Hükümet iki yıldır, adına çözüm ya da barış süreci dedikleri
bir süreç izliyor. Buradaki amaç, 30 yılı aşkın bir süredir savaştığı,
Türkiye’deki Kürtlerin önemli bir kesimi tarafından destek gören PKK ile
siyaseten uzlaşmak. 30 yılda 40 – 50 bin kişinin ölmesine rağmen, devletin de
bir türlü üstünlük sağlayamadığı, huzura kavuşturamadığı ülkeyi ve millet
olarak elde edilmeyen huzurun barış yoluyla sağlanması amaç edinildi.
Hiç kuşkusuz bu doğru bir yoldur. Zira devlet dediğin de
insanları ile toplumun bir kesimi ile savaşmaktan ziyade, toplumun bu kesiminin
taleplerini dikkate alır ve bütün toplumun veya çoğunluğun huzur bulacağı bir şekilde
yaşamasını sağlar. İşte bunun için adına çözüm süreci denen bir dönem
yaşanıyor. Ancak bu süreç topluma açık bir şekilde yürütülmediği için halk
olarak neler yaşandığını da bilemiyoruz. Elbette bu sürecin tamamı halkın gözü
önünde yaşanamayabilir. Ama en azından bu halkın Parlamentodaki temsilcileri de
bu süreçte nelerin yaşanacağını ve sonuçta varılacak noktanın bilinmesi
gerekir. Gerekir ki bu süreç daha güçlü bir destek görsün ve başarıya daha
kolay ulaşılsın.
Hükümetimiz ise bu süreci elinden geldiğince saklamaya,
flulaştırmaya çalışıyor. Hükümet, “biz bu sürecin sonunda bir şey vermeyeceğiz,
PKK’nın silah bırakmasını ve ülke dışına çıkmasını sağlayacağız” açıklaması
yapıyor. Ancak halkın büyük çoğunluğu buna inanmıyor. Zira bir müzakere
yapılıyorsa bunun en az iki tarafı var ve taraflar bir şeyler alırlar. Taraflar
bir kazanım elde etmeden müzakere etmez, anlaşmaya varmaz. Diğer taraftan
kamuoyundan gizlenen PKK ve onun lideri olan hapisteki Abdullah Öcalan ile
yapılan görüşmelerin bir bölümü kamuoyuna yansıyor ve hükümet zor durumda
kalıyor.
Bir taftan PKK dediğin örgütle müzakere yapıyorsun. Diğer
taraftan toplumun bir kesiminin gözüne şirin gözükmeye çalışmak için bu örgüte
her türlü hakaret ve aşağılamayı yapıyorsun. Sadece örgüte de değil. Onların
yasal temsilcisi olan siyasi parti temsilcilerine de söylemediğini
bırakmıyorsun. Bunun sonucunda yarattığın güvensizlikle, ürküttüğün PKK veya
bir kolu yeniden teröre başvurmaya başladı ve kırkın üzerinde insanımız öldü.
Bunu fırsata çevirmek isteyen güçler de bu sayede devreye girdi ve çözüm süreci
düğümlendi.
Bir taftan ülkendeki Kürtlerle barış süreci yaşayarak
uzlaşmaya çalışırken, diğer taraftan bunların amcası çocukları ve bilumum
akrabası olan Kobani Kürtlerine güvenmiyor, onları yok etmeye çalışan örgüte,
İŞİD’e yardım ediyor algısını yaratıyorsun.
Elbette hükümetimiz İŞİD’e yardım ettiğini kabul etmiyor.
Ama Adana’da arama yapılan tırlarda ele geçen silahlar ve bu silahları taşıyan
tırların şoförlerinin ifadeleri ile tırları arayan savcıların tutanakları
durumu açıklıyor.
Diğer taraftan daha birkaç gün önce TV ve gazetelere
yansıyan görüntülerde Suruç kobani sınırındaki Türk askeri aracındaki
askerlerle İŞİD militanlarının birlikte, samimi görüntüleri durumu açıklamaya
yetiyor.
Hükümetin veya Türk Genelkurmayı’nın yaptığı aksi yöndeki
açıklamalar insanları ikna etmeye yetmiyor.
Türkiye Cumhurbaşkanı ve Başbakanının akşam TV’lere yaptığı
açıklamanın, sabah olunca tam ters yönde konuşması, kimseyi sizin bu süreci
doğru yönettiğinize inandırmaz. Kimsenin sizin hangi konuda samimi, hangi
konuda riyakar davrandığınızı bilmesi pek mümkün olmaz.
İzlediğimiz dış politika bizi dünyada yalnızlaştırdı.
Birleşmiş milletlerdeki oylamada aldığımız oy bizim ülke olarak nereye
düştüğümüzün göstergesidir.
Komşularla “sıfır sorun politikamızdan” geldiğimiz noktaya
bir bakalım. Irak ile aramız iyi değil. İran ile Yunanistan ile zaten hiç iyi
olmadı. Mısır ile ipleri kopardık. Suriye hükümetinin ipini ilk çeken biz
olduk.
Peki, bütün bu uygulamalarımızın sonunda ne bekliyorduk? Kim
bize güvenir ki?
Ülkede barış yapmaya çalıştığımız kesimleri aşağılayacağız
ve onları oyalama taktiği ile zaman kazanacağız. Bu taktikle sürekli seçime
endeksli bir barış süreci yürüteceğiz. Kobani’de Kürtlerin hamisi olup, tıpkı
Kuzey Irak Kürtlerinde olduğu gibi iyi ilişkiler kuracağımıza, onları İŞİD’in
kucağına atacağız. Bu kez bizim dışımızdaki ülkeler Kürtlere sahip çıkacak ve
biz de Kürtlere kızıp duracağız. Sınırımızda bize rağmen gelişmeleri bir nevi
seyreder duruma düşeceğiz.
Biz ülkemizde yaşadığımız süreci muhalefetten saklayacağız. Bu
gelişmeleri eleştirenlere ha bire hakaret edeceğiz. Biz kimlerle iyi ilişkiler
kuracağız söyler misiniz?
Ülkede belli bir çoğunluğunuz var diye muhalefeti dikkate
almazsınız. İçerde güçlüyüz diye dışarıda herkesin işine karışmaya, onlara
düşmanlık içeren açıklamalar yapmaya devam ederseniz içerde ve dışarda yalnız
kalırsınız.
Merak etmeyin bir gün bu gariban halkın da gözü açılır ve
bunları görür. Sahi siz bunu hiç düşünmüyor musunuz?
Bu kadar danışmanınız ne işe yarıyor?
Ülke kabadayılıkla yönetilmez. Akılla yönetilir ve elbette
dürüst ve adil olmamız lazım. Devletin kuralları olur, Aşiret veya krallık gibi
davranırsanız beklenmedik! sonuçla karşılaşmanız sürpriz olmaz.
Daha açık, şeffaf politika uygulayacağız ve demokrasiden
ödün vermemeye özen göstereceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder