İki ocak
tarihinde Beylikdüzü Belediye Meclis toplantısını izliyorum. Meclisin
açılışında Başkan İmamoğlu ’da CHP ve Ak parti grubu da eski yılın son
günlerinde ve yeni yılın ilk saatinde yaşadığımız terör olaylarında
yitirdiğimiz insanlarımızla ilgili düşüncelerini dile getirdiler. Malum kınama
ve taziye dilekleri.
CHP grup
sözcüsü Mülayim Demirtaş terör olaylarını kınarken, “sadece kınamak yetmez. Bu
kadar olaya rağmen önlem alamayan sorumluların, yetkililerin de bedel ödemesi
gerektiğini” söyledi ve sorumluların istifa etmeleri gerektiğini dile getirdi.
Arkasından
Ak Parti meclis üyesi Ali Gürsel Ovalı söz aldı ve “ben görevim gereği 23 yıl
dağlarda mücadele etmiş biriyim. Öyle oturduğun yerde işkembeden atmakla olmaz
bu işler. Terörle mücadele o kadar kolay değildir” dedi. “Dünyanın her yerinde
terör var, sadece bizde mi var” diye de ekledi.
Başkan
İmamoğlu buna cevap verdiyse de Demirtaş ikna olmadı, kendisi cevap vermek
istedi. Başkanın “gerginlik büyümesin” uyarısına rağmen, “sadece bir cümle bir şey
söyleyeceğim” diye söz aldı Demirtaş.
“Dünyanın
her yerinde terör olayı yaşanıyor ama oralarda önlem almakta yetersiz kalan
yetkililer istifa ediyor. Neden bizde hiçbir istifa olmuyor” diye sordu.
Benim
üzerinde durmak istediğim konu ise; işkembeden atmak cümlesinden yola çıkarak
ülkenin geldiği duruma dikkat çekmek. Daha önce birkaç defa yazdım, ülkede
acılarda bile ortaklaşamıyoruz diye. Kimse düşüncesini söyleyemez duruma geldi.
Ülkeyi sevmeyi, birimizin diğerine hakaret etmesi olarak algılıyoruz.
Konuşamayan toplum haline geldik. Hakaret etmeden düşüncemizi söylesek, bizim
gibi olmayanın ne düşündüğünü merak etmek, belki de düşüncesinde doğruluk payı
olabileceğine ihtimal vermek bu kadar mı zordur. Bir belediye meclis üyesi terörü önlemenin çok da kolay olmadığını
anlatmak için illahi karşısındakine “işkembeden atma” demek zorunda mıdır?
Belediye
meclisi böyle de TBMM farklı mı? TBMM’sine bakıyorsunuz milletin vekili diye seçtiklerimiz birbirini
dinlemiyor, dinleme gereği duymuyorlar, birbirine hakaret ediyorlar.
Neden
duymuyorlar?
Çünkü en
güçlü siyasi parti milletvekilleri kendi özgür iradeleri ile karar vermiyor,
karar alamıyorlar.
Bunu asla
onlara hakaret etmek için söylemiyorum. Bu örneği daha fazla Ak Parti’de
gördüğüm için yazıyorum. Bu son Anayasa değişikliği meselesinde bu durum bir
kez daha ve çok da çirkin bir şekilde ortaya çıktı. Milletvekili teklifi
bilmeden, okumadan, ne getirdiği hakkında bir fikir sahibi olmadan, gurubun bütünü,
firesiz imza attı. Sonra kendi içinde tartışıp bazı maddelere karşı çıktılar.
Hakikaten bu
kolay anlaşılır, kabul edilebilir bir durum değildi. Milletvekili iradesinin
nasıl ellerinden alındığını göstermesi açısından ibretlik bir durum oluşturdu.
Milletvekillerinin
bu kadar bağımlı olduğu, üst yöneticinin bu kadar belirleyici olduğu bir ülkede
yeni getirilen Cumhurbaşkanlığı sisteminde yargının yarısını Cumhurbaşkanı
atayacak, yarsını da bu üste bağımlı olan milletvekilleri atayacak. Yani
dolaysıyla o yarısını da Cumhurbaşkanı atamış olacak. Böylece yargı
bağımsızlığı ortadan tamamen kalkmış olacak.
Zaten son
yıllarda bu yargı bağımsızlığı ortadan kalkmıştı. Sayıştay raporlarının hali
ortada.
Hal böyle
iken biz sade vatandaşlar bu ülkenin geleceğinden nasıl emin olacağız. İşlerin
doğru yürütüldüğünden, geleceğimizin karartılmayacağından nasıl korkmadan
yaşayacağız. Söz konusu olan çocuklarımızın geleceği, ülkemiz vatanımız.
Demokrasilerde
kurumlar denetim görevi görürler. Birileri yanlış yaparsa o yanlışı gören
yetkili kurumlar önlem alırlar. Bütün kurumlar bir kişiye bağlıysa herhangi bir
yanlışı kim, hangi kurum nasıl önleyebilir.
Hani Sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere her
siyasetçi söylüyor ya, “vatandaş her şeyin en doğrusunu bilir, yapar” diye. Ben
de bir vatandaş olarak bu karamsarlık içindeyim.
Koca profesörler,
okumuş, ülke yönetimleri hakkında
bilgili kişiler bilmiyor ve ülkede bu konuda birlik sağlanamıyorsa, gariban vatandaş nasıl bilecek?
Gerçi bu
ülkede okumuş bir üniversite rektörü “ben en çok okumuşlardan korkuyorum. En çok da
ilkokul mezunlarına, hatta hiç okumamışlara güveniyorum diyorsa, vatandaş
olarak ben nasıl endişelenmeyeyim. Hele bir de bu profesör Cumhurbaşkanı
tarafından ödüllendirilip YÖK denetleme kuruluna atanıyorsa, benim ülkem bu
hale gelmişse ben nasıl güvende olacağım.
Velhasıl
endişeliyim. Siyasetçilerimizin birbiriyle konuşamaz, birbirini dinelemez hale
gelmesinden endişeliyim.
Ülkeyi
yönetenlerin; anayasa gereği laiklikle yönetilmesi gereken ülkede, laiklik karşıtı bildiri
dağıtanları korumasından, laiklik yanlısı bildiri dağıtanları içeri tıkmasından
endişeliyim.
Devlet
yetkililerinin terörü önleyemeyip “vatandaş önlem alsın” çağrısı yapmasından,
vatandaşın bundan vazife çıkarıp istemediği yeri yakmasından endişeliyim.
Kanunlar
dururken, devletin kurumları dururken vatandaşın hoşuna gitmeyen insanı veya kitleyi
linç etme noktasına gelmesinden ve buna devletin sessiz kalmasından
endişeliyim.
Devletin
bazı durumlarda sırf yapmış gibi davranmasından, vatandaşın aldatılmasından
kandırılmasından endişeliyim.
Lütfen
insanlığımıza geri dönelim. Hepimiz aynı gemideyiz. Birbirimizi kırmak,
incitmek, ötekileştirmek bizi kötü bir yere götürüyor. Bunu yönetenler
görmüyorsa vatandaşlar görsün istiyorum. Yönetenlerin sayısı az, biz 80
milyonuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder