Hükümet,
Gülen cemaati ile arasının bozulması sonucunda, dershanecilikte önemli bir güce
sahip olan bu cemaati bitirmenin bir aracı olarak dershaneleri kapatma kararı
aldı. Buna alternatif olarak da devletin
ücretsiz dershane açacağını söyledi. Bu dershaneciliği de hafta sonu devletin
okullarında ve halkevlerinde yapacağını duyurmuştu.
Dönemin
Başbakanı, şimdinin Cumhurbaşkanı Erdoğan bu kararı alırken eğitim sisteminin
yanlışlığının, yetersizliğinin gereği olarak eğitim alanında böyle bir
değişikliğe gitmedi. Kendi hükümetleri döneminde devlet içinde oldukça fazla
güçlenen bir kesimin kendine rağmen bir takım işler çevirmesinden ve hatta
kendine zarar vermeye başlamasından dolayı bu kararı aldı. Bunu da açık açık
söylemekten çekinmedi. Öyle ki başbakana ihanet etmek ülkeye ihanet etmekle
eşdeğer görüldü. Dönemin başbakanı takviye kurslarını açma gerekçesinde açıkça;
“Bu ülkeye ihanete kalkışan bunun
bedelini öder. Sakın ha bunların dershanelerinde artık çocuklarınızı
bırakmayın. Çekin alın çocuklarınızı. Bunların okullarına çocuklarınızı
göndermeyin. Buna var mıyız? Yıllık rantları buradan 1 milyar dolardı. Bu para
gidince bunlar hoplamaya zıplamaya başladılar. Bakınız bize devletin okulları
yeter. Hafta sonlarında takviye kursları noktasında Milli Eğitim olarak
cumartesi pazar ücretsiz olarak biz takviye derslerini vereceğiz. Biz
öğretmenlerimize de burada bedelini devlet olarak biz ödeyeceğiz. Göndermeyin
bunların dershanelerine, çekin alın çocuklarınızı.” açıklamasında
bulunmuştu.
Dershanelerin,
bir üst öğrenime geçişin sınava dayalı olduğu eğitim sisteminin bir sonucu
olduğu bilinmekteyken; eğitim sisteminde köklü değişiklikler yapmadan, bu
kurumları kapatmanın zaten gerçekçi olmadığı ve öğrencilere ders desteğinin bir
şekilde devam edeceği öngörülüyordu.
Bu
iki açıklama, dershanelerin kapatılmasının ve dönüştürülmesinin gerekçesinin
eğitimsel bir gerekçe olmadığını ortaya koymuştur. Böyle olmasına rağmen bu
ülkede bu tür kişisel tepki ve kararlarla derinliği belli olmayan sulara yelken
açılabiliyor. Bir neslin geleceği ile bu kadar kolay oynanabiliyor. Devletin
her kademesini ele geçirmenin gücü doğrultusunda hesap soracak, yanlışları
denetleyecek hiçbir kurum kalmıyor. Demokrasinin üçayağı denen Yasama, yürütme
ve yargı tek elde toplanınca işler iyice karışıyor. Zaten bilimsel dünyanın gerektiği
biçimde verilmeyen eğitim, tamamen kişisel kaygı ve çıkarlar doğrultusunda
şekillendiriliyor.
Bunun sonucunda bakın devletin dershaneleri
dediğimiz, devlet okullarında verilen takviye kurslarında gelinen nokta şudur;
450 mevcudu olan okulda hafta sonu, çevre okullardan gelecek öğrencilerle
birlikte 4500 öğrenciye kurs verilecek. Bu 4500 öğrenci afaki değil gerçektir
ve hatta belki bu sayı artacaktır. Bu kursların bir şekilde öğrenciye faydası
olacağını düşünen bir Allah’ın kulu var mıdır acaba?
Birincisi
450 öğrenci mevcudu olan bir okulun fiziki yapısında, 4500 öğrenci nasıl
yerleşecek? Her bir sınıfa kaç öğrenci yerleşecek? Hafta sonu sıralar artırılsa
bile hafta içi sıralar nasıl toplanıp saklanır? Okullardaki çalışan sayısının
neredeyse sıfır olduğu ortamlarda bu hizmetin verilmesi mümkün değil. Bunun,
sınıflardaki öğrenci sayısını artırmadan, bir şekilde ders saatinin artırılarak
yapıldığını düşünsek bile bu sınıfların temizliğini yapacak personelin olmadığı
okullarda bu temizliğin sağlıklı yapılması, hijyen ortamlarda gençlerin (eğitim
yapması diyemeyeceğiz) zaman geçirmesi mümkün değildir.
Bir
de bu takviye kurslarını verecek kadro açısından bakarsak durum daha da içler
acısıdır. Bu kursları kim verecek?
Okullarda
haftada 25-30 saat ders veren devlet okulundaki öğretmenler. Hafta için bu
kadar yoğun çalışan öğretmen hafta sonu da eğitim verirse, bu öğretmen ne kadar
başarılı olur? Ayrıca bu öğretmenler insan değil mi? Bunların aileleri yok mu?
Bu öğretmenlerin aileleri ile vakit geçirme hakları yok mu?
Haydi
derebeylikle yönetiliyoruz, emirin demiri kestiği bir ortam var diyelim. Bu
öğretmenlerin hiçbir hakkı yok. Peki, bu ortamın öğretmene getirdiği yük onu
sadece bu takviye kurslarında mı başarısız yapacak. Hafta içi eğitim alan
öğrencilerin bu öğretmenlerden yeterince yararlanması mümkün mü?
Nasıl
olsa kaliteli eğitim yok. Birçok öğretmenden dinliyoruz, ‘çocuk liseye gelmiş
çarpım tablosunu bilmiyor’. Eğitim sisteminde sınıfta kalma diye bir şey yok.
Başarısız bir orta öğretim ve lise eğitimi veriyoruz. Şimdi her ilde bir –
birkaç üniversite kurarak burada enflasyonu sağladık. Tamamda bu ne işe
yarıyor. Çocuklarda zaman kaybından başka bir şey değil. Bilimsel eğitimden söz
edemiyorsak, eğitim kurumlarının sayısını çoğalmak neye yarıyor.
Dershaneler
sınava dayalı geçiş sisteminin bir sonucudur ve bu sistemi değiştirmedikçe
dershanelere olan ihtiyaç ortadan kalkmayacaktır. Özel sektöre ait
dershaneleri, eğitimsel bir gerekçe olmadan kapatıp, aynı sistemi okullara ve
halk eğitim merkezlerine taşımak, sorunu çözmeyecek sadece öteleyecektir.
Asıl
sorun, dershane ihtiyacının olmadığı, bilimsel eğitim verilebileceği bir eğitim
sisteminin nasıl yapılandırılacağıdır…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder