31 Mayıs 2011 Salı

BU İŞ ÇOK UZADI

16 Mayıs tarihinde Bizimkent Koruma ve Güzelleştirme Derneği’nde otururken Yerel Kulis Gazetesi’nden Cengiz Alçayır geldi. Bizimkent 189 Ada başkanı Kemal Başar ile röportaj yapacakmış. Kemal Başar’a haber verdim ve benim odamda konuşmaya başladılar.


Öncelikle, Bizimkent ve 188 Ada’da yapılan ADM binasının yeni kullanım biçimi ile ilgili olsa da, genel olarak Bizimkent’in sorunları ve en önemlisi yönetim binası sorunu konuşuldu.

Söz buraya gelince, yıllardır bu konuda mücadele eden, çözüm için her kapıyı çalan bir yönetici olarak, elbette sessiz kalamadım ve bu sorunla ilgili yaşananlar hakkında bir şeyler söyledim.

Benim söylediklerim de öne çıkınca bazı yerlerde problem olmuş. Bana gelen haberlere göre öyle iddialar var ki şaşırmamak mümkün değil. Mesela deniyor ki, ‘’belediye sorunu tam çözmüş, bu konuda kararlar almış, encümenden kararlar çıkmış olmasına rağmen benim bu konuşmam olumsuzluk yaratmış, haksızlık olmuş’’muş.

Yerel Kulis Gazetesi’nde yer alan habere göre ben ne söylemişim?

Özetle; ‘İki buçuk yıla yakın bir zamandır bize, bu sorununuzu çözeceğiz diyorlar. Ama bir adım ilerleme sağlanamadı. Bize söz verdiler, ama bizi oyaladılar, sözlerinde durmadılar. Ben de artık bu sorunu çözeceklerine, çözmek istediklerine inanmıyorum’ dedim.

Konu ile ilgili, çok defa kapsını çaldığım ve çözme sözü aldığım kişilerin bir şey yapmadığını anlattım.

Beylikdüzü Belediye Başkanı Yusuf Uzun, 2009 Mart yerel seçim sürecinde, diğer belediye başkanı adayları gibi, Bizimkent Haber Dergisi’nde yer alan seçim taahhüdünde, ‘’Bizimkent’in yönetim yeri arsasının tapusunu, en geç bir yıl içinde, bedelsiz olarak Bizimkent Yönetimine veya Derneği’ne vereceğini’’ taahhüt etmişti.

Bunun üzerinden iki yılı aşkın bir süre geçmiş. Çok çeşitli defalar Başkan’ın kendisi ve görevlendirdiği yardımcıları aracılığıyla bu sorunun çözüleceğine dair sözler verilmiş. Ama bir türlü çözülmemiş. Bugün itibariyle de çözüm doğrultusunda somut bir adım yoktur.

Bizimkent’in Vadi tarafında yer verilecek denildi, verilmedi. Biz kendilerine somut bir öneri götürdük. Mevcut yönetim binamızın olduğu bölgede, bizden birine ait, 400m2lik bir arsamızla, aynı ada üzerinde belediyeye ait bir parselde, aynı m2 lik arsanın ifraz yapılıp, tapusunun bize verilmesini talep ettik.

Yetkili Başkan yardımcısı; ‘’bu talebin karşılanacağını, bunun önünde yasal bir engelin olmadığını ve yerel seçimlere kadar bu işin gerek Beylikdüzü, gerekse Büyükşehir Belediyesindeki yasal sürecin tamamlanacağı’’ bilgisini verdi. ‘’Tapuyu da seçimden sonraki süreçte alabilecektik.’’

Aynı konuyu AKP Beylikdüzü İlçe başkanı ile de görüştük. Babayiğit de bu sorunun bu şekilde çözüleceğine dair söz verdi.

Aylar geçti, bu konuda da tık yok. Sonra Belediye Başkan yardımcısı beni çağırdı ve bu takasın olmayacağını söyledi.

Elbette uzun uzun konuştuk. Ben, yasal engel olduğu için bunun olmadığına inanmadım. Eğer bu sorunu çözme iradesi hakim olsaydı Bizimkent’in bu sorunu çoktan çözülmüştü. Biz resmen oyalanıyorduk.

Yusuf Uzun artık rahatlıkla bize şunu söylüyordu; ‘’Bizimkent gibi büyük bir site yönetim binasız kalamaz. Biz bu sorunu çözmeye söz verdik. Ama haklısınız bu iş çok uzadı. Artık çözmemiz lazım:’’

İyi de çözecek olan sizsiniz. Bize bunu söyleyince belki bir süre rahatlarız ama bu süreklilik haline gelince sıkıcı oluyor. Üstelik bazı sorunları pat diye çözüyorsunuz.

Mesela, Merve Eğitim Vakfı’nın dere kenarındaki arsasını, (inşaat izni verilmiyor diye) Kavaklı meydanındaki arsa ile takas yaptınız. Üstelik takas yapılan arsalar arsında önemli değer farkları vardı. Bu sorunu çözebildiniz.

Kader Mahkumları Derneğine iki yıldır şartsız, şurtsuz yer vermişsiniz, oturuyor. Üstelik herhangi bir kira, ihale vs yok.

İyi de yapmışsınız. Hiçbir itirazım yok.

Ama sizden önceki belediye yönetimi ve meclisi; aynı binada, üstelik meclis kararıyla Bizimkent Derneği’ne de yer vermişti. ‘’Kamu zararı var diye’’ Kaymakam dava açtı, belediye takip etmedi. Ve bize, ‘’bakın mahkeme buranın tahsisini iptal etti. Anahtarı geri verin’’ deyip, bu yeri elimizden aldınız. Ve Kader Mahkumları Derneği benzeri biz çözüm bulmayı düşünmediniz bile.

Başka Derneğe anında çözüm, Bizimkent’e ‘’çok uzadı bu iş.’’

Su altı sporları derneğine, yine Bizimkent’in yanı başında ve Gürpınar’da yer verdiniz. Bina yaptılar. Yine anında çözüm bulabildiniz.

Ama 4014 konutlu, 17, 18 bin nüfuslu Bizimkent’e bunca zamandır çözüm bulunamıyor.

Ve söyleyebildiğiniz tek şey, ‘’haklısınız bu iş çok uzadı.’’

Ben önemsenmediğimizi, ciddiye alınmadığımızı ve bir taraftan yüzümüze gülünürken, diğer taraftan cezalandırıldığımızı düşünmeye başladım.

İnsaf yani, iki yıldan fazla süre geçmiş. Ve siz daha başkan olmadan söz vermişsiniz bu sorunu çözmek için.

Ben, bize söz veren her yetkiliye inandım. İlçe başkanı Celal Babayiğit’in de inanarak konuştuğuna inandım. Ama verilen süreler bir bir geçiyor. Kimse bizi arayıp bir alternatif sunmuyor.

Yöneticiler, sorun çözücüler sadece kendi pencerelerinden bakmayı bırakıp, biraz da bizim açımızdan bakmayı becermeliler diye düşünüyorum.

Aynı günlerde, Bizimkent yönetiminden bazı arkadaşlarımızın sırtı sıvazlanmaya devam ediliyor bazı yetkililer tarafından. ‘’Çözdük, çözüyoruz’’ diye.

Ama ‘’çözdük’’ diye söylenen çözüm yolu, çözümden çok uzak halen.

Ben kimseye haksızlık yapmadım. Tek talebim bu sorunumuzun en doğru şekilde çözülmesidir. Bu konuda, şu anda halen resmi olarak atılmış bir adımın olmadığı yerdeyiz. Çözüm mesajları sadece sözlerden ibarettir.

Kimseyi kırmak, incitmek gibi bir düşüncemiz yoktur. Sadece Bizimkent’in de ciddiye alındığını ve gerçekten çözüm için bir yol bulunduğunu, bir işlem yapıldığını bilmek istiyorum.

Ben altı yıldır yöneticiyim ve Bizimkentlilerin bu konudaki sorularını cevaplayamıyorum. Ben insanlara değer veririm ve onların sorularını gönül rahatlığıyla cevaplamak isterim.

Yöneticiler inandıkları konuda çözüm üretmekle mükelleftirler.

Nusret Yılmazer

30 Mayıs 2011 Pazartesi

SEÇİM GÜVENLİĞİ VE GÜNLÜK POLİTİKA

Seçimlere kalan süre azaldıkça Başbakan Erdoğan’ın üslubu ve söylemeleri sertleşiyor. Sanki kendisi muhalefette de iktidara yükleniyor gibi bir hava oluşuyor.


Bugüne kadarki tüm seçimlerde (2002 den bugüne) AKP mağdur konumdaydı. Gerçekten de derin devlet AKP’nin iktidara gelmemesi, geldikten sonra da muktedir olmaması için elinden geleni yaptı. AKP’ye bu süreçte çok zorluklar yaşatıldı.

Bütün bunlara rağmen AKP iktidar olmayı başardı ve muktedir oldu. Şimdi devletin tüm organları elinde ve tüm kurumları kendisine çalışıyor.

Şimdi durum tersine dönmüş gözüküyor. Kendisine karşı yapılan davranışları, şimdi kendisi muhalefet partilerine yapmaya çalışıyor.

Türkiye’de muhalefet gittikçe milliyetçi bir çizgiye oturmuştu. CHP ve MHP milliyetçilikte birbirleriyle yarışıyordu. Özellikle Kürtlerle ilgili hakların verilmesi konusunda iki parti tutucu davranırken, AKP Kürt açılımı yapmaya çalışıyordu. Tek ilerici gözüken, insanı temel alan, özgürlükçü politikayı savunan tek parti AKP gibi görünüyordu.

Bundan dolayı doğu ve güneydoğu illerinde BDP’nin yanında milletvekili çıkaran tek parti konumundaydı. Güneydoğuda ‘’Kürt temsilci partisinin’’ yanında, yalnızca AKP vardı.

Hatta diğer partiler gerçek anlamda Kürtlerin yoğun yaşadığı illere gidemiyor, miting yapamıyorlardı.

Başbakan Erdoğan da bu fırsatı kaçırmıyor, her defasında bunu onların başına kalkıyordu. ‘’Bunlar Sivas’ın ötesine gidemiyorlar’’ diyordu.

Bu söylemin iki anlamı vardı. Birincisi o yörede halk bu partilere teveccüh göstermediği için bu partiler orda taban bulamıyordu. Bundan dolayı bu partiler orada varlık gösteremiyorlardı.

İkincisi ve esas söylemek istenen ise, ‘bu partiler oraya korkularından gidemiyorlar’ anlamıydı.

Her iki anlamın da gerçekliği vardı.

Dolaysıyla iktidar partisinin de bu işte bir sorumluluğu olmalıydı. O partiler oraya gidemiyorlardı ise, bu iktidarın da zaafı olduğu anlamına geliyordu. Eğer bir ülkede bazı siyasi partiler ülkenin bir bölümüne gidemiyor ise; bu esas iktidarın ülkeyi iyi yönetemediğinin göstergesidir. Ülkenin bir bölümünde başka güçlerin hakim olduğunu gösterir. Bu da iktidarın kusurudur.

Ama muhalefet partileri bunu pek kullanamadı. Zira kendilerinin oralara gidememe olgusunu kabul etmiyorlardı.

Şimdi CHP oralara gidiyor. Mitingler de yapıyor. Mitinglerine kalabalıklar da katılıyor. Neden CHP bunu başardı?

Çünkü iktidarın özgürlükçü söylemini elinden aldı. Hak ve özgürlükleri savunan parti konumuna geldi. İktidar ise daha bir milliyetçi çizgiye geldi ve söylemleri sertleşti. Şimdi o özgürlükçü başbakan BDP ile muhalefetin işbirliği yaptığını söyleyen bir duruma geldi.

Dün kendisi özgürlükleri savunurken iyiydi, ama bunları bugün muhalefet söyleyince hain oluyordu.

Başbakan bu kez farklı argümanlar kullanıyor. ‘’Yok CHP’nin mitinglerine BDP’liler gidiyormuş. Yok orda kepenk kapatıyorlarmış, yok mitingde Türk bayrağı dağıt sınmış da göreymiş’’ falan.

Muhalefeti küçümsemek, halk deyimi ile adam yerine koymamak bir başbakan’a pek de yakışmıyor. Muhalefet farklı davransa bile, başbakan devlet adamlığı ağırlığını bırakmamalı.

Bir ilde kepenklerin kapatılması muhalefette bulunan CHP nin sorumluluğu olabilir mi?

Eğer muhalefet partileri bile orda kepenk kapatma durumuna geliyorsa bu ülkeyi yönetenlerin hesap vermesi gerekmez mi?

Böyle bir durumda iktidar muhalefeti suçlayarak buradan pirim yapmayı düşünebilir mi?

Ülkede asayişi sağlamak zorunda olan iktidardır. Muhalefetin güvenlini de iktidar sağlayacaktır. Tıpkı oradaki tüm vatandaşların can güvenliğini sağlamak zorunda olduğu gibi.

Görevini iyi yapamayan bir iktidar, bir de buradan pirim yapmaya kalkışıyor.

Nasıl olsa ülke insanlarının çoğu koyun gibi görülüyor.

Başbakan ne derse taraftar onu dinler, durup düşünmez, yorumlamaz.

İşte bir ülke için esas tehlike olan bu durumdur. İnsanların düşünme ve fikir yürütme yetisini kaybetmesi. Maalesef AKP tabanında bu fazlaca var. İtaat kültürü bunu gerektiriyor.

AKP’nin avantajı da budur.

Nusret Yılmazer

25 Mayıs 2011 Çarşamba

SİYASETTE SEVİYESİZLİK VE KİRLİ TEZGAHLAR

Bu seçim sürecinde çok da iyi şeyler olduğu söylenemez. Seçim sürecinde ard arda yayınlanan MHP kasetleri adeta bir şova dönüştü.


Bu MHP’li milletvekili adayları ve yöneticilerin kasetlerini kim çektirdi? Neden çektirdi ve neden şimdi yayınlanıyor?

İşte bu sorulara verilecek cevaplar bizi yaşananları anlamaya doğru yöneltir.

Hani Başbakan Erdoğan eski derin devleti anlatır ya; ‘’devlet herkesi dinlerdi, devlet herkese komplo kurardı’’ diye. İşte derdi, ‘’biz böyle bir devlet yapısına rağmen iktidar olduk ve bu ceberut devlet anlayışını değiştirdik.’’

Eğer o derin devlet yok olduysa veya değişti ise; O zaman sormak gerekmez mi, peki şu anda yaşananları kim yapıyor?

Yeni bir derin devlet mi?

Derin devlet dediğin iktidara karşı komplo kurar. Siz hiç muhalefetin önüne set çeken bir derin devlet gördünüz mü? Derin devletin hedefi iktidardır. İktidarı etkisiz kılmak ister.

Başbakanın anlamak istemediği ve anlatamadığı da sanırım budur.

Elbette bütün bunların amacı bellidir. MHP’yi barajın altında bırakmak ve AKP’nin büyük oranda milletvekili çıkarmasını sağlamaktır. Eğer MHP barajın altında kalırsa buradan en karlı çıkacak parti AKP’dir.

Bu yapılan hiç de ahlaki ve dürüst bir siyaset anlayışı değildir. Ve sanırım yapılmak istenenin tersine Ülkücü kesimin, küskünlerin MHP’ye sahip çıkmasını sağlamaya katkı sunacaktır.

Ayrıca bu seçim sürecinde Başbakan resmen dini politikaya alet ediyor. Halkın dini duygularını harekete geçirme gayreti içine girmiştir.

Sık sık Kemal Kılıçdaroğlu’nun alevi olduğunu vurgulayan Başbakan’ın amacı ne olabilir acaba?

İnsanlar arasında ayrım yapmadıklarını sık sık vurgulayan bir parti ve liderine bu yakışıyor mu?

Ne yani, alevi birinin siyasi parti genel başkanlığına gelmesi suç mu?

Çoğunluğu Sünni ve muhafazakar olan topluma Kılıçdaroğlu’nun alevi olduğunu vurgulaması hangi amaca yöneliktir ve hangi demokratik kalıba sığıyor?

Bununla da yetinmeyip, Sanki 60 – 70 yıl önce yapılanların sorumlusu ‘’Yeni CHP’’nin alevi başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ymuş gibi; CHP’nin camileri ahıra çevirdiğini propaganda yapması, camileri kapatan parti söylemlerine ağırlık vermesi neyin göstergesidir ve nasıl bir gelişen, değişen Türkiye politikasıdır?

Öyle sanıyorum ki bu süreçte AKP’nin oy oranında önemli bir düşüş yaşanıyor. Bundan dolayı da İktidar partisi saldırgan, horlayan, ötekileştiren ve hiç de ahlaki olmayan söylemlere sarılıyor.

AKP bugüne kadar bütün seçimlerde hep mazlum rolü oynadı. Ezilen, hor görülen, önüne set çekilen bir siyasi parti konumundaydı.

İlk defa böyle bir ortam yok. Ve tam tersine iktidar gücünü elinde bulunduran AKP ezen, engelleyen, hor gören bir konuma gelmiştir.

CHP ise tam tersine özgürlüklerden yana bir tavır sergilemeye başlamıştır. AKP ve CHP’nin rolleri değişmiştir. Referanduma kadar özgürlüklerden yana gözken AKP, gittikçe milliyetçi ve tutucu bir çizgiye çekilmiştir. Buna paralel olarak da önemli oranda da toplum desteğini kaybetmiştir.

Ayrıca genel olarak AKP politikasında siyasetin ve siyasetçinin değerlendirmesindeki ‘’hizmetkarlık’’ anlayışı gitmiş, bunun yerine emreden, hor gören ve aldırmayan bir dil ve üslup hakim olmuştur.

‘Her şeyin doğrusunu ben bilirim. Bana itaat etmeyen, beni eleştiren haindir’ anlayışı ağırlık kazanmıştır. Yani hoşgörü ve kabullenme anlayışı kaybolmuştur.

Bu yıllardır iktidar olmanın ve karşısında doğru dürüst muhalefet bulamayan AKP’nin, tabiri caiz ise şımarmasına neden olmuştur. Bu aşırı kendine güven AKP’ye önemli hatalar yaptırmaktadır.

Bu anlayış, yerel seçimlerde Urfa’da AKP’ye seçim kaybettirmişti.

Bu anlayış, bu kez de Türkiye genelinde sonuçlarını gösterecek ve AKP’ye seçim kaybettirmese bile, önemli ölçüde oy kaybettirecektir.

Nusret Yılmazer

24 Mayıs 2011 Salı

BOŞA GİDEN BUNCA PARA VE İPTAL OLAN YEŞİL VADİ PROJESİ

Beylikdüzü’nün bir ‘’meşhur’’ Yeşil Vadi Projesi vardı. Eski Belediye Başkanı Vehbi Orakçı tarafından ortaya atılan bu projeye göre; bir milyon m2 alana sahip bu vadide su göletleri olacaktı. Derenin iki kenarındaki vadiye envai çeşit ağaç ve bitkiler ekilecek, bu alanda bir, iki çay bahçesi ve restoran olacaktı.


En önemlisi, bu vadideki su ve yeşilin uyumlu ortamında müthiş bir dinlenme ve gezi alanı yaratılmış olacaktı.

O gün bile, Beylikdüzü Belde Belediye Başkanı Vehbi Orakçı ile Gürpınar Belde Belediye Başkanı Velittin Özdemir bu projenin yapımı konusunda anlaşamamış, birlikte bu projeyi gerçekleştirmeyi başaramamışlardı.

Yeşil Vadi projesini iki belediye birlikte yapmak zorundaydı, zira vadinin bir tarafı Beylikdüzü’nde, diğer tarafı ise Gürpınar’da kalıyordu.

Sonra bu projeyi Beylikdüzü tek başına yapmaya çalıştıysa da beceremedi.

2009 yerel seçimleri sürecinde bu projeyi en iyi şekilde hayata geçirmek, Yusuf Uzun da dahil bütün belediye başkan adaylarının vaatleri ve projesi kapsamında yer aldı.

Yerel seçimlerden sonra Beylikdüzü Belediyesi, ‘bu projenin Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılacağını açıkladı. Projenin büyüklüğü bunu gerektiriyor’ açıklaması gelmişti.

Sonra ne olduysa Büyükşehir Belediyesi’nin bu projeyi yapmayacağı açıklandı.

Geçtiğimiz birkaç aylık süreçte Yusuf uzun ve ekibi ‘’Yeşil Vadi projesinin gerçekleşmeyeceğini’’ açıklıyorlardı ve bu proje için ‘’adı var, kendisi yok’’ diye nitelendirilme’’ yapılıyordu.

Bunun yerine farklı ve daha küçük bir proje öneriliyordu. Şimdiki Beylikdüzü kapalı pazarın olduğu bölgeye ‘’büyükçe bir şehir parkı yapacaklarını’’ açıkladılar.

Bu şehir parkı hayata geçer mi bilmem. Ama Yeşil Vadi projesi oldukça büyük, sağlıklı ve muhteşem bir bölge yaratacaktı. İnsanların nefes aldığı, gezebildiği, büyük göletlerinde çeşitli su hareketlerini izleyebilecekleri, özellikle emeklilerin ve yaşamını çalışmadan geçirmek zorunda olan insanların çok iyi vakit geçirebilecekleri bir alan olacaktı.

Avrupa’nın hemen bütün önemli ve büyük kentlerinde böyle büyük, hatta bundan da çok daha büyük parklar vardır. İnsanlar o yeşil alanlarda gezer ve güzel vakit geçirirken, bu yeşil alanlar kentin akciğeri olma görevini de yerine getirirler. İnsanlar sıkıldıkları beton alanlardan çıkar ve buralarda nefes alırlar, stres atar, rahatlarlar.

Böyle büyük projelere imza atamayanlar, bu kez ‘’daha gerçekçi’’ bahanesiyle küçük projeler peşine düşerler. Halbuki küçük projeleri herkes yapar. Bir belediye işçisi veya herhangi biri kalkar bu tür küçük işleri hayata geçirir. Geleceğe miras bırakılacak böyle devasa projeleri ise, kimsenin kolay diyemeyeceği projeleri ise akıl küpleri, hayalleri büyük insanlar hayata geçirirler.

Kenti projelendirenlerin ufukları ne kadar büyükse ve bunu gerçekleştirmek için ne kadar azimli ve kararlı iseler, o kentler de o kadar muhteşem ve güzel olur. Yerel yöneticiler de bu tür projeleri ile anılır ve unutulmaz olurlar. Bu projelerin büyüklüğü de yaşanan zamana göre değişir elbet. Bir zamanlar bir üst geçit yapmak büyük proje sayılırken şimdi bir milyon m2 yeşil alan yapmak büyük proje sayılmaz bile.

Bütün bunları durduk yere niçin yazdım?

Gerçek Gazetesi’nin 24 Mayıs tarihli sayısının manşeti neden oldu bu yazıyı yazmama. Ben, bu yeşil Vadi projesine biraz fazlaca inanan, olması gerektiğini hararetle savunan bir Beylikdüzü sakiniyim. Bu projeyi oldukça gerçekleşebilir olarak görüyordum. Sadece bunu yapacak çapta yöneticilerin olmadığına inanıyorum.

Gerçek Gazetesi’nin manşeti, ‘’Önce hafriyat, sonra ıslah’’ idi.

Bu yeşil vadi deresinin içi geçen dönemde toprak döküm alanı olarak kullanıldı. Ben de ‘’yeşil vadi toprak döküm alanı’’ diye bir yazı yazmıştım. O gün Vehbi Orakçı, ‘’bu vadiyi gerçekleştirmek için belli alanlara dolgu yapmak gerektiği için bu toprakları döktükleri’’ açıklamasını yapmıştı.

Sonra Büyükşehir belediyesi (İSKİ) bu derede ‘’ıslah çalışması’’ başlatma kararı aldı.

Islah çalışması dedikleri küçük bir derenin içi taşla örülerek yapılan işlemlin adıydı. Ve o zaman, bu işlemin bedeli 40 trilyon lira gibi bir meblağ idi. Bu paraya yeşil vadinin büyük bir bölümü hayata geçirilirdi.

Bu dereye son iki yıllık süreçte de toprak ve moloz dökümü yapıldı. Burası kaçak döküm alanı olmuştu.

Şimdi İSKİ bu doldurulan toprakları kaldırıyor ve ‘’dere ıslahı’’ yapıyor. Gerçek de bunu manşetten duyuruyor.

Bu dere ıslahı çok gereksiz bir çalışmadır. Bu derenin arkası yok. BEKO fabrikasının altından başlıyor. Yağmur suyunun akacağı kadar arkası uzun olan bir dere olmadığı için, bu çalışmaya da gerek yoktu.

Bu devasa alan için en güzel proje ‘’YEŞİL VADİ’’ olacaktı. Yeşil vadi gibi büyük projeleri hayata geçirmek için de, proje gibi büyük yöneticiler gerektiriyor.

Büyük projeleri hayata geçirmek, büyük ufka sahip, kocaman yüreği olan yöneticilerin işidir.

Gerçek Gazetesi, yapılan bunca gereksiz çalışmanın, masrafın boşa gittiğini gündeme taşıyor. ‘’Madem dere ıslahı yapacaktınız, bu toprağı neden buralara döktünüz’’ diye soruyor.

Ben ise böyle bir büyük projenin hayat bulmamasına, heba olmasına yanıyorum.

Nusret Yılmazer

15 Mayıs 2011 Pazar

YAZMAK PAYLAŞMAKTIR

Yaklaşık bir aydır yazılarıma ara verdim. Bu süreçte, bir süredir yaşadığım sağlık sorunları ve biraz da sosyal alanda yüklendiğim yeni görevden dolayı yazmaya fazla zaman ayıramadım. Ve elbette insanın canı bazen de yazmak istemiyor. Bazen kendine kızıyorsun, bazen toplumun duyarsızlığına, bazen de yönetenlerin aymazlığına.


Yazınca öyle her şey anında düzelmiyor. Tabii ki düzelmesini de beklemiyorsun zaten. Ama bazen öyle şeyler var ki, bir kıpırdanma bekliyorsun, olmayınca sinirleniyorsun. Belki de istediğin kadar etki ve tepki olmayınca sıkılıyorsun.

Zaten insan niçin yazar ki?

Yazdığın yazı ve içeriğini kaç kişi umursar ki?

Madem öyle çok fazla umursanmaz, insan neden yazar?

Geçen gün bu gazetede ‘’yazmak’’ konusunu Hüseyin Şengül kaleme almıştı. Şengül de Nemci Gürseler’in yazısına istinaden bu konuyu yazmak gereği duymuş.

Ben de hem Şengül’ün yazısına istinaden, hem de yazmadığım bu kısa sürede beni arayan veya gördüğünde sitem eden bazı dostların eleştirisinden dolayı bu yazıyı kaleme aldım.

Hüseyin Şengül, ‘’ben kendim için yazıyorum’’ diyor, ‘’neden yazıyorum’’ başlıklı yazısında. ‘’Yazı, kitap, müzik benim yaşam sevincim’’ diyor.

Elbette insan önce kendisi için yazar. İç dünyasında yaşadıklarını, beyninde oluşan düşünceleri kaleme döker, kendisiyle paylaşır ve rahatlar, mutlu olur.

Tıpkı biriyle paylaştığında sıkıntının azalması gibi.

Veya biriyle paylaştığında mutluluğun hazının artması gibidir yazmak.

Yazmak insana başlı başına bunu sağlar.

Ama sadece yazmak bu değildir. Yazmak sadece edebi yazılardan ibaret de değildir. Yazmak bir sosyal sorumluluktur aynı zamanda.

Yine Şengül’ün yazısının bir yerinde dediği gibi ‘’ Ve yazı, kaygılı insanların işidir. Dünya halinden, kendi halinden kaygı duyanların işidir yazmak. Kaygılı olmak, sorunlara duyarlı olmaktır.’’

İşte bazen kızmak, sıkılmak da bundan kaynaklanır. Toplumsal yaşamda yönetenlerin yaptığı yığınla yanlışa, büyük aymazlıklara duyarsız kalan toplum bazen yazarı sıkar, kırılgan yapar.

Elbette yazar sıkılmasına, kızmasına rağmen yazmaya devam eder. Bizim gibi işi sadece yazmak olmayan insanlar bazen ara verir. Bazen yazmak istemeyebilir. Sonunda biz sadece paylaşmak için yazıyoruz. Bir nevi sosyal sorumluluğumuzu yerine getiriyoruz. Biz edindiğimiz bilgi ve belgeleri paylaşıyoruz. Yönetenleri de uyarmak, doğru ve yanlışları göstermek, onarlın vicdanlarına seslenmek, yapılan çifte standartlı uygulamaları gözler önüne sermek çabasındayız.

Yapılan güzel uygulamaları ve çalışmaları da toplumla paylaşarak yöneticinin iyi yaptığı işlerden haz almasına katkı sunmak istiyoruz. İş yapma azmine katkı sunmak istiyoruz.

Yazarken kimler bizi nasıl görüp derlendiriyor, bunu çok fazla bilmeyiz. Mutlaka herkesin bir bakış açısı ve hatta her yazıya göre bir bakış açısı oluşuyordur. Sen istediğin kadar tarafsız yaz, yazının ucu birilerine dokunuyorsa sen ona muhalifsin. Yazı birilerinin yaptığını doğruluyorsa sen yandaşsın. Ancak günümüzde sürekli yandaş ve muhalif yazanlar da oldukça fazladır.

Aslında yazmak biraz da fazlaca muhalif olmayı gerektirir. Gerek toplumda etki uyandırması ve gerekse yönetenlerin eksik ve yanlışlarını görmesini sağlayacak yazılar eleştirel yazılardır.

Ama eleştiri, yönetenler cephesinde pek sevilen bir durum değildir. Eleştiriyorsan ‘sen kötüsün, sen bizden değilsin’ bakış açısı içinde değerlendirilir. Halbuki yönetenlerin en fazla bu yazılara ihtiyacı vardır. Çevresinde bol miktarda ‘yağcı’ taşıyan, yöneticinin her yaptığını ve hatta hiç yapılmayanı bile övenlerin bulunduğu bütün yöneticilerin sonu hüsran olmuştur.

Yazma olgusu, bu tür sosyal ve siyasal konularda oldu gibi, edebi alanda da muhalif olduğunda ses getirir, konuşulur, gündem oluşturur. Toplumun yaşadığı şeyi olduğu gibi yansıtmak bile, eksik ve yanlışların görülmesini sağlaması açısından muhalifliktir, eleştiridir.

Siyasi ve sosyal içerikli yazılarda amaç bu kadar geniştir.

Elbette kişi kendisi için yazar. Ama kendi düşünce ve duygularını toplumla paylaşmak için yazar. Yoksa yazarın, yazdıklarını kendine saklaması gerekirdi.

Nusret Yılmazer