30 Ocak 2017 Pazartesi

YETMEZ AMA HAYIR

Önümüzde 18 maddelik bir anayasa değişiklik önerisi var. Bu anayasa değişikliği Adalet Bakanımız Bekir Bozdağ’ın da dediği gibi 1930’larda uygulanan partili Cumhurbaşkanlığı sistemidir.
Getirilen değişiklikte TBMM’nin bir önemi kalmıyor, hükümet ise yoktur. Hükümet yerine halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı vardır ve onun belirlediği isimlerden oluşan bakanlar vardır. Bakanların halka karşı bir sorumluluğu olmadığından, sadece cumhurbaşkanına karşı sorumlu olduklarından artık bütün sorumluluk tek bir kişide, yani cumhurbaşkanındadır. Halk beş yılda bir sandığa gidip cumhurbaşkanını ve pek de işe yaramayacak olan milletvekillerini seçecektir.
Peki, parlamento da var, onun bir etkisi denetimi yok mudur?
Parlamento elbet var. Hem de 600 milletvekilinden oluşacak. Ancak 301 milletvekili bir araya gelecek ki Cumhurbaşkanı ile ilgili bir önerge versin. 360 ‘ı bir araya gelecek ki komisyon kursun. 400’ü bir araya gelecek ki Cumhurbaşkanını yargılamak için yüce divana gönderebilsin. Kanun çıkarmasına ihtiyaç yok, çünkü Cumhurbaşkanı KHK’lar ile yönetecektir.
Halbuki tek bir Cumhurbaşkanı, gerekçesiz olarak, istediği zaman parlamentoyu fesih edebiliyor. Zaten o zamanki parlamentonun çoğunluğunu da, seçilen cumhurbaşkanının belirlediği milletvekilleri oluşturacak. Aksi durumda o cumhurbaşkanı da seçilemez. Yani Cumhurbaşkanını seçen halk, onun belirlediği milletvekillerini seçmek zorunda, yoksa uyumlu çalışmak mümkün olmaz. Böyle olunca o cumhurbaşkanının belirlediği milletvekilleri de kendi genel başkanları olan cumhurbaşkanı hakkında olumsuz oy kullanamaz. Bu fiili olarak böyledir. Aksini savunmak kendimizi kandırmak olur. Tabii ki Cumhurbaşkanı Meclisi fesih ederse kendisinin de görevini sona erdirmiş olacak. Ama Cumhurbaşkanı bakacak ki kendi seçtiği milletvekilleri kendisi aleyhinde oy kullanacak, o zaman meclisi fesih edecek. Sonucunda seçime gidilecek ama yeni meclisin milletvekillerini kendine daha sadık isimlerden seçecek.
Peki, yargıda ne oluyor?
Yargıda da 15 üyeli Anayasa Mahkemesi’nin 12’sini cumhurbaşkanı atıyor. 13 üyeli HSK’nın 7’sini Cumhurbaşkanı seçiyor, 6’sını o cumhurbaşkanının seçtiği meclis atıyor. Şimdi o yargının bağımsız işleyeceğini kim söyleyebilir? Tabii kendimizi kandırmayacaksak!
Yani denetim kurumları çalışmayan, denge ve denetleme ağı olmayan, kurumları var ama bağımsız ve tarafsız olmayan bir yönetim şekli olacak.
Ama bu tasarıyı çıkaran hükümet yargının görevi bölümüne, bağımsızın yanında tarafsızı da eklemeyi ihmal etmiyor. Bunu yazınca ‘bakın biz yargının tarafsız olacağını istiyoruz ve bunu da yazıyoruz’ diyorlar. Ama bilmek gerekir ki, bu işler yazmakla değil, o bağımsız ve tarafsız kurumların oluşmasını tarafsız ve bağımsız şekilde oluşturmakla olur.
Bizim millet saf ve inanmak istiyor, büyük bir bölümü de bunlara inanıyor.
Bakın son 15 yıldır aynı siyasi görüş, aynı ekip ülkeyi yönetti. İlk yıllarda AK Parti hükümetlerinde hemen birçok görüşten milletvekili ve bakan vardı. O dönemde Ak Parti iktidarı daha az hata yapıyordu ve toplumun daha farklı kesimlerinden destek buluyordu. “Yetmez ama evet”çi dediğimiz kesimde bu dönemde deste verdi.
Son yıllarda Ak Parti daha bir içine kapandı. Daha az farklılık barındırdı. Ama daha çok hata yaptı.
Dış politikada, Suriye politikası gibi büyük bir yanlış bu dönemde yaşandı. Sonuçlarını hep birlikte yaşıyoruz. Ülkemizde şehitler gelmeye devam ediyor. Yaşadığımız terörün büyük bir bölümü oradan geliyor. Yüzlerce canımıza mal olan ve geleceğimizde de büyük riskler içeren bir durum yaşıyoruz.
İçerde, “anlı secdeye değenlerden zarar gelmez” deyip ehil olmayanalrangörev veren AK Parti hükümetleri FETÖCÜ askerleri, yargıçları iş başına getirdi. Çoğu kez bu gelişleri hızlandırmak için kanunlar çiğnendi. Şimdi en büyük sorun FETÖ oldu. Ve tabii 250 şehit ve yaşadığımız OHAL bunun sonucu.
Milli Eğitim de geldiğimiz nokta, bilim ve teknolojiden uzaklaşmak oldu. Bütün okulları imam hatip yapmak için çalışıyoruz. Halbuki dünya matematik, fen alanında gelişiyor. Dünya uzayda füze saklıyor. Bir düğmeye basınca istediği ülkeyi yok edecek çapta teknolojiye, silaha sahip. Biz ise kapağı açılınca ışık yanan ekmek sepetini yapan imam hatip öğrencileri ile gurur duyuyoruz. Ülkenin en iyileri sayılan liseleri yok etmeye, onları da imam hatipler ve diğer liseler seviyesine indirmeye çalışıyoruz. Boğaziçi üniversitesi gibi en parlak üniversiteye hiç oy almamış bir rektör atayarak yönetenlerin adamını iş başına getiriyoruz. Bütün okulları iyi seviyeye getiremiyoruz, iyilerin seviyesini düşürerek eşitlik sağlıyoruz.
Avrupa birliği bilimin, teknolojinin aydınlık geleceğin temsilci ve yukardaki gelişmeleri takip eden uygulama yapan bir topluluk. İlk yıllarda AB hükümet için önemliydi. Şimdi hepsi ile aramız kötü.
Etrafımızda dost ülke kalmadı, ülkeyi yöneten liderlerimiz ancak Afrika’ya gidiyor. Çünkü yakın çevremizle hep düşman olduk.
Suriye ile yakın dosttuk. Şimdi muhaliflerini destekliyoruz ve ülke olarak başımız belada. Rusya ile kötü yönetim yüzünden düşman olduk, şimdi dost olmaya çalışıyoruz. İsrail’e kafa tuttuk, bin pişmanlıkla şimdi yeniden düzeltmeye çalışıyoruz. Mısır ile aramız kötü. Amerika ile dost ve müttefiktik, şimdi ey Amerika diye bağırır duruma geldik. Avrupa ile aramız hepten kötü. Şimdi de 8 FETÖ’cüyü iade etmeyen Yunanistan ile aramız açıldı. Gözdağı vererek milletin gözüne girmeye çalışılıyor.
Şimdi bu kadar yanlış politikadan sonra bu hükümetin getirdiği anayasa değişikliği bizi yüz yıl öncesi Türkiye’ye götürecek. 15 yıldır, çok partili Türkiye Cumhuriyeti tarihinde en büyük çoğunluğa sahip hükümet yönetiyor ülkeyi. Ve bu sürede ülkeyi hemen hemen tek adam yönetiyordu. Bu süreçten sonra ülkeyi yönetenlerin dediğine göre, bekaa sorunu yaşıyoruz, yeniden kurtuluş savaşı veren bir dönem yaşıyoruz. Ve bizden, bizi bu duruma getiren güçlü lider, tek adam yönetimine evet dememiz isteniyor.

Bu kadar yanlışı yapmış bir yönetime ve bizi yüz yıl geri götürecek bir anayasa değişikliğine elbette HAYIR demek yetmez, ama HAYIR demekten başka akıllıca bir seçenek var mı?

29 Ocak 2017 Pazar

SİYASET DÜRÜST YAPILMALI

TBMM’sinde anayasa değişiklik tasarısı görüşülürken yaşananlarla ilgili yazdığım bir yazımda endişelerimi dile getirmiştim. Meclis bu kadar karışır, hakaret, küfür kavga bu boyutta yaşanıyorsa, bu değişiklik halka gittiğinde, referandum döneminde yaşanabilecek olaylara dikkat çekmiştim. Zira halkın da anayasayı, kanunları çiğneyip açık oy kullanması istenirse, buna tevessül edilirse veya halkı aldatmak için dürüst olmayan, ahlaka uymayan söylemler gelişirse yaşanacakları düşünmek dahi istemiyorum demiştim.
Şimdi o süreç, yaşanan onca sorunla birlikte sona erdi. Nisan ayının bilmem kaçıncı pazarında halk sandığa gidecek ve bu değişiklikle ilgili fikrini beyan edecek.
Beyan edecek ama daha şimdiden belden aşağı vurmalar başladı. “Evet” çalışması yapmak serbest, “Evet” i her türlü dile getirebilirsin ama iş “hayır” a gelince orda sorun var. Hem de cana kastedecek, “hayır” çalışmasını yapanları gözaltına alma noktasına varan bir sorun.
Bunu işgüzar yetkili ve görevliler yapıyor diye düşünüyorduk. Zira vapurda “hayır”la ilgili şarkı söyleyen gençleri polis gözaltına almak istedi. Bu pek hoş bir şey değil. Üstelik ne kanuna uygun ne de ahlaka.
Daha şimdiden İst. Maltepe CHP Gençlik Kolları üyesi HAYIR afişlerini astıktan sonra silahlı saldırı sonucu yaralandı. İnşallah bu ilk ve son olur.
Bir süredir sosyal medyada bazı Ak Parti il, ilçe yöneticileri; şunlar, şunlar “Hayır” diyor, o halde bizler “EVET” diyeceğiz diyorlardı. Bu çok basit bir oyun, içinde fikir olmayan, basit bir algı çalışması. Sizin bu konuda “evet”in iyi yönlerini anlatacak fikriniz yok, şunlar hayır dedi diye siz evet diyeceksiniz.  Bu gerçekten size ne kadar doğru geliyor?
Ama şimdi Sayın Başbakan Binali Yıldırım çıktı açık açık bel altı vuruyor. Diyor ki; “CHP, PKK-HDP ile aynı çizgide, ikisi de yan yana gelmiş hayır kampanyası yapıyor. Bölücülerle birlikte olmak Atatürk’ün, İnünü’nün partisine yakışmıyor.”
Sayın Başbakan bu Atatürk’ün CHP’sine yakışmıyor da, senin yaptığın bu ülkenin Başbakanına yakışıyor mu? Atatürk’ü burada işinize geldiği için kullanıyorsunuz da yüzlerce yerde de onun yaptıklarının tersini yapıyorsunuz. Onları sevenleri, Atatürk’ü küçümsüyorsunuz.
Tabii CHP de hemen buna haklı bir cevap verdi. Bence çok da yerinde bir soru ile. CHP dedi ki, “Abdullah Öcalan’ın mektubunu Diyarbakır’da biz mi okuttuk?
PKK ile çözüm sürecini biz mi yürüttük?”
Şimdi aklı ve vicdanı olan herkesin bu sorulara cevap vermesi gerekir. Hakikaten bu ülkede yaşananları bu halk unutuyor olabilir. Ama azıcık vicdanı olan, azıcık yüreğinde Allah korkusu taşıyan ve birazcık da aklı olan bir insan yaşananları unutabilir mi?
‘Efendim onlar ülkenin çok önemli bir sorununu çözmeye çalışıyordu ama PKK sözünde durmadı’ diyebilirsiniz.
İyi de çözüm süreci denen o dönemde hükümet ve yönetenler PKK’ya ne taahhüt etmişlerdi de PKK bu süreçte silah bırakacaktı. Öyle ya, yetkililer bu süreçle ilgili bize sadece “PKK silahları gömecek ve dağdan inecek veya ülkeyi terk edecek” diyorlardı.
PKK bu süreçte hiçbir şey elde etmeyecekse bu sürece niçin evet desindi, diye sormak gerekir. Bu konuda görüşmeler olduğuna göre onların beklediği bazı şeyler vardı ve burada anlaşılamadı. Gerçi bu süreç doğru yürütülseydi ve CHP’nin dediği gibi, yapılmak istenen en azından meclisin bilgisi dahilinde olsaydı memleket için faydalı sonuçlar doğurabilirdi. Hükümet buna yanaşmadı, gizli görüşme yapmayı uygun buldu. Açık olan sadece Dolmabahçe mutabakatının açıklanmasıydı ki, onu da sonradan tanımadılar. Şimdi bu bizim yazı konumuz değil.
Ama bir terör örgütüyle anlaşmak ve terörü bitirmek için görüşme yapan hükümetin Başbakanı; “CHP ile PKK - HDP, ikisi de hayır diyor diye, bu Atatürk’ün partisine yakışmıyor” diyeceksin. Şimdi bu oldu mu?
Ben elbette millete soruyorum, bu ne kadar ahlaka uyar?
Kimlerin hayır dediğinden yola çıkarak “EVET”in doğruluğunu anlatmaya çalışmak, veya kimlerin “EVET” dediğinden yola çıkarak “HAYIR”ın doğruluğunu anlatmaya çalışmak ne doğrudur, ne de ahlaka uyar. Çünkü basit bir kurnazlıktır ve bir seviye içermez. Kandırmaya yönelik bir çabadır.
Şimdi HDP çıkıp dese ki Allah birdir. Siz yok, madem PKK öyle diyor biz başka şey söyleyelim mi diyeceksiniz?
Eğer Selahattin Demirtaş, o günkü Türk kamuoyunun beklentisi sonucu çıkıp da “seni başkan yaptırmayacağız” demeseydi, siz bugün bu değişikliği ve getireceğiniz başkanlığı MHP ile değil, HDP ile yürütecektiniz.
O günlerde Sayın Cumhurbaşkanımız her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alıyordu. Evlet Bahçeli ile Sayın Cumhurbaşkanı birbirine demediğini bırakmıyordu. Bugün milliyetçi MHP yönetimiyle birlikte yürüyor.
Bazı değerler evrenseldir. Hiçbir siyasi çıkar uğruna değiştirilemez, değiştirilmemeli. Bunun için “baldıran zehiri içildi” sanıyorduk. Ama o da dönemselmiş.
Madem bu kadar çok güveniyorsunuz bu değişikliğin doğruluğuna, bu çalışmanızı daha ahlaka uygun yapın. Bu çalışmaları daha demokratik ortamda yapın.

Bugün hem AB ile hem de neredeyse bütün dünya ile yaşadığımız güven sorunu bu tür durumlardan kaynaklanıyor.

26 Ocak 2017 Perşembe

DOMATESİ BIRAK ELEKTRİK FATURASINA BAK

Yeni yılın başlarında Türkiye kar altında kaldı. Kar yağınca Türkiye’de yollar kapanıyor, ulaşım aksıyor ve elbette sebze ve meyveler de hale ulaşamıyor. Üstelik seralar da kardan, selden zarar gördüğü için fiyatlar yükseliyor. Bu iş biraz arz talep meselesi elbette. Ancak devletin de vatandaşı düşünerek bazı tedbirleri alması gerekir. Gerekir ki vatandaş artan fiyatların altında ezilmesin.
İşte o dönemde çarşı pazarda fiyatlar artınca Cumhurbaşkanımız bile sinirlenmiş ve şöyle söylemişti, “domates tarlada bir lira, pazarda 6 – 7 lira, olmaz böyle şey.” Hatta domates biber fiyatları enflasyonu yükseltiyor diye yine Sayın Cumhurbaşkanı sinirlenmişti ve “verimli topraklara sahip tarım ülkesi olmamıza rağmen bunun nasıl olduğunu anlamadığını” söylemişti.
Elbette çok haklı Sayın Cumhurbaşkanı. Bir liralık ürün hiç 6 liraya, 7 liraya satılır mı?
Ama Cumhurbaşkanı sade bir vatandaş değil ki sadece itiraz etsin. Sayın Cumhurbaşkanı 15 yıldır bu ülkeyi yöneten kişidir. Öyle bir yönetendir ki, onun her söylediği anında kanun oluyor. Hakimler, savcılar bile onun söylemlerine göre hemen uygulama yapabiliyor.
Hal böyle olunca onun sade bir vatandaş gibi şikayet etmesi doğru değildir. Ama bizde bu durum milletin çok hoşuna gidiyor.
“Bakın Cumhurbaşkanı da bundan şikayet etti” diye seviniliyor.
Halbuki tarladaki ucuz domatesin pazarda pahalıya satılmasının bir nedeni kar, kış, sel ise, en önemli bir nedeni de yol masrafıdır. Yani o malı getiren kamyon mazot yakıyor. Bir liralık maliyeti olan mazotu kamyoncu 4.5TL’ye alıyor. Mazot maliyeti, kamyon gideri, şoför maaşı, hal kirası, kabzımal karı, pazarcı karı derken elbette fiyat yükselecek.
Yatlara mazotu ucuza ver, çiftçiye, kamyoncuya pahalıya. Ne olmasını bekliyorsun? Kaç yat turizm için, turist için çalışıyor. Hepsi zengin işadamlarının özel yatları. Üstelik neredeyse tamamı yabancı ülke bayraklı?
Neden acaba?
Yüksek vergiden.
Dünyanın en pahalı benzinini kullanan bir ülkeyiz. Neden? Vergilerden.
Bütün bunları düzeltmek yönetenlerin işidir. Sızlanmayı sadece halk yapar. Sızlanan halk hakkını alamaz, hakkını arayan, soran, sorgulayan hakkını elde eder. Bebekler gibi oturduğun yerde ağlamakla kimse sana mama vermiyor maalesef.
Mesela bir de elektrik faturaları sorunu var. Eskiden elektrik bedellerinde kayıp, kaçak gibi bazı bedeller yazıyordu. Sonra bunları mahkemeye verip parasını geri alıyordu vatandaş. Şimdi hükümet bir kanun çıkardı artık elektrik faturasındaki bu gibi kalemleri talep edemiyorsun.
Neden?
Çünkü bu kalemler kaldırıldı, yuvarlandı ve yasallaştı.
Bir elektrik faturasında tüketim miktarı 19TL, aynı faturanın ödenecek tutar bölümüne bakıyorsun 89TL.
Peki, bu nasıl bir iştir Sayın Cumhurbaşkanım? Bu ağırınıza gitmiyor mu? Hani domates fiyatının yüksek olması ağırınıza gitmişti ya, onun için soruyorum.
Bunu anlayan bir Allah’ın kulu var mı?
Elektrik dağıtımı özel şirketlere veriliyor. Bu şirketler belli hizmet verecek ki buradan para kazansın. Devlettin veya özel şirketlerin ürettiği elektriği alıp, elektrik dağıtım sisteminin bakımını yapacak. Vatandaşın tüketimini tespit edip faturalandıracak ve ücretini tahsil edecek.
Bütün bu işler için bir elektrik birim ücreti olmalı ve tüketilen miktar onunla çarpılarak elde edilen miktar da tüketiciden tahsil edilmeli.
Ama öyle olmuyor. Vatandaşın tüketim miktarı devletin tespit ettiği birim fiyatla çarpılıyor, üzerine faturasına göre 10 ile 30 TL arasında değişen sayaç okuma bedeli, artı TRT payı, artı vs. konuluyor ve 19 TL’lik tüketim bedeli 89 TL olarak tahsil ediliyor. Elektir faturasının şişmesi içi illahi sayaç okuma bedeli olması gerekmiyor. Diğer vergiler vs’ler yetiyor faturayı yükseltmeye.
Benim evime gelen, son ödemesi 23-01-2017 olan faturadan örnek vereyim. Enerji bedeli tüm diye yazıyor karşılığında 69 TL diyor. Hemen altında dağıtım bedeli diyor, karşısında 35,79TL yazıyor. BTV, Enerji fonu, TRT payı ile toplam fatura tutarı 130,30 TL.
Var mı böyle bir devlet düzeni?
Kim dur diyecek bunlara?
Biz sızlanan değil, çözüm bulan, vatandaşını mağdur etmeyen bir devlet istiyoruz.
Vatandaşlar da bunu isterse, gerçekten…
İşte o zaman inanın her şeye çözüm bulunur.

25 Ocak 2017 Çarşamba

SAĞLIKTA GELİNEN NOKTA

İki bin yılından önceki yıllarda hastanelerde muayene olmak, ilaç almak oldukça zordu. Çekilen çilenin haddi hesabı yoktu.
Herkes sırasını kuyruklarda beklerdi. Oturarak bekleyemezdin, sıran kaybolurdu. Bağ-Kur’lunun hastanesi ayrı SSK’lının ayrıydı.
Hastanelerde rehin kalma durumları sıkça yaşanıyordu.
Sağlıkta ilk düzenleme çalışması 2001 yılında başladı. 2001 yılında Avrupa Birliği Sağlık Mevzuatına uyum sağlamayı amaçlayan stratejik planlama gerçekleştirildi.
AK Partinin iktidara gelmesinden sonra sağlıkta değişim hızlandı. 2003 yılında Sağlıkta Dönüşüm Programı’nı (SDP) uygulamaya başladı. Dönüşümün en büyük getirisi, sağlık hizmetlerine erişimin kolaylaştırılması oldu.
Genel sağlık sigortası, aile hekimliği, SSK, BAĞ-KUR, Emekli Sandığı hastanelerinin tek bir çatı altında birleştirilmesi ve ilâç fiyatlarının düşmesi dönüşümün ‘halk’ odaklı ayaklarıydı.
Sağlık ocakları yerine aile hekimliği getirildi. Sistem dışındaki pratisyen hekimler sisteme dâhil edildi ve birinci basamak denilen merkezlerde sağlık hizmeti sunulmaya başlandı.
Üniversite hastaneleri tamamen paralıydı. Halk çoğunlukla oralardan hizmet alamaz durumdaydı. Üniversite hastaneleri sisteme dahil edildi. Hem bu hastanelerde hem de tüm sağlık sektöründe telefonla randevu, internetten randevu alma sistemi kuruldu ve sabahın köründe gidip kuyrukta bekleme dönemi kapandı.
Ancak nüfusun artması, özellikle fazla göç alan İstanbul gibi bölgelerde sağlıkta hizmet yine aksamaya başladı. Artık önceki yıllar kadar randevu almak kolay değil. Doktor odaları önünde kargaşalar artmaya başladı.
Doktorlar normalin üstünde hasta muayene ediyor. Saat 15 de gittiğin doktor daha öğlen yemeği yemediğini söyleyebiliyor. Kontrole giden hastalarla, muayeneye giden hastalar kargaşaya neden oluyor.
İnternetten veya telefonla randevuyu istediğin bölümden alman pek mümkün olmuyor.
Birçok ilacın maliyetini artık sağlık Bakanlığı karşılamıyor. Şimdi de 20 Şubat’ta ilaca zam gelecek diye birçok ilacı bulmak mümkün olmuyor.
Bunlar basit bazı düzenlemelerle çözülebilir. Ancak artan nüfusa orantılı hizmet verecek ne hastane var, ne de yeterli doktor var.
Ben size bugün tanıdığım bir çalışanın yaşadığı sorunu anlatmak istiyorum. Aslında sağlıkla ilgili bu uzun girişi de bunun için yaptım.
Çocuğu 8 yaşında iken düşme sonucu, ağzındaki dişler büyük hasar görüyor. Bazıları kırılıyor vs. Doktorlar 14 yaşına gelince çocuğun dişlerine tel takılması gerektiğini söylüyor.
Çocuk 2016 yılında 14 yaşına girdi. Randevu almak istiyorlar ama bunu yapan devlet hastaneleri Okmeydanı, Bezmi Alem ve Çapa hastaneleri. Uzun uğraşlardan sonra Çapa’dan randevu alınıyor. Diş röntgeni için 20 gün süre veriliyor. Röntgeni çekecekler ama röntgenden sonra tel takılması gerekiyor. Bunun için randevu verecekler. Bu çocuğa 2023 yılının 6. ayına gün veriliyor.
İş bununla da bitmiyor. 2023 yılında bu çocuk 18 yaşına gelmiş olacağından ücret ödenmesi gerekiyor. Zaten Çapa’da belli bir ücret ödemek durumdasın ama 18 yaşını doldurunca tamamı ücretli yaptırmak durumunda.
Çapadaki durumu da şöyle anlatıyor. “Kocaman bir salon var. Orada belki 20 – 30 öğrenci, her biri hastaların başında ha bire çalışıyor. Sanki bir fabrikaya girmişsin gibi. Makineler çalışıyor sanırsın. Ben kendimi orda bir hastanede değil de bir fabrikadaymışım gibi hissediyorum. Buradaki durum beni ürkütüyor” diyor.
Babasını ürküten sağlık fabrikası, onun çocuğunda nasıl bir his uyandırıyor, onu da siz düşünün.
Ağız sağlığı ve diş konusunda bayağı bir sıkıntı var. İnsanlar özel sektöre muhtaç bırakılmış gibi. Benim çenemde ağrı oluştu. Muhtemelen gece dişlerimi sıkmaktan kaynaklanıyor. Genel cerraha gittim, sen çene cerrahına gitmelisin dedi. Nerede bulunur, mesela bir devlet hastanesinde var mı, diye sordum.
Yokmuş.
Beylikdüzü Yakuplu’da ve Büyükçekmece’de ağış diş sağlığı merkezleri var,  orada olabilir mi?
Yokmuş.
Diş sıkmayı önleyici basit bir aparat yapılması gerekiyor ama özel sektöre gitmek zorunda bırakılıyorsun. Devlet hastanelerinde veya bu ağız diş sağlığı merkezlerinde bu yapılabilir ve buralarda bir çene cerrahı hizmet verebilir.
 Yani 2000’li yıllarda başlayan sağlıktaki değişim birçok alanda yetersiz gelmeye başladı. Birkaç yıl sonra insanlar isyan noktasına gelir. Evet, bölge hastaneleri yapılıyor, falan ama yeterli sağlık personeli ve özellikle doktor gerekli.

Sağlık tıkanmak üzere, sağlığı yoluna koymak gerekli,

22 Ocak 2017 Pazar

YOL, KÖPRÜ, TÜNEL YAPMAK

Ülkemiz yeni bir referandum sürecinde. Milletvekillerinin haberi olmadan, üniversitelerin, baroların, hukukçuların dahi bilgisi, katkısı olmadan bir anayasa değişiklik tasarısı hazırlandı ve Devlet Bahçeli’nin desteğiyle meclisten geçti.
Türkiye’nin yeni bir anayasa ihtiyacı var. Bunu başta Ak Parti olmak üzere bütün siyasi partiler savunur. Ancak yamalı bohçaya dönmüş 82 anayasasına bir yama daha eklemek için değil, toptan yeni bir anayasa yapmak gerekirdi.
Bizde anayasalar halkın talebi doğrultusunda yapılmıyor. Halkın hiç böyle bir talebi olmadı, olmazda…
Yapılan bazı anayasalar halka bol geldiyse de, çoğu dar geldi. Ama halk çok da umursamadı. Çünkü kendi yerine hep birileri düşündü, getirdi.
 Anayasamız yönetenlerin elini güçlendiriyor. Dolaysıyla yönetenler, iktidar olanlar bu anayasayı toptan değiştirmek istemiyorlar. Neresi işlerine geliyor veya gelmiyorsa sadece orayı değiştirmeyi doğru buluyorlar.
Çok şükür kimse de çıkıp ‘be kardeşim değiştirecekseniz hepten değiştirin, yeni bir anayasa yapın. Buna ekleme veya çıkarma yapmayın’ demiyor.
İktidarda bulunan çoğunluk da işine geldiği gibi davranıyor. Şimdi de öyle oldu. Yapılan bu yeni yama muhtemelen Nisan ayında halk tarafından kabul görecek.
Çünkü halk diyor ki bu iktidar çalışıyor. Bize yol yapıyor.
Bize köprüler ve tüneller yapıyor.
Bundan dolayı da iktidar halkın önüne ne getirse otomatik kabul görüyor.
Halk yapılan birçok hizmetin nasıl yapıldığını bilmiyor, bilenlerin çoğu halen farkında değil.
Devlet hizmet yapıyor dediğimiz her iş için halk ücret ödüyor. Hizmeti kullananlar müteahhide ödeme yapıyor. Hizmeti kullanmayanlar da hazine aracılığıyla ödeme yapıyor.
Ayrıca devlet bugüne kadar ne kadar özelleştirme yaptı?
Devlet ne kadar malını elden çıkardı?
Bu paralar ne oldu, nereye gitti?
Zarar ediyordu denilerek satılan bu tesisler ne oldu, şimdi kimlerin elinde?
Kimse ülkesinde yol, köprü, tünel yapılmasından rahatsız olmaz. Ebetteki biz de bundan memnuniyet duyuyoruz.
Ama bunların nasıl yapıldığını da sormak gerekir. Allah bize sorgulamak için akıl vermiş.
Hele yönetenler “devletin kasasından bir kuruş çıkmadan köprü yaptık, tünel yaptık” diyorsa.
Hakikaten böyle midir diye sormak, araştırmak, öğrenmek de bize düşer.
Hani malum Osmangazi köprüsünü biliyoruz. İzmit körfezine yapılan. Devlet o köprü için, köprü yapılana kadar hiç para ödemedi. Köprüyü yapanlar dolar bazında kredi aldılar, Devlet güvencesinde.
Köprünün yapımı bitti. Geçişler başladı. Devlet de müteahhide para ödemeye başladı. Günlük 40.000 araç geçiş garantisi vermişti devlet. Bu geçişin altında kalan miktarın ücretini devlet ödüyor.
Nereden ödüyor?
Hazineden ödüyor.
Kimin parası?
Senin, benim, hepimizin.
Şimdi diyebilir miyiz ki; devlet tek kuruş para ödemeden bu köprü yapıldı?
Köprüden geçen para ödeyerek geçiyor.
 Geçmeyen de ödediği vergilerden oluşan hazineden ödeme yapıyor.
Pazar günkü Hürriyet gazetesinde sevgili dostum Vahap Munyar’ın yazısını okuyorum. Munyar, Avrasya tüneli yapımcılarından Yapı Merkezi Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Arıoğlu ve Başar Arıoğlu ile Avrasya tüneli merkezinde görüşmüş ve onun ağzından aktarıyor.

“BAŞAR Arıoğlu, Avrasya Tüneli’nde mevcut tek yön 16.8 lira olan fiyatın, ihale şartnamesindeki “4 dolar artı KDV” kuralına göre belirlendiğini,
- Tünel için döviz bazında kredi kullandık. Kreditörler, dolara endeksli geçiş ücreti şart koştu. Yıllık fiyat artışı da ABD enflasyonuna endeksli olacak.
2018’de fiyatta kendileri için “düzeltme” beklediklerini kaydetti:
-Fiyat Ocak 2018’de 70 centlik artışla “4.70 dolar artı KDV”ye çıkabilir.
Hazine’nin Avrasya Tüneli’nde yıllık 25 milyon araç geçişini garanti ettiğini vurguladı:
- Günlük 68 bin 500 araç geçiş garantisi söz konusu. Şu anda günde 20-25 bin araç geçiyor. 68 bin 500’ü aşınca fazla olan kısmın yüzde 30’unun ücretini devlet alacak.
- Şimdilik açığı Hazine’nin kapatacağı dönemdeyiz. İnşallah kısa sürede günlük 68 bin 500 araç geçişine ulaşırız. Hazine’den fark almaya gerek kalmaz.”
Yani Avrasya tüneline de devlet para ödüyor. Ne kadar? Günde 40.000’in üzerinde araç parasını hazine müteahhide ödüyor.
Sadece bilin istedim.

Söz, karar, yetki elbette milletin.

16 Ocak 2017 Pazartesi

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ REFERANDUMDA NE OLUR?

Anayasa değişiklik tasarısının ilk görüşmeleri bitti. Çarşamba günü ikinci tur oylamalar yapılacak.
Peki, bu oylamalardan sonra ne olacak?
Olacaklar konusunda iki ihtimal var:
Birincisinde deniyor ki; bu tasarıya karşı olan çoğu MHP ve bazı Ak Parti milletvekillerinden hayır diyecekler ilk oylamada evet demek zorunda kaldılar. Üstlerindeki baskı azalsın diye birinci oylamada evet dediler. Ama esas olan ikinci oylamadır ve bunlar burada hayır oyu verecek ve tasarı ret olunacak.
Bu bana çok tutabilir gibi gelmiyor.
İkinci seçenek ise, ilk oylama göstermiştir ki bu tasarı TBMM’sinden geçecek. Ve dolaysıyla Nisan ayının başında referanduma gidecek.
Peki, referanduma giderse halk ne der?
Bunu bilmek çok kolay değil ancak benim tahminim odur ki referandumda halk çok az bir farkla da olsa hayır diyebilir. Yani şimdilik bıçak sırtında gibi duruyor.
Halkın bu anayasa değişikliğine evet demesi için bu değişikliği beğenmesi gerekir.
Bana göre halk bu değişikliği beğenmiyor. Halk derken de bütün halkı kastediyorum.
CHP tabanının önemli bir eksimi Ak Parti ne getirse karşı çıkacak. Ama diğer kesimi de bu değişiklikle iyi işler yapılacağı, yani değişikliğin ülkenin hayrına olduğuna inanmıyor.
MHP tabanının %70 gibi bir kesimi de bu değişikliğin ülkenin, toplumun lehine olacağına inanmıyor. %30’luk bir kesim de “Devlet Bahçeli’nin bir bildiği vardır” diye Bahçeli ile birlikte bu değişikliğe destek veriyor.
Ak Parti tabanında önemli sayılabilecek bir kesim var ki onlar da bu tasarının ülke için hayırlı olacağına inanmıyor. Ve Ak Partinin TBMM’sinde yaptıkları gibi halkı da açık oy kullanmaya zorlamaları pek mümkün değil.
Aman bu zorlama uygulamayı da yapmasınlar, yapmamalılar zaten. Yapmaya kalkarlarsa buna gösterilecek diğer vatandaşların tepkisiyle, Allah korusun ülkede çok kötü şeyler olur.
Yani referandum süreci bu ortamda geçerse %48-49 ile %51-52 oranında bir ret çıkar diye tahmin ediyorum.
Tabii bu oranların değişmesi Nisan ayına kadar ülkede yaşanacak olaylara bağlıdır. Ayrıca referandum sürecinde tarafların çalışmasına ve yaşanacak sürece bağlı olarak değişiklik gösterecektir.
Ayrıca unutmamak gerekir ki 2010 referandumunda bir de “yetmez ama evet” diyen bir eksim vardı. Bu önümüzdeki referandumda bu kesimin hemen tamamı Hayır cephesinde yer almaktadır.
Aklı başında, sorumluluk sahibi, demokrasiden yana, tartışan, konuşan bir Türkiye’den yana olan her vatandaş bu değişikliğe hayır demelidir.
Neden?
Ben yazdığım 3 -4 yazımda bu konuyu işledim.
Birincisi, bu yasa demokratik değil ve ülkeye daha demokratik bir yaşam sunmayacak. Yaşananlar yaşanacakların göstergesidir. Birçok insan daha şimdiden çıkan kararnamelerle sorgusuz sualsiz içeri tıkılıyor. Gerekçe bile aranmıyor, hak hukuk gözetilmiyor. Birilerine gözdağı verilecek,  içeri tıkılacak, tıkılıyor.
OHAL kapsamında çıkarılan kararnameler ile özelleştirmeler yapılıyor. Milli Piyango kurumu bile bu kapsamda değerlendiriliyor. Sadece bu iki gerekçe bile ileride adına Cumhurbaşkanlığı denilen, acayip başkanlık sisteminde yasal yetkiler verildikten sonra nasıl yaşanır, ben tasavvur etmek bile istemiyorum.
İkincisi bu kadar kötü, antidemokratik dediğimiz sistem değişikliği veya rejim değişikliği üniversitelere sorulmadan, Barolar tartışmadan, TBMM’sindeki partilerin tümünün görüşü alınmadan hazırlanan, Teklifi hazırlayan iki partinin milletvekillerinin dahi bilgisi olmadan, halka açıklanmadan, anlatmadan getiriliyor. Antidemokratik şekilde yapılan anayasadan demokratik bir sistem çıkmaz.
Ve elbette TBMM’sinde kanunların açık şekilde çiğnenerek açık oy kullanılması, burada yaşananlar, demokratik davranılmaması da çok önemli bir etkendir.
Ak parti özellikle CHP’lilere cevap verirken diyor ki; “siz bu kadar kötülemeyin getirdiğimiz değişikliği, zira Atatürk ve İsmet İnönü de bu sistemi uygulamışlardı”
İyi de o vakit bu ülke yeni kurulmuştu. Ülkede demokrasinin önemli unsurları olan diğer siyasi partiler henüz yoktu. Bunlar olur olmaz da bu uygulamaya son verdiler. Siz ise 90 yıl sonra, ülkede birçok siyasi parti varken oraya dönmek istiyorsunuz.
Ak Parti tabanında bu kadar açık olan durumu görecek kimse yok mudur?
Yani bana göre bu kez bu teklifi getirenler, kendi tabanları başta olmak üzere halkı biraz koyun gibi gördüler. Biz ne getirsek halk kabul eder, bunlar düşünemezler diye davrandılar.
Tabanın bir kesimi bütün bunları görüyor ve rahatsız.

Bunlardan dolayı diyorum ki çok az bir farkla da olsa, bu kez referandumdan hayır çıkar.

11 Ocak 2017 Çarşamba

KANUNLARI HİÇE SAYANLAR ANAYASA YAPIYOR

TBMM’sinde Anayasa değişikliği görüşmeleri yapılıyor. Değişiklik paketinin bütünü üzerinde yapılan görüşmeler tamamlanıyor ve oylamaya geçiliyor.
Kanun gereği birincisi, bu konularda siyasi partiler grup kararı alamıyor.
İkincisi, oylama gizli yapılıyor.
Grup kararı alınamıyor ama AK Parti başkanı, Başbakan Sayın Binali Yıldırım partisinin milletvekillerini, anayasa görüşmeleri başlamadan toplayıp görüştü. “Bizden fire çıkmaz” dedi. Yani grup hep birlikte aynı kararı verecekmiş. Bunu çok da antidemokratik saymayabiliriz.
Ama Mecliste oylama kanun gereği gizli yapılacaksa, Oraya oy kullanma kabinleri kurulmuş ise, kanun yapacak, en önemli kanunu, Anayasayı değiştirecek siyasi partilerin, onların milletvekillerinin önce kanunlara uyması gerektiğini herkesin bilmesi, kabullenmesi gerekir.
Eğer mecliste ezici çoğunluğu bulunan iktidar partisi teklif getiriyorsa onların, bu konuda daha duyarlı davranması gerekir. Eğer onlar buna özen göstermez ise gelecek değişiklikle anlatılan bütün olumsuzlukları yapacakları konusunda da haklarında anlatılanları doğrulamış olurlar.
Bölgemiz milletvekili Sayın Ali Şeker’in kamerasıyla meclisten yaptığı canlı yayından izliyorum. Sağlık Bakanı oyunu açıkta kullanıyor. CHP’li milletvekilleri onu uyarıyor. Sayın Bakan ulan’lı, cümlelerle nasıl bağırıyor onlara anlatmak kolay değil; “suç işliyorsam size ne, size mi soracağım nasıl oy kullanacağımı” diyor.
Bir başka Ak partili milletvekili, kardeşi FETÖ terör örgütünden tutuklu olan milletvekili yüzünü meclis üyelerine dönüyor, açıkta oy kullanıyor. Kanunları çiğnemeyi gizleme gereği duymadan.
Sanırım böylece kendisinin FETÖ'cü olmadığını, ne kadar “sadık biri olduğunu” ispatlamış oldu.
Üç Ak Partili erkek milletvekili aynı anda aynı oy kullanma kabininde oy kullanıyor.
Bu anayasa değişikliğine destek veren MHP’li Celal Adan, kameranın net görüntüsünde AK partili Ayşenur Bahçekapılı ’ya kullandığı oyu gösteriyor. Sayın Bahçekapılı gülümsüyor.
Bütün bunlar bir suçlama değil. Ayni ile vaki. Kameradan canlı izliyoruz.
Sonra,  Celal Adan sosyal medyada bunları yalanlıyor,” iftira atıyorlar” diyor. “Bunu söyleyenler şerefsizdir” diyebiliyor.
Ana Muhalefet partisinin “rejim değişiyor” dediği bir ortamda, İktidar partisinin, “rejim değil yönetim sistemi değişiyor” diye savunma yaptığı bir dönemde gerçekte anayasamızda çok önemli bir değişiklik yapılıyor. Cumhurbaşkanına önemli YASAL YETKİLER veriliyor.
Efendim, “Cumhurbaşkanı bugüne kadar da çok önemli yetkiler kullanıyordu” deniliyor. Kullanılan bu yetkiler çok da yasal değildi. En azından alışagelmiş değildi. Teamüllere uymuyordu.
Bundan dolayı da MHP genel Başkanı Bahçeli, “ bu fiili durumu yasal hale getirelim diye” bir söz söyledi ve bu süreç başladı.
Demek ki bu fiili durum dediğimiz Cumhurbaşkanının kullandığı yetkiler kanunlara uygun değildi. Bunu bu değişikliğe destek veren partinin genel başkanı söyledi. Hükümet de bunu kabul etti ve bu değişiklik çalışmaları başladı.
Yasalara uygun olmayan bir şekilde ülkeyi yönettiği iddia edilen bir ortamda, Cumhurbaşkanına daha kuvvetli ve çok etkili uygulama yetkileri veriyoruz. Tarafsız olacak, kanunlara uygun olacak şekilde yönetecek diyoruz!
Meclisteki oylamada kanunları açık biçimde hiçe sayan çok güçlü bir siyasi parti var ve bize diyor ki; siz korkmayın bu yapılan değişiklikle size daha iyi, daha demokratik hizmet edeceğiz. Daha demokratik bir ülke yaratacağız.
Gizli yapılması gereken oylamanın ihlal edilmesi, en azından o oylamanın geçersiz olmasını şart kılar. Kim uygulayacak bunu?
Gücün yetiyorsa gel de uygula!
Türkiye bu hale gelmişse vay halimize…
Bugün iktidardan yana olanların korkusu olmayabilir. Ya yarın ayrı düşerseniz ne olacak?
Demokrasi herkese lazım.

Karar milletin.

9 Ocak 2017 Pazartesi

ANAYASA GÖRÜŞMELERİ SÜRECİ DEMOKRATİK DEĞİL

Dokuz ocak pazartesi TBMM’sinde Anayasa değişikliği görüşmeleri başladı. Bir gün öncesinde Başbakan Binali Yıldırım Irak gezisinden döndü ve kameralar karşısına geçti. 
Gazeteciler kendisine sordular. CHP, meclisteki görüşmelerde çok konuşacak ve süreyi uzatmaya çalışacak. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başbakan cevap veriyor; “Bizim de kendimize göre bir stratejimiz var. Biz tam bir savunma taktiği uygulayacağız. Mümkün olduğu kadar kısa sürede bu tartışmaları bitireceğiz ve referandumun 2 Nisan’da yapılmasını sağlayacağız” dedi.
Açıklamadan görüldüğü gibi mesele bir ülkenin geleceğini belirleyecek olan anayasa değişikliği yapılırken amaç, milletvekillerinin bilgilenmesi değil. Amaç çarçabuk bu işi kotarmak, meclisten geçmesini sağlamaktır.
Milletvekillerinin bilgilenmesini istemeyenler halkın bilgilenmesini isterler mi? Böyle bir ihtiyaç hissedeler mi?
İyi de niye?
Neden Ak Parti böyle davranmayı gerekli görüyor?
Madem halka güveniyoruz. Madem milli irade bu kadar önemli niçin milli iradenin doğru ve sağlıklı tecelli etmesi için halkı doğru bilgilendirmekten kaçıyoruz?
Şimdi bir de yeni bir durum oluştu. Çıkarılan yeni KHK ile yeni seçmen yaratılmaya çalışıldığı söyleniyor. CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan,  KHK ile getirilen düzenlemeyle yurt dışında adres kaydı yapmayan 1 milyon seçmenin oy kullanmasının önünün açıldığını belirterek, “Şimdi adres bildirimi yapmadan oy kullanma getiriliyor. Bu kontrolsüz bir hale getirir, mükerrer oy kullanmanın önü açılır. Sandık güvenliği ortadan kalkar. Seçim yasalarında yapılan değişiklikler 1 yıl içinde gerçekleştirilen seçimlerde uygulanamaz. Ancak hukuk dolanılarak bu yapılmaya çalışılıyor” dedi.
Pazartesi günü, yani bu anayasa değişikliğinin mecliste görüşüleceği gün, Barolar Birliği ve CHP milletvekilleri bu anayasa değişikliği teklifi ile ilgili açıklama yapmak için TBMM önünde toplandılar. Hükümet bunların üzerine biber gazı ve tazyikli su sıktılar. Yani ülkenin anayasası değişiyor ve bununla ilgili iki önemli kurum, biri hukuku savunmakla görevli kurum olan Barolar Birliği, diğeri ülkenin ana muhalefet partisi milletvekilleri düşüncelerini açıklamak, bu değişiklikle ilgili halkın dikkatini çekmek istiyor ve iktidar bunlara biberli gazla, tazyikli su ile tomarla saldırıyor. Biz de bu ülkede demokrasi var diyerek kendimizi kandırıyoruz.
Bu ülkede yaşayan bir yurttaş olarak bu yaşananlardan, yapılanlardan rahatsızlık duyuyorum. Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz. Gidecek başka bir yerimiz yok. Burada yapılacak yanlışlar geleceğimizin iyi ya da kötü olmasını belirleyecek.
Burada futbol takımı tutar gibi siyasi parti tutmanın bizi nerelere götüreceğini herkesin görmesi gerekir. Benim partim, benim liderim yanlış yapmaz diye bir şey söz konusu olamaz. Herkes insan, insan şaşar. İnsanlar şaştığı zaman yaptığı hata kendisini bağlar ama o şaşan insan ülkeyi yönetiyorsa bunun bedelini toplum olarak, ülke olarak hepimiz öderiz.
Anayasa yapılması gibi önemli bir konu oldubittiye getirilmemeli. Lütfen her bir ferdimiz bunu iyi görsün.
Bu anayasa meclisteki komisyona gelmeden birkaç kişi arasında hazırlandı. İktidar partisinin 316 milletvekili daha bu anayasa değişikliğini görmeden, okumadan imza attılar. Bu doğru değildi. Daha sonra komisyonda tartışılırken metin hakkında bilgi sahibi oldular ve bazı değişiklikler talep ettiler.
Şimdi mecliste görüşülecek ve siyasi partiler sözde bu konuda grup kararı alamıyor. Grup kararı alamıyor ama AK Parti Genel Başkanı grubu topluyor anlatıyor. Neyi anlatıyor. 316 kişinin firesiz evet demesini. Sonra da açıklama yapıyor “bizde fire olmaz” diye.
Böyle önemli bir konuda 316 vekilin aynı düşünmesi pek mümkün değil. Bu CHP ve MHP de gözüküyor.
Lütfen dikkat! Bu bir futbol maçı değil. Kendi takımımızın kazanması için atmasın yürekleriniz. Bu sizin, bizim, hepimizin geleceği. Ve meclisten geçerse bu değişiklik, yarın bize, halka sunulacak.
Lütfen iyi okuyun. Yapılacak bu değişikliklerden sonra yönetim biçimi nasıl olacak? Bugüne kadar yapılan yanlışlardan sonra bir doğru oluşabilir mi?
Milletvekilinin, halkın bilgilenmesini engelleyerek, onların özgürce karar vermesini engelleyerek getirilen anayasa değişikliği halkın lehine olabilir mi?
Bir türkü diyor ki; “ince ince bir kar yağar, fakirlerin başına.”  Ama bu anayasa ile ince değil kalın bir örtü geliyor hak ve özgürlüklerin üstüne.

Son pişmanlık fayda etmez.

7 Ocak 2017 Cumartesi

KARDAN ADAMLARI KIRMAYIN

Toplum gittikçe hoşgörüsüz ve yıkıcı oluyor. 
Bugün toplumun bu tahammülsüzlüğüne, agresifliğine örnek olarak kardan adamlara karşı yapılan saldırıları ele almayı düşündüm.
Birçoğunuz nerden çıktı şimdi bu kardan adam hikayesi diye düşünüyorsunuz. Ben ise önemsedim.
Önemsedim; zira kardan adam yapanların az, ama bu kardan adamlara saldıranların çok olduğunu gördüm. Üstelik kardan adamları öyle fazla da yaşatmıyorlar. Kardan adamları yapanların oradan ayrılmasından hemen sonra bir veya daha çok saldırgan gelip o kardan adamlara saldırıyor, tekmeliyor, üzerinde tepiniyor, yok ediyor.
Nasıl bir zevk alıyor bu davranışından bilemiyorum.
Kardan adama saldırmak neyin göstergesidir?
 Kişisel hoşgörüsüzlük!                                                                                     
Toplumsal davranış bozukluğu!
Barbarlık!
Bunu yapanlar çok olduğuna göre, toplumsal davranış bozukluğu sayılır mı?
Belki de bu saldırganları  bulup tek tek araştırmak gerekir. 
Düşünebiliyormusunuz; birileri gidip soğukta üşümeyi göze alıyor. Karları yuvarlayıp, kocaman kartopları yaratıyor. Bu kartoplarını üst üste koyarak kocaman bir yığıntı haline getirdikten sonra başlıyor ona şekil vermeye. Kafasını, boynunu, vücudunu özenle yapıyor.
Kimileri daha da çok özeniyor. Kocaman bir havuç getirip burun yapıyor. Koca zeytinlerle veya kömürle gözler yapıyor. Boynuna atkı atanlar var. Kardan kadın yapıp makyaj yapanlar var.
O kadar güzel eserler yaratılıyor ki yanından geçerken gülümsememek mümkün değil.
Bir nevi heykeltıraş sanatkârlığı yaratılıyor.
Ama birileri bu güzelliği görmeye tahammül edemiyor. Ona bakıp gülümsemek, yapanı içinden takdir etmek varken, daha on dakika geçmeden onu yok etmeyi tercih ediyor.
Geçen gün yağan karda, bizim sitede bir baba – kızın kardan adam yaptığını gördüm. Gerçekten çok güzel bir kardan kadın yapmışlardı. Her yönüyle bir sanat eseri gibiydi. Birileri gidip o kardan kadınla resimler çekildi. Facebook’da bu resimleri paylaşan bazı kişileri de gördüm. Hakikaten beğenilmeyecek gibi de değildi.
Yarım saat sonra oradan tekrar geçtiğimde o kardan kadın param parça edilmişti.
Geçen gün TV’ler gösterdi. Sanırım Ankara’daydı. Kocaman bir kadın evine giderken yolunun üzerinde yapılmış bir kardan adama saldırıyordu. Önce kardan adama bir tekme atıyor, kardan adamın gövdesini deliyor ama kardan adam yıkılmıyordu. Sonra arkadan bir tekme hamlesi daha, kardan adam sendeliyor ama yine yıkılmıyor. Birkaç darbeden sonra kardan adam yıkılıyor ama dağılmıyor. Yerde ama sağlam duruyor. O kadın kardan adamın üzerine çıkıp zıplıyor, tepiniyor ve kırıyor ama sanki kardan adam öç alıyor gibi, üzerindeki bu kadını da yere atıyor, kötü şekilde düşürüyordu.
Bu ülkede insanlar sevmedikleri, hoşuna gitmeyen sözleri sarf edenlere saldırıyor, linç etmeye çalışıyorlar.
Mesela hükümetten güç alan kesimlerin davranışlarına fiziki saldırı, fiziki linçi kimse yapamıyor. Orada güçten korkulduğu için fiziki linç genellikle oluşmuyor. Ama iktidara karşı davranış sergileyenlere karşı fiziki linç hemen oluşuyor.
Sanıyorum toplumsal davranış bozuklukları, hoşgörüsüzlük kardan adamlara karşı da aynı şekilde çalışıyor. Ne de olsa kardan adamı kollayacak pek kimsesi yok diye düşünülüyor. Bir o kardan adamı yapan, “niye yıkıyorsun” diye sorup karşı çıkar. Başka kimseden tepki gelmez diye rahat saldırılıyor.
Ama anlamadığım şey; kardan adamların siyasi davranışları olmaz. Onlar eğlence kültürünün ürünüdürler. Neden onlara karşı bu kadar saldırganlaşıyoruz?
Belki de eğlenmekten, güzel şeyler üretmekten de korkuyoruz. İçimizdeki hoşnutsuzluk bizi güzel şeylere karşı agresif yapıyordur.
Bunlar psikologların ve sosyologların incelemesi gereken davranışlardır. Ama herkes kendi çapında hoşgörü yaysın. Yaysın ki daha hoşgörülü bir toplum olalım.
6 Ocak akşam saatlerinde yağmaya başlayan kar 7 Ocak sabahında halen olanca gücüyle yağmaya devam ediyor. Hava kötü, dışarda tipi var. Henüz kimse evinden çıkıp kardan adam yapmaya başlamadı. Belki akşama doğru, belki yarın yapılır. Bu yazdıklarım bugüne kadar yağan karlardan yapılan kardan adamlara yapılan saldırılardı.
Lütfen bundan böyle yapılacak kardan adamlara saldırmayın. Yapanların emeğine saygı, yapılan esere, güzelliğe saygı gösterin. Zaten kısacık ömürleri var. Doğal olarak kısa sürede yok olacaklar.

Hiç değilse kardan adamlar daha uzun yaşasın.



6 Ocak 2017 Cuma

İŞKEMBEDEN ATMAK


İki ocak tarihinde Beylikdüzü Belediye Meclis toplantısını izliyorum. Meclisin açılışında Başkan İmamoğlu ’da CHP ve Ak parti grubu da eski yılın son günlerinde ve yeni yılın ilk saatinde yaşadığımız terör olaylarında yitirdiğimiz insanlarımızla ilgili düşüncelerini dile getirdiler. Malum kınama ve taziye dilekleri.
CHP grup sözcüsü Mülayim Demirtaş terör olaylarını kınarken, “sadece kınamak yetmez. Bu kadar olaya rağmen önlem alamayan sorumluların, yetkililerin de bedel ödemesi gerektiğini” söyledi ve sorumluların istifa etmeleri gerektiğini dile getirdi.
Arkasından Ak Parti meclis üyesi Ali Gürsel Ovalı söz aldı ve “ben görevim gereği 23 yıl dağlarda mücadele etmiş biriyim. Öyle oturduğun yerde işkembeden atmakla olmaz bu işler. Terörle mücadele o kadar kolay değildir” dedi. “Dünyanın her yerinde terör var, sadece bizde mi var” diye de ekledi.
Başkan İmamoğlu buna cevap verdiyse de Demirtaş ikna olmadı, kendisi cevap vermek istedi. Başkanın “gerginlik büyümesin” uyarısına rağmen, “sadece bir cümle bir şey söyleyeceğim” diye söz aldı Demirtaş.
“Dünyanın her yerinde terör olayı yaşanıyor ama oralarda önlem almakta yetersiz kalan yetkililer istifa ediyor. Neden bizde hiçbir istifa olmuyor” diye sordu.
Benim üzerinde durmak istediğim konu ise; işkembeden atmak cümlesinden yola çıkarak ülkenin geldiği duruma dikkat çekmek. Daha önce birkaç defa yazdım, ülkede acılarda bile ortaklaşamıyoruz diye. Kimse düşüncesini söyleyemez duruma geldi. Ülkeyi sevmeyi, birimizin diğerine hakaret etmesi olarak algılıyoruz. Konuşamayan toplum haline geldik. Hakaret etmeden düşüncemizi söylesek, bizim gibi olmayanın ne düşündüğünü merak etmek, belki de düşüncesinde doğruluk payı olabileceğine ihtimal vermek bu kadar mı zordur. Bir belediye meclis üyesi  terörü önlemenin çok da kolay olmadığını anlatmak için illahi karşısındakine “işkembeden atma” demek zorunda mıdır?
Belediye meclisi böyle de TBMM farklı mı? TBMM’sine bakıyorsunuz  milletin vekili diye seçtiklerimiz birbirini dinlemiyor, dinleme gereği duymuyorlar, birbirine hakaret ediyorlar.
Neden duymuyorlar?
Çünkü en güçlü siyasi parti milletvekilleri kendi özgür iradeleri ile karar vermiyor, karar alamıyorlar.
Bunu asla onlara hakaret etmek için söylemiyorum. Bu örneği daha fazla Ak Parti’de gördüğüm için yazıyorum. Bu son Anayasa değişikliği meselesinde bu durum bir kez daha ve çok da çirkin bir şekilde ortaya çıktı. Milletvekili teklifi bilmeden, okumadan, ne getirdiği hakkında bir fikir sahibi olmadan, gurubun bütünü, firesiz imza attı. Sonra  kendi içinde tartışıp bazı maddelere karşı çıktılar.
Hakikaten bu kolay anlaşılır, kabul edilebilir bir durum değildi. Milletvekili iradesinin nasıl ellerinden alındığını göstermesi açısından ibretlik bir durum oluşturdu.
Milletvekillerinin bu kadar bağımlı olduğu, üst yöneticinin bu kadar belirleyici olduğu bir ülkede yeni getirilen Cumhurbaşkanlığı sisteminde yargının yarısını Cumhurbaşkanı atayacak, yarsını da bu üste bağımlı olan milletvekilleri atayacak. Yani dolaysıyla o yarısını da Cumhurbaşkanı atamış olacak. Böylece yargı bağımsızlığı ortadan tamamen kalkmış olacak.
Zaten son yıllarda bu yargı bağımsızlığı ortadan kalkmıştı. Sayıştay raporlarının hali ortada.
Hal böyle iken biz sade vatandaşlar bu ülkenin geleceğinden nasıl emin olacağız. İşlerin doğru yürütüldüğünden, geleceğimizin karartılmayacağından nasıl korkmadan yaşayacağız. Söz konusu olan çocuklarımızın geleceği, ülkemiz vatanımız.
Demokrasilerde kurumlar denetim görevi görürler. Birileri yanlış yaparsa o yanlışı gören yetkili kurumlar önlem alırlar. Bütün kurumlar bir kişiye bağlıysa herhangi bir yanlışı kim, hangi kurum nasıl önleyebilir.
Hani  Sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere her siyasetçi söylüyor ya, “vatandaş her şeyin en doğrusunu bilir, yapar” diye. Ben de bir vatandaş olarak bu karamsarlık içindeyim.
Koca profesörler,  okumuş, ülke yönetimleri hakkında bilgili kişiler bilmiyor ve ülkede bu konuda birlik sağlanamıyorsa,  gariban vatandaş nasıl bilecek?
Gerçi bu ülkede okumuş bir üniversite rektörü “ben en çok okumuşlardan korkuyorum. En çok da ilkokul mezunlarına, hatta hiç okumamışlara güveniyorum diyorsa, vatandaş olarak ben nasıl endişelenmeyeyim. Hele bir de bu profesör Cumhurbaşkanı tarafından ödüllendirilip YÖK denetleme kuruluna atanıyorsa, benim ülkem bu hale gelmişse ben nasıl güvende olacağım.
Velhasıl endişeliyim. Siyasetçilerimizin birbiriyle konuşamaz, birbirini dinelemez hale gelmesinden endişeliyim.
Ülkeyi yönetenlerin; anayasa gereği laiklikle yönetilmesi gereken ülkede, laiklik karşıtı bildiri dağıtanları korumasından, laiklik yanlısı bildiri dağıtanları içeri tıkmasından endişeliyim.
Devlet yetkililerinin terörü önleyemeyip “vatandaş önlem alsın” çağrısı yapmasından, vatandaşın bundan vazife çıkarıp istemediği yeri yakmasından  endişeliyim.
Kanunlar dururken, devletin kurumları dururken vatandaşın hoşuna gitmeyen insanı veya kitleyi linç etme noktasına gelmesinden ve buna devletin sessiz kalmasından endişeliyim.
Devletin bazı durumlarda sırf yapmış gibi davranmasından, vatandaşın aldatılmasından kandırılmasından endişeliyim.

Lütfen insanlığımıza geri dönelim. Hepimiz aynı gemideyiz. Birbirimizi kırmak, incitmek, ötekileştirmek bizi kötü bir yere götürüyor. Bunu yönetenler görmüyorsa vatandaşlar görsün istiyorum. Yönetenlerin sayısı az, biz 80 milyonuz.

1 Ocak 2017 Pazar

YENİ YIL VE UMUT

İnsanlar gelecek her günden, her yıldan umutludur. Yeni yılın iyi şeyler getireceğine inanılır.
Umutlu olmak için sebepler gereklidir oysa. Siz gelecek için bir şey yapmamışsanız gelecekte iyi şeylerin olmasını neden, nasıl umut edebilirsiniz?
Umut fakirin ekmeğidir demişler. Bir şey yapmasa da gelecek için, gelecekte güzel günler görmek için insan ümit etmek ister.
Çünkü umut olmadan yaşam olmaz. Güzel şeyler olmayacaksa, kötülükler ve olumsuzluklar devam edecekse hep, niçin yaşasın ki insan?
İnsanlar kendi kişisel gelecekleri için umutlu olurlar ve kendi gelecekleri için çalışırlar. Devletler ise kendi yurttaşlarının iyi bir yaşam sürebilmesi için çaba gösterirler. Devlet yurttaşları arsında ayırımcılık yaratmaması gerekir. Var olan farklılıkları hoş görme kültürünü geliştirmesi gerekir. Yoksa devletin yurttaşları arasında huzur olmaz.
Bizim ülke olarak 2017’ye girerken umutlu olmamız için hiçbir etken durum yoktu aslında. Ama yine de herkes birbirine iyi yıllar demeyi, yeni yıllarını kutlamayı ihmal etmedi.
Bazı insanlarımız ise dinimizin yeni yılı kutlamayı yasakladığını, bunun Hristiyanların adeti olduğunu söyleyerek yeni yılı kutlayacakları hoş görmedi.
Peki bütün yurttaşları kapsayan devletimiz ne yaptı?
Devletin dini kurumu olan Diyanet yeni yıl kutlamalarını hoş görmeyen bir fetva yayınladı. Yani devlet, bugüne kadar yaptığı gibi, hatta düne kadar yaptıklarından bir adım daha ileri giderek, yurttaşlarının bir kısmını ötekileştirdi, onların yaptıklarını hoş görmedi, kınadı.
Yeni bir yılın ilk saatlerinin başka kültürlere, başka dünyalara ait yılbaşı eğlenceleriyle israfa dönüştürülmesi ne kadar da düşündürücüdür. Sevap-günah, hayır-şer konularında muhasebe yapılması gereken saatlerin, emek harcamadan zengin olmak arzusuyla kumar, piyango gibi şans oyunlarıyla heba edilmesi ne kadar da üzücüdür. “ (Hürriyet)
Bu hutbeyi yayınlayan Diyanet Kurumu,  maaşlarının bir bölümünü bu devletin milli piyangosundan aldığını bile unutmuş. Ülkemiz gerçeklerinden bu kadar uzaklaşmış ve inananları da bu doğrultuda iknaya çalışan bir dini kurumumuz var.
2017’ye girdiğimiz yılın ilk gecesinin ilk saatinde yeni yılı kutlayan insanlar tarandı, şimdilik 39 kişi hayatını kaybetti. 65 kişi yaralandı.
Elbette Diyanet bu fetvayı yayınladığı için bu vahim olay yaşandı demiyorum. Elbette terörde uluslararası güçlerin, terörü besleyenlerin rolü var.
Ama benim ülkemde bunun zemini var. Ve bu zemini bizatihi devlet yaratıyor. Bu terör yaşandıktan sonra, “terörün bir mabette veya bir eğlence yerinde yapılması arasında fark yoktur” diye açıklama yapmanın bir anlamı yoktur. Bu açıklamayı, bu anlayışı hep söylemen gerekir. Riyakar olmamak gerekir. Açık ve şeffaf, kucaklayıcı olmak gerekir. Yoksa sonradan söylediklerinin hiçbir anlamı kalmaz. Kimseyi kandıramazsınız.
Ben eminim ki bu ülkede 39 kişinin hayatını kaybettiği bu olaya sevinen yüz binlerce insan var.
Devlet dinin yorumcusu, dinin belli bir yorumunun savunucusu, hatta uygulayıcısı olursa sonunda ülkenin iklimi bu olur.
Halbuki Müslümanlık hoşgörü dinidir diye öğretilmişti bize. Bizatihi devlet okullarında okutulan kitaplarda böyle yazardı. Halbuki şimdi devletin en büyük bütçeli kurumu bizatihi hoşgörüsüzlük yaratıyor.
Birileri terörden yana olabilir, terörü besleyebilir. Bizi zayıflatmak, yok etmek isteyebilir. Devlet bütün vatandaşlarını eşit görerek, eşit uygulama yaparak ve yurttaşlarının birbirini düşman bellememesi için hepsine eşit ve hepsini koruyucu davranacak. Söylemlerini de eylemlerini de buna göre yapacak.
Aksi durumda bütün yabancı güçler sizin ülkenizde kötülük yapar, at koşturur ve siz asla bunu önleyemezsiniz.
Çünkü bu iklimi siz yaratıyorsunuz.
Biz bunu anladığımız anda olumsuzluklar da azalmaya başlayacaktır. Yoksa her dini cemaatin bir din anlayışı vardır ve bunlar arasındaki savaşlar da bitmez. Yabancıların burada etkili olmaması mümkün mü?
Çok umudum olmasa da umarım devleti yönetenler bir an önce bunu görür ve buna göre davranır. Mustafa Kemal işte bütün bunlar olmasın diye LAİKLİK ilkesini getirmişti. Kimsenin dinine de inanışına da karışmıyordu. Ama günümüz hakim siyasetçileri onu din düşmanı olmakla suçluyorlar. Kin ve nefret tohumlarını yeşertiyorlar. Bir şeylerin düzeleceğinden nasıl umut edilir ki?

Ama bütün yaşananlara inat; umudun eksik olmadığı, tüm insanların, ayırımsız mutlu olduğu yıllar diliyorum.