Türkiye’nin son on beş yılda izlediği dış politika sonucunda,
neredeyse etrafında iyi ilişki kurabildiği ülke kalmadı. Sonunda yıllardır birliğine
girmek için canla başla çalıştığımız, insanlarımıza vizesiz girme hakkı
getirilsin diye çabaladığımız Avrupa ülkeleri ile de düşman olduk.
Dünyada hiçbir ülke komşularıyla, bir başka ülkeyle bağıra
çağıra, ona hakaret ederek ilişki yürütmez, yürütemez. Yürütmeye kalkarsa da
bundan hiçbir şekilde fayda görmez.
Komşu komşunun külüne muhtaçtır diye atasözümüz var. Bu
sadece mahalle komşularımız için geçerli değil. Küresel bir köy olan komşu ülkeler
için de geçerlidir.
Bugün Hollanda ile yaşanan kriz nedeniyle başta Cumhurbaşkanımız
ve bakanlarımız Hollanda, Almanya ve hatta bütün Avrupa ülkeleri liderlerine
bağırıp çağırıyorlar, hakaret ediyorlar, aşağılıyorlar. Bu da belki yıllardır
eziklik içinde yaşayan bu milletin çoğunluğunun hoşuna gidiyor, gururunu
okşuyor.
Bu ilişkide Türkiye’nin dış politikasını eleştiren herkes, neden
kendi ülkenin yanında yer almıyorsun diye ötekileştiriliyor, horlanıyor. Ancak
toplumun da bu ülkeyi yönetenlerin de anlaması gereken önemli gerçekler var. Biz
bu dünya ülkeleri ile kavga ederek gelişemeyiz, refaha ulaşamayız, barış içinde
yaşayamayız.
Kavga ederek kimseye mal satamayız.
Kavga ederek kimseden turist bekleyemeyiz.
Kavga ederek yabancı ülkelerdeki yurttaşlarımızın can
güvenliğini sağlayamayız.
Kavga ederek iş adamlarımıza ve halkımıza iyilik yapmış
olmayız.
Dış politikamızdaki bu kavgacı üslup milletin hoşuna gitse de
uluslararası ilişkilerde onarılmaz yaralar açıyor. Her ne kadar bir süre sonra
bu ilişkiler düzeliyor gibi olsa da bu ülkeler bize olan güvenlerini
kaybetmişlerdir. O kavga edilirken söylediğimiz sözlerin onlarda açtığı yara bu
ilişkiyi sürekli güvensiz kılacaktır. Üstelik Avrupa ülkelerinde milyonlarca
yurttaşımız var. Onlar bu kavgadan önemli ölçüde zarar görür
Dünyada dış ilişkilerini böyle, bizim son yıllarda
yaptığımız gibi bağıra çağıra, hakaretler, kavgalarla yürüten hiçbir ülke
yoktur.
Bir zamanlar İsrail’e “siz adam öldürmeyi çok iyi biliyorsunuz”
diyen ve Davos’ta İsrail lideri ile dünyanın gözü önünde kavga eden
Cumhurbaşkanımız hepimizin gururunu okşamıştı. Hepimiz, ‘iyi oldu, nihayet
dünyanın aymaz çocuğu İsrail’e ağzının payını veren biri çıktı’ diye, hele de
bu bizim liderimiz diye çok sevinmiştik. Hani meşhur “One Minute” krizi.
Peki, bunun sonucunda ne oldu? Filistin için kavga ettiysek,
Filistin, Gazze bu kavgadan hiçbir şey kazanmadı. Biz bu gergin ilişkiyi
sürdürerek devam ettirdik. ilişkileri sonunda bizim devlet yetkililerinin
bizatihi uğurladığı Mavi Marmara gemisinde 9 insanımızın İsrail devleti
tarafından öldürülmesine kadar getirdik.
Sonrasında İsrail ile ilişkimiz kesildi mi? Hayır. Zaten
günümüzde bu ilişkiler kesilmez de. O İsrail ile ilişkileri yeniden rayına
oturtmak için kırk takla attık. Adamlar bir miktar para verdiler bize ve bizde,
mahkemelerimizde açılan davalar bile düştü.
Biz ne duruma geldik? Tükürdüklerini yalayan bir ülke
durumuna geldik. Madem ilişki yeniden buraya gelecekti neden bu krizi yaşadık? Ve
ne kazandık?
İçerdeki yurttaşlarımızı kısa bir süreliğine mutlu etmek
için mi?
Suriye ile ilişkilerimiz iyiydi. Hatta iyinin de iyisiydi.
Suriye’nin iç ilişkileri kötü, orayı bir diktatör yönetiyor bahanesiyle Suriye
hükümetinin yıkılması için gayret gösterdik. Suriye bir iç savaşa sürüklendi,
tarumar oldu. Suriye’deki hesaplarımız tutmadı ve belki yarın tekrar iyi ilişki
kurmak durumunda kalacağız. 4 milyon Suriyeliye biz bakıyoruz. 80 gencimiz Suriye’de
öldü. Ne için?
Sadece bu nu? Suriye krizi nedeniyle Rusya ile ilişkilerimiz
bozuldu. Rus uçağını düşürdük. Başbakanımız “emri ben verdim, uçağı biz
düşürdük, sınır ihlali olursa yine düşürürüz” diye naralar attı. Peki ne oldu?
Yine hepimizin gururu okşandı. Hepimizin hoşuna gitti. ‘Bak
artık Rusya gibi bir devlete kafa tutuyoruz, uçağını düşürebiliyoruz’ diye
övündük, sevindik, gurur duyduk!
Peki ya sonrası! Ekonomi perişan oldu. Turist gelemdi, ürünlerimizi
satamadık. Uluslararası ilişkilerde ABD’nin ve Avrupa’nın şemsiyesi altına
sığındık. Sonra baktık böylesi de kötü bu kez bin bir pişmanlıkla
ilişkilerimizi yeniden düzeltmeye çalıştık, çalışmaya devam ediyoruz.
Şimdi Hollanda veya Almanya’ya ateş püskürüyoruz. Onların
tavırları kötü ve biz çok haklı olsak bile takındığımız tavır sağlıklı, doğru
bir uluslararası ilişki tavrı değildir. Uluslararası ilişki yürütmenin kuralları
vardır. Hani biz onlara yüklenip duruyoruz ya, onlar ve dünya da görüyor ki
böyle bağırıp çağırmakla uluslararası alanda hiçbir sorun çözülmez. Tam tersine
gerginlikler artar. Biz bağırarak sorun çözüldüğünü nerede gördük?
Dış ilişki usturuplu tavırlar gerektirir. Karşımızdakiler saygısız
davranıyor olsa bile, bize bağırıp çağırmıyor. Ülkesinde miting üstüne miting
düzenleyip bize bağırıp çağırmıyorlar, hakarete devam etmiyorlar. Yapılan
yanlış neyse orada duruyor. Kendilerini savunuyor ve bizim bağırmalarımızdan,
hakaretlerimizden kendi haklılıklarını oluşturmaya, anlatmaya çalışıyorlar.
Haklı olsak bile; birilerine hakaret ederek, aşağılayarak
haklılığımızı nasıl ispatlayabiliriz.
Hollanda son yıllarda Türkiye’ye yatırım yapan ülkelerin
başında geliyor. Türkiye’de 3 binin üzerinde Hollanda kökenli firma faaliyet
gösteriyor. İhracatımızın büyük bölümünü Hollanda, Almanya gibi Avrupa
ülkelerine yapıyoruz. Oralarda milyonlarca yurttaşımız var.
Hem ekonomimizi zora sokacak, hem oralardaki yurttaşlarımızın
yaşamını zora sokacak bu davranışlar bize, ülkemize ve insanımıza ne
kazandırır, kaybettirmekten başka.
O halde iç politikada kazançlı çıkmak için, içerdeki
yurttaşlarımızın gururunu okşamak için dış politikayı iç politikaya kurban
etmeyelim.
Duygularımızın ve iç politikanın esiri olmayalım.
Hem dünyaya rezil oluyoruz ve yalnızlaşıyoruz. Hem de bunu
düzeltmek için atmadığımız takla, vermediğimiz taviz kalmıyor.
Kendini dünyaya bu tavırlarla kabullendirmiş tek bir dünya
ülkesi yoktur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder