Vatandaş birçok konuda soyuluyor. Devlet de buna seyirci kalıyor.
Bu olaylar birçok kişi gibi benim de başıma geliyor. Ben de bu tür durumlarla her karşılaştığımda sormadan edemem; yahu bu ülkede devlet yok mu?
Vatandaşın bir yanlışı olsa, devlet hemen orada bitiverir.
Birçok büyük kuruluş vatandaşı soyar ama kimse onlara hesap soramıyor.
Vatandaş desen o hiç hesap soracak durumda değil. 50 – yüz TL’lik bir haksızlığın, mağduriyetin hesabını sormaya kalksa binlerce TL avukatlık ücreti ödemek durumunda kalacak.
Mesela bankalar müşterilerinden ‘’hesap işletim ücreti’’ adı altında her yıl yüz TL para almaya başladılar. Bunun 50 TL’si ilk altı aylık dönem için, 5 veya 6. ayda alınır. İkinci 50 TL’si de 11 veya 12. ayda alınır. Bu paralar da öyle düz 50Tl olarak alınmaz. 46 küsuru bir ad, 3 küsuru başka bir ada altında alınır.
Bankalar bu ücreti vadeli mevduattan almıyor. Zaten vadeli mevduatın süresi dolduğunda vatandaş vadeyi bozuyorsa, parasını da çekiyor demektir. Dolaysıyla banka bu hesaptan bir ad altında para kesmeye fırsat bulamıyor. Ama vadeli hesap bozulur da vadesize geçerse para, bakın oradan neler kesiliyor.
Bankalar vadesiz hesaptaki paralardan iyi de para kazanır aslında. Çünkü orada biriken paralardan dolayı, banka vatandaşa fiz ödemez. Hem vatandaşın parasını vadesiz mevduatta çalıştırır, buradan para kazanır. Hem de çeşitli adlar altında bu hesaptaki paralardan kesintiler yapar.
Bunlardan biri de hesap işletim ücreti adı altında yapılıyor.
Ne demek hesap işletim ücreti?
Eğer bir işleten varsa, o da bankadır. Banka vatandaşın parasını işletiyor, çalıştırıyor, para kazanıyor. Vatandaş bankada, vadesiz hesapta duran parasını işletmiyor ki. Oradaki para zamansız bir biçimde lazım olursa diye vadesiz hesapta tutuyor.
Eskiden banaklar bu vadesiz hesaptaki paralara yılsonunda faiz verirlerdi. Hangi sürelerde, ne kadar para kalmışsa, ona göre hesaplanır ve ona göre de yeni yılın ilk cüzdan işletmesinde o faiz deftere işlenirdi. BU da, vatandaşın vadesi mevduatını işleten bankanın, bu paradan elde ettiği karın vatandaşa düşen kısmıydı.
Şimdilerde bu faiz verme işi unutuldu. Banka vatandaştan faiz alıyor.
Gerekçesi; ‘senin paranı ben burada saklıyorum, bunun karşılığında da yıllık yüz TL para alıyoruz’ oluyor.
Devlet de, millet de bunun hesabını sormuyor.
Millet soramıyor, sormanın bedeli daha pahalı diye. Gerçi bazı banka müşterileri özel ilişkilerle bu paraları geri alıyorlar. Ama milletin büyük çoğunluğu bu parayı kuzu kuzu ödüyor.
Peki devlet niye sormuyor bunun hesabını? Buradan alınan para toplamda korkunç miktarlara ulaşıyor.
Devletin de işine geliyor hesap sormamak. Hükümet bu işi reklam aracı olarak kullanıyor. Avrupa ülkelerinde küresel krizden dolayı bankalar zor duruma düşerken, Türkiye’de bankalar karlarını katlıyorlar. İşte hükümet de bu durumu reklam aracı olarak kullanıyor. ‘’Bakın ülkemiz krizden etkilenmedi. Bankalarımız sapa sağlam ayakta’’ diye övünüyorlar.
Yani hükümeti soyulan halk değil, batmayan, kar üstüne kar eden kurumlar ilgilendiriyor.
Bu durum ülkeyi iyi yönetmenin göstergesi olarak sunuluyor.
Halk yerlerde sürünüyor. Halk ayaklanmadan, bir yerleri yakıp yıkmadan yerlerde sürüklendiğini hükümetlere kabullendiremiyor. Bu hemen bütün dünyada böyledir.
Elbette biz, halka ayaklanmayı tavsiye etmiyoruz ama halk da kendini siyasi iktidarlara saydırmanın bir yolunu bulmalı.
Bunun için kırıntıyla yetinmekten vazgeçmeli. Her seçim sürecinde dağıtılan çeşitli yardımlarla yetinmemeli.
İnsan gibi, onuruyla yaşamanın mücadelesini vermeli.
Senin partin, benim partim kavgası yerine, kırıntı ile yetinme yerine, siyasete daha duyarlı olmalı, siyasileri daha zorlamayı bilmeli.
Sosyal devletin vatandaşı olmayı bilmeli, kendini saydırmalı.
Herkesin geçim derdine düşmesi örgütlü ve bilinçli davranmayı engelliyor galiba.
Nusret Yılmazer
yilmazernusret@hotmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder