19 Kasım 2014 Çarşamba

CUMHURBAŞKANI BAŞBAKANLIK YAPMAMALI, BÜTÜN TOPLUMA GÜVEN VERMELİDİR


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığına seçildiği günden bu yana fiili olarak başbakanlık yapıyor. Çeşitli şekillerde “toplu açılış” denen bir takım suni organizasyonlar tertip edilerek oralarda halka hitap etmesi sağlanıyor. Böylece AKP tabanı üzerindeki hâkimiyeti korunmuş oluyor. Ve en önemlisi; Özal’dan sonra ANAP’ın başına gelenler AKP’nin başına gelmemesi için Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bıraktığı, yarattığı bir boşluk varsa o kapatılmaya çalışılıyor.
Recep Tayyip Erdoğan, daha seçilmeden önce bunun böyle olacağını, fiili olarak yürütmenin başı olacağını söylemişti. Ancak önemli olan onun, o günden bunu söylediği için böyle davranması değildir. Şimdi moda oldu; “biz bunu yapacağımızı halka söyledik ve halk da bize buna göre oy verdi” söylemi AKP’de hep hakim oldu.  Ancak Cumhurbaşkanlığı için bu pek de doğru bir söylem değildir. Zira hükümeti de Cumhurbaşkanını da şimdi halk seçiyor ve madem hem hükümeti, hem de cumhurbaşkanını aynı kitle, aynı işi yapsın diye seçiyorsa, o zaman nasılsa bunların zihniyeti de aynı ve zaten aynı şeyleri yapacaklar. O vakit ne gerek var hükümete? Cumhurbaşkanı yürütür olur, biter. 
Elbette bu tür bir siyasi rejimi, başkanlık rejimini Recep Tayyip Erdoğan istiyordu. Ancak mevzuatı uyduramadıkları için Cumhurbaşkanlığına başbakanlık yaptırıyorlar.
Bilmek ve görmek gerekir ki toplum sadece AKP’lilerden oluşmuyor. Bu partiye ve adaylarına oy vermeyen bir %50 kitle var. İşte Cumhurbaşkanı istemese bile bunları da temsil etme görevi  ve sorumluluğu vardır. Bunun için hükümete göre daha bir üst akıl olması ve tüm toplumu kucaklaması gerekir.
Gerekir ki toplumu bir arada tutabilsin. Gerekir ki devlet olalım. Devlet olacaksak devlet gibi uygulamalar gerçekleşsin. Devletin tepesindeki kurum da bu toplumun %50’sini değil, tümüne hitap etsin, toplumun tümünü kucaklasın.
Başbakan ve Cumhurbaşkanı siyasi düşünceleri kendilerine uymayan danışmanlar tutarlar. Bunların en son örneği Etyen Mahçupyan (Başbakan danışmanı). Bunlara ne danışırlar pek bilmiyorum ama bu kişilere danışsalar bu tür yanlışları daha az yaparlar diye düşünüyorum. Ama belki de bunu da toplumun gözünde olsunlar, yani desinler için tutuyorlar.  
Cumhurbaşkanı Salı günü (18-11-2014) Ankara’da “155 Eğitim tesisinin açılışında” konuşuyor. “4+4+4 yani şifresi 444 olan bu uygulamayı biz niye getirdik biliyor musunuz? İmam hatip okulları üzerindeki baskıyı yok etmek için. İmam Hatip okullarının orta bölümlerindeki eğitim sorununu çözmek için” diyor.
Peki, bu ülkedeki tüm halkın sorunu bu mudur? Mesela Aleviler için bu uygulama bir baskıdır. Azınlıklar için bir baskıdır. Bir Cumhurbaşkanı bunların da başkanı değil midir? Bunları temsil etmiyor mu?
Bir Cumhurbaşkanı kendini halkın bu kesiminden nasıl, niçin soyutlar?
Başbakan Davutoğlu diyor ki; “bu Alevileri anlamıyorum. Dersimdeki alevi katliamına rağmen aleviler niçin bu CHP’ye oy veriyorlar?”
İşte Davutoğlu’nun anlamadığı gerçek tam da burada yatıyor. 1937 deki CHP Türkiye Cumhuriyetini temsil ediyordu. Ve Türkiye Cumhuriyeti burada alevi katliamını yapmıştı. Bunların içinde sadece bugünkü CHP’nin temsilcileri yoktu. Demokrat Partisinden, AKP’ye kadar herkes vardı. Ama bugünkü CHP devlette laikliği savunuyor. AKP ise adım adım dincileşmeyi uyguluyor ve sadece toplumun Sünni mezhebine yönelik hak ve özgürlükleri genişletiyor.
Devletin dincileşmesi ise Alevilerin korkulu rüyası. Zira dincileşme Sünni bir din, Sünni mezhebin etkisi demektir. Yani Alevilerin korkularının nedeni demektir. AKP adım adım bunu getiriyor. Yukarıda İmam hatiplerin etkisinin artırılmasını Cumhurbaşkanının savunması gibi. Devletin bütün okullarını İmam Hatip yapmak isteyen bir partiye, hükümete, Cumhurbaşkanına aleviler niçin, nasıl güvensinler?
Zaten istediği kanunu bir gecede çıkaran hükümetin, 12 yıldır aleviler için ciddi, resmi bir yenilik getirmemesi;  sadece çalıştaylar düzenleyerek onları  oyalaması  bu partinin Alevilere bakışını gösteriyor.
AKP Alevileri hep oyaladı. Oyalarken de Sünni mezhebi hep güçlendirdi. Aleviler oyalandıklarını biliyorlar. Göstermelik işler, söylemler artık karın doyurmuyor.
Alevilerin de Kürtlerin de bütün kesimlerin de kurtuluşu daha çok özgürlüktür ve daha büyük hoşgörüdür. Bu özgürlükleri getirecek ve bu hoşgörüyü yaratacak tohumları bu hükümet ekmiyor, ekmeye de niyeti yok. Onun için Cumhurbaşkanımız başbakan iken hep “kendi %50’sinden” bahseder ve ona sahip çıkardı.
Toplumun diğer %50’sine güvenmeyen yöneticiye, bu %50’nin güvenini kazanmak için bir şey yapmayan yöneticiye bu %50 niçin, nasıl güvensin.
Hiç değilse Cumhurbaşkanı tüm toplumu kucaklayacak söylem ve uygulama içinde olmalıdır.

Hal böyle iken nasıl “birlik içinde, dirlik içinde, güçlü bir Türkiye” kurulacaktır? 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder