22 Aralık 2012 Cumartesi

BAŞBAKAN SERTLEŞTİKÇE POLİSİN ŞİDDETİ ARTIYOR


Ülkedeki toplumsal gelişmeleri izleyenler, Başbakan’ın konuşmalarını izleyenler görüyorlar ki, bu ülkenin başbakanı da polisi de olaylara şahin tavrıyla yaklaşıyor. Ve bunun dozu her geçen gün artıyor.
Başbakanımızın hoşgörüsü her geçen güz azalıyor.
Başbakan herhangi bir konuda yargının kararını beğenmeyince hemen tavrını koyuyor. ‘’Nedir bu yargıdan çektiğimiz? Şu kuvvetler ayrılığı bizim elimizi kolumuzu bağlıyor. Hükümetin uygulamalarına yargı engel olursa hükümet nasıl başarılı olacak?’’
Yani yargı hükümetin işlerine karışmasın demek istiyor.
Zaman zaman yargının siyasi iktidarın işini zorlaştırdığı, ona engel olduğu olmuştur. Yargının haksız yere siyasi partiler hakkında dava açtığı, onları kapattığını hep yaşadık. Yargıya o gücü veren yasalardı, anayasaydı. Demokrasiden yana olan güçlü iktidarlar demokratik bir anayasa yapmayınca, yasaları demokratikleştirmeyince bunlar hep olacaktır.
Ama bir ülkede yargı da iktidarın dümen suyuna girmemelidir.
Başbakan, demokrasinin üzerine oturduğu kuvvetler ayrılığı sisteminden rahatsız. Sorun sadece yargı değil ama bu kez de yargıyı ele aldı. Aslında başbakanın yargıdan beklediği görev bellidir.
Yargı kişiler arasındaki sorunlara baksın.
Yargı muhalefetin her türlü müracaatını ret etsin, muhalefeti engellesin.
Ama yargı hükümetin her yaptığına destek versin, onun alacağı yanlış kararlar da olsa ona karışmasın. Daha doğrusu her konuda başbakan karar versin olsun bitsin.
Başbakan son zamanlarda sürekli asker ve polisi savunur oldu.
Başbakan ODTÜ’ye gidecek. Öğrencilerin tepkisi var. Öğrenciler protesto edecekler.
Polis derhal kraldan çok kralcı kesiliyor. Ne kadar biber gazı varsa yükleniyor, geçiyor saldırıya. Amirler ne verdiyse sonuna kadar kullanıyorlar.
Öyle güç kullanımının orantısından bahsetmek falan mümkün değil. Öğrenci öldüresiye dövülecek. Olmadı plastik mermiyle yaralanacak.
Nitekim bir öğrenci, başına gelen plastik mermiyle komalık oldu.
Buna üniversite yönetiminin, rektörün yüreği dayanmıyor. Açıklama yapıp polisin orantısız güç kullanımını eleştiriyor. ‘’Polisin üniversitede ne işi var’’ diye soruyor.
Vay sen misin bunu diyen. Buna Polisin derhal cevap vermesi yetmiyor. Direk başbakan devreye girip, TV’lerden açıklama yapıyor.
‘’Bu rektörden ne olur?
Bu hocaların yetiştirdiği öğrenciden ne olur? Senin yetiştirdiğin öğrenci buysa, vay bu memleketin haline!’’
Takip edin, o rektörün başına neler gelecek?
Bu gidişle kimse, hiçbir konuda ses çıkaramaz olacak.
Gazetelerde kimlerin yazıp yazmayacağına bile karışan, talimat veren başbakan hiç üniversite konusunda sessiz kalır mı? Elbette konuşacak.
Polis ise tam da bu başbakana göre polis. Emniyet müdürünün gözü kulağı haberlerde, başbakan ne diyecek diye takipte.
Cumartesi akşam TV’ler haberleri veriyor.
‘’Sivas Demir Çelik’te üç aydır maaşlarını alamayan işçiler eylem yapmış. Haklarını arıyorlar. Adam 6 ay önce emekli olmuş, halen tazminatını alamamış. Bir başka işçi konuşuyor, 10. Aydan beri maaşını alamamış.’’
Bu işçi ne yapacak?
Grev yapamıyor. Bu ülkede grev lafı iyice unutuldu, unutturuldu.
Memleket kalkınacak ya, her şey yasak.
O halde gösteri yapacak, sesini duyuracak ki, belki birileri duyar veya o işyerini yönetenler utanır da zoraki de olsa bir şeyler olur.
Bunun için eylem yapıyor, yürüyüş yapıyorlar.
Vay anam vay, sen misin yürüyüş yapan? Biber gazı, cop. Allah ne verdiyse polis uyguluyor işçilere.
‘Durun yahu, bu adamlar aç, aç kaldıkları için sesini duyurmak istiyorlar’ diyen yok.
Eee, polise kim dur diyecek?
Başbakan’ın tavrı belli.
Bu tavrı yakından izleyen polis amirleri de gerekli talimatı vermiş.
Peki, o eyleme giden polis niye dursun?
‘Bu işçi aç, yazıktır’ diyecek hali yok ya.
Elbette üstlerini memnun edecek. Bunun için gerekeni yapacak.
Geçen gün, sanırım Edirne’de bir basketbol maçındaydı. Bir taraftar hakeme laf atmış diye polis o genç taraftarı öldüresiye dövüyordu.
Genç astım hastasıymış. Astım krizine girmiş, nefes alamıyor. Polis kendinden geçmiş, ha bire vuruyor. Diğerleri adamı zor zapt ediyorlar.
Bu polis, astım krizine girmiş bu gence hangi duygularla vuruyor acaba?
İnsan olmaktan çıkma cesaretini nasıl gösterebiliyor dersiniz?
Üstelik 7 polis birden bu gençten davacı olmuş.
Bir ülkenin başbakanı böyle davranırsa, polisi de ona göre davranır.
Yani başbakan şahinleştikçe polis de şahinleşiyor.
Herkes dizini kırıp evinde otursun. Sakın ha bir yerlerde haktan hukuktan bahsetmeyin. Ne olur, ne olmaz…
Sayın başbakan, kıymetli emniyet yetkilileri biraz sakinleşin lütfen.
Nusret Yılmazer

17 Aralık 2012 Pazartesi

TARAF’TA YAŞANANLARIN İLERİ DEMOKRASİYLE BAĞI


Bu hükümetin Avrupa Birliği’ne girme çabası dâhil, demokrasi adına yaptıkları iyileştirmeler ve demokratik açılımlarına hep şüpheli baktım. Buna rağmen ülke için ve demokrasi için doğru olan kararları destekledim. Ama hem bu kararları alan iktidarın başındaki kişinin,  Recep Tayyip Erdoğan’ın yapısından kaynaklanan nedenlerden, hem de onun kadrosunun fazlaca itaatkâr olmasından dolayı bu yapılanların demokrasiye olan inançlarından kaynaklanmadığını ve demokrasi yolundaki bu iyileştirme adımlarının kendi hesapları için atıldığını, devleti teslim alana kadar bu yönde yürüyeceklerini düşündüm. Bu konudaki düşüncelerimi dile getirdiğimde de yer yer ulusalcı olarak değerlendirildim.
AKP iktidara geldiği ilk yıllarda Avrupa Birliği kriterlerine sıkı sıkıya bağlıydı. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi için gerekli her adımı gözü kapalı atıyordu. Öyle ki ‘’sosyal demokrat CHP’’ bile bu konuda yaya kalıyor, yaptığı eleştiriler onu daha geri bir konuma düşürüyordu.
Ülkedeki  liberal kesimin önde gelenleri, eski solcuların önemli bir bölümü AKP’yi destekliyordu. AKP işin boyutunu büyüttü. Derin devleti sorgular oldu. Türkiye’de siyasi iktidarlar üzerindeki asker vesayetini kaldırmayı kafaya koymuştu ve bu da önemli bir kesim tarafından destek görüyordu.
Elbette bütün bu çabaların desteklenmesi gerekiyordu. Neredeyse her on yılda bir kesintiye uğrayan sivil hükümetler bir türlü devlete hakim olamıyordu. İktidarlar daha çok devletin nimetlerinden yararlanıyordu. Özellikle devlet bankalarında, kamu kurumlarında yolsuzluklara yol veriyorlar ama siyaset, vesayetten kurtarmak konusunda fazla boy gösteremeden alaşağı ediliyorlardı. Ülkede birliğin sağlanmasına devletin asıl sahibi olan derin güçler izin vermiyorlardı. Değişik yerlerde olayların yaratıcısı oluyorlar, bunu da sivil iktidarların beceriksizliklerine bağlamayı beceriyorlardı.
Derin güçler toplumda ses getirecek katliamlar yapıyor, birçok Kürt aydını ve işadamı patır patır öldürülüyordu. Kürtlerin haklarından bahseden general de olsa, cumhurbaşkanı da olsa ortadan kaldırılıyordu.
İşte bu ortam sonunda iktidara AKP geldi. Kendisinin daha önceki iktidarların akıbetine uğramaması için gerekli önlemleri almaya başladı. Toplumun tüm kesimleri için gerekli olan, demokrasi yolunda adımlar attı. Bunun için Avrupa Birliği ipine sarıldı. Kürt sorununu biz çözeceğiz dedi. Hatta en son Dersim katliamından dolayı özür bile diledi Başbakan Erdoğan.
Ama bütün bunları yaparken, görünen normal ve iyi tarafın yanında bir de bunu böyle yapmasından görünmeyen ve siyasi olarak çıkar sağlamayı amaçlayan(ki bu normaldir) ama esas kötü tarafı, yüklendiği siyasi liderin etnik ve mezhebine vurgu yapabilen, kabul edilmeyecek bir tavır ve demokrasiye uymayan taraf vardı.
AKP iktidara yerleştikçe, iktidarını sağlamlaştırdıkça bu antidemokratik tavrın dozu iyice arttı. Artık liberallerin desteğini, Avrupa’nın tepkisini dikkate almadan baskılar yapmaya, baskıların dozunu iyice artırmaya başladı. Öyle ki artık eleştiriye tahammül neredeyse sıfır noktasına gelmişti. Eleştiri yapan gazetecileri, köşe yazarlarını ‘’gazeteden kovun, bunlara yazı yazdırmayın’’ çağrılarını TV’lerden, mitinglerden yapmakta bir sakınca görmüyordu.
‘’Taraf olun’’ diyordu. Benden’ taraf olmayan bertaraf oluru’ açıkça söyleyebiliyordu.
İktidarın derin devletin üzerine gitmesinde önemli rol oynamış Taraf Gazetesi’nde gelinen bu noktadan sonra görüş ayrılığı başlamıştı. İktidarın artık demokrasi çabası kalmadığını gören Ahmet Altan ve ekibi artık ağırlıklı olarak AKP’yi eleştiriyordu. Bazı yazar ve kadrolar ise ‘’her şeye rağmen hükümeti desteklemeye devam etmek gerektiğini’’ savunuyordu. Bu tartışma da gazetenin köşe yazılarında kendini açığa vuruyordu. Gazetenin haber manşetlerinde devam eden hükümeti eleştiren manşetler ise huzursuzluğun büyümesine neden oluyordu.
İşte geçen hafta sonuçlanan Ahmet Altan, Yasemin Çongar,  Neşe Düzel ve Murat Belge’nin istifası bu sürecin sonunda geldi. Ve bu mücadeleyi de, diğer alanlarda olduğu gibi hükümetin kazandığını gösterdi.
Bu mücadelelerde henüz hükümetin bileğini büken olmadı. Bu ülke adına iyi midir? Bu aşamada çok da iyi değildir. Zira artık demokrasinin kurumsal ayaklarının yere sağlam basmasının sağlanması gerekirken, her şey halen bir kişinin iki dudağı arasında gerçekleşiyor.
Şimdi Kürt meselesi konusunda AKP’nin içindeki Kürt milletvekillerinin dirençli tavrı farklı bir kapı açtı gibi gözüküyor. Bu ne kadar etkilidir, bekleyip göreceğiz. Ama artık hükümetin attığı her adımı desteklememek gerektiğini, bunu da sağlam bir demokrasi için yapmak gerektiğini anlamamızın zamanıdır.
Zira demokrasi için çok geç olabilir.
Nusret Yılmazer


7 Aralık 2012 Cuma

BEYLİKDÜZÜ BELEDİYE MECLİSİNDEKİ ‘’PROTESTO’’ YA HALK NE DİYOR

Beylikdüzü Belediyesi Aralık ayı meclis toplantısında yaşananları sanırım bilmeyen kalmadı. Malum, Başkan Yusuf Uzun meclis gündemine, kamuda Şahinler Holding’in arsası olarak bilinen yerle ilgili bir gündem maddesi eklemek istemişti. Buna engel olamayan muhalefet meclis üyeleri de topluca salonu terk etmişlerdi.


Bir haftadır çeşitli zeminlerde tartışma devam ediyor.

Muhalefet diyor ki; ‘’ Biz meclisi terk etmeseydik, kalıp hayır da deseydik, firma bu kez 1/1000’lik planı Büyükşehir Belediyesi’nde yaptıracaktı. Böylece yerel belediye meclisi bay-pas edilmiş olacaktı. Beylikdüzü de bu kadar yoğunlaşmayı kaldıramayacaktı.’’

Ben de diyorum ki, Peki şimdi ne olacak? Siz meclisi terk ettiniz. Belediye Kanunu madde 22 ye göre, ‘’Belediye meclisi, üye tam sayısının salt çoğunluğu ile toplanır. Ve katılanların salt çoğunluğu ile karar alır. Ancak karar yeter sayısı, üye tam sayısının dörtte birinden az olamaz…’’ diyor.

Yani, o gün 31 meclis üyesi toplantıya katılmış olduğuna göre, bunun dörtte biri 7.75 eder. Yani 8 kişi ile karar alabilir. Halbuki o gün mecliste kalan AKP’li meclis üye sayısı 11 idi. Yani karar alma açısından, sayısal bazda bir sorun yoktur.

Muhalefet diyor ki, ‘’efendim kamera kayıtları var. Meclis üyelerinin büyük çoğunluğu meclisi terk etmiş ve meclis azınlığa düşmüştür. Üstelik meclis kürsüsünde seçilmiş üyeler ve yedekleri dahi kalmamıştır. Bu halde meclis toplantısına devam edemez. Toplantının ertelenmesi gerekirdi.’’

İktidar da diyor ki; ‘’Meclis açıldı ve yoklama yapıldı. Meclis, yeter i kadar, çoğunlukla, hatta tam sayı ile toplanmıştır. Buna seçilmiş meclis katipleri de imza attılar. Oylama sırasında oy kullanan üye sayısı da kanunen yeterli olduğundan, kanun açısından burada bir sorun yoktur. ’’

Peki, çözüm nerede?

Muhalefet konuyu mahkemeye taşıdı. Mahkeme buna karar verecek. Diyelim ki mahkeme muhalefeti haklı buldu. Yürütmeyi durdurma kararı verdi. O zaman ne olacak? Bu mahkeme kararını kim uygulayacak? Ne zaman uygulayacak?

Bunun yerine muhalefet oyalama sürecine girmeseydi. Arsa sahipleri de konunun bir an önce Beylikdüzü belediye meclisinde görüşülmesi ve ret edilmesini istiyorlar. İstiyorlar ki bu kez 1/1000’ik planı da Büyükşehir belediyesine yaptırsınlar.

Diyelim ki bu yol izlendi ve en son 2008 yılında yapılan 5000’lik plana uygun 1000’lik plan da Büyükşehir Belediyesi tarafından yapıldı. Böylece Beylikdüzü Belediye meclisi bay- pas edilmiş olacak.

O zaman, 2008’de 5000’lik plan yapıldığında buna, ‘Beylikdüzü bu imarı kaldıramaz’ diye itiraz etmeyenler, şimdi de zaman geçtiği için edemiyorlar. Bu kez buna uygun 1000’lik plan yapıldığında itiraz ederler. Şimdiden bunun hazırlığını yaparlar. Hatta şu anda yapmalılar. Çünkü öyle veya böyle bu 1000’lik plan yapılacak. O zaman bunu nerede nasıl durduracaklarsa buna hazır olmaları gerekmez mi?

Yani bu parselin imar durumu Beylikdüzü için bu kadar önemli bir sorun yaratıyorsa buna göre çaba harcamak gerekir. Son tahlilde, bu konuda en büyük şikayet mercii Beylikdüzü halkıdır.

Üstelik önümüzdeki süreçte yerel seçimler var. Eğer mevcut iktidar bu ilçede bina yoğunlaşmasına neden oluyorlarsa bunu da halka şikayet ederler. Çünkü bu iktidar ‘’Beylikdüzü’nde yoğunlaşma yaratmadık’’ diye övünüyor. İktidarın bu kozu elinden alınmış olunurdu.

Bu yazdıklarımız yasal yollardan yapılması gerekenlerdi. Bir de, bu konuda bilgi sahibi olan Beylikdüzü halkının bakış açısı vardır. Onların çok büyük bölümü de, mecliste çok büyük çoğunluğu elinde bulunduran muhalefetin salonu terk etmesini anlayamıyor.

Muhalefetin yapması gereken doğru işler vardır. Çoğunluğu varsa salonda kalıp gereğini yapar. Sonra oluşan durumlara göre de yasal yollara başvurur. Eğer muhalefet azınlıkta ise ve meramını anlatamıyorsa, o zaman mecliste kalması da bir işe yaramayacağı için meclisi terk eder ve basına haber olur. Halka şikayet edilir vs.

İktidar partisi diyor ki, ‘’kardeşim siz yasalara aykırı davranıyorsunuz. Konuyu savsaklıyorsunuz. Yasal olarak yapmanız gerekeni yapmıyorsunuz. Gelin mecliste yine ret edin. Biz size kabul edin demiyoruz ki.’’

Muhalefet ne diyecek?

Haklısınız ama biz bunu yaparsak şu olur, bu olur. Evet, siz gereğini yapacaksınız ve sonra da oluşan duruma göre mücadele yöntemi belirleyeceksiniz.

Şu anda kendini halka anlatmak durumunda kalan taraf muhalefet partileridir.

Haydi kolay gelsin.

Nusret Yılmazer

3 Aralık 2012 Pazartesi

BEYLİKDÜZÜ BELEDİYESİ TARİHE GEÇİYOR

BEYLİKDÜZÜ B. MECLİSİ TAM SAYI İLE TOPLANDI, AZINLIKLA KARARLAR ALDI


Beylikdüzü Belediye Meclisi Aralık ayı toplantısında, tarihinde ender zamanlarda olduğu gibi tam sayı ile toplandı. Ancak daha gündemin birinci maddesi bile görüşmeye başlanmadan, yazılı önergeler alınırken Belediye Başkanı Yusuf Uzun’un, ‘’gündeme bir madde ilave ediyorum’’ sözü üzerine çıkan tartışma sonucunda MHP ve CHP meclis üyeleri toplu halde meclisi terk ettiler. 31 üyeli meclisin 20 üyesi, meclis kürsüsündeki iki üye dahil meclisi terk etmesine rağmen Başkan Yusuf Uzun 11 AKP meclis üyesi ile toplantıya devam etti ve bütün kararları AZINLIKLA aldı.

Beylikdüzü Belediye Meclisi Aralık ayı toplantısı, biraz gecikmeli olarak başladı. Yoklama yapıldı. Meclis üyeleri eksiksiz katılmıştı. Başkan, ‘’Yazılı önergesi olan var mı’’ diye sordu ve MHP ve CHP grubu önergelerini başkanlık divanına ulaştırırken Başkan Yusuf Uzun sözüne devam etti. ‘’Arkadaşlar Büyükşehir mahallesi 264 ada 2 – 3 parsellerle ilgili konu 4 ay önceki mecliste imar komisyonuna gitmişti. Ancak Komisyon bununla ilgili meclisimize henüz kararını bildirmedi. Ben de yasal yetkimi kullanarak bu maddeyi gündemin 12. Maddesi olarak yazıyorum’’ dedi.

MHP grup sözcüsü Halit Tuna söz aldı, ‘’Sayın başkan sizin böyle bir yetkiniz yoktur. Siz gündeme madde alamazsınız, ancak gündeme alınması için meclise önerirsiniz. Meclis karar verir gündeme alıp alamamaya’’ dedi.

Başkan Uzun yetkisi olduğu konusunda, MHP ve CHP grupları ise yetkisi olmadığı yönünde görüş bildirdiler.

Konunun özü neydi?

Söz konusu parsel Belediye binasının alt tarafında bulunan Şahinler Holdinge ait arsayla, (Tapu sanırım Asya Finans adına, bir teminat olayından dolayı onun adına geçmiş ama Şahinler Holding’in arsası olarak biliniyor. 264 ada, 2-3 parsel) ilgiliydi. Şahinler Holding 2008 yılında buraya yeni bir 5000 lik imar planı yaptırmış. Yani Büyükşehir Belediyesi 1/5000’lik planı yapmış ve onaylamış. Şimdi de Beylikdüzü Belediyesi’nin buna uygun 1/1000’lik imar planı yapması gerekiyor. Beylikdüzü Belediye Meclisi de bu yeni 5000’lik planı uygun bulmadığından buna uygun yeni 1000’lik plan yapmıyor.

İki muhalefet partisi de diyor ki, ‘’burada arsa sahibi mağdur değildir. Eğer vatandaş isterse bu arsasına imar alabilir ve inşaat yapabilir. Ama bu arsa sahibi burada kendisine ayrıcalık istiyor. Fazla imar durumu verilsin istiyor. Buna verilen imar da diğer komşu parsellere emsal olur ve çevredeki bütün parsellere aynı imar durumunu vermek gerekir. Kişiye özel imar durumu olmaz. İstenen imar Beylikdüzü için doğru değildir.’’

Şubat meclisinde bu talep meclise geldi ve ret edildi. Belediye Başkanı Yusuf Uzun da konuyu Bölge idare mahkemesine götürdü. Yani kendi belediye meclisini mahkemeye verdi. MHP’li Mustafa Erdoğan Başkan Uzun’a diyor ki, ‘’siz belediye meclisini mahkemeye verdiniz. Suçlayan sizsiniz, suçlamalara cevap veren, savunan da sizsiniz. Bu tarihte ilk defa oluyor. Siz bu yaptığınızla tarihe geçtiniz.’’

Başkan Uzun da, ‘’evet sizin sayenizde oldu bu. Siz yanlış, kanunsuz karar verdiğiniz için ben de böyle davrandım ve bir ilk olma durumunda kaldım’’ diyor.

Bölge idare mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı vermiş. Başkan Uzun da buna dayanarak, konuyu kendisi tekrar meclisin gündemine almak istiyor. Mustafa Erdoğan, ‘’Mahkeme gerekçesini henüz yazmadı. Yani karar henüz kesinleşmedi. Kararın gerekçesi yazılsın, biz İmar komisyonu olarak hemen kararımızı yazacağız’’ diyor.

Başkan Uzun ise ‘Meclisin ve imar komisyonunun işi savsakladığını’’ ileri sürüyor. Hatta meclisteki konu ile ilgili söz alan MHP ve CHP’lilere ‘’siz demogoji yapıyorsunuz’’ diyor.

CHP’den Kader Göllü, Ömer Şatır, Halil İbrahim Akpınar söz aldı ve başkanın yaptığının doğru olmadığını söyledi. Halil Akpınar, ‘’Başkan siz bu davranışlarınızla parsel sahibinin avukatlığını yapıyorsunuz. Keşke bu meclisi siz mahkemeye vermeseydiniz de parsel sahibi verseydi. Biz bu konuda mahkemelik olmaktan gurur duyuyoruz. Siz şimdi bunu tekrar gündeme taşıyorsunuz, ben şahsen yine hayır diyeceğim’’ dedi.

Başkan ise ‘’siz hayır deyin. Ben gündeme alacağım ve oylatacağım. Siz de gidin beni mahkemeye verin’’ diyor.

Sonunda başkan ‘’ben gündemin 12. Maddesi olarak bu konuyu yazıyorum’’ deyince MHP ve CHP’li meclis üyeleri salonu terk etti. Başkanlık divanındaki üyeler dahil.

Böylece 31 üyeli meclisin 20 üyesi meclisten çıktı. Başkanlık divanında Başkan Yusuf Uzun yalnız laldı.

Başkan Uzun AKP grubuna dönüp, ‘’en genç iki üye kürüyse gelsin’’ dedi. Ve iki üyeyi alarak meclis toplantısını devam ettirdi. CHP ve MHP’liler dışarı çıkarken bir taraftan da buna itiraz ettiler.

‘’Mecliste çoğunluk kalmadı. Toplantıyı devam ettirmezsiniz. Yapmanız gereken toplantıyı bir başka güne ertelemektir’’ dediyseler de Başkan Uzun, ‘’siz ya meclisi terk edin, ya da oturup itiraz edin’’ dedi.

Sonunda 20 kişi meclisten çıkıp gitti. Ve Başkan Uzun başladı 11 AKP’li meclis üyesiyle gündem maddelerini görüşmeye. İki genç üye de kürsüye, katip üye olarak çıktılar. Meclis koltuklarında oturan 9 meclis üyesi kaldı.

MHP ve CHP’nin verdiği bütün yazılı önergeler ‘’oy Birliği’’ ile ret edildi. Gündemdeki 11 madde de ‘’oy birliği’’ ile kabul edildi.

12. madde, yani söz konusu tartışmalı konu, başkan Uzun’un maddesi görüşülürken CHP grup sözcüsü Kader Göllü tekrar salona geldi. İtirazlarını yineledi. Başkan bu durumu dikkate almadan devam etti. Ancak Kader Göllü salonda olduğu için bu madde oy çoğunluğu ile geçti.

Yapılanlara baktığımızda her tarafı yanlış bir durum var ortada. Hakikaten şu ana kadar elde edilen bilgilere göre ilk defa bir belediye başkanı kendi kendini mahkemeye vermiş gibi görünüyor. Burada suçlayan da belediye ve mahkemede belediyenin avukatı temsil ediyor.. Savunan da belediye ve yine belediyenin avukatı temsil ediyor. Böyle bir durum kolay kolay oluşmaz diye düşünüyorum.

Meclisi terk olayına gelince ben şahsen muhalefetin doğru karar vermediğini düşünüyorum. Meclisi terk etmeyip salonda kalsaydı, bütün teklifleri ve gündemi ret edebilirdi. Başkanın istediği gibi değil, meclis çoğunluğunun istediği doğrultuda kararlar alınırdı. Meclisi terk eylemi daha çok azınlıkta olunan durumlarda başvurulan bir yöntemdir.

Yapılan uygulama, azınlıkla meclis toplantısını devam ettirme de doğru değildir. Zira biliyoruz ki bu durum, birçok AKP’li meclis üyelerinin de içine sinmemiştir.

Azınlıkla mecliste karar almak, kanun çerçevesinde dahi olsa etik olarak doğru değildir. Şaibeli bir durum yaratır.

Şimdi ne olacak?

Bu kez de muhalefet partileri Yusuf Uzun’u mahkemeye verecek. Yasal olarak azınlıkla karar alır alamaz tartışmaları ve yeni bir mahkeme kararı gerekir gibi gözüküyor.

Ayrıca da eğer meclis çoğunluk olarak toplandı ama kararların azınlıkla alınmasında bir sakınca yoksa muhalefet kendi kendine tuzak kurmuş oldu! İstemeyerek de(!) olsa Yusuf Uzun’a destek vermiş oldu.

Beylikdüzü tarihe geçti. Hem kendi kendini mahkemeye veren belediye olarak, hem de tam sayı ile toplanıp, bütün kararları azınlık, ama oy birliği ile alan meclis olarak.

Nusret Yılmazer







19 Kasım 2012 Pazartesi

ISI PAY ÖLÇER VE SICAK SU SORUNUNDA ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

2012 yılının Mayıs ayında bütün yöneticileri bir dert sarmıştı. 2007 yılında çıkan ‘’Enerji Verimliliği Kanunu’’ kapsamında bu yıl, Mayıs ayından başlamak üzere, merkezi sistemle ısınan binalarda ‘’ısı pay ölçer sistemine’’ geçmek zorunlu hale gelmişti.


Üstelik o güne kadar pek de duymadıkları bu sistemle ilgili gazete ve TV’ler ardı ardına yayın yapıyor ve sisteme geçmeyenlere gelecek binlerce lira cezalardan bahsediyorlardı.

Peki, bu sistem neydi, nasıl çalışıyordu?

Bu sistemin özü, binalarda enerjinin daha tasarruflu kullanılması esasına dayanan ve aslında ısınma sisteminde alınacak tedbirler ve binaya yapılacak izolasyon ile enerjiyi daha verimli kullanmak ile ısı kaybını en aza indirmeye dayanıyordu.

Az ısınanın az, çok ısınanın çok ödemesini amaçlıyordu.

Ancak binalarda ve ısınma sisteminde tedbirler alınmadan uygulamaya başlandığı için, merkezi sistemden daire aldım diye sevinip de bu sisteme geçince peteklerini kapatan orta kat sakinlerinin üstünde veya altında oturanların, özellikle son katta oturanlar ile kuzey cephede oturanların zararlı çıktığı bir sistem haline geldi.

Kanun 2007 yılında çıkmış, 2012 yılında ısı pay ölçer cihazlarını takmak zorunlu hale gelmiştir. Yine aynı kanun gereği 2017 yılında bütün binalara ‘’Enerji Kimlik Belgesi’’ almak zorunlu hale gelecektir.

Yani kanun aşama aşama uygulamaya giriyor.

Halbuki önce binalara enerji kimlik belgesi alınsa, sonra bu sisteme geçilseydi daha da faydalı olacaktı. Zira bu belgenin alınmasında binaların izolasyonundan, ısınma kazanlarına kadar her şey incelendikten sonra bu belge verilecektir. Dolaysıyla ısınmada yaşanacak olumsuzluklar baştan giderileceğinden daha adil bir ‘’pay ölçme’’ sistemi olacaktı.

Kanunu çıkaranlar, maalesef bunları dikkate almadan bu kanunun uygulanmasını sağlamışlardır. Böyle olunca da vatandaş, binalarda gerçek anlamda tasarruf sağlanmadan, bunu sağlayacak önlemler alınmadan, kanunun amacına pek uymayacak bu sistemle karşı karşıya kalmıştır.

Neler yapılabilirdi?

Binaların kazan sistemi elden geçmesi gerekirdi. 15 yıldır kullanılan sistem birçok yerde tıkanmış ve borular, petekler kireç bağlamıştır. Bunlar ısı verimine önemli ölçüde engeldir ve bunların çözülmesi gerekir. Kazanların sıcak su pompalarının bakımı veya sisteme uygun pompaların konmasının sağlanması gerekir.

Binalarımızın zaten yapılması elzem olan, temelden çatıya kadar dış izolasyonu doğru düzgün yapılmalıdır. Zira daireler, prekas aralıklarından su alırken, Emlak Bankası’nın yaptığı yanlış izolasyon sonucu, ısı kaybı yeterince sağlanamamıştır.

Isı pay Ölçer sistemi; odalarımızdaki peteklere takılan PAY ÖLÇER ve TERMOSTATLI VANA cihazları sayesinde, petekteki suyun sıcaklığı ile odanın sıcaklığını baz alarak ayarlanıyor ve kaç kalori ısı kullanıldığı hesaplanıyor.

Sonra da apartmana gelen fatura tutarının %30’u, eski sistemde olduğu gibi daire m2’sine göre dairelere dağıtılıyor. Geri kalan %70’de; bu odalardaki peteklere takılan cihazların gösterdiği toplam değer (bütün apartmandakilerin) bu %70’lik rakama bölünerek birim fiyat bulunuyor ve bu birim fiyat, bir dairedeki toplam pay ölçer cihazlarının gösterdiği rakamla çarpılarak o dairenin %70 tüketimi bulunuyor. Bu da, o dairenin %30’luk değeriyle toplanıp o dairenin ödeyeceği bedel bulunuyor.

Bu sisteme bazı değerler girmeden sistem çalışmıyor. Sistemde ise dairelerdeki kalorifer peteklerinin cinsi bile önemlidir. Zira bu cihazlar sistemi kurulurken hesaplanacak katsayılar buna göre giriliyor. Dairenin, odanın bulunduğu konuma göre ve kullanılan kalorifer peteğinin cinsine, boyutuna göre sisteme katsayılar giriliyor.

Böyle bakınca bir hayli de karmaşık gibi duran bu sistemin eksikleri, zaafları da oldukça fazladır.

Ancak bu kanun çıkmış, uygulaması zorunlu hale gelmiştir.



SİSTEME GEÇMEYENE CEZA VAR MI?

Ben, 196 Ada yönetimi adına, Kanunun sahibi olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na mail yazıp göndermeme rağmen cevap alamadım. Ancak İstanbul il müdürlüğü ile bizzat görüştüm ve resmi bir dilekçe vererek yazılı cevap istedim. Bu cevap da geldi.

Söyledikleri şu: ‘’Biz kanunu çıkardık ama uygulanması yapıldı mı diye veya neden yapmadınız diye denetim yapmıyoruz. Kimseye de ceza kesmiyoruz. Ancak komşular arasında şikayet olur da mahkemelik bir durum ortaya çıkarsa ve davayı yönetime karşı kat maliki kazanırsa o zaman, ceza mahkemeden gelir.’’

Şu ana kadar yazılmış bir ceza uygulaması yoktur.

Bütün bunlara rağmen kanuna uygun davranmak isteyenler sisteme geçmek zorundadır.



BU KANUN PENCERELERİ KAPTTIRIR

Enerji verimliliği kanununu çıkaranların esas üzerinde durması gereken; enerjinin verimli kullanılmasıdır. Kanunun amacı da böyle izah edilmiş. Ama yanlış yerden uygulanmaya geçildiği için bu amacı karşılamaktan uzak kalıyor.

Kanun bu haliyle sadece kışın çok ısınıp da, kalorifer peteğinin vanasını kapatmak yerine, penceresini açan komşulara yönelik olmasıdır. Kanun bu haliyle uygulandığında esas bu sorunu çözüyor, bu sistemde pencereler açılmıyor, vanalar kısılıyor. Başka da bir işe yaramadığı kanısındayım.

Zira odası çok ısınan komşu ’nasıl olsa bu parayı ödüyorum’ mantığıyla, yukarı katlarda üşüyenlerin olabileceğini düşünmeden ve pencereyi açtığında kendisinin de daha fazla para ödeyeceğini hesaplayamadan pencereyi açıyordu.

Ama ısı pay ölçer cihazı takıldıktan sonra artık oda sıcak olunca penceresini açmayacak, termostatlı vanasını kısacaktır. Bunun da tasarruf sağladığını savunacaktır. Ama zaten önceden de buna uysaydı, bu tasarrufu zaten sağlayacaktık. Niye fazladan daire başı ortalama 600 TL ödemek zorunda kaldık ki? Bir de on yıl boyunca, bir firmaya her ay 5 – 6 TL okuma bedeli ödeyeceğiz. Sistemin sağladığı adalet bu olmamalı diye düşünüyorum.

Madem bu kanun çeşitli aşamalardan oluşuyor, o halde ilk aşama, binalardaki ısı kayıpları tespit edilmeliydi. Isınma sistemindeki sorunlar tespit edilmeliydi ve bunları gidermeyi zorunlu hale getirecek bölüm öncelikle uygulanmalıydı.

Yani öncelikle binaların enerji kimlik belgesi çıkarılmalıydı.

Çözüm de, öncelikle bu eksiklikler tespit edilip giderilmeli, sonra da ısı pay ölçer sistemine geçilmelidir.



SICAK SU SORUNU

Bir de merkezi ısınma sisteminde sıcak suyun hesaplanması ve paylaşımı da çok önem arz etmektedir.

Bu sistemde sıcak suyu fazla kullanan komşuların mağdur olduklarını düşünüyorum. Zira her hesaplamada ‘’zarar ediyoruz’’ diyen yönetici çözümü, sıcak su fiyatlarına zam yapmakta buluyor. Veya sıcak suda m3 başına daha düşük para alıp, bunu ısınma faturasından düşmeden, gelen doğalgaz faturasını olduğu gibi kat maliklerine paylaşma yöntemini uyguluyor.

Halbuki sıcak su elde ederken önemli kayıplar yaşanıyor.. Bir defa esanjör su saatinden geçip ısınan suyun m3’ü ile, dairelerde kullanılan suyu gösteren sıcak su sayaçlarının toplamı olan su m3’ü birbirini tutmuyor. Yani 100 m3 su ısınmış ise siz bunun 70m3’ünü ancak topluyorsunuz. Buradan bir su kaybı olduğu kesin ve öncelikle bunlar bulunmalıdır.

Bir diğer etken; sıcak su sitemde dolaşıp dururken soğuyup, soğuyup yeniden ısınmasıdır. Özellikle yaz ayarlında, kaloriferin yanmadığı, doğalgazın sadece sıcak su elde etmede kullanıldığı dönemde bu daha da açığa çıkıyor. Zira sıcak su sayaçlarını okuyarak toplanan para, gelen doğalgaz ve esanjör su faturasını karşılamıyor.

Sıcak su fiyatını yüksek tutarak, bunun yükünü sadece çok sıcak su kullanana ödetmek doğru değildir. Zira sıcak suyu az da kullansa, her musluğu açtığında sıcak suyu hazır bulmanın bir maliyeti, bu konforun bir külfeti var ve bu eşit dağıtılmalıdır.

Zaten sıcak suyu çok kullanan bu maliyeti ödüyor. Ama az kullanan ve hele ayda bir m3 bile kullanmayanlar, bu konforun bedelini hiç ödemiyor durumdalar.

Öncelikle bu haksızlığın giderilmesi gerekir.

Bir defa sıcak su sayaçlarına mutlaka yeni dijital saat takılmalıdır. Zira mevcut sıcak su saatleri çok sağlıklı çalışmıyor. Bir de bu saatlerde 1m3’ün altındaki tüketimi görmek çok mümkün olmuyor.

Bu sistemin adil çalışması için her daire ortalama, en az 1m3 veya 2 m3 sıcak su kullanmış gibi hesaplanması gerekmektedir.

Ya da bu konfor maliyetini karşılayacak başka bir yol bulunmalıdır.

Sevgiyle ve saygıyla kalın.

Nusret Yılmazer

yilmazernusret@hotmail.com





13 Kasım 2012 Salı

İDAMA SARILMAK

Türkiye son zamanlarda başbakanın ağzından sürekli idamı duyar oldu. Ne diyor Sayın Başbakan; ‘’Halk idamı istiyor. İdamı yeniden getirebiliriz.’’


İyi de bu ülkede zaten idam uygulanıyordu. İdamı Kim kaldırdı?

Niye kaldırdı?

Türkiye’de idam cezası 2002 yılında savaş tehdidi ve terör suçları dışındaki suçlar, 2006’da ise tüm suçlar için 5218 sayılı yasayla kaldırılmıştır.

Neden kaldırılmıştır?

Çünkü 1984 yılından beri verilen idam cezaları mecliste onaylanmadığı için zaten infaz edilemiyordu. 1991 yılında çıkarılan bir afla 500 civarında idam cezası 10 yıl ağır hapse dönüştürülmüş, 2002 yılında çıkarılan yasayla da uygulanmamış tüm idam cezaları, ömür boyu hapse dönüştürülmüştür.

Abdullah Öcalan hakkında 1999 yılında verilen idam cezası ise; AB uyum yasaları ile kaldırılmasından dolayı ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrilmiştir.

2002 yılında iki suç dışındaki suçlardan verilen idam cezalarını, 2006 yılında ise tüm suçlarla ilgili idam cezasını kaldıran kimdi?

Yine AKP hükümeti değilmiydi?

Bugün ‘’yeniden idamı getirebiliriz’’ diyen başbakan, o zaman niye idamı kaldırmıştı, şimdi niye getirmek istiyor?

O gün Avrupa Birliği’ne girmek için çaba sarf ediyordu. Birinci önceliği hak ve özgürlükleri genişletmekti. Kendisinin ve partisinin özgürlükçü olarak tanınmasına ve bunlarla hem içerde, hem dışarıda destek toplamaya ihtiyacı vardı. Üstelik iktidardı ama henüz muktedir değildi.

Ve belki de kanunlarında idam olan bir ülkede, kendisinden önce başbakanlar asılmıştı. Bu da birçok siyasetçi gibi, hele düzene muhalif kesimden gelmiş bir iktidarın başkanını korkutuyordu.

Ne olur, ne olmaz… diye düşünüyordu.

Bugün ise iktidarının üzerinden 10 yıl geçmiş. Artık devlet aygıtının bütün kurumlarına hakim bir iktidar var. Demokrasiyi genişletmek bazında yapılan birçok çalışmaya, gelişmeye rağmen terör halen durmamış, ülkede birçok ailenin ocağına ateş düşmeye devam ediyor.

Bu da hem Kürt, hem de Türk kesiminde önemli kitlelerin tepkisine neden oluyor ve özellikle Türk kesiminde milliyetçi dalganın yükselmesine neden oluyor.

İşte Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin de yapılacağı bu süreçte, alternatifi de olmayan bir başkan adayı, bu çoğunluğa oynamanın doğru olacağını düşünüyor olabilir.

Başbakan, milliyetçi söylemleri dile getirmeye devam ederken AKP’nin kurmaylarının ve yetkililerinin sürekli Kürt açılımlarının devam edeceği yönündeki çalışmaları ve açıklamaları ise işin bir başka boyutunu gösteriyor.

Bu, BDP’nin ve PKK’nin çok da tutarlı olmayan, biraz da işi yokuşa süren tavırlarına karşı hükümetin bir taktiği gibi duruyor.

Bir nevi iyi polis, kötü polis oynanıyor.

Başbakan, açlık grevinde ölüm sınırına gelmiş insanlar için ‘’bunlar blöf yapıyor. Ölüm orucu falan yok’’ derken, diğer taraftan ‘olsa da umurumda değil’ açıklamaları yaparken, BDP’lileri muhatap kabul etmemesi, onları blöfçü, şantajcı ilan etmesi bana, başbakanın da blöf yaptığını veya diğerlerinin blöfünü gördüğünü’ düşündürüyor.

Bir ‘’blöfe’’, başka bir blöfle karşılık veriyor.

Peki, bu ne kadar doğrudur?

Tekrar baştaki soruya döneceğiz. Madem böyle düşünüyordunuz, neden idamları kaldırdınız?

Kimi veya kimleri kandırdınız?

Bugün idamı geri getirme şansınız yoktur. Diyelim ki idamı geri getirdiniz, kimleri sallandırmayı düşünüyorsunuz?

Ya da daha açık soralım. Kaç Kürdü asmayı düşünüyorsunuz?

Bugüne kadar uygulanan idam cezaları caydırıcı olmuş mudur, bir çözüm getirmiş midir?

Geldiğimiz noktaya bakarsak olumlu hiçbir katkı yapmamıştır.

Bir zamanlar girmek için çırpındığınız Avrupa Birliği heyecanınıza ne oldu?

Şimdi hangi birliğe veya topluluğa girmekten yanasınız?

Verdiğiniz örneklere bakılırsa Rusya veya Çin gibi diktatörlükten yanasınız.

Peki, bunları yaparsanız partiniz bu kadar Kürt milletvekili çıkarır mı? Partinizin gücü ne olur?

İşte ben Başbakan’ın asalım demesinden bunları düşündüm. Bu soruları çıkarttım.

Bu halk zaten adam asmayı çok seviyor. Köy kahvelerinde halkın çözümdür, ‘’Sallandıracaksın şöyle üç beş kişi, bak bakalım işler nasıl düzeliyor.’’

Demek bizim hak ve özgürlükleri genişlemekten yana olan, demokratik açılım yapan Başbakanımızın ufku köy kahvesinde oturan vatandaş kadarmış. Bugüne kadar yapılanları, bunarla birileri yaptırmış.

Blöflerden ve olumsuzluklardan vazgeçmek gerekiyor. Hükümet sorunları derinleştirmez. Sorunları çözer, çözmekle yükümlüdür.

Üstelik dünyada çok şey değişti, idamı getirseniz bile, artık idam kararları öyle çok kolay uygulanmaz.

Nusret Yılmazer



7 Kasım 2012 Çarşamba

BEYKONAKLARINDAKİ ESAS MESELE NEDİR?

Dünkü yazımda Ekrem İmamoğlu’nun basın toplantısının bir bölümünü anlatmıştım. Ana muhalefet İlçe başkanının dile getirdiği bir iki konuya kısaca değindikten sonra şu Beykonakları meselesine geleceğim.


İmamoğlu basın toplantısını bitirip de dışarı çıktığımızda 8 – 10 kişilik bir grubun Ekrem İmamoğlu ile görüşmeye geldiklerini gördük. Gruptakilerden biri, ‘’Metrobüsten şikayetçiyiz, bizi de dinleyin’’ deyince, salona geri döndük. Ve biraz önce İmamoğlu’nun basın toplantısında, ‘’Dün evimden çıkıp E 5 e ulaşamadım. Her yer tıkalıydı’’ diye başlayıp anlattığı trafik sorunu, bu gelen vatandaşların da derdiydi.

Vatandaşlar; kaldırılan 28 nolu (Beylikdüzü – Avcıalr) otobüslerinin yükünün, 76 nolu otobüslere (Beylikdüzü – Bakırköy) bindiğini, ama bunların sayısının artırılmadığından şikayetçiydiler.

‘’Efendim Yusuf Uzun Fatih üniversitesine otobüs koyuyor, bunlar 4 yolcuyla gidip geliyor. Bizler Bakırköy’e giderken bir saatte bir, son duraktan dolu gelen otobüslerde üs üste gidiyoruz. Biz katlı otobüsleri geri istiyoruz. Biz metrobüse de binemiyoruz. Zira orada da üst üste gidiyoruz. Üstelik Avcılar’da aktarma yapmak zorundasınız. Biz doğru düzgün ve rahat binmek istiyoruz otobüslerimize.’’

Önce Başkanı ile görüşmek için Belediyeye gitmişler. Başkan yokmuş, Özel kalem Müdürü dışarı çıkmış. Onlar da dertlerini ‘’sekreter’’e anlatmışlar. ‘’Orada muhatap bulamayınca, ana muhalefete’’ gelmişler.

Ekrem İmamoğlu da konuşmasında; ‘’Ben diyorum ki, bu metrobüs çalışması sayesinde, özellikle Avcılar Beylikdüzü arasında yıllardır bakımsız olan E 5’e bakım yapılmıştır. Metrobüs bu işe yaramıştır. Yoksa trafik sorununu kalıcı bir şekilde çözemez. Bu sorun doğru düzgün yapılmış metro ile çözülür. Buna da acilen başlanmalıdır’’ demişti.

‘’Bugün Beylikdüzü’nün içinde bile rahat dolaşamıyorsanız, E 5’e çıkmakta bu kadar zorlanıyorsanız bu kötüdür. Ama bu Beylikdüzü’nün daha iyi zamanlarıdır. Yarın neler yaşanacak bir de onu siz düşünün. Daha henüz Beylükdüzü’nde yapılaşma tamamlanmadı. Halen bazı özel arsalara, yoğunlaşmayı artıracak şekilde imar planı düzenlemesi yapılmak isteniyor. Biz de buna karşı çıkıyoruz’’ dedi.



BEYKONAKLARI MESELESİ

CHP Beylikdüzü İlçe Başkanı İmamoğlu konuşmasının sonunda, son zamanlarda bazı gazetelerde çıkan, babasının yaptığı ve kendisinin de ortakları arasında bulunduğu ve halen orada oturduğu Beykonakları sitesinde yaşanan sorunla ilgili de açıklama yaptı.

‘’Burada bir kişi ısrarla şikayetçi oluyor. İçişleri Bakanlığı soruşturmaya gerek olmadığı’’ yönünde karar verdi. Ancak bu kişi Danıştay’a başvurdu ve inceleme istedi. Şimdi de bu inceleme yapılıyor. Ama sanki ben burayı yeni yapmışım gibi tekrar tekrar gündeme taşınıyor.’’

Beykonakları 2005 yılında İskanı alınmış bir sitedir. Bugün yeni yapılmış bir site değildir. Burada çıkan haberler özellikle, 2014 yerel seçimleri gözetilerek yayınlanması istenen haberlerdir.

Şikayetçi olan kişi Ekrem İmamoğlu’nun akrabasıdır ve denetçi şirketin sahibidir. Yani iskan alınırken belgelerde imzası olan kişidir. Bu kişinin araksında duran ise; geçen dönemde basına yansıyan demeçlerinden bildiğimiz, geçen dönem CHP’den belediye başkanı aday adayı olan biridir. Şimdi Beykonakları üzerinden, ‘’bütün Beylikdüzü’nün çıkarını korunmak isteniyor’’ gibi bir görüntü verilmek isteniyor.

Bunun böyle olmadığını bilmeyen birileri belki vardır.

Ama adama sorarlar elbette, bunun Beylikdüzü’nde başka örnekleri yok mu?

Kamu burada ne kaybetmiştir?

Beykonakları Atatürk Bulvarı üzerinde kurulmuş bir sitedir. Bu Atatürk Bulvarı, daha Beylikdüzü’nün girişinden itibaren başlar. Ve bu yolun iki tarafında 15 metrelik yeşil bant olması gerekir.

Peki, daha Atatürk Bulvarı’nın başında, bu 15 metrelik bantta güller söküldü. Hem de belediyenin eliyle. Bunun yerine otopark yapıldı.

Niçin?

‘’Orada yapılan iş merkezi iş yapsın’’ diye.

Beykonakları’ndan sonra bu 15 metrelik yeşil bant tümden yok oldu. Burada yapılan okulun bahçesine katıldı.

Peki, bu yolun sağı ve solu arasındaki simetri bozuldu mu? Bozuldu. Yeşil tümden yok oldu mu? Oldu.

Peki, bu konuda yazı yazanlar, yazdıranlar neredeler?

Hiç değilse Beykonakları’nın çevirdiği alanda kalan yer yeşil olarak durmaktadır.

Evet burada 60 konut maliki bir ölçüde mağdur gibi gözüküyor. Ama Ekrem İmamoğlu, ‘’bu sitenin hem arka taraftaki, hem de yan taraftaki yolda arsa alacağı var. Şimdi site sakinleri bunun peşindeler’’ dedi.

Yani belediyenin yolu da her iki tarafta, bu sitenin arsasını işgal etmiştir.

Önceki gün Ali Tarakçı’nın yazısında dediği gibi ‘’buradan kimseye belediye başkan adaylığı çıkmaz.’’

Unutmamak gerekir ki; kişisel çıkarlar için birine vurmaya kalkışıp da bunu kamu menfaati gibi sunmak, sunana da zarar verir.

Nusret yılmazer

















6 Kasım 2012 Salı

EKREM İMAMOĞLU NE DEDİ?

CHP Beylikdüzü İlçe Başkanı Ekrem İmamoğlu Pazartesi günü bir basın toplantısı yaptı. Toplantının konusu ‘’Beylikdüzü’nün son dört yılının değerlendirilmesi’’ idi. Beni de davet ettikleri için toplantıya katıldım.


Ekrem İmamoğlu ilk, ‘’Belediye nedir?’’ Sorusuyla başladı konuşmasına.

‘’Belediye, Şehri emindir, Şehrin emanet edildiği kişidir’’ dedi.

‘’İşte biz bu dört yılı yanlış bir kişiye emanet ettik. Bu kentin dört yılı boşa geçmiştir. Hatta boşa geçse iyi, yani bu kent, dört yıl önceki konumda olsa, buna sevineceğiz. Beylikdüzü dört yıl önceki konumdan daha kötü bir durumdadır’’ dedi.

Bunu da bugün yaşanan sorunlara atıfta bulunarak örnekledi.

Mesela, ‘’dört yıl önce, üç ayrı belde belediyesinin birleşmesinden dolayı toplamda 60 milyon borcu vardı Beylikdüzü’nün. Ama bugün Beylikdüzü’nde çok önemli bir yatırım olmamasına rağmen bu borç 120 milyonu aşmıştır. Onun için diyoruz ki, Beylikdüzü bu süreçte kaybetmiştir, kazanmamıştır.’’

‘’Peki bu süreçte hiçbir şey yapılmamış mıdır’’ diye soran İmamoğlu, ‘’inanın iyi bir şey yapıldığına inansak, bunu hiç rahatsızlık duymadan burada söylerdik. Ama biz çok da iyi yapılan bir şey göremiyoruz’’ dedi.

Belki gelecek soruları gördü ve bu sorular gelmeden kendisi, gelmesi muhtemel sorulara da cevap verdi.

‘’Diyeceksiniz ki bak Kültür Merkezi açıldı. Bu kötü müdür?

Elbette bu kötü bir şey değil ama bu kültür merkezi 7 yıldır yapılıyor. Önceki belediye başkanı döneminde yapımına başlanan ve açılışı yapılan kültür merkezi bu belediye yönetimi döneminde yeniden ihale edildi. Bağışlar bulundu ve 7 yıl sonra açılışı yapıldı. Şimdi bu başarımıdır?

Bu yaşananlar güzel bir şey midir? Burada yapılan bağışların ne olduğu da ayrı bir kondur. Onun için biz bunu iyi olarak değerlendiremiyoruz.’’

‘’Belediyenin bir etkinlik alanı var. Burayı kültür etkinlik alanı diye tanımlıyor. Burada ramazan etkinlikleri yapılıyor ve ramazan etkinlikleri bu belediyenin kültür faaliyeti olarak sunuluyor. Halbuki bir başında kokoreççi, diğer başında dönercinin konuşlandığı ve bunların satış yapmasına yönelik bir etkinlik kültür etkinliği olmamalıdır.’’

‘’Bunlar ellerlini nereye atıysa kuruttular’’ diyen İmamoğlu, Büyükşehir Belediyesinin yayınladığı kalın kitapçığın, sportif yatırımların grafiğini gösteren sayfayı açarak basın mensuplarına gösterdi ve ‘’bakın buradaki grafikte de görüldüğü gibi, Bu listede en az yatırımı alan bölgelerden biri 20 bin nüfuslu Şile, diğeri de 250 bin nüfuslu Beylikdüzü’dür’’ dedi.

Ekrem İmamoğlu, ‘’Beylikdüzü Belediyesinin Çorba evleri açarak bol, bol çorba dağıttığını ve hizmetten bunu anladıklarının’’ altını çizdi.

Konuşmasında daha önce Ali Tarakçının köşesinde yazdığı ve basın toplantısında da sorduğu; ‘belediye taşeron firmaların çalışanları da olsa, Beylikdüzü’ne hizmet eden işçilerin maaşlarını ödeyemiyor. Başkan da belediye meclisinden borçlanma yetkisi istedi ve siz buna karşı çıktınız. Belki bu yetkiyi alsaydı o insanların borcu ödenecekti. Siz niye buna karşı çıktınız?’’

Bu soruya Ekrem İmamoğlu’nun yanıtı şöyle oldu.

‘’Bir belediye düşünün ki meclisin büyük çoğunluğu muhalefetin elinde. Ama Belediye başkanı bu muhalefete bilgi vermiyor. Bu kentin eksikleri, yapılmak istenen faydalı işler hakkında hiçbir bilgi verilmiyor. Üstelik bizim talebimize rağmen verilmiyor. Sizden her şeyi saklıyorlar. Meclis gündemi ise; eğer pazartesi meclis oturumu yapılacaksa, gündem size Cuma günü akşam veriliyor. Siz bunu Cumartesi meclis üyelerinize yetiştireceksiniz ve bilgi sahibi olup, pazartesi mecliste konuşulacak. Biz de pazartesi meclise gidiyoruz ve bu borçlanma yetkisi talebiyle karşılaşıyoruz.

Bu işler böyle yürütülüyorsa, bunu yapan CHP’li belediye de olsa ona borçlanma yetkisi verilmemelidir.’’

Beylikdüzü’nde çok önemli bir proje vardı. Hani bir milyon m2 nin üzerinde bir yeşil alan, yaşam merkezi olacak bir ‘’Yeşilvadi’’ projesi vardı. Ne oldu?

Bir bölümüne ha bire bina yapıyorlar, Öğretmenevi, huzurevi, bilmem ne evi ve buz pisti yapıyorlar. Bir bölümüne Osmanlı bahçesi adı altında binlerce m3 toprak dökülüyor, henüz ne olacağını kimse bilmiyor. Halbuki bu proje iyi değerlendirilseydi, Beylikdüzü için çok güzel bir yaşam alanı ortaya çıkacaktır. Belki kentin akciğeri olacaktı.’’

‘’Beylikdüzü Belediyesinin Web sitesi, bir zamanlar bilbordlar, Beylikdüzü Hastanesi reklamlarıyla doluydu. Ne oldu? Hani ilk önce Adnan kahveci Mahallesi’ne yapılacak dediydiler, sonra Büyükçekmece olarak yeri değişti. Şimdi hastaneden hiç bahseden yok.

Anadolu’da 250 bin nüfuslu bir kentte 4 – 5 hastane var. Beylikdüzü’nde bir tane bile yok.

Bu halk sürekli olarak kandırılıyor. Bu hizmetler belki bir gün gelecek ama geç gelen hizmet, hizmet değildir.’’

Gürpınar’a gelmesi planlanan ve 300 bin m2 deniz dolgusu ile yapılacak Balık hal’ine de değinen İmamoğlu, ‘’Bu balık hali, zaten kilitlenmiş olan Beylikdüzü trafiğine çok önemli bir yük daha bindirecektir. Bu Beylikdüzü’nün çıkarına değildir. Zaten balık halinin illaki de deniz kenarına yapılması şart değildir. Çünkü hem balıklar hale denizyoluyla değil, karayoluyla geliyor, hem de dağıtımı karayoluyla yapılıyor. Bu yanlış bir uygulamadır. Biz bunu bu belediye yönetimine anlatıyoruz ama bize, ‘ bu sorun Büyükşehir Belediyesine aittir, balık halini onlar yapıyor’ diyorlar. Yani bu yönetim kentle bu kadar ilgilidir’’ dedi.

Bugün bu yazı fazla uzadı. Basın toplantısının bazı önemli bölümlerini ve Beykonakları meselesine yarınki yazımda değineceğim.

Nusret Yılmazer









4 Kasım 2012 Pazar

AÇLIK GREVLERİ – İŞ, İŞTEN GEÇMEDEN

Hapishanelerde 680 civarında KCK tutuklusu açlık grevi başlattı. Talepleri ‘’anadilde eğitim hakkının verilmesi, kendi dillerinde savunma hakkı tanınması, Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması’’ gibi talepler.


Bu konu üzerine basında çok şey yazıldı. Bugün açlık grevlerinde 54 gün geride kalıyor. Yani insan yaşamında geri dönülmez noktaya gelinmiştir.

Bu saatten sonra ölüm orucu üzerine ahkam kesmek kimseye bir şey kazandırmaz. Bir an önce bu sorun çözülmeli, ölümler önlenmeli, sonra tartışmaya gidilmelidir.

Her ölüm orucuna yatanın talebi yerine getirilir mi, herkes hakkını ölüm orucuna gidilmesi yöntemi ile dile getirirse ne olur?

Elbette bunlar tartışılmalı. Ama bugün, içerdeki yüzlerce insanın canını kurtardıktan sonra tartışalım. Bu ölüm oruçları Türkiye’nin Kürt yarasını daha da derinleştirir. Bu yaranın iyileşmesine katkı sunmaz.

Hiç kimse ölüm orucunu savunmamalı. Elbette burada Kürt siyasetçilerin eksikleri ve yanlışları vardır. Ancak son zamanlarda siyasi iktidar ve özellikle Başbakan Erdoğan bunlara karşı öylesine sert tepkiler veriyor ki, bunlar da sıkışan kedi misali aslan kesilmekten başka bir yol bulamıyor gibiler.

Bu konuda birçok insan ve sanatçı, sorunun hemen çözümü için girişimlerde bulunuyor. Hükümet bu kişilerle görüşüyor ve yumuşama eğilimi içinde. Hatta bu girişimler Başbakanı bile yumuşatmış gibi geliyor bana.

Siyaset ölüm orucu yöntemiyle yapılmamalı. Bu tamam ama bir ülkenin başbakanı da hukuka bu kadar müdahale etmemeli.

Edince ne oluyor?

İnsanlar çaresiz yaşamları üzerine siyaset yapıyor. Tek yolun öldürmek değil, ölmek de olduğunu gösteriyor.

Başbakan bu konuda neler söyledi bir hatırlayalım.

‘’Yargıya talimat verdik.’’ Abdullah Öcalan avukatlarıyla görüşsün ama avukatlarıyla görüşmesi hele bir kenarda dursun:’’

Hangi demokratik ülkede başbakan bunları söyler. Hukuki konularda bu kadar kesin, bu kadar belirleyici konuşur, taraf olur?

Bir ülkede başbakan herhangi bir hukuki konuda, bu kadar taraf olursa, siyasi irade adına sorunları kim, nasıl çözer?

Bir başbakan yargıya talimat verdik diyebilir mi, diyebilmeli mi? Biz onu avukatlarıyla görüştürmeyiz diyebilmeli mi?

Bunlar gerçekten hukuk devletinin olmadığını, her şeyin bir kişinin iki dudağı arasında olduğunu gösteren tavırlardır.

Ve ancak diktatörlüklerde olur böyle şeyler.

Haklı olarak Ahmet Altan soruyor ‘’Ne farkı var bunu söyleyen asker diktatörle, darbeci generalle, bu başbakan’ın tavrı arasında.’’

İnsanları ölüme ve öldürmeye doğru çaresiz bırakmayalım. Biz çözümü olmalı. İnsanı ölümden vazgeçirecek samimiyetle davranmalı ve bir an önce insanların güvenini kazanmalıyız.

Muhalefet de buna katkı sunmalı. Sadece iktidarın bu tavrını eleştirmekle yetinilmemeli. Önerilerde bulunulmalı, arabulucu olunmalıdır.

Yoksa ölümün hiçbir türlüsü bize hayır getirmez.

Hak ve özgürlükler adına öldürmek kadar bu uğurda ölmek de kötüdür. Ve kimse buna kayıtsız kalmamalıdır.

Bu ülkede, bir şeyler uğruna ölen herkese eşit sahip çıkılmalıdır. Birileri bu ülkede yaşayan bir kesimi asli unsur, geri kalanını diğerleri olarak görmekten vazgeçmelidir.

Bu bakışı sağlayamazsak daha çok ölüm olur.

Ve hele Diyarbakır Emniyet Müdürü’nün dediği gibi, ‘’dağda ölene de ağlayamıyorsak, insan değiliz’’i içimize dahi sığdıramıyorsak, nasıl insan olduğumuzu iddia edebiliriz ki?

İnsan olmak acıya duyarlı olmayı gerektirir.

Zaten oldukça geç kalındı bu konuda, artık hemen aklımızı başımıza alıp insan olmaya, hissetmeye çalışmalıyız.

Yoksa yarın her şey için çok geç olacak.

Nusret Yılmazer













29 Ekim 2012 Pazartesi

YASAĞ HEMŞERİM

AKP iktidarı döneminde Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını yeniden düzenlemek üzere birtakım kararlar alındı. Buradaki amaç ‘’devlet değil, Cumhuriyetin kurulmasını halk kutlayacak’’ olarak açıklanmıştı.


O gündem sonra, mesela ilçe bazındaki Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında, ( 28 Ekimde yapılıyor) Atatürk büstüne çelenk koyma töreninde, kaymakamlık, Garnizon Komutanlığı ve Belediye başkanlığının çelenkleri koyuluyor.

Bu törenlerde diğer resmi kurumlar, siyasi partiler ve sivil toplum örgütlerinin çelenklerinin, resmi olarak Atatürk büstüne konulması engelleniyordu.

Bu uygulama çok yerde tartışmalara neden oluyordu ve haklı olarak tepki görüyordu.

Üstelik bu uygulama, iktidarın yaptığı Cumhuriyet bayramını ‘’devlet değil, halk kutlayacak’’ düzenlemesinin ruhuna da aykırıydı.

Bu uygulama, toplumun önemli bir kesiminde ‘’AKP Cumhuriyetin kutlamasını engellemek, unutturmak istiyor’’ biçiminde yorumlandı ve Cumhuriyete sahip çıkma gereği olarak alternatif kutlama törenleri düzenlendi.

Ya da tören sırasında tartışmalar, itişme ve kalkışmalar yaşandı. Birçok kaymakam siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin çelenk koymasına müsaade etti.

Bir dönem, Beylikdüzü’nde kaymakamlığın çıkardığı genelge doğrultusunda, anıta çelenk koyacağını önceden kaymakamlığa bildiren tüm kurumlar çelenklerini Atatürk anıtına törenle koydular.

Ama ne olduysa bu uygulama da gittikçe yok oldu. Ve artık üç kurum temsilcisinden başka anıta çelenk koyamıyor.

İllerde Valiler, ilçelerde kaymakamlar; ‘’biz ne yapalım, biz kanunları uygulamakla görevliyiz’’ diyorlar.

Yani Merkezi hükümetten gelen emri uyguladıklarını söylüyorlar.

Bu 29 Ekim’de de Ankara’da bir kısım siyasi parti ve dernekler yürüyüş yaparak Cumhuriyet Bayramını kutlamak istiyor. Ankara Valiliği ise ‘’güvenlik’’ gerekçesiyle buna izin vermiyor.

Başta Başbakan olmak üzere birçok AKP’li bakan ve yetkili de Ankara Valiliğinin bu uygulamasını savunuyor, özellikle bu törene katılacaklarını ilan eden ana muhalefet partisini suçluyorlar.

Ankara Valiliği bu kararıyla zaten güvenliği daha baştan zaafa uğratmıştır. Şimdi bu etkinlikte herhangi bir olay çıksa, birçok can kaybı olsa, bunun baş sorumlusu Ankara valiliği sayılacaktır. Muhalefeti suçlu göstermek için, ‘’biz söylemiştik, siz bizi dinlemediniz bakın provokasyon oldu, bunun sorumlusu da CHP’dir’’ diyecektir.

Ankara Valiliği’nin ve hükümetin görevi emniyeti sağlamaktır. O yürüyüşü yapacak kitlenin güvenliğini sağlamaktır. Yoksa ‘’olay çıkabilir’’ gerekçesiyle insanların Cumhuriyet Bayramını kutlamalarına engel olmak değil.

AKP’li bir yetkili bu kısıtlamalar için şöyle demişti; ‘’burası aşiret devleti değildir. Kanun ve nizamlar vardır ve herkes buna uymak zorundadır.’’

Bu hükümeti bazen anlamak mümkün olmuyor. Cumhuriyet Bayramını ‘’devlet değil, halk kutlayacak’’ diye kanuni düzenleme yap, sonra da kalk, bayramı kutlamak isteyen halka ‘’bakın biber gazı sıkarız, cop kullanırız’’ diye tehdit et. Bu da yetmiyor gibi onları suçlu ilan et.

Üstelik ‘’aşiret devleti’’ olmayan bu ülkede, Cumhuriyet Bayramı ülkenin her bir yerinde farklı, farklı kutlanıyor.

Bakın, Denizli Valiliği hiçbir etkinliğe kısıtlama getirmedi.

Ne oldu?

Kıyamet kopmadı, kanun, devlet hiçe sayılmadı.

Kimse bunu konuşmuyor bile.

Siz Ankara’da neyi kimden koruyorsunuz?

Belki birçok kesim haklıdır. İktidarın bir arka planı vardır. Belki de bazılarının 1. Cumhuriyet dediği bu kutlamayı, iktidar unutturmak istiyor.

Yoksa halk kutlayacak diye kanın çıkarıp, halkı kutlamaktan alıkoymaya çalışmanın nasıl bir izahı olabilir?

İster bu Cumhuriyetten yana olursunuz, isterse karşısında. İster kutlamaya katılırısınız, ister katılmazsınız. Ama bu Cumhuriyeti kutlamak isteyenlerin bu hakkına da engel olamazsınız.

‘’Daha iyi bir Cumhuriyet kurmak istemek!’’ buna engel olmamalı. Yapacağınız düzenlemeyi halk görüp beğenecek ki, ‘’evet bu daha iyi’’ desin. Yoksa ‘’ben daha iyisini getireceğim’’ diye öncekini engellemeye kalkmak doğru değildir. Böyle davranarak onu unutturmaya çalışmak ancak tepkileri büyütür.

Cumhuriyet bayramının kutlandığı her resmi kutlama ve törenlerde, her isteyen sivil toplum örgütü, sevgisini ve saygısını belirten kutlamaya özgürce katılmalıdır.

Hem bunu engellemek, hem de halkçı geçinmek, özgürlükçü geçinmek mümkün değildir.

Törenlerde anıta çelenk koyması engellenen sivil toplum örgütü temsilcisine, resmi yetkili ne diyor; benimle tartışma, ‘’yassağ hemşerim’’ diyor.

Yasakçı zihniyetin özgürlükçüsü olmaz. Yasakçı zihniyet özgürlük de getirmez.



Not: Bu yazı yazıldığında henüz Ankara’daki yürüyüş başlamamış olduğundan, bununla ilgili yorum yoktur. Sadece genel anlamada kutlama ve kısıtlama üzerine yazılmıştır.

Nusret Yılmazer





27 Eylül 2012 Perşembe

ESENYURT MAĞDUREYİTİNDE KİM, NE DEDİ

Önceki gün bu köşede yayınlanan yazımda, Gerçek Gazetesinin imtiyaz sahibi de olan sayın Ali Tarakçı’nın yazısını eleştirmiştim. Hem Tarakçı’nın yazsısı hem de benim yazım uzun bir yazı olmuştu. Yazılar anlaşılsın diye uzun olunca belki anlatılmak istenen konu da genişliyor ve konunun ana amacı da dağılıyor.


Dün Ali Tarakçı bu konuyu tekrar kaleme aldı. Ve özetin özeti olarak tekrarladığı cümle şöyle: “Altaylı, Esenyurt’ta yaşanan bir imar yolsuzlukları iddialarının peşinde değildir. Onun peşinde olduğu Fiyapı’dır. Bir anlamda iş takipçiliğidir.”

Konu neydi?

Esenyurt’ta birçok inşaat firması yüksek katlı imarlar almış, normalin 6 katı imar ve inşaat ruhsatları verilmiş. Bu inşaatlardaki daireler kişilere satılmış. Ulusal medya da reklam karşılığı buradan daire almış.

Büyükşehir belediyesi de bu inşaatları durdurunca hem yüzlerce vatandaş, hem de buradan reklam karşılığı daire alan merkez medya ve bu arada Habertürk (Ciner grubu) mağdur olmuştu. Bunun üzerine de Fatih Altaylı “bu Esenyurt belediye başkanı niye görevden alınmıyor” diye yazı yazmıştı. Bu yazıda; Esenyurt’ta yaşanan çok katlı, normalin 5 –6 katlı inşaat emsalleri (15- 16 emsal) ile inşaat ruhsatları verildiği ve Büyükşehir Belediyesinin de bu inşaatları mühürlediğini ve yüzlerce vatandaşın mağdur olduğu belirtiliyordu.

Benim önceki günkü yazım ise; esas meselenin bir yerel yönetimin kanunsuz ruhsat vermesinden kaynaklandığını, yerel belediyenin ruhsatı Büyükşehir tarafından iptal ediliyorsa ve bundan yüzlerce vatandaş mağdur oluyorsa, burada medya da mağdurlar arasında olsa ve bundan dolayı medya çığırtkanlık yapıyorsa bile, esas sorumlunun yerel belediye olduğunu yazmıştım.

Çünkü kanuna uygun işlem yapmak zorunda olan ve buna uygun davranmadığı için bütün bu sorunları yaşatan ilk sorumlu kurum belediyedir. Dolaysıyla medya da mağdurlar arasında ise kendi çıkarı için çığırtkanlık yapar demek istedim.

Zaten medyanın ulusalı da yereli de aynısını yapar.

Tarakçı da ısrarla diyor ki; “ben Fatih Altaylı’nın iş kovaladığını, mağdurların hakkını savunmadığını söylüyorum” diyor.

Sayın Tarakçı’nın yazısında sadece Fatih Altaylı eleştirilmiyor. Aynı zamanda ona cevap verilerek Esenyurt Belediye başkanı da savunuluyordu. Sayın Tarakçı’nın söylemiyle mesele “sivrisineğin saz” olup olmaması değil, sivrisineğin sesini dahi duymayanın kamu kurumu, belediye olduğunun gözden kaçmış olmasıydı.

Geçmişte birçok gazeteci, çeşitli kamu kurumları nezdinde iş takipçiliği yaptı. Şu anda da Fatih Altaylı da, Ciner grubunun Fiyapı’dan alacağı olan daireleri alamadığı için yazılar yazıyor olabilir, baskı kurup ve bir şekilde bu alacağı tahsile çalışıyordur.

Ve diyorum ki yerel gazeteler de bunu ve daha da ötesini yapmaz mıydı?

Sayın Tarakçı Salı günkü yazısında şunu söylediğini de atlamış gibi gözüküyor. “Fatih Altaylı bir ruhsatlı inşaattan söz ediyor. Ruhsatlı inşaattan dolayı bir belediye başkanı niçin görevden alınsın?”

Bu cümle belediye başkanını savunmak değil midir Sevgili Tarakçı. Bu Altaylı’nın iş takibi yaptığını iddia etmek midir?

Kaldı ki biz kişilerin kendine çıkar sağlamalarından da söz etmiyoruz. Biz kamu kurumu yetkililerinin kamu çıkarına aykırı hareket etmekten söz ediyoruz. 15 emsalle inşaat ruhsatı vermek ne demektir?

İktidar partisi belediyeleri her türlü usulsüzlükleri yapar ve sonunda da bir türlü de yoluna koyarlar. Peki, muhalefet partisinden bir belediyede olsaydı bunlar acaba neler yaşanırdı?

Cebinde parası olan herkes belediyelere, yetkililerine fazladan, açıktan paralar vererek yasal haklarının üzerinde inşaat ruhsatları almak isterler. Şu anda birçok belediyenin yaptığı, parsel bazında imar tadilatı yapmak ve buna göre bölgeden farklı, fazla inşat ruhsatı almak bunun çok güzel örneğidir. Parsel bazında imar tadilatı uygulaması özellikle İstanbul’da oldukça da yaygındır. Şimdi başka bir vatandaş mahkemeye gitse ve böyle bir ruhsatı iptal ettirse, bu inşaattan daire alan vatandaş mağdur olacak. O inşaatın reklamını daire karşılığı alan medya da mağdur olacak. Bu medya çıkarını savunursa suç mudur?

İşte önceki günkü yazımda ben sayın Tarakçı’ya bunu sormuştum. Ve tekrar soruyorum; “ruhsatlı inşaattan dolayı belediye başkanını niçin görevden alsınlar” diyorsan bu o yazıya cevap ve belediye başkanını savunmak değil midir?

İşadamı çıkar elde etmek için her yolu dener. Belki bu çıkar sağlama çabası anlaşılabilir bir durumdur. Adam kendisi için daha fazla çıkar, daha fazla kar ve daha fazla para kazanmak istiyor. Bu çok yaygındır. Ama bu çıkarları elde etmek için kamu kurumu yetkililerine çıkarlar sağlarlar. Görevi kamunun çıkarını korumak olan bazı yetkililer de kişisel çıkarlar uğruna bunlara alet olurlar.

Şahsın işi kendine çıkar sağlamak, kamu görevlisinin işi kamunun çıkarını sağlamaktır. Burada bir usulsüzlük varsa birinci derecede sorumlu kimdir?

Yani hedefe kim oturtulmalıdır.

Türkiye’de merkez medya birçok konuda etik davranmamıştır. Üstelik sadece ekonomik çıkar meselelerinde, kendi reklam alacaklarının takibiyle ilgili değil, siyasi konularda da ilkeli, dürüst ve demokrat bir durum sergilememiştir. Şimdi medya el ve tarf değiştirdi ama bu konuda değişen bir şey yoktur.

Mesele merkez medyanın tutarsızlığı ise bunu tartışalım. Medyayı da yereli ve ulusalı ile masaya yatıralım.

Tarakçı yazısının başında; “imar yolsuzlukları ile ilgili yazdığım birçok yazının CHP’li Büyükşehir Belediyesi meclis üyeleri tarafından soru önergesi olarak meclise taşındı” diyor. Doğrusu bu vesile ile bunları da burada bir kez yazsa da kamuoyu da yeniden bilgilense.

Nusret yılmazer

Not: Benim yazım nedeniyle birtakım olumlu tepkiler aldım. Ama olumlu tepkilerden Gerçek Gazetesi nezdinde Ali Tarakçı’ya geldi. Aynı gazeteden eleştiri yazılarımın yayınlanmasından dolayı övgü ve teşekkür aldı. Bu da buradaki demokratik ortamı göstermesi açısından oldukça iyiydi.





26 Eylül 2012 Çarşamba

ESENYURT ‘TA KADIOĞLU MU, TARAKÇI MI, ALTAYLI MI HAKLI

Esenyurt’ta son birkaç yıldır yapılan ve şimdi inşaatı durdurulan birçok inşaat firması yeni mağdurlar yarattı. Bu şirketlerden daire alan yüzlerce vatandaş, ne dairesini alabiliyor, ne de paralarını geri alabiliyorlar.


Habertürk Gazetesi’nden Fatih Altaylı’da; Neden Esenyurt Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu görevden alınmıyor diye yazdı.

Gerçek Gazetesi’nden Ali Tarakçı da bir yazı yazarak Fatih Altaylı’yı suçladı. Tarakçı; “Efendim ulusal medyanın Esenyurt’ta inşaat yapan bu firmalardan ne kadar reklam alacağı var. Bu medya, reklam karşılığı bu inşaat firmalarından aldıkları daireler buhar oldu da bunun için mi bu yazılar yazılıyor” diye sorguladı.

Normal olarak inşaatlarda emsal oranı 2- 3 iken Esenyurt’ta 13 emsale kadar inşaat ruhsatı verilmiş. Yani 2.800.000m2 fazla ruhsat verildiğinden söz ediliyor ve bundan dolayı da bu ruhsatlar Büyükşehir Belediyesi tarafından iptal edilmiş.

Fatih Altaylı bu konuyu da yazısında dile getirmiş. “Bu kadar anormal emsal inşaat hakkı veren Kadıoğlu neden görevden alınmıyor” diye sorguluyor.

Ali Tarakçı da Altaylı’ya cevaben; “Altaylı bunu soruyor ama, Altaylı bir ruhsatlı inşaattan söz ediyor. Ruhsatlı inşaattan dolayı bir belediye başkanı niçin görevden alınsın” diye cevap veriyor.

Tarakçı dünkü yazısında; “Habertürk Gazetesi ve televizyonları, Esenyurt’ta inşaat yapan firmalarından ne kadar TL’lik ilan aldı. Ve şu anda ilanlardan dolayı ne kadar alacağı var?”

“Altaylı’nın Fiyapı ve Esenyurt ile ilgili yazdığı yazılar sonrasında Genel Yayın yönetmenliğini yaptığı Ciner’in medyasındaki şirketleri (gazeteleri, dergileri, radyoları, televizyonları) alacaklarını aldılar mı?”

Ali Tarakçı açıkçı şunu soruyor: Bu yüksek emsalle yapılan binalardan birçok daire, bu gazete ve televizyonlara reklam karşılığı verilmişti. Dolaysıyla Büyükşehir Belediyesi bu ruhsatları iptal edince, inşattalar durdurulunca bu gazete ve dergiler reklam karşılığı aldıkları bu daireleri alamayacaklar. Dolaysıyla bu inşaat firmaları ve özellikle Esenyurt Belediye Başkanı Nemci Kadıoğlu’na yükleniyorlar. Yani bu gazete ve dergiler kendi çıkarlarını, alacaklarını alamadıkları için çıngar çıkarıyorlar diyor.

Ali Tarakçı burada neden Esenyurt Belediyesini savunuyor bilmiyorum.

Ali Tarakçı da bir gazete- Radyo sahibidir. Kendisi de reklam karşılığı daire alabilir. Bir belediye ruhsat vermiş, ruhsat karşılığı yapılacak daireleri tapuya işletmiş ve satış yapabiliyorsa, bu daireleri kimin aldığı önemli değildir. Reklam karşılığı almak da önemli değildir.

Gazete ve dergiler inşaat ruhsatı denetleme kurumları değildir. Elinde evrak ve belgeleri varsa buna inanmak durumundadırlar. Bunların usulüne uygun olup olmadığını yetkili kurumlar denetler. Elbette basın bu alanlarda usülsüzlük varsa üstüne gider, araştırır. Ama belge vermek, verilen belgeyi kanuna uygun vermek ilgili kurumların işidir. Nitekim bu kurumlardan Büyükşehir Belediyesi bu yanlış gidişe dur demiştir.

Bu gazete ve dergiler daha önce bu inşaat firmaları ile ilgili pozitif haber de yapmış olabilirler. Eğer yanlış ve taraflı, haksız, reklam haberler yapılmış ise bunlar o gün, o haberler yapıldığında başka haber kanalları, başka yayın organları tarafından eleştirilmeli ve bu haberlerin değerlendirilmesi yapılmalıydı.

Bu yapılmadığı gibi bugün reklam paralarını veya reklam karşılığı aldıkları dairelerini alamadıkları için bile olsa bu usulsüz ruhsatları veren belediye başkanını eleştirmelerine karşı çıkmak doğru değildir.

Sonunda bir belediye başkanı kanunları hiçe sayarak ruhsat vermemelidir. Veriyorsa neye güvenerek verdiği elbette ortaya çıkmalıdır. Kanunsuz yapılan işin hesabı verilmelidir. Dün sorulmamışsa bugün sorulmalıdır.

Bunun sorgulayanları eleştirmek Tarakçı gibi bir gazetecinin işi değildir diye düşünüyorum. Çünkü Tarakçı yazısında sadece bu gazetelerin haberlerini şimdi yapmalarına karşı çıkmıyor. Aynı zamanda Necmi Kadıoğlu adına cevap veriyor. Efendim “ruhsatlı yapılan binalardan dolayı niçin görevden alınacak” diyor.

İyi de madem ruhsatlıydı, madem ruhsatlar kanuna uygundu niçin bu ruhsatlar iptal edildi, niçin inşaatlar durduruldu, niçin bu kadar insan mağdur oldu?

Bunun bir sorumlusu yok mu? Bu ilçenin belediye başkanı bu işten sorumlu olmayacaksa kim sorumlu olacak?

Ulusal medyanın yaptığı reklam karşılığı gayrimenkul alma uygulamasını yerel medya yapmıyor mu, yapmaz mı?

Yaparsa yanlış mı yapar? Bu tür bir anlaşma yapar da alacağını alamazsa ne yapar?

Bütün bunlardan ne tür bir kötülük olduğunu, bunların hiç kendisinin veya başka bir yerel yayan sahibinin başına gelip gelmediğini; bir yerel yayın sahibi olarak Tarakçı’nın açıklamasının uygun olacağını düşünüyorum.

Ben Necmi Kadıoğlu görevden alınsın demiyorum. Ama bir yerde yanlış bir şey varsa o yanlışın hesabı sorulsun. Çıkar çatışması da olsa bir hesap soruluyorsa buna karşı çıkmak doğru mudur? Bu çıkar çatışmaları halkın konuyu daha iyi algılamasına katkı sunuyor.

Kaldı ki burada yanlış ve haksız verilen emsalden ve iptal edilen dairelerden dolayı, reklam karşılığı alınan daireden ve şu anda onu kaybetmesinden dolayı o gazeteler de mağdur sayılmaz mı?

Esenyurt’ta kanuna uymayan bir emsal verilmiş ve bundan belediye başkanı Kadıoğlu sorumludur. Fatih Altaylı reklam karşılığı da olsa alacağını alamamışsa ve burada hukuksuz yapılan bir uygulama nedeniyle mağduriyet varsa Fatih Altaylı sorumlu olmamalıdır.

Tarakçı yazısında Esenyurt Belediyesini savunmak bana düşmez demiş ama sonunda o görevi yapmış. Onun için söylüyorum, Esenyurt Belediyesini savunmak da Ali Tarakçı’nın işi olmamalıdır.

Nusret yılmazer

24 Eylül 2012 Pazartesi

BEYLİKDÜZÜ’NÜN YENİ ULAŞIM PLANINDA HALKIN MAĞDURİYETİ

Beylikdüzü’ne ilk geldiğimizde trafik oldukça rahattı. Trafik sıkışıklığı ve gürültüsü bizi rahatsız etmiyordu. Beylikdüzü’nde yüksek binalar, çok katlı binalar çoğaldıkça bu sorun da kendini iyice hissettirdi. Hele çoğalan AVM’ler Ana caddeleri işlemez hale getirdi. Şimdi Beylikdüzü’nün ara sokaklarında bile trafik sıkışıklığı bir hayli fazla. Kentin ana girişi ayrı bir facia. Bu önemli sorunlar çözülmezken bir de kentin ana girişindeki iki otobüs durağının iptal edilmesi çok sayıda şikayete neden oldu.


Bu Beylikdüzü’nde yol anlamında hiçbir şey olmadı anlamına gelmiyor elbette. Mesela Beylikdüzü’nün iç mahallelerinde çok sayıda yol açıldı. Derviş Eroğlu caddesinden Adnan Kahveci Mahallesine, BEKO’ya doğru bir kavşak ve yol yapıldı. Şimdi Atatürk Bulvarı’ndan Adnan Kahveci Mahallesi’ne bir köprülü kavşak yapılıyor. Bunlar oldukça güzel çalışmalar ama yetmiyor.

Mesela Atatürk Bulvarı’ndan Adnan Kahveci Mahallesi’ne yapılan köprülü kavşak çok doğru ve işlevsel ama bu trafiği çözmeye yetmeyeceği gibi Atatürk Bulvarı’ndaki trafiğin yükü daha da artıyor. Zira zaten, özellikle kış aylarında Beylikdüzü’nün girişi trafik açısından oldukça sıkıntılı iken, bu yeni kavşak açılınca buradaki trafik daha da artacaktır.

Metrobüsün Beylikdüzü’ne gelmesiyle birlikte, ilçede trafikle ilgili bazı düzenlemeler yapılacağı daha önceden açıklanmıştı. Bu düzenleme daha çok, ilçenin iç kısımlarında oturan insanların Metrobüs duraklarına ulaştırılması hedeflenerek yapılacak diye düşünüyorduk. Bu konuda belediye yetkililerinden çok sayıda açıklama da şahsen duymuştum.

Şimdi Metrobüs Beylikdüzü’ne geldi. Beylikdüzü’nde trafiğin akışı da değişti. Ama bazı iyileştirmelerin yanında birtakım olumsuzluklar da oldu. Mesela Atatürk Bulvarı’nda, Beylikdüzü’nden çıkış istikametinde iki otobüs durağı iptal edildi. Bunun mantığını anlamak zor. Üstelik bu iki durağın karşısında 17 – 18 bin nüfuslu devasa bir site var.

E 5 den dönüp köprünün üzerinden Beylikdüzü’ne hemen girişte, düz olarak devam eden cadde Atatürk Bulvarıdır. Burada ilk 50 metrede bir otobüs durağı vardır. 500 metre sonra da ikinci otobüs durağı. Şimdi Beylikdüzü’ne gelen otobüsler bu iki durakta da durup yolcu indiriyorlar. Ama Beylikdüzü’nden Mecdiyeköy ve Taksim’e giden, Yani Beylikdüzü’nden dışarı çıkan belediye otobüsleri bu iki durakta yolcu alamıyorlar. Yani bu iki durak fiili olarak iptal olmuş durumda. Bu duraklardan belediye otobüslerine binen çok sayıda vatandaş şimdi mağdur ve şikayetçi. Şahsen bana gelip şikayet eden onun üzerinde vatandaş oldu.

Bu durakların iptal sebebini ben kendimce buldum. Belediye de aynı nedenle mi bu durakları iptal etti bilmiyorum. Ama sebep ne olursa olsun bu uygulama oldukça yanlış.

Nedir bunun sebebi?

Büyükşehir mahallesinden gelip, Cumhuriyet caddesinden Atatürk Bulvarına dönen yerde, (Fatih Sultan Mehmet Camii önünden) yani Çamlık Caddesi’nin başına girilmez tabelası konuldu ve burada trafik tek yöne dönüştürüldü. Böylece belediye otobüsleri Çamlık caddesine giremedikleri için Atatürk Bulvarı’na da giremiyorlar. Böylece Atatürk Bulvarı’nda bulunan bu iki durak da fiilen kullanılamaz oluyor.

Halbuki belediye otobüsleri dışında bütün araçlar bu girilmez yoldan giriyorlar. Olan sadece belediye otobüslerine ve bu durağı kullanan halka oldu. Çünkü buradaki trafik kurallarına sadece belediye otobüsleri uyuyor. Belediye otobüsleri de Cumhuriyet Caddesi’nden devam ederek Caddenin sonundan direk Beylikdüzü, Bizimkent köprüsüne çıkıyorlar. Böylece bu iki durak da geride kalmış oluyor.

PRATİK ÇÖZÜM ÖNERİSİ

Çamlık Caddesi başına girilmez tabelası konulurken belediye otobüsleri hariç diye bir yazı veya resim konulsa bu sorun çözülürdü. Kaldı ki bu yolun iki tarafında da park eden araçlar var. bu araçların yol kenarına parkı engellenebilse zaten yolun çift taraflı çalışmasında da sıkıntı olmaz.

Bu kadar basit konuda ilk akla gelen çözümün halkın mağduriyeti yönünde olması insanı düşündürmeden olmuyor.

Gerçek Gazete’sinde okuduğum bir haber üzerine bu yazıyı kaleme aldım. Zira Belediye başkanımız Beylikdüzü’nde “yeni bir ulaşım mastır planı” hazırladıklarını açıklamış.

Ulaşım Mastır planının özü de, bir – iki otobüs güzergahı oluşturulması. Bunlardan biri Tüyap’tan kalkan otobüsün Adnan Kahveçi mahallesi ve Cumhuriyet mahallesinden geçen otobüslerin, Esenyurt Devlet Hastanesine ve Esenkent’e kadar gitmesi.

Bence bu güzergah faydalı olmuştur. Zira en azından Beylikdüzü’ndeki insanları Esenyurt Devlet Hastanesi’ne taşıyacak.

İkinci bir güzergah ise; Beylikdüzü’nden Fatih Üniversitesi’ne yeni otobüs seferlerinin başlayacağı ile ilgili. Beylikdüzü’nde otorup Fatih Üniversitesi’ne giden kaç öğrenci var bilmiyorum. Belli başlı öğrenci varsa elbette doğru bir uygulama olacaktır. Ama ben yeterli öğrenci veya yolcunun çıkacağını sanmıyorum. Bu hattın bir süre sonra iptal olacağını düşünüyorum.

Belediye Başkanı Yusuf Uzun, “Metrobüs’ün gelmesi ile birlikte, ilçemizden hareket eden toplu taşıma araçları ile ilgili yeni bir mastır planı hazırlıyoruz. Bu kapsamda yeni hatlar oluştururken, bazı hatlara da yeni duraklar ekleyeceğiz” demiş.

Başkanın bu söylemine uyacak uygulama yapılırsa iyidir. Ancak bazı durakların iptal edilmesi de bu mastır planda var mı bilmiyorum. Başkan bunu söylememiş. Ama bazı durakların fiili durumda iptalinin var olduğunu ve vatandaşın bundan oldukça mağdur olduğunu biliyoruz.

Bu sorun oradaki girilmez tabelasından kaynaklanıyorsa bunun çözümünü önerdik. Bunun çözmek oldukça kolay.Yeter ki yetkililer bu mağduriyeti dikkate alarak azıcık düşünsünler.

Halk daha fazla mağdur edilmeden bu sorunun çözüleceğini ümit ediyoruz.

Nusret Yılmazer

21 Haziran 2012 Perşembe

BUZ PİSTİ KİMİ KAYDIRIR ?

Son birkaç gündür telefonum susmuyor. İstanbul dışında olmama rağmen Beylikdüzü ile ilgili sorunlar hakkında arıyorlar.


Beylikdüzü’ne bir buz pisti yapılacak ve birçok ağaç kesilecekmiş haberin var mı?

Beylikdüzü’nde ağaçlar kesiliyor neredesiniz?

Siz niçin ses çıkarmıyorsunuz?

Derken döndüm Beylikdüzü’ne.

Konunun yabancısı değiliz. Beylikdüzü Belediye Meclisinin Haziran ayı toplantısında konu görüşülmüştü.

CHP grubunun verdiği önerge ile gündeme geldi bu buz pisti meselesi.

Başkan Yusuf Uzun da bilgi verdi.

CHP gurubu önergesinde sordu: ‘’Beylikdüzü’nde Aliya İzzet Begoviç parkına buz pisti yapılacak ve çok sayıda ağaç kesilecekmiş. Beylikdüzü’nün en önemli ve acil sorunu bir buz pisti midir? Bu buz pisti başka yere yapılamaz mı?’’

Başkan Yusuf Uzun’da; “ bu konuda gelen mektuplarla çok sayıda talebin olduğunu, kendilerinin de bunu yapmak istediğini, yer olarak da söz konusu parkın yanındaki araç yıkama istasyonunun yanı olacağı” bilgisini verdi.

“Ancak bu alanın Beylikdüzü Spor Kulübüne tahsis edildiğini, spor Kulübünün de burayı kiraya verdiğini ve bu kiralanan alanın da yan tarafta bir miktar daha arsası olduğundan bazı sorunlar yaşandığını” söyledi.

Başkan Uzun; “bundan dolayı burada bazı ağaçların yerinin değiştirileceği” bilgisini verdi.

Doğrusu o gün mecliste, konu ile ilgili çok büyük tartışmalar da yaşanmadı.

Beylikdüzü’ne buz pisti gerekli midir? Yine Yusuf Uzun’un verdiği bilgiye göre” gereklidir.”” Zira Beylikdüzü etkinlik alanında bir süreliğine hizmet veren buz pistine çok ilgi olmuş.”

Buz pistini daha çok özel sektör kurar. Belediyenin bu işe soyunması, buz pisti için 8 – 10 yıllık ağaçların yerlerinin değiştirilmesi çok da doğru değildir.

Ayrıca illahi gerekli ise ve belediye bu işi yapacaksa, biraz daha yukarıda, huzur evi yapılacak alanın altında, hiç ağaçsız bir bölge var. Bu buz pisti neden oraya düşünülmedi bilmiyorum.

Ben de buz pistine karşı değilim. Ama yerinin çok da isabetli olmadığını düşünüyorum. Ağaçlar oldukça büyük. Yer değiştirme esnasında kaçı yeşil kalır, kaçı kurur bilmiyorum.

Belediye park ve bahçeler müdürü Ziya Duman ile konuştum. “Hepsi yeşil kalır. Ağaçlar toprağı ile birlikte söküldüğü için pek zarar görmez” dedi.

Ziya Duman ziraat mühendisidir. Kendisi de görevini iyi yapan bir müdür. Söylediği söze güvenirim. O ağaçlar kurumaz diyorsa, doğru olduğunu düşünüyorum.

Ancak oraya buz pisti yapılması kararını Ziya Duman vermemiştir. Yukarda karar alınmış, ona da ağaçları taşıma işi düşmüş diye düşünüyorum.

Kaldı ki ağaçlar zarar görmese bile yerin çok uygun olmadığı düşüncesinde ısrarlıyım.

Bu buz pisti insanları kaydırıyor, eğlendiriyor. Ama özellikle gençleri ve çocukları kaydırıp eğlendiriyor.

Konu buz pisti olsa da bu kez söz konusu olan çocuklar değil, büyükler.

Çocuklar için yapılan bu buz pisti büyükleri de kaydırır mı?

Kimleri kaydırır?

Yoksa buz pistinin yeri mi kayar?

Bilmiyorum.

Toplum çok da ilgilenmiyor gibi gözüküyor.

Bir gazeteci sökülen ağaçların fotoğrafını çekerken, çalışan işçilerden birinin saldırısına uğruyor. Bu saldırı olayı oraya daha çok dikkat çekmeyi sağladı.

Ben de gidip o işçilerle konuştum.

Çevrede bu işe karşı olanlarla da görüştüm.

Hemen herkes bu işin doğru olmadığını düşünüyor. Gazeteciye saldıran işçiler bile.

“Ama ne yapalım. Bize gidin yapın dediler, biz de çalışıyoruz. Biz neyin doğru neyin yanlış olduğuna bakamayız” diyorlar.

“Gazeteci kız buraya halkı çektiği için izin vermek istemedik” diyorlar.

Bu işçiler yandaki araç yıkama istasyonu ve spor okulları yöneticilerine de kızıyorlar. Çünkü “onlar sınırdaki ağaçların kesilmesine izin vermiyorlar.”

CHP ilçe başkanı Ekrem İmamoğlu da bu buz pisti yerinin doru tespit edilmediğini düşünüyor. Bir grup partili ile bu buz pisti yerini protesto amaçlı gösteri yaptılar, tepkilerini gösterdiler.

Ayrıca buz pisti yapılacak alana daha yeni yapılan ve henüz doğru düzgün kullanılmayan çocuk parkı da sökülüyor. Burada yapılmış o güzelim gezi yolları da sökülüyor.

Buz pisti projesi çok yeni olmalı. Yoksa o masraflar oraya yapılmazdı. Belki doğru düzgün bir projesi de yoktur.

Önceden projelendirilmiş olsa bu yollar ve çocuk parkı yapılmış olmazdı.

Velhasıl buz pisti ortalığı biraz karıştırdı. Ama halk kesimi henüz ilgili gözükmüyor.

Buz pistinin yeri başka bir alana kayar mı, bu haliyle kalırsa Beylikdüzü’nün çocuklarını kaydırır mı?

Yoksa bazı büyükleri mi kaydırır bilmiyorum.

Bekleyip göreceğiz.

Nusret yılmazer





22 Mayıs 2012 Salı

ATATÜRK BULVARI YANINDAKİ 14 METRELİK YEŞİL BANT OTOPARK OLUYORMUŞ

Beylikdüzünün ana girişinde, Atatürk Bulvarının sağında ve solunda 14 metre genişliğinde yeşil bant var. Bu yeşil bant Beylikdüzü’nde çok konuşuldu, tartışıldı. Zira bu yeşil banda inşaat yapılması için çok uğraş verildi. Bulvarın simetrisi bozulur diye sonunda bu 14 metrelik yeşil bandın korunması başarılmıştı..


Baktım geçenlerde bir kepçe buraları kazıyor. Yaya kaldırımı burada iki parçadan oluşuyor. İki kaldırım arasındaki toprak alan gül ekilidir. Yol tarafındaki kaldırım geniş, iç taraftaki kaldırım daha dardır.

İşte kepçe bu dar kaldırımı da kazıyor. Ne oluyor diye merak ederken, Vehbi Orakçı dönemindeki başkan yardımcısı Mehmet Kül’le karşılaştım. Kül de buradaki bu çalışmayı merak etmiş, bana sordu. Ben de bilmediğimi ama Cumartesi günü Başkan Yusuf Uzun ile görüşeceğimi, bu konuyu da soracağımı söyledim.

Ben de Gerçek Gazetesinin orgunizasyonu ile bütün gün başkanla birlikte olunca bu konuyu kendisine sordum. Beycity’nin önündeki yeşil alanın, hatta kaldırımın bir bölümünün niçin kazıldığını çalışmanın ne olduğunu sordum başkana. Başkan burada yapılan kazıdan haberdarmış ve kendisinin de uygun gördüğünü söyledi.

‘’Bu yolun yanında BEYCİTY iş merkezi yapılmış ama işyerleri çalışmıyor. Çünkü bu iş merkezinin önüne kısa süreli park yapıp alışveriş yapma imkanı yok’’ dedi başkan. ‘’Benim de buna gönlüm razı olmadı. Bu devasa yatırım bizim ortak değerlerimizdir, atıl kalmamalıdır. Bunun için oranın kazılıp otopark yapılmasına müsaade ettim’’ dedi.

Ben de kendisine hatırlatma gereği duydum. Bir zamanlar Belediye meclisinde bu binadaki kaçak alanlar konusu çok tartışıldı. Ömer Süvari İmar Komisyonu başkanıydı, Ebru Habip de imar komisyonu üyesi. İmar komisyonu geldi bu binayı inceledi ve 4000m2 kaçak var diye rapor tutuldu. Ben o gün bu komisyon üyelerine sormuştum. Ne olacak şimdi bu kaçaklar diye? Onlar da biz onu bilmeyiz. O belediyenin sorunu’’ dediler.

Ve benim duyduğum orada kaçak gözüken yerler proje tadilatıyla otopark gösterildi. Bunlar da gözlükçülerin bulunduğu zemin kattı. Buradaki büyük alana da market açılacak bilgisini aldık. Şimdi bu kaçak alanlar için otopark mı yapılıyor’’ diye başkana sordum.

Başkan da ‘’vallahi ben senin bu söylediklerini bilmiyorum. Benim gönlüm razı olmadı o iş merkezinin iş yapmamasına, onun için uygun gördüm oraya otopark yapılmasını ‘’dedi.

O günkü imar komisyonu; ‘’ bu kaçakları çözmek belediyenin işi ‘’demişlerdi. Anlaşılan belediye bu binadaki kaçak inşaat sorununu çözmüş ve bunlara bir de otopark yapıyor. Hem de yaya kaldırımlarını yok etmek pahasına.



BEYLİKDÜZÜ’NDE İSKİ TAŞERONLARI AYRICALIKLI MI?

Beylikdüzü’nde İSKİ su borularını değiştiriyor. Beko’nun altından başladı Bizimkent’in etrafından aşağı doğru devam ediyor.

İSKİ bu kazıları taşeron firmalara yaptırıyor. Bu firmalar da önce yolu kazıyor, parke taşlarını kenara koyuyor, asfalt yerler de; kaba asfalt parçaları alıyor, moloz sayılacak cinsten olanları ise bir yerlere döküyor.

Birincisi bu yol kenarlarındaki boş alanlara dökülen molozlarla ilgili belediyeye çok sayıda şikayet yapıldı. Ancak bu firmaya hiçbir işlem yapılmadı. Mesela Bizimkent’in E 5 tarafındaki çamların altına kamyon kamyon moloz ve beton parçaları döküldü. Çok sayıda şikayet oldu.

Belediye ise bu molozların üzerine toprak döktü ve düzledi. O alanı düzlemek ve E 5 tarafına çim ekme uygulaması iyi ama çamların altındaki molozlar olduğu gibi toprağın altında kaldı. Bu asfalt parçaları ve kaldırım taşları çamların kökünü sıkıştırdı.

Yine İSKİ’nin taşeron firması Cumhuriyet mahallesi, Derviş Eroğlu caddesi, Nadir sokakta, Yılmaz konutlarına doğru kazı yaptı. Buradan çıkan molozlar yan taraftaki Tatlıcılara ait arsanın kenarına döküldü. Bununla ilgili çok sayıda şikayet olunca ne yapıldı?

Bir kepçe geldi ve bu molozları o arsaya serdi. Sonra da üzerine bir iki kamyon toprak serildi. Bu alanda iki kamyon toprak halen döküldüğü gibi duruyor.

Bizimkent Sitesi, ağaç budaması yapıyor veya kuruyan ağaçları kesiyor. Veya çimler biçilirken çim çuvalları bu yandaki arsada biriktiriliyor. Budama veya çim biçme bitince de bu ağaç dalları kaldırıyor. Ama bu ağaç dalları bu alana daha ilk konulduğu gün, Beylikdüzü Belediyesi Çevre koruma müdürlüğü ekipleri gelip bir tutanak düzenliyor. ‘’İki gün içerisinde bunları kaldırın yoksa cezai işlem yapılacaktır.’’

İyi de bu çevre koruma müdürlüğü ekipleri yalnızca Bizimkent’in o arsaya koyduğu dalları mı görüyor. Birçok şikayet olmasına rağmen neden bu taşeron firmaların yaptıkları görülmüyor? Bizimkent’in oraya koyduklarını gör, keseceksen ceza da kes. Ama başka ve daha büyük çirkinlikleri ve kanunsuzlukları da gör.

Sonra ikincisi; bu taşeron firmalar kazdıkları yolu asla eski haline getirmiyorlar. Bu konuda Beylikdüzü Belediyesi’ne birçok yazılı ve telefonla şikayet yapıldı. Ama bu konuda da çok fazla bir iyileşme sağlanamadı.

Bu yazdıklarımın hepsi belgelidir. Öyle belediyeyi karalamak için yazılmıyor. Mesela Atatürk Bulvarından Bizimkent Yönetim binası önünden geçen yan yola gelip bakın. Yol nasılmış, ne hale gelmiş? Ayrıca Derviş Eroğlu caddesinde halen kazı ve onarım devam ediyor. Gelip bakılabilir. Yollar ne alemde, kazılan yerler nasıl yapılmış görülür.



Nusret Yılmazer

21 Mayıs 2012 Pazartesi

BEYLİKDÜZÜ’NÜ GEZDİK

Gerçek Gazetesi’nin, gazetenin yazarlarıyla birlikte tam kadro ilçe belediyelerini gezme, inceleme programında sıra Beylikdüzü’ndeydi. 19 Mayıs’a denk gelmesi nedeniyle Beylikdüzü programı biraz geç başladı. Ama Başkan Yusuf Uzun, başta Basın ve Halkla ilişkiler Müdürü Hüseyin Türkoğlu olmak üzere başkan yardımcıları Ali Gençbay ve Tahir Sert, Park ve bahçeler müdürü, fen işleri müdürü, plan ve proje müdürü, trafik müdürü ile tam kadro katıldı Beylikdüzü tanıtım programına.


Saat 13 gibi belediyenin önünden otobüsle yola çıkarak Ambarlı arıtma tesisini doğru yola çıktık. Başkan Yusuf uzun otobüste, elinde mikrofon bize hem bugünkü program hakkında, hem de Beylikdüzü ile ilgili bilgiler veriyor. Gezi boyunca da tıpkı bir gezi rehberi gibi bölgeyi tanıtıyor bizlere. Büyükşehir Belediyesi burada devasa bir arıtma tesisi yapıyor. Yaklaşık beş – altı yıldır bu tesisin yapımı devam ediyor. Ne zaman hizmet vermeye başlayacağı henüz tam olarak belli değil.

Ambarlı biyolojik arıtma tesisi Beylikdüzü, Avcılar, Esenyurt, Başakşehir ve Hadımköy’ün bir kısmı olmak üzere 2,5 milyon nüfusa hizmet verecekmiş.

Buradan Yakuplu bölgesine geçildi. Yakuplu’da 50 civarında yıkılan ve daha yıkılacak olan binalar hakkında bilgi aldık. Yakuplu sosyal tesislerine çıkarken sol tarafta yapılan diş sağlığı merkezi ile ek derslik yapılan okul binası gösterildi bize. Bunun hemen yanında başlayan park örnek olarak gösterildi. Bunun gibi dokuz park yapılmış Yakuplu’ya. Başkan ‘’siz sadece birini gördünüz’’ diye uyardı bizi.

Yakuplu ve Gürpınar’daki çorba evlerini gördük. Beylikdüzü merkezde, Fatih Sultan Mehmet Cami avlusundaki çorba evini zaten biliyoruz. Başkan bu çorba evlerinden ‘’zengin fakir, öğrenci olmak üzere her kesimin çorba içtiğini ve çocukların buradan çorba içerek harçlıklarının cebinde kaldığı’’ bilgisini veriyor.

Belediyenin Yakuplu Sosyal Tesislerindeki yemek molasından sonra Yakuplu merkezden Kavaklı’ya doğru gidiyoruz. Sahili gören tepedeki yoldan giderken, bakımsız yolun asfaltlandığını ve güzel bir yolun ortaya çıktığını görüyoruz. Buradan yat limanına iniyoruz. Hollanda firması Enelka’nın yaptığı yat limanı hakkında bilgiler alıyoruz. Burada, karada yapılmış raflara küçük yatların çekileceğini öreniyoruz. Bu limanın 300’ü karada, 600’ü denizde olmak üzere 900 yat kapasitesinde olduğunu, bu yat limanının maliyeye yıllık bir buçuk milyon TL vergi verdiği konusundaki bilgileri Marina genel müdürü Zdzislaw A. Janik’ten alıyoruz. Ve Janik bey, bu verginin çok yüksek olduğunu söyleyerek serzenişte bulunuyor.

Limandan yukarı çıkarken BEYAŞ’ın yaptığı beş bloklu binalar karşımıza çıkıyor. Başkan Uzun, ‘’buradaki sorunları çözdüklerini, eski mütahitle ilişkiyi bitirdiklerini ve yeni mütahitin inşaatları tamamladığı’’ bilgisini veriyor.

Buradan kavaklı bölgesine geçiyoruz ve Üneş’lerin yapıp iletteiği katı atık geri dönüşüm merkezine uğruyoruz. Kavaklı köyünden geçerken, buranın kentsel dönüşüm projesi kapsamında olduğunu ve konuyla ilgili çıkan sorunlarla ilgili bilgiler alıyoruz.

Buradan balık halinin yapılacağı ve halen balıkçı limanının olduğu yere geliyoruz. Ben, burada yapılan ‘’balık festivali’’ etkinliğine rağmen ilk kez geliyorum buraya. Aslında oldukça güzel bir yer burası. Burada balıkçılar derneği yöneticilerinden bilgiler alıyoruz. Çayımızı içip yola koyuluyoruz.

Gürpınar sahiline giderken Dere ağzı mahallesine geliyoruz. Bu bölgelerde yeni yollar yapılmış, asfalt dökülmüş. Beylikdüzü belediyesi nikah salonu burada yapılmış. Nikah salonunun buraya, iki katlı evlerden oluşan, nüfus yoğunluğu az olan bir mahalleye yapılmasının çok doğru olmadığını söylüyorum başkana. Başkan Uzun’dan önce Ali tarakçı cevap veriyor ve bana katılmadığını söylüyor. Yakuplu ve Beylikdüzü merkez buraya uzak kalıyor. Beylikdüzü nüfusu ise yüksek katlı imardan dolayı merkezde yoğunlaşmış. ‘’olsun’’ diyor başkan, ‘’Beylikdüzü’ünün her yerinden buraya geliş 15 dakika sürer. Çok da önemli değil.’’

Buradan sahile iniyoruz. Önce Büyükşehir Belediyesi’nin siyah taşlarla doldurduğu sahili görüyoruz. Ardından Beylikdüzü Belediyesi’nin düzenlediği bölgeye geliyoruz. Bazı yerlerde araba yolları oldukça geniş, yayaların yürüyeceği alanlar dar. Ama yapımı biten yerler çok güzel olmuş. Yapılan bu alanda vatandaşlar piknik yaptığı, mangal yaktığı için sahili gezmeye gelenler rahatsız olduğundan az ileride yeni bir piknik alanı düzenleniyor. Toprak dökümü, tesviyesi bitmiş ağaçlar dikiliyor.

Sahile beyaz çakıl dökülmüş, su oldukça berrak. Denizin temizliği hepimizin dikkatini çekiyor. Başkan Yusuf Uzun, bu sahile ‘’mavi bayrak asmak için müracaat ettiklerini’’ söylüyor.

Gürpınar sahilden yukarı doğru çıkarken Pınartepe mahallesinin Beylikdüzü’ne bağlanması gündeme geliyor. Başkan Uzun, ‘’bu mahalleyi Beylikdüzü’ne bağlayacağız ama bunun hastane konusu ile ilgisi yok’’ diyor. Arkadaşlardan biri soruyor; ‘’peki Pınartepe mahalle halkı ne diyor, bu halka hiç soruldu mu’’ diye? Yusuf uzun; ‘’sormadık ama mahalle halkı da büyük bir çoğunlukla Beylikdüzü’ne bağlanmayı istiyor’’ diyor. ‘O zaman anket yapılsın, çıkan sonuca razıyız diyebilir miyiz’ diye ben soruyorum.

Başkan uzun; ‘’yok, bunun için halka sormaya gerek yok. Bu işi düzenleyenler, sınırları belirlerken yanlış yapmışlar. Bu işi düzeltmek yine onların işidir. Onlarla görüşerek bu iş düzeltilmeli’’ diyor.

YOL ORTASINA EKİLMİŞ GÜLELR ÇOK GÜZEL BİR GÖRÜNTÜ OLUŞTURMUŞ

Yokuşu yukarı çıkarken, bakın diyor başkan Uzun; ‘’bu taraftaki orta refüjlere bakın. Bir de Beylikdüzü bölgesindeki alanlara bakın. Büyükçekmece bölgesinde iki yol ortasındaki alanlar kuru toprak, çiçek falan ekilmemiş. Beylikdüzü bölgesindeki yol ortalarında hep güller var. Güller alabildiğine açmış. Bu aşamadan sonra Başkan yardımcısı Tahir Sert hep yol kenarındaki açmış gülleri gösterip dikkat çekiyor.

Adnan kahveci mahallesindeki aile sağlığı merkezinin yanından geçerek, bu mahallede 23 Mayıs Çarşamba günü açılacak ve Çarşamba pazarı olacak olan kapalı pazara geliyoruz. Pazar yeri önünde beton atma çalışmaları devam ediyor. Tezgahlar tas tamam pazarcıları bekliyor.

Beylikdüzü hayvan rehabilitasyon merkezi de uğrak yerlerimizden biri. 1400 köpek kulakları sağır edercesine sürekli havlıyor. Acayip bir curcuna var. Bütün Köpeklerin önlerinin sosis dolu olması dikkatimizi çekiyor. Barınaktaki köpeklerin hepsi besili ve bakımlı görünüyor. Fabrikalar son kullanım tarihi yaklaşan sosisleri buraya getiriyorlarmış. Köpeklerin kimi tellerle çevrili alanlarda serbest ama sıkışık, kimi zincirle bağlı. Kimileri de barınak etrafında, çatıda özgür dolaşıyor. Bu kadar çok köpek herkesi şaşırtıyor.

Son uğrak yerimiz Kültür merkezi. Kültür merkezini 2008 yılının sonunda gezmiştim. O zamanki Belediye Başkanı Vehbi Orakçı burada basına kahvaltı vermişti. Kültür merkezinin bittiğini göstermek için. Elbette tam bitmemişti. Zaten bir süre sonra da Kültür merkezi açılışını kutlamak için bir konser verilmişti. Bu da soruluyor Başkan Uzun’a. ‘’Vehbi bey kardeşimiz biraz tez canlıydı. Ama biz bir hayli emek ve para harcadık burayı açmak için’’ diyor Yusuf Uzun.

Elbette başka anlatılanlar da vardı, başka gördüğümüz yerler de. Bir de ileride yapılması düşünülen işler vardı. Hepsini burada anlatmak mümkün değil. Gün de akşam oldu ve gezi bitti. Bu yazı da çok uzun oldu, sayfa bitti.

Nusret Yılmazer

7 Mayıs 2012 Pazartesi

SAHİLLERİYLE ÜNLÜ BÜYÜKÇEKMECE DOĞUYOR

ARAÇLAR İÇİN SAHİL YOLU DEĞİL, İNSANLAR İÇİN SAHİL YAPILIYOR


Gerçek Gazetesi’nin bölge belediyelerini inceleme organizasyonu devam ediyor. Bu gezi bizler için biraz külfetli oluyor. Evde çocuklar ve eşler sızlanıyor. Bir hafta sonu var, o gün de onları yalnız bırakıp gidiyorsunuz. Haklı olarak bir eleştiri geliyor.

Bu gezilerin dördüncüsü düzenlendi. Silivri, Çatalca, Esenyurt ve geçen hafta sonu da Büyükçekmece. Ben çatalca programına katılamadım. Gördüğüm ilçelerdeki çalışmaları beğendiğimi söylemek istiyorum.

Ben bu gezilerde o ilçede yapılan hizmetin çokluğu ve kalitesi yanında belediye başkanlarının yapılan işler hakkındaki bilgilerine, (anlatırken hangi iş hakkında ne kadar bilgili oldukları belli oluyor)heyecanlarına ve gelecekle ilgili projelerine (hayallerine)önem veriyorum.

Bazı belediye başkanları birkaç dönemdir başkanlık yapıyor. Elbette ilk dönem başkanlık yapanlardan daha çok hizmetler göstereceklerdir. Ama bu belediye başkanlarında bir heyecan kaybı olması da mümkündür.

Bir de bazı yeni belediye başkanlarının, kendisinden önceki başkanların hizmetlerine ne kadar sahip çıktıklarına dikkat etmek gerekir. Önceki dönemden yarım kalan işlerin tamamlanması bile yıllar alıyorsa, mazeret ne olursa olsun yeni başkana bir artı olmaz. Bence onun hanesine işlenen kocaman bir eksi oluşturur.

Büyükçekmece Belediye Başkanı Dr. Hasan Akgün yıllardır belediyecilik yapan bir başkan. Hem bölgeyi hem Büyükçekmece’yi iyi biliyor. Yıllardır belediyecilik yapmış. 1994 yılından beri de Büyükçekmece’de belediye başkanlığı yapıyor ama hızından ve azminden bir şey kaybetmemiş bir başkan olarak gördüm.

Gün hafta sonu olduğundan, spor ayakkabı ve kot pantolonla bizlerden oldukça hızlıydı. Zaten kendisi de bizi baştan uyarmayı ihmal etmedi; ‘’bakalım benim hızıma yetişecek misiniz’’ diye.

Başkan Akgün bize ilk olarak kahvaltıda anlatmaya başladı Büyükçekmece’de yaptıklarını. Ve elbette söze önce yat limanından başlıyor. ‘’Birçokları karşı çıkıyor, eleştiriyor ama burası dünyanın en büyük yat limanlarından biri olacak. On binin üzerinde insan çalışacak. Dünyanın her tarafından turist gelecek. Büyükçekmece’de Türkiye’nin en önemli yat limanı yapılıyor. Birileri eleştiriyor ama burayı ilk onlar gezecek’’ diyor.

Yat limanı Alman sermayesi ile ve yap – işlet – devret yöntemiyle yapılıyor.

Beylikdüzü’nde yaşayan biri olarak sık sık Büyükçekmece sahilinde gezer ve dinleniriz. Şimdi mevcut sahilin karşısına, Mimarsan bölgesine yeni bir sahil yapıyor Başkan Akgün. 12km’lik sahilin 6 km’si tamamlanmak üzere. Mimarsinan balıkçı restoranlarından başlayan sahil, Büyükçekmece’den görünen son noktadaki burunun, Bababurnu’nun ucuna kadar devam edecek.

Bu yeni sahil düzenlemesi yapılan ve yapılacak yerleri ben biliyorum. Gerçek anlamda bir çöplüktü. İşte bu çöplükten çok güzel bir yaşam ve dinlenme merkezi doğuyor.

Başkan bu sahili, sahiliyle de ünlü olan Nis ve Kan ile kıyaslıyor. ‘’ben onlardan esinlendim ama burası daha güzel olacak’’ diyor.

Ve Silivri sahilinde olduğu gibi bu sahil boyunca da öyle otoyol falan yok. Gerçekten bir yaşam ve dinlenme alanları olarak projelendirilmiş. Araçlar için sahil yolu yapılmıyor, insanlar için dinlenme alanları yapılıyor.

Hasan Akgün döneminde yapılmış birçok hizmeti görüyoruz. Bizi yaptırdığı camilere de götürüyor. Selçuk mimari tarzıyla yapılmış camiyi gezerken ‘’dikkat edin bu camiyi CHP’li belediye olarak biz yapıyoruz. Biz yurt dışında da dört cami yapıyoruz’’ bilgisini veriyor.

Caminin mimarisi güzel, camilere bu kadar yatırım yaptırması da güzel ama bize bir tane de cem evi gezdiremedi. Bunu da ben yaptım diyebileceği bir cem evi gezemedik. Bu ülkede yıllardır yok sayılan bir toplum, bu CHP’li başkan tarafından da yok sayılmış.

Mimaroba ve Sinanoba bölgelerine yeni yatırımlar gelmiş. Kamu terk alanlarından oluşan büyük alanlar yaratılmış ve bu alanlar birleştirilerek park yapılıyor. 155 dönümlük büyük bir park. İçinde su göleti de olan bir ‘’yaşam merkezi’’ yapılıyor.

Buradan Güzelce sahiline doğru gidiliyor. Yol kenarındaki birçok bahçe yıkılmış, yol genişletiliyor. Başkan ‘’buradan tehdit edildim’’ diye bir bina gösteriyor. Ne oldu peki diye sorulduğunda, ‘’iş biraz daha hızlandı’’ diyor. Sahilden Kumburgaz’a gidiyoruz. Burada da yol boyunca çok sayıda bina yıkılmış. Bazı binalar ortasından bölünüp yıkılmış, bazıları biraz geri çektirilmiş. Buradaki yol genişletiliyor. ‘’Bunlar yolu işgal etmiş, zapt etmiş’’ diyor Başkan. ‘’Burası da tamamen kamu arsası, adam gelmiş buraya bina yapmış.’’ Yol boyunca bisiklet yolu yapılacağı bilgisini alıyoruz.

Güzelce sahilinden Kumburgaz ‘a giderken sahildeki evlerin, E 5’in altında kalan bölgedeki evlerin tamamen yıkılacağını öğreniyoruz.

Başkan buralardaki eski belde belediyelerinin olduğu yerlere de götürdü bizi. Burada da çok yerler yıkılmış, köy meydanları oluşturulmuş. ‘’Buralarda hep AKP’li belediyeler vardı’’ diye de açıklama yapıyor. (Mimaroba, Kamiloba, Kumburgaz)Meydansız ve yolları işgal altında olan yerlerden bir nevi onarlı sorumlu tutuyor. Çok da haksız sayılmaz elbet.

Bizi yaptığı stadyuma da götürüyor Başkan Akün. İçinde her türlü hizmet var. Sadece kapalı tribünleri yok. Burada içinde şelalesi de akacak oturma ve dinlenme alanı yapılacağını söylüyor.

Başkan proje aşamasındaki ve ihale aşamasındaki işler hakkında da bilgi veriyor. Spor komplekslerinden, meydanlardan, nikah salonları ve düğün salonlarından bahsediyor.

Yılların belediye başkanı yeni başkan olmuş gibi heyecanlı ve hızlı.

Bence de bu başkan daha bir dönem rahatlıkla seçim kazanır.

Nusret Yılmazer