Hükümet
toplum katmanlarını olayların içine katma konusunda oldukça becerikli
davranıyor. Düne kadar bugünkü "paralel devletçi" cemaatle ilişkileri
iyi yürüttü. Kendisine vesayet olarak gördüğü orduyu, silahlı kuvvetleri
"bu kesimin savcısı, hakimi ve polisi" ile itibarsızlaştırmayı
becerdi.
Bunu
yaparken de toplumun ilerici, demokrat kesimlerini de yanına aldı zira bu
kesimler zaten derin devletin asker kanadından da oldukça şikayetçiydi.
Devletin üstünde yer alan bu kesimin uygulamaları insanlara ve topluma olmadık
oyunlar oynuyor ve haksızlık ve hukuksuzluk yapıyordu. Onun için hükümet o
zaman toplumun bu kesiminden de iyi bir destek almayı başarmıştı. Ayrıca bu
vesayeti kaldırmak bu kesimlerin hepsi için de doğruydu.
Şimdi
hükümetin askeri vesayet sorunu kalmadı.
Yürütmede etkinliği iyice artan ve hükümetin rahatsızlığına neden olan
güç el değiştirdi. Bugüne kadar işbirliği yaptığı "cemaat" e bağlı
güçler hükümeti yakından takibe almış, ellerine güçlü belgeler geçirmişlerdi.
Bunun için hükümet bu kesimin ipini çekmenin zamanının geldiğini düşünmeye
başladı. Bunu yaparken cemaat güçlerini mümkün mertebe ürkütmemeye de özen
gösterdi. Zira başına yeni dertler açmak istemiyordu.
Cemaatle
mücadeleye onun can damarı olan dershaneleri "dönüştürme" projesi ile
başlamak istedi. Hedef dershane sorununu çözmek değildi. Zira ülkenin eğitim
durumu ve ortadaki sorunlar dershaneleri kaldırmaya müsait değildi. Ama kendi
geleceğine tehlike olarak gördüğü grubu yok etmenin ilk ayağı olarak bunu
gördüğü için bu projeden vazgeçmek istemedi, bunu zorladı.
Cemaat grubu
bu oyunu gördü ve elindeki kozları sahneye
koymaya başladı. Hükümetin manevrası ile canının yanacağını gören cemaat
hükümetin canını yakmayı hedefledi ve bunu başardı. Bunu başardı ama ortaya çok
da büyük sorunlar çıktı. Öyle patlamalar yaşandı ki bunu ülkenin en ücra
köşesindeki vatandaş da duydu, bütün dünya da.
Birincisi,
işin içine yolsuzluk girdi. Bunun savunulacak veya hükümetin savunmaya
çalıştığı şekliyle komplo ile açıklanacak yanı olamazdı. Zira çıkan kötü
kokuları kapatmak mümkün olmuyordu. Tamam çıkan sesi cemaatin çıkardığını
herkes anladı ama ortaya çıkan koku da hükümete mensup kişilerden ve
yakınlarından geliyordu.
Onun için bu
fazla savunulamadı veya tutturulamadı. Bunun yerine gecikmeli istifalar geldi.
Şimdi de "biz yolsuzluğa bulaşanları içimizden temizledik"
savunmaları başladı. Ama her şey için geç kalınmıştı.
İşin bir
başka boyutu bununla yakından ilgiliydi. Hatay Kırıkhan'da bir ihbar sonucu
durdurulan tır ile ilgili yaşandı. Yine hükümeti köşeye sıkıştırmaya çalışan bu
grup hükümeti dış alanda da zor duruma düşürdü. Savcı tır ı aramak istedi. Tır
da bulunan MİT mensupları aratmadı. Polis ve Jandarma savcıyı takmadı.
Hükümet,"
tır da Suriye'deki Türkmenlere giden insani yardım malzemesi var" diyor
ama kimse bunu yemiyor. Zira insani yardım malzemesini saklamanın gizlemenin
gerekçesi olamaz. Üstelik hukuk aramak istiyor, hükümet inadına aratmam diyorsa
kimse burada iyi niyetli bir yardım olduğuna inanmaz. Bu vesileyle hükümetin bir kez daha hukuku
takmadığı ortaya çıkmış oldu.
her iki
olayda da görüldü ki, ne hükümet hukuki sınırlar içinde bir şey yapmak istemiş.
Ne de bugüne kadar onun yanında yer alan cemaat. Her ikisi de işine geldiği
yerde ve biçimde kullanmak üzere hukuku
kullanıyor.
Bunun en
güzel örneğini de hükümetin başı olan Başbakan yaşattı. Dün Ergenekon
davalarının savcısı olduğunu söyleyen Başbakan(ki bu davaların doğruluğuna ne
kadar çok güvendiğini gösteriyordu. Ya da bu davaların ne kadar çok işine
yaradığını) bugün güç dengeleri değişti, cemaat yerine toplumun başka bir
kesiminin desteğine ihtiyaç duyduğundan, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin
Feyzioğlu'nun "bu davalarda yeniden yargılanma süreci başlamalı"
önerisine sıcak baktı." Bununla ilgili çalışmalar bitmek üzere" diye
açıklama yaptı.
Bütün bunlar
hükümet tarafından iyi hesaplanarak atılan siyasi adımlar. Hükümet bu
taktikleri iyi oynuyor denilebilir. Ama hükümet demokratik hukuk devletini iyi
yönetiyor denemez. Bu ülkede ne demokrasi uygulanıyor, ne de hukuk. Hepsi alt
üst edilmiş durumda. Kimsenin (özellikle hükümetin) hukuku takmadığı olağanüstü
bir şekilde ortaya çıkmıştır. Herkes hukuku kendine göre eğip bükmektedir.
Ne yolsuzluklar çuvala sığıyor, ne
hukuksuzluklar çuvala sığıyor. Hükümetin cemaatle mücadelesini bu hukuk
çerçevesinde savunmak hiçbir şekilde mümkün değildir.
Ne bu kavga
hukuk içinde ve hukuk için yapılıyor, ne de karşı mücadele.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder