderatörü çağırmadı değil, “sizi bu programa alamam.
Maalesef durum buna uygun değil” diyebildi.
Bütün bunlar yaşanırken; toplumun iktidardan yana olan
kesimi bunları görmezden gelmeye devam ediyor. Bunların büyük bölümü “oh olsun”
diyor. Bu ülke sadece bir kesimden ibaretmiş gibi. Farkında olanları ise ses
çıkarmıyor.
İşte siz bir kesimi böyle görürseniz, buna göre
davranırsanız, toplumun diğer kesimi ( size göre sayısal güçleri daha az
olabilir) size hiçbir zaman güvenemez. Onların siyasi temsilcileri sizi
başkalarına şikayet edecek noktaya gelebilirler. Bunu yaptıklarında da ‘neden
bunu yapıyorlar? Bakın vatan hainliği yapıyorlar’ diyemezsiniz. Çünkü horlanan,
ötekileşen kesime başka bir çare bırakılmamaktadır.
İşte bütün bunları önce yönetenler görmelidir. Onların
danışmanları, uzmanları bunları anlatmalıdır yönetenlere. Toplum akıl ve bilim
ile yönetilirse bütün bunların çözümü de yine buradan bulunabilir. Ama siz
yanınızdakileri bile korkutursanız, kimse size doğruları söyleyemez noktaya
gelir.
Hani iktidar yanlıları hep derler ya, bu muhalefet düşünmeli
“ben niye yeterli oyu alamıyorum diye”.
Muhalefet bunu düşünse bile oy verme kriterleri çok farklı
ise toplumun ve muhalefet bunu anlayamıyor veya onu yapmak istemiyorsa çoğunluk
oyu alması da imkansızdır.
Bir ülkede muhalefet çoğunluk oyu alamadı, hiç seçim
kazanamadı diye ülke bölünmez ve hatta yara almaz. Ama iktidar partisi kendine
oy vermeyen toplum kesimini anlamamakta ısrar ederse o toplum yara alır ve
hatta bölünür. Onun için ve elbette yöneten o olduğu için esas sorumluluk
iktidar partisinindir, yönetenlerindir.
Ülkeyi böldürecek de, böldürmeyecek de yaralayacak olan da
iktidardır. Güç ondadır, adalet te, şefkatte onda olmalıdır, olmak zorundadır.
Yoksa o idareye kimse demokrasi demez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder