21 Aralık 2014 Pazar

HİKAYEDEN KENT KONSEYİ OLMAYIN

Bu söz Beylikdüzü Belediye Başkanı sayın Ekrem İmamoğlu’na ait. Bu sözü seçimler sürecinde söylese belki çok önemli olmaz. Ama bir belediye başkanı bu sözü Kent Konseyi’nin ilk toplantısında söylüyorsa, bu önemlidir.
Beylikdüzü Kent Konseyi seçimleri yapıldı. Toplanması biraz gecikmeli de olsa, üyelerinin tespiti ve ön hazırlıkla ilgili çeşitli eleştiriler de olsa Kent Konseyinin toplanması, seçim yapılması iyi bir başlangıçtır.
Kent Konseyi’nin seçimleri üzerine yoğun bir eleştiri gelmedi. Kent Konseyi başkanlığına aday olanların, seçim sürecinde eleştirileri oldu. Bu eleştiriler önceki dönemde de vardı ancak eleştiriyi yapanlar farklıydı.  Herkes kendi yandaşının hatasını görmezden geliyor. Tam demokratik tavırları bu ülkede görmek belki uzun bir zaman alacak.
Kent Konseyi’nin önümüzdeki süreçte ne yapabileceği konusu üzerinde yazmak istiyorum. Kent Konseyi başkanı seçilen Elif Necla Türkoğlu ismi belki fazla bilinmiyor. Kendisi ile daha önce çalışmış olanların, onun hakkında oldukça pozitif düşünceleri var.
Kent Konseyi, ilk toplantısı sayılacak birlikteliğini geçen hafta sonu bir kahvaltı ile gerçekleştirdi. Ben de davet edildiğim için katıldım ve orada hem kent konseyi başkanının, hem de yürütme kuruluna seçilen üyelerin bakışlarını öğrendim. Ve öğrendiğim kadarıyla da umutlandım.
Necla Türkoğlu; Kent Konseyine seçilenlerden çalışma istiyor. Fikir ve proje üretilmesini, kentin her bölgesine karşı duyarlı olunmasını ve tam anlamıyla bir sivil inisiyatif anlayışı ile her üyenin kendi çevresine, mahallesine karşı ilgili olmasını istiyor. Gerek sorunların tespitinde ve gerekse çözüm üretilmesine katkı sunulması gerektiğinin altını, kalın çizgiyle çiziyor. Kent Konseyi’nin çalışmasına katkı sunmak için mutlaka seçilmiş olunması gerekmediğini, kentle ilgili tespit ve projesi olanları da dinleyeceklerini ve onlardan faydalanmak istediklerinin de altını çiziyor.
Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da kent Konseyinden çok şey beklediğini belirterek başladı konuşmasına. Kent konseyi, “şekilsel varlığından çok işlevsel olmalı” diyor.
“Mahalle kurulları çok önemlidir. Burada her siyasi parti temsil edilmelidir. Sadece partiler düzeyinde değil, onun dışında da Kent Konseyi her figürü kapsamalıdır. Belki yürütme kurulunda resmi olarak herkesin yer alması mümkün değil. Ama fiili olarak bütün ilçeyi temsil edecek şekilde örgütlenmeli ve çalışılmalı. Yani siz hikayeden bir kent konseyi olmayın. Lütfen belediye başkanı olarak da benim samimiyetime inanın. Bu kent konseyinin bir bütçesi olacak. Başarılı çalışmalar yapabilmeniz için gerekli fiziki ortamı biz sağlayacağız. Siz bu konseyin gençlik, engelli, kadın kurullarını oluşturun. Raporlarınızı belediyeye ulaştırın. Hem de her ay belediye meclis toplantısından hemen önce ulaştırın. Sizin raporlarınız mecliste görüşülecek ve dikkate alınacaktır.”
Belediye başkanı bu sözleri söyleyince, geçen dönem de Kent konseyi yürütme kurulunda olan Beylikdüzü Sanayici ve İş Adamları Dernek Başkanı Nuri Arslan heyecanlanıyor. “Sayın başkan, önceki dönemde belediye, Kent Konseyi’nin arkasında bu kadar kararlı durmamıştı. Siz burada ‘maddi, manevi arkanızdayım’ diyerek baştan bu olumsuzluğu yok ettiniz. Emin olun ki bu sefer bu kent Konseyi başarılı çalışmalar yapacaktır” dedi.
Ben gördüğüm bu kararlılıktan etkilendiğimi belirtmek istiyorum. Bu sözleri hem belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’dan ve hem de Kent Konseyi Başkanı Elif Necla Türkoğlu’ndan duyuyorsam önemsiyorum. Zira bu sözler seçim sürecinde söylenmiş olsa belki aynı derecede önem arz etmezdi. Seçim sürecinde söylenmiş sözlerdir der ve geçerdik. Ancak bu sözler Kent Konseyi’nin ilk toplantısında söyleniyorsa önemlidir. Şimdi hamaset zamanı değil, iş yapma zamanı. İş de bakışa göre oluşacaktır. Bu bakış umut vericidir.
Aynı toplantıda Beylikdüzü Kaymakamı Sayın A. Mesut Demirkol da konuştu. Kent Konseyi’ne seçilenlerden samimiyet istedi. Demirkol, “Siz çalışın, fikir ve proje üretin. Ürettiğiniz projeler belediye meclisinden geçmiyorsa bir anlamı olmaz belki. Ancak sayın başkan arkanızda sağlam duruyor. Bu kent Konseyi’nin üç yıl görev yapacağını düşünüyorum. Önünüzde üç yıllık bir süre var. Bu süreyi iyi değerlendirin” dedi.
Hem belediye başkanı, hem de Kent Konseyi başkanı, Kent Konseyine çok pozitif bakıyor ve iş üretilmesi için herkesin çalışmaya destek vermesini istiyorlar. Bu taleplerinde samimi olduklarını gördüm. Şimdi Kentle ilgili projesi olanların, seçilmiş olup olmamasına bakmadan Kent Konseyine katılma zamanı. İsteyenler çalışma kurullarında görev alacağı gibi, hiçbir kurulda görev almdan da her çalışmaya katılabilir ve katkı sunabilirler.

Kim, nasıl bir Beylikdüzü hayal ediyorsa, Beylikdüzü’nde hangi güzellikleri görmek istiyor, hangi sorunların çözümüne katkı sunmak istiyorsa, şimdi sıra sizde. Mazeretlere sığınmadan projelerinizi Kent Konseyine ulaştırın. Bu ekmekte benim de tuzum olsun diyebilen herkes bu hamura bir değer katabilir.

7 Aralık 2014 Pazar

SİVİL TOPLUM PLATFORMLARI OLUŞTURULMALI

Yaşadığımız kentlerde sivil toplum örgütlerinin bir araya gelerek bir platform oluşturmaları kent için yararlı olacaktır. Denebilir ki zaten kent konseyleri bu işi yapıyor, buna ne gerek var. Benim gördüğüm kadarıyla birçok il ve ilçedeki Kent Konseyleri bu anlamda pek bir işe yaramıyor. Sivil Toplum örgütlerini güçlendirmek yerine onları güçsüz ve etkisiz kılan bir yapıya büründürüyor.
Her bir sivil toplum örgütünün kendine özgü bir kuruluş amacı vardır. Farklı veya benzer amaçları olan bu sivil toplum örgütlerinin en ortak noktaları, aynı kentte olmalarıdır. Dolaysıyla kendi “özel amaçları” doğrultusunda kurumsal çalışmasını yaparken, diğer yandan kentteki diğer sivil toplum örgütleri ile birlikte, bir şemsiye altında, kentle ilgili düşündüklerini, kentin önemli sorunlarını ve çözüm önerilerini birlikte üretebilir, yetkililerin ve tüm kent sakinlerinin bilgisine sunabilirler. Bu birlikte hareket, onların gücüne güç katacak ve savsaklanan, yeterince performans göstermeyen kent konseylerine bağlı olmaktan kurtaracaktır. Yani, Kent Konseyi gibi resmi bir şemsiye olmadan da sivil toplum örgütleri birlikte çalışma imkanı bulacaktır.
Neden bunu böyle söylüyoruz? Çünkü birçok kentte, Kent Konseyi işlevsel değil. Mesela Beylikdüzü’nde Kent Konseyi, son 6 yıla yakındır ne yaptı? Kentin hangi sorununa, hangi zeminde ne kadar dikkat çekti? Beylikdüzü Kent Konseyi’nin son toplantısı, yerel  seçimlerden kısa bir süre önceydi. Birçok sivil toplum örgütünün huzurunda faaliyet raporu diye bir şeyler açıklandı. Oradaki sivil toplum örgütlerinin hiçbirinin anlatılanlardan bilgisi yoktu. Zaten dikkate değer bir faaliyeti de yoktu. Ama anlatılan şeylerden üyelerin bile haberi yoktu. Kentin nasıl haberi olacak?
Kent Konseyi kanunla öngörülmüş diye yerel yönetimler tarafından kuruluyor. Ancak pek de Kent Konseyinin kuruluş amacına uygun gelişmeler sağlanamıyor.
Sanıyorum bu amaç sağlansın diye! Esenyurt’ta Kent Konseyi Başkanlığına belediye başkanı Necmi Kadıoğlu seçilmiş. Peki, Kadıoğlu o kentin belediye başkanı değil mi? Zaten görebildiklerini uygulamakla görevli kişi. Farklı bir göz olarak nasıl bakacak, ne katacak kente?
Büyükçekmece’de yıllardır kent Konseyi kurulmuyor. Sevgili Köksal Çebi ve bir avuç gönüllü, kurulsun diye uğraşıp duruyor. Nihayet kurulacak ve bir gündemi olacak. İyi de kurulmuş olan ilçelerde ne işe yaradı bu kent konseyleri?
Kent Konseyleri belediye başkanlarının gölgelerinde kaldığı sürece çok fazla da bir işe yarayacağını sanmıyorum. Kent konseylerinin İlk toplantılarında ve her toplantının başında kaymakam, belediye başkanı ve resmi kurum ve kuruluş temsilcileri katılır. Belli konuşmalar yapılır ve o resmi ortamda da pek bir şey yapılmaz. Sadece iyi dilek ve temennilerde bulunulur. Sonra da yapılacak seçimde kimi işaret edecek diye ve yapılacak her çalışmada belediye başkanının ağzına bakılır. Konseyin her türlü sorununu o çözecek, o yönlendirecek. O yoksa konsey de yok, çalışma da yok.
İşte Kent konseylerini bu bağlılıktan kurtarmak gerekiyor diye düşünüyorum. Sivil toplum örgütleri bir araya gelmeli, kendi projelerini kendileri üretmelidir. Bu zor ve zahmetli bir iştir. Ancak bu işe gönül veren örgütler bir araya gelmeli ve elini taşın altına koymalıdır. İşin kolaycılığından kaçınmalı, az da olsa, özlü çalışmalar yapılmalıdır.
Bu yazdıklarım kent konseyinden vazgeçelim anlamına gelmiyor. Kent Konseyinin yararlı çalışmalar yapması için her türlü gayret sarf edilmelidir. Ancak yukarıdaki olumsuzlukların tekrarlanması halinde ve her halükarda güçlü sivil toplum örgütleri, örgütlü örgütler hem bu olumsuzlukları önler, hem de olumsuzluk durumunda karamsarlık içinde beklenmez ve olumlu çalışmalar yapabilirler.
Beylikdüzü Kent Konseyi 15 Aralık’ta toplanacak. Yerel yönetim seçimlerinin üzerinden 9 ay geçti. Halbuki seçimlerden sonra 3 ay içerisinde Kent Konseyinin toplantıya çağrılması gerekirdi. Üstelik bu ilçede daha önceden Kent Konseyi olduğuna ve bir yönetim kurulu olduğuna göre toplantıya çağırma görevi de bu yönetimindir. Halbuki 15 Aralık toplantı çağrısını belediye yaptı.
Ayrıca demokratik ve işlevsel bir Kent Konseyi için bu genel kuruldan önce, Kent konseyini oluşturan sivil Toplum örgütlerinin bira araya gelmesi, tanışması ve kent hakkında fikir alışverişinde bulunması gerekliydi. Bu tür bir çalışmanın çok yararlı olacağını düşünüyorum. Ama maalesef bu tür bir çalışma yapılmadı. 15 Aralık günü yine kimse bir şey anlamadan muhtemelen, işaret edilenler seçilecek ve hikaye kaldığı yerden devam edecek.
Bizimkent Eğitim Kültür Çevre Koruma ve Güzelleştirme Derneğinde  bu amaçla, 17 sivil toplum örgütünün katıldığı bir toplantı yaptık. Yani Kent Konseyini yürütmekle görevli olanların yapması gereken bir toplantıydı. Ancak biz çok daha az bir grupla yapabildik bu toplantıyı. Zira geniş kapsamlı bir toplantıyı yapmak, çok iyi organize olunmadığında başka problemler yaratabilirdi. Sivil toplum örgütlerinin bir platform oluşturması amacıyla bu toplantıyı yaptık. Ama Kent Konseyi seçimlerinin yakınlığı dolaysıyla gündemin önemli bir kısmını yine bu konu oluşturdu. Bizim amacımız; bu tür toplantıların kalıcı olması ve hem daha sağlıklı çalışmalar yapılmasının sağlanması, hem de yapılacak yanlışlara karşı daha etkili çalışmalar yapılmasının önünü açmaktı.
İkinci toplantı 11 Aralık Perşembe günü, saat 14’de Maya Restoran’da yapılacak. Bu kez toplantının ev sahibi Kars, Iğdır, Ardahan Derneği olacak. Umarım bu toplantıların devamı gelir ve kalıcı olur.
Yoksa kurumsal ve kişisel olarak ne kimseye karşı olduğumuzdan, ne de kimseyi desteklemek için toplanmadık.

Bir kez daha söylemek gerekirse; Kent Konseylerinin ve sivil toplum örgütlerinin etkili, faydalı olması için bu tür Sivil Toplum Platformlarına ihtiyaç var. 

2 Aralık 2014 Salı

BEYLİKDÜZÜ MECLİSİNDE İÇKİLİ YERLER TARTIŞMASI

Beylikdüzü Belediye Meclisi’nin 1 Aralık tarihli toplantısından notları aktarmaya devam ediyoruz. Gündemin 14-15-16. maddeleri Destek Hizmetleri Müdürlüğü’nden gelmiş ve üç maddede de araç tahsisi ve tahsis edilen araçlara yakıt verilmesi talep ediliyordu.
14. Madde; Kaymakamlık Toplum sağlığı Merkezine 2015 yılı için bir adet araç tahsisi ve bu araca aylık 80TL yakıt verilmesi talebi vardı. Bu madde oy birliği ile kabul edildi. 15. Madde ise Emniyet Müdürlüğüne bir araç tahsisi ile ekli listedeki araçların yakıt ihtiyacının karşılanması talebi vardı. Daha önce de haftada 500 litre yakıt veriliyormuş. Başkan bu miktarı 550 litre olarak oylattı ve oy birliği ile kabul edildi. 16 Madde de, Beylkikdüzü ilçe Milli Eğitim Müdürlüğüne bir araç tahsisi ve bir diğer araçla birlikte yakıt tahsisi talebi vardı.  İlçe Milli Eğitim Müdürünün aracının yakıtı limitsiz karşılanıyor. Diğer aracına ise aylık 70 litre yakıt verilecek. Bu da oy birliği ile kabul edildi.
Aslında bunlar belki rutin denilen gündemler anacak sokaktaki vatandaş bunları bilmiyor. Bu tür haberler de pek vatandaşa ulaşmaz. Vatandaşın, belediyenin bu tür harcamaları ve hizmetleri olduğunu bilmesi açısından bu yazıda bunlara yer veriyorum.
Gündemin dört maddesi ise (17-18-19-22) parsel bazında plan değişikliği ile ilgiliydi. 3 madde imar komisyonuna havale edildi. Bir madde ise komisyondan geldiği haliyle kabul edildi.
Gündemin en hararet yaratan maddesi ise 23. Madde idi. Daha önceki toplantıda meclis gündemine gelen bu konu Harita komisyonuna sevk edilmişti. Komisyon tarafından, Beylikdüzü’nde toplamda 18 cadde, sokak ve bölgenin içkili yer bölgesi olarak tespitine, oy çokluğu ile onay verilmiş. Bugün de bu rapor oylanacak.
AKP’den ilk sözü Ebru Habip aldı ve komisyondaki şerhlerini hatırlattı. “Vicdanlara seslenmek istiyorum. İçkili yerlerin sayısını artırmayalım. Konut altlarına ve alışveriş merkezlerine içkili yerleri sokmayalım. 18 sokak ve caddenin 14’üne Emniyet ve Kaymakamlık olumsuz rapor vermiş. Bu asayişin bozulmasına ve ailelerin rahatsız olmasına yol açar. Bakanlık tarafından ruhsat verilen 5 içkili yeri bile kontrol edemiyoruz. Rapor komisyona iade edilsin” dedi.
AKP grup sözcüsü Mücahit Birinci söz aldı; Komisyon toplantılarına sivil toplum örgütlerinin ve Yeşilay’ın alınmamasını eleştirdi. “İçkili yerler toplumun kılcal damarlarına kadar girmesin” dedi. Birinci’de CHP’li meclis üyelerinin vicdanlarına seslendi.
İçkili bölgelerin tespitini inceleyen Harita komisyonunun başkanı söz aldı. “Bölgede çalışma yaptıklarını, Kanunun öngördüğü cami, okul, cemevi gibi yerlerle ilişkilerini incelediklerini” söyledi. “Denetimi yapılamayan yerler, bakanlık tarafından izin verilen yerlerdir. Konut altlarında içkili yer açabilmek için kat mülkiyetine göre orada oturanların %51’inden izin almaları gerekiyor” dedi.
Ebru Habip buna itiraz etti. “Eğer yönetim planına içkili iş yeri işlenmiş ise bu %51 şartı aranmıyor” dedi. Buna da Başkan İmamoğlu itiraz etti. “Her hâlükârda %51 şartı aranıyor” dedi.
CHP grup sözcüsü Mülayim Demirtaş söz aldı. “CHP’nin her üyesi vicdanlıdır. 2009 yılında ben hukuk komisyonundaydım. Orda da yine bu konu gündeme geldi. Orada verilen karar; anayasanın öngördüğü her yer uygundur dendi. Bu komisyon kararı, mecliste AKP’li üyelerin oylarıyla da oy birliği ile geçmişti. Şimdi bir bardak suda fırtına kopartıyorsunuz. Bizim burada 16 yerin 5 – 6 tanesi zaten Turizm Bakanlığının izin verdiği yerlerdir. Bu yerlerde olay olmadıkça zaten polis de buralara giremiyor.”
Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, “yeterince görüş açıklandığını” söyledi. “Zaten yasada mesafeler konmuştur. Kent büyüyor. Nüfusumuz her yıl 10 – 15 bin artıyor.  İçkili yerler belediyenin kontrolünde olacaktır. Burada vicdanlar yarıştırılmasın. Herkes vicdanına ve alacağı inisiyatife göre görüşünü ortaya koyacak ve buna göre oyunu kullanacaktır” dedi.
Bu müzakerelerden sonra yeni içkili yerlerin tespiti için oylamaya geçildi. AKP’lilerin karşı oylarına rağmen oy çokluğu ile kabul edildi.

Gündemde görüşülecek olan tek bir madde kaldı. Bu da Tarife komisyonu ile Kültür ve turizm komisyonunun; 2015 yılında uygulanacak olan ücret tarifelerini içeren raporuydu. Meclis başkanı bunu oylamaya sunmadı ve bu maddeyi 4 Aralık’ta görüşmek üzere toplantıyı bitirdi.

1 Aralık 2014 Pazartesi

BEYLİKDÜZÜ'NÜ KIRLANGIÇ UÇURACAK

Beylikdüzü Belediye Meclisi 1 Aralık günü saat 10 da toplandı. Başkan İmamoğlu’nun Aralık ayındaki özel günleri anmasından sonra AKP’li meclis üyesi Ebru Habip gündem dışı söz aldı.
“Sayın başkan; bugüne kadar verdiğimiz önergeler başkanlık makamına havale edilmişti ve bu önergelere verilen cevaplar biraz önce elime geçti. Verilen cevaplara baktığımda oldukça yetersiz görünüyor. Bu cevaplara encümen kararları eklenmemiş. Üstelik zamanı geçmiş uygulamalar var ama belediyemiz bunlara bir işlem yapmamış. Mesela, Beylikdüzü’nün hemen girişindeki çarşının Cumhuriyet Caddesi tarafındaki bir işyerinin kaçak çıkıntıları var. Bununla ilgili yıkım kararları alınmış, bu kararların uygulanma süreleri geçmiş ama halen yıkılmıyor. Yıkmak için neyi bekliyorsunuz?
Biz düzenlediğiniz festivalin maliyetini sormuştuk. Siz, sponsora yaptırdık cevabını vermişsiniz. Sponsora da yaptırılsa bir maliyeti var. Zaten her yıl bu işler sponsorlara yaptırılıyor ama yine de bir bütçeleri var. Ama sizin cevabınızda bu bütçenin rakamı yer almıyor.
Ayrıca Cumhuriyet Mahallesi muhtarlık binası ile ilgili sorularımızın da cevabı yok. Bu binanın projesi, ruhsatı nerede? Bu alana ancak prefabrik bir bina yapılması mümkün iken siz, derin temel kazdınız ve kocaman bir betonarme bina yaptınız. Üstelik kaçak bir bina yaptınız. Muhtarlığın yapıldığı yer için yeşil alan diyorsunuz. Halbuki bu alan parktır ve parklara yapılacak inşaatın şartları bellidir.
Ebru Habip’in bu gündem dışı konuşmasına ne Başkan İmamoğlu, ne de CHP’den kimse cevap vermedi.
AKP’Lİ ÜYELER KOMİSYONDA EVET OYU VERDİ, MECLİSTE HAYIR DEDİLER
Belediye Başkanı İmamoğlu, 23 maddeden oluşan meclis gündeminin birinci maddesi olarak görüşülmesi için başkanlık makamı olarak yeni bir madde eklemeyi teklif etti. Bu madde Beylikdüzü Belediyesinin yeni logosunun karara bağlanması talebi idi.
Belediye Meclisi’nin 02-10-2014 tarihli toplantısında görüşülen ve Kültür ve Turizm Komisyonuna havale edilen “Beylikdüzü İlçe Belediyesinin yeni logosunun belirlenmesi” yönünde Basın Yayın ve Halkla ilişkiler Müdürlüğünün 29-9-2014 tarihli yazısı komisyonda görüşülmüş ve 3 CHP ve 2 AKP’li üyenin oylarıyla, oy birliği ile kabul edilmiş.
Ancak komisyonda AKP’lilerin de oylarıyla, oy birliği ile kabul edilen talep, mecliste AKP’li üyeler tarafından kabul görmüyordu. Hem de komisyonda evet oyu kullanan üye şimdi bu maddenin tekrar komisyona gönderilmesini talep ediyordu.
AKP’liler tarafından dile getirilen bir diğer eleştiri ise “konunun, neden gündem maddesi olarak gelmeyip, başkanlık önergesi olarak geldiği” yönündeydi. Ayrıca Beylikdüzü’nün kırlangıçla bir ilgisinin olmadığını savunuyorlardı. Sonra, galiba AKP’li üye Ali Gürsel Ovalı “logonun renklerinin PKK’nın renklerini çağrıştırdığını” söyledi.
Belediye logosunun değişmesi için mecliste 2/3 çoğunluk gerektiği yönünde itirazlar oldu. Başkan Ekrem İmamoğlu, “yeni ilçe logosunun belirlenmesi için Belediye kanunun 81. Maddesine göre salt çoğunluk yeterlidir” dedi.
“Beylidküzü’nde ilçe olarak ilk defa logo yapılıyor. Yusuf uzun zamanında böyle bir çalışma yapıldı ama yarım kaldı. Beylikdüzü İlçesini oluşturan üç belde belediyesinin de logoları vardı. Ancak ilçe olduktan sonra Beylikdüzü Beldesi’nin logosu kullanılmaya devam edildi. Bu beldenin logosuydu. Dolaysıyla Beylikdüzü İlçesi ilk defa bir logo çalışması belirliyor. Bunda da 81. Maddeye göre salt çoğunluk yeterlidir” dedi.
Mücahit Birinci; “bu bir logo belirleme değil, logo değişimdir. Dolaysıyla 2/3 çoğunluk gerektirir. Siz oldu bittiye getiriyorsunuz” dedi
TBMM de 3.7.2005 tarihinde kabul edilen yasaya göre Ad verme, tanıtıcı amblem ve flama kullanımı ile ilgili 81. madde aynen şöyle;
Madde 81: “Cadde, sokak, meydan, park, tesis ve benzerlerine ad verilmesi ve beldeyi tanıtıcı amblem, flama ve benzerlerinin tespitine ilişkin kararlarda; belediye meclisinin üye tam sayısının salt çoğunluğu, bunların değiştirilmesine ilişkin kararlarda ise meclis üye tam sayısının üçte iki çoğunluğunun kararı aranır. Bu kararlar mülkî idare amirinin onayı ile yürürlüğe girer.”
Yaşanan hararetli tartışmalar arasında oylama yapıldı ve 20 ye 12 oyla Kırlangıç Beylikdüzü’nün yeni logosu oldu. Artık mahkemeye giden olur mu bilmiyorum. Böylece 3 aydır gündemde olan bu amblem meselesi de şimdilik karara bağlandı.

Kırlangıç Beylikdüzü’ne hayırlı olsun. Olsun olmasına da gelelim bizim başlıktaki Beylikdüzü’nü kırlangıç uçuracak cümlesine. Konu uzun, yazı ise fazla uzadı. Onu da bir başka yazıda açıklayalım.

30 Kasım 2014 Pazar

SORUN AĞAÇ KESİMİNDEN ZİYADE, ZİHNİYET MESELESİ


Yalova’da Kara Yolları tarafından yapılacak köprülü kavşak yapımı için, Kara Yolları'nın dayatması ile oldukça büyük çınarların da olduğu çok sayıda ağaç kesildi. Muharrem İnce’ye göre 18 ağaç, kimine göre 150, kimine göre ise 223 ağaç kesilmiş.
Öncelikle bilmemiz ve üzerinde hemfikir olmamız gereken şey, her halükarda ağaç kesmenin yanlış olduğudur. Kim tarafından ve niçin yapılırsa yapılsın ağaç kesmek de bir cinayettir. İnsanın yaşaması için doğaya ve yeşile ihtiyaç vardır. “Doğa bize atalarımızdan miras kalmadı. Gelecek nesillere sağlıklı bir şekilde devredebilmek için bize emanet edildi.” Dolaysıyla bizim de doğaya saygılı olmamız gerekir. Yani bu emanete hıyanet etmememiz gerekir. Hele 50, 100 yıllık ağaçları kesmenin savunulacak bir tarafı yoktur.
Bu genel doğruyu hemen herkes kabul eder ama herkes de kendi hesabına göre doğru ve yanlışlar yaratır. 6000 Zeytin ağacının kesilmesine ses çıkarmayanlar, yasal altyapısı tamamlanmadan ağaçların kesilmesine seyirci kalanlar bile Yalova'daki ağaç kıyımına gürlediler. Üstelik 'Gezici'leri Yalova’ya sessiz kalmakla suçladılar.
Ülkenin her deresine birkaç termik santral yapmak için, bilmem ne madeni çıkartmak için doğayı hunharca katlediyoruz. Ve burada sorumlulukları olanlar hiçbir şekilde doğayı da gelecek nesilleri de düşünmüyor.
AKP Yalova İlçe Başkanı bile “bu ağaçların kesimini Kara Yolları istedi. Ağaç kesimi kaçınılmazdı” diyerek buradaki ağaç kesimini normal karşılarken, aynı partinin faklı düzeylerdeki temsilcileri siyasi hesaplaşma adına veryansın ediyor.
Önce bilmemiz gereken Yalova’da ağaç kesilen alan bir park değil. Tarım alanı değil. Yol kenarındaki alanlarda bulunan ağaçlardır. Yani burada bir yeşil alan talanından, parkın yok edilmesinden, yeşil alana bir AVM veya benzer bir şehir tüketim merkezi yapılmasından söz edilmiyor. Yeşil alan yok edilip bir termik santral yapılmıyor. İnsanların trafikte takılmaması, daha rahat yaşaması için köprü yapımı amacıyla kesilmiştir. Sayısı eğer 18 ise bu iki üç ağaç kesimi ile belki atlatılabilirdi. Demek ki bu projeyi çizen mühendisler bu çizimi, alanı gezerek ve alana uygun biçimde yapmamışlar. Bu, o mühendislerin, Kara yolları kurumunun hatasıdır.
Kara yolları hata yaptı diye belediye de aynı yanlışa devam etmemeliydi. Belediye dediğin kurumda da mühendisler var. Bu projeyi görüp incelemeli ve doğru uyarıları yapmaları, yanlıştan dönülmesini sağlamaları gerekirdi. Anlaşılan bu kontrol da yapılmadığı için belediye, gelen projenin olduğu gibi uygulanması için o güzergahtaki ağaçların kesilmesini buyurmuşlar ve işçiler de gerekeni yapmış.
Bu ülkenin temel sorunu bu zaten. Kimse gerekli sorumluluğunu yerine getirmiyor. Ortaya yanlış çıkınca da herkes birbirini suçlayacak ortamı buluyor. Yani siyasi olarak herkes kendine rant yaratmaya çalışıyor. Halbuki çevre, doğa siyasete malzeme edilmeyecek kadar kıymetlidir. Yanlışı kim yapmış olursa olsun bunun hesabı verilmelidir. Mesela bu projeyi çizen mühendisler neden alanı görüp, alana özel bir proje çizmediler?
Neden buradaki ağaçları dikkate almadılar?
Belediyede, bu ağaçları “kesin” emrini verenler, neden bu emri vermeden önce alanı inceleyip burada ağaç kesilmeden veya en az ağaç kesimi ile projenin uygulanıp uygulanmayacağına dikkat etmediler?
Elbette sadece bunlar suçlu değil. Bizler toplum olarak hepimiz suçluyuz. Her birimiz kendi alanımızda işler yaparken bu kadar duyarlı mıyız?
Yanımızda, çevremizde yaşanan bu tür olaylara ne kadar duyarlıyız?

İğneyi biraz da kendimize batıralım. Herkes kendi yanlışını ve kendi yandaşının yanlışını görmeli. Elbette suçlamak için gerekçe yaratma amacı gütmeden.

19 Kasım 2014 Çarşamba

CUMHURBAŞKANI BAŞBAKANLIK YAPMAMALI, BÜTÜN TOPLUMA GÜVEN VERMELİDİR


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığına seçildiği günden bu yana fiili olarak başbakanlık yapıyor. Çeşitli şekillerde “toplu açılış” denen bir takım suni organizasyonlar tertip edilerek oralarda halka hitap etmesi sağlanıyor. Böylece AKP tabanı üzerindeki hâkimiyeti korunmuş oluyor. Ve en önemlisi; Özal’dan sonra ANAP’ın başına gelenler AKP’nin başına gelmemesi için Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bıraktığı, yarattığı bir boşluk varsa o kapatılmaya çalışılıyor.
Recep Tayyip Erdoğan, daha seçilmeden önce bunun böyle olacağını, fiili olarak yürütmenin başı olacağını söylemişti. Ancak önemli olan onun, o günden bunu söylediği için böyle davranması değildir. Şimdi moda oldu; “biz bunu yapacağımızı halka söyledik ve halk da bize buna göre oy verdi” söylemi AKP’de hep hakim oldu.  Ancak Cumhurbaşkanlığı için bu pek de doğru bir söylem değildir. Zira hükümeti de Cumhurbaşkanını da şimdi halk seçiyor ve madem hem hükümeti, hem de cumhurbaşkanını aynı kitle, aynı işi yapsın diye seçiyorsa, o zaman nasılsa bunların zihniyeti de aynı ve zaten aynı şeyleri yapacaklar. O vakit ne gerek var hükümete? Cumhurbaşkanı yürütür olur, biter. 
Elbette bu tür bir siyasi rejimi, başkanlık rejimini Recep Tayyip Erdoğan istiyordu. Ancak mevzuatı uyduramadıkları için Cumhurbaşkanlığına başbakanlık yaptırıyorlar.
Bilmek ve görmek gerekir ki toplum sadece AKP’lilerden oluşmuyor. Bu partiye ve adaylarına oy vermeyen bir %50 kitle var. İşte Cumhurbaşkanı istemese bile bunları da temsil etme görevi  ve sorumluluğu vardır. Bunun için hükümete göre daha bir üst akıl olması ve tüm toplumu kucaklaması gerekir.
Gerekir ki toplumu bir arada tutabilsin. Gerekir ki devlet olalım. Devlet olacaksak devlet gibi uygulamalar gerçekleşsin. Devletin tepesindeki kurum da bu toplumun %50’sini değil, tümüne hitap etsin, toplumun tümünü kucaklasın.
Başbakan ve Cumhurbaşkanı siyasi düşünceleri kendilerine uymayan danışmanlar tutarlar. Bunların en son örneği Etyen Mahçupyan (Başbakan danışmanı). Bunlara ne danışırlar pek bilmiyorum ama bu kişilere danışsalar bu tür yanlışları daha az yaparlar diye düşünüyorum. Ama belki de bunu da toplumun gözünde olsunlar, yani desinler için tutuyorlar.  
Cumhurbaşkanı Salı günü (18-11-2014) Ankara’da “155 Eğitim tesisinin açılışında” konuşuyor. “4+4+4 yani şifresi 444 olan bu uygulamayı biz niye getirdik biliyor musunuz? İmam hatip okulları üzerindeki baskıyı yok etmek için. İmam Hatip okullarının orta bölümlerindeki eğitim sorununu çözmek için” diyor.
Peki, bu ülkedeki tüm halkın sorunu bu mudur? Mesela Aleviler için bu uygulama bir baskıdır. Azınlıklar için bir baskıdır. Bir Cumhurbaşkanı bunların da başkanı değil midir? Bunları temsil etmiyor mu?
Bir Cumhurbaşkanı kendini halkın bu kesiminden nasıl, niçin soyutlar?
Başbakan Davutoğlu diyor ki; “bu Alevileri anlamıyorum. Dersimdeki alevi katliamına rağmen aleviler niçin bu CHP’ye oy veriyorlar?”
İşte Davutoğlu’nun anlamadığı gerçek tam da burada yatıyor. 1937 deki CHP Türkiye Cumhuriyetini temsil ediyordu. Ve Türkiye Cumhuriyeti burada alevi katliamını yapmıştı. Bunların içinde sadece bugünkü CHP’nin temsilcileri yoktu. Demokrat Partisinden, AKP’ye kadar herkes vardı. Ama bugünkü CHP devlette laikliği savunuyor. AKP ise adım adım dincileşmeyi uyguluyor ve sadece toplumun Sünni mezhebine yönelik hak ve özgürlükleri genişletiyor.
Devletin dincileşmesi ise Alevilerin korkulu rüyası. Zira dincileşme Sünni bir din, Sünni mezhebin etkisi demektir. Yani Alevilerin korkularının nedeni demektir. AKP adım adım bunu getiriyor. Yukarıda İmam hatiplerin etkisinin artırılmasını Cumhurbaşkanının savunması gibi. Devletin bütün okullarını İmam Hatip yapmak isteyen bir partiye, hükümete, Cumhurbaşkanına aleviler niçin, nasıl güvensinler?
Zaten istediği kanunu bir gecede çıkaran hükümetin, 12 yıldır aleviler için ciddi, resmi bir yenilik getirmemesi;  sadece çalıştaylar düzenleyerek onları  oyalaması  bu partinin Alevilere bakışını gösteriyor.
AKP Alevileri hep oyaladı. Oyalarken de Sünni mezhebi hep güçlendirdi. Aleviler oyalandıklarını biliyorlar. Göstermelik işler, söylemler artık karın doyurmuyor.
Alevilerin de Kürtlerin de bütün kesimlerin de kurtuluşu daha çok özgürlüktür ve daha büyük hoşgörüdür. Bu özgürlükleri getirecek ve bu hoşgörüyü yaratacak tohumları bu hükümet ekmiyor, ekmeye de niyeti yok. Onun için Cumhurbaşkanımız başbakan iken hep “kendi %50’sinden” bahseder ve ona sahip çıkardı.
Toplumun diğer %50’sine güvenmeyen yöneticiye, bu %50’nin güvenini kazanmak için bir şey yapmayan yöneticiye bu %50 niçin, nasıl güvensin.
Hiç değilse Cumhurbaşkanı tüm toplumu kucaklayacak söylem ve uygulama içinde olmalıdır.

Hal böyle iken nasıl “birlik içinde, dirlik içinde, güçlü bir Türkiye” kurulacaktır? 

16 Kasım 2014 Pazar

DEVLET DERSHANECİLİĞİNDE GELİNEN NOKTA

Hükümet, Gülen cemaati ile arasının bozulması sonucunda, dershanecilikte önemli bir güce sahip olan bu cemaati bitirmenin bir aracı olarak dershaneleri kapatma kararı aldı.  Buna alternatif olarak da devletin ücretsiz dershane açacağını söyledi. Bu dershaneciliği de hafta sonu devletin okullarında ve halkevlerinde yapacağını duyurmuştu.
Dönemin Başbakanı, şimdinin Cumhurbaşkanı Erdoğan bu kararı alırken eğitim sisteminin yanlışlığının, yetersizliğinin gereği olarak eğitim alanında böyle bir değişikliğe gitmedi. Kendi hükümetleri döneminde devlet içinde oldukça fazla güçlenen bir kesimin kendine rağmen bir takım işler çevirmesinden ve hatta kendine zarar vermeye başlamasından dolayı bu kararı aldı. Bunu da açık açık söylemekten çekinmedi. Öyle ki başbakana ihanet etmek ülkeye ihanet etmekle eşdeğer görüldü. Dönemin başbakanı takviye kurslarını açma gerekçesinde açıkça;  “Bu ülkeye ihanete kalkışan bunun bedelini öder. Sakın ha bunların dershanelerinde artık çocuklarınızı bırakmayın. Çekin alın çocuklarınızı. Bunların okullarına çocuklarınızı göndermeyin. Buna var mıyız? Yıllık rantları buradan 1 milyar dolardı. Bu para gidince bunlar hoplamaya zıplamaya başladılar. Bakınız bize devletin okulları yeter. Hafta sonlarında takviye kursları noktasında Milli Eğitim olarak cumartesi pazar ücretsiz olarak biz takviye derslerini vereceğiz. Biz öğretmenlerimize de burada bedelini devlet olarak biz ödeyeceğiz. Göndermeyin bunların dershanelerine, çekin alın çocuklarınızı.” açıklamasında bulunmuştu. 
Dershanelerin, bir üst öğrenime geçişin sınava dayalı olduğu eğitim sisteminin bir sonucu olduğu bilinmekteyken; eğitim sisteminde köklü değişiklikler yapmadan, bu kurumları kapatmanın zaten gerçekçi olmadığı ve öğrencilere ders desteğinin bir şekilde devam edeceği öngörülüyordu. 
Bu iki açıklama, dershanelerin kapatılmasının ve dönüştürülmesinin gerekçesinin eğitimsel bir gerekçe olmadığını ortaya koymuştur. Böyle olmasına rağmen bu ülkede bu tür kişisel tepki ve kararlarla derinliği belli olmayan sulara yelken açılabiliyor. Bir neslin geleceği ile bu kadar kolay oynanabiliyor. Devletin her kademesini ele geçirmenin gücü doğrultusunda hesap soracak, yanlışları denetleyecek hiçbir kurum kalmıyor. Demokrasinin üçayağı denen Yasama, yürütme ve yargı tek elde toplanınca işler iyice karışıyor. Zaten bilimsel dünyanın gerektiği biçimde verilmeyen eğitim, tamamen kişisel kaygı ve çıkarlar doğrultusunda şekillendiriliyor.
Bunun sonucunda bakın devletin dershaneleri dediğimiz, devlet okullarında verilen takviye kurslarında gelinen nokta şudur; 450 mevcudu olan okulda hafta sonu, çevre okullardan gelecek öğrencilerle birlikte 4500 öğrenciye kurs verilecek. Bu 4500 öğrenci afaki değil gerçektir ve hatta belki bu sayı artacaktır. Bu kursların bir şekilde öğrenciye faydası olacağını düşünen bir Allah’ın kulu var mıdır acaba?
Birincisi 450 öğrenci mevcudu olan bir okulun fiziki yapısında, 4500 öğrenci nasıl yerleşecek? Her bir sınıfa kaç öğrenci yerleşecek? Hafta sonu sıralar artırılsa bile hafta içi sıralar nasıl toplanıp saklanır? Okullardaki çalışan sayısının neredeyse sıfır olduğu ortamlarda bu hizmetin verilmesi mümkün değil. Bunun, sınıflardaki öğrenci sayısını artırmadan, bir şekilde ders saatinin artırılarak yapıldığını düşünsek bile bu sınıfların temizliğini yapacak personelin olmadığı okullarda bu temizliğin sağlıklı yapılması, hijyen ortamlarda gençlerin (eğitim yapması diyemeyeceğiz) zaman geçirmesi mümkün değildir.
Bir de bu takviye kurslarını verecek kadro açısından bakarsak durum daha da içler acısıdır. Bu kursları kim verecek?
Okullarda haftada 25-30 saat ders veren devlet okulundaki öğretmenler. Hafta için bu kadar yoğun çalışan öğretmen hafta sonu da eğitim verirse, bu öğretmen ne kadar başarılı olur? Ayrıca bu öğretmenler insan değil mi? Bunların aileleri yok mu? Bu öğretmenlerin aileleri ile vakit geçirme hakları yok mu?
Haydi derebeylikle yönetiliyoruz, emirin demiri kestiği bir ortam var diyelim. Bu öğretmenlerin hiçbir hakkı yok. Peki, bu ortamın öğretmene getirdiği yük onu sadece bu takviye kurslarında mı başarısız yapacak. Hafta içi eğitim alan öğrencilerin bu öğretmenlerden yeterince yararlanması mümkün mü?
Nasıl olsa kaliteli eğitim yok. Birçok öğretmenden dinliyoruz, ‘çocuk liseye gelmiş çarpım tablosunu bilmiyor’. Eğitim sisteminde sınıfta kalma diye bir şey yok. Başarısız bir orta öğretim ve lise eğitimi veriyoruz. Şimdi her ilde bir – birkaç üniversite kurarak burada enflasyonu sağladık. Tamamda bu ne işe yarıyor. Çocuklarda zaman kaybından başka bir şey değil. Bilimsel eğitimden söz edemiyorsak, eğitim kurumlarının sayısını çoğalmak neye yarıyor.
Dershaneler sınava dayalı geçiş sisteminin bir sonucudur ve bu sistemi değiştirmedikçe dershanelere olan ihtiyaç ortadan kalkmayacaktır. Özel sektöre ait dershaneleri, eğitimsel bir gerekçe olmadan kapatıp, aynı sistemi okullara ve halk eğitim merkezlerine taşımak, sorunu çözmeyecek sadece öteleyecektir.

 Asıl sorun, dershane ihtiyacının olmadığı, bilimsel eğitim verilebileceği bir eğitim sisteminin nasıl yapılandırılacağıdır…

13 Kasım 2014 Perşembe

BİR PAZAR HİKAYESİ 2

Beylikdüzü Belediyesi Kasım ayı izlenimlerini yazmaya başlarken,  aslında bu gündemi bir tefrika şeklinde yazmak gerekir demiştim. Zira bazı konular gerçekten önemliydi. Bunlardan en önemlisi ise Belediye ile Belediyeyi mahkemeye vermiş ve mahkemeyi kazanmış olan BEYKON şirketi arasında uzlaşmayı öngören gündem maddesiydi. Şimdi bu konuyu baştan yazmaya başlayalım ve bu Çarşamba Pazarı denilen yerin yapımında nelerin yaşanıp, nereye gelindiğini daha kolay anlayalım. Hemen belirtmem gerekir ki ben yazacağım bilgileri sadece mecliste dinleyerek aldığım notlardan yazıyorum. Teferruatlı bilgileri bu konunun dosyasındaki belgelere göz atarak elde ettim.

Çarşamba Pazarı yapımı hikayesi, Gürpınar belde Belediyesi’nin 08-05-2007 tarihinde Vizyon İnşaat  Peyzaj San.Ve Tic.Ltd.Şti.(Yeni ünvanı Bahaş İnşaat San. Ve Tic.A.Ş.) sözleşme yapmasıyla başlıyor. 12.716.115 TL artı KDV’ye ve tahmini %10 artış öngören anlaşmaya göre, mimari projeye uygun Pazar yeri ve betonarme bina ile dükkanların yapımını kapsıyor. Bu işin bitiş tarihi olarak 25-12-2008 yazılmış. Ancak iş bu tarihte bitmeyince sözleşme belediye tarafından tek taraflı olarak fesih ediliyor. Vizyon Şirketi ise belediyenin kendisine ödeme yapmadığından şikayetçi. Ve bu iş mahkemelik oluyor. Daha sonra, 2014 yılında Ekrem İmamoğlu yönetimindeki belediye bu şirket ile de uzlaşama yapma yoluna gidiyor. Bu hikaye, buradan ayrı bir şekilde devam ederken başka bir şirket ile yeni bir hikaye başlıyor.
Bu hikaye de 26-02-2009’da, yani 29-03 2009 yerel seçimlerinden 33 gün önce, yine Gürpınar Belde belediyesi, bu kez Beykon şirketi ile anlaşma yapıyor. Çarşamba Pazarı denen yerin yapımında:
 Önceki şirketten kalan yarım işleri tamamlamak – Yeni yapılacak tesisler, zemin altı otopark, Pazar yeri spor alanı, çocuk parkı, kreş, ilkokul ve eğitim öncesi tesis yapmak üzere bila bedel, 29 yıl işletme hakkı verilerek sözleşme yapılmış.  Bu 29 yılın 10 yılı kirasız, 19 yılı da belirlenecek kira üzerinden ödeme yapılacak. Bu ilk on yıl içinde de diğer işler yapılacak.
Bu sözleşme içinde Belediye, BEYKON şirketine bonus olarak, bu pazardaki 1414 Pazar tahtasından 700 adedini Beykon’a devretmeyi taahhüt etmiş. Şirket bu arada bu 700 tahtanın 454 tahtasını 120 kişiye satmış. Buradan 2.993.252TL gelir elde etmiş. (Satış fiyatı olarak o tarihte bir tahta parası olarak 7.500 TL öngörülmüş. Eğer şirket 700 tahtayı bu fiyattan satsaydı 5.250.000 TL gelir elde edecekti.)

Derken 2009 yerel seçimlerinden sonra Velittin Küçük dönemi bitiyor ve Yusuf Uzun Beylikdüzü Belediye Başkanı oluyor. Mecliste, Ebru Habip konuya biraz daha açıklık getiriyor. “38.000m2’lik bu alan Gürpınar belediyesi döneminde bu şirkete verilmiş. Yusuf Uzun’da ‘ben burada lunapark yaptırmak istemiyorum, sağlık ocağı yap, pazarını bitir, mahsuplaşalım’ dedi. Müteahhit kabul etmedi, Yargıya gitti. Sorun da buradan çıktı. Bu Yusuf Uzun’dan çok belde belediyesi döneminin sorunudur.” dedi.
Mahkeme bilirkişisi Beykon şirketinin yaptığı işin bedelini 5.618.931Tl olarak tespit etmiş. Şirket, bu Pazar yerini işletseydi gelir elde edecekti ve buradan da kar kaybı olduğunu iddia ediyor. Mahkeme bu talebi haklı buluyor ve buradan şirkete 2.064.828TL bir bedel çıkarıyor. Ayrıca Beykon 05-08-2011 den bu yana reeskont faizi talep ediyor. Mahkemede bununla ilgili çıkarılan bedel 2.827.237TL. Ayrıca belediye bu anlaşmayı yaparken Beykon’dan 1.040.000Tl teminat alıp onu da kendi hanesine gelir kaydetmiş.Mahkeme bunun da iadesine karar veriyor.  Böylece Şirket mahkeme kararıyla belediyeden yaklaşık 11.550.000 TL talep ediyor.

Geçen dönemde de konu meclise gelmiş, komisyonda görüşülmüş, Mülayim Demirtaş’ın verdiği bilgiye göre, komisyonun CHP’li üyesi olarak kendileri uzlaşmak istemiş ama komisyon başkanı ve belediye başkanı Yusuf uzun uzlaşmak istememiş. Mahkeme devam etmiş.
Şirket davayı kazanmış. Aziz Gökdeniz’e göre; avukatlara sorulmuş, belediyenin bu davayı kazanma şansı hiç yokmuş. Dava temyize gitmeden uzlaşılmak istenmiş. Hem ekstradan 3 milyon TL yük binmesin, hem de 8.5 milyon TL’lik borçtan bir miktar indirim yapılır diye.
AKP grubu; ‘yapılan indirimin %1 olduğunu, dolaysıyla bu kadar az bir rakam için anlaşmaya gerek olmadığını, ayrıca sadece icra masraflarından kaçmak için uzlaşmaya gitmeye gerek olmadığını, yargı sürecinin sonuna kadar takip edilmesi gerektiğini; ’ savunuyor.
Hukuk komisyonu başkanı Doğan Subaşı ise; “Bu 8.550 bin TL’lik borçtan 607 bin TL indirim yapıldığını, bunun da %7.5 gibi bir orana tekabül ettiğini ve bunun üzerine binecek ekstra rakamlar da düşünüldüğünde bu rakamın küçümsenmeyeceğini” söylüyor. “Ve bu rakam icraya verildiğinde üzerine 778 bin TL icra harçları, 708 bin TL faiz, avukatlık ücreti vs. derken çok büyük meblağlara çıkacak. Ayrıca bu tür davaların kesinleşmesinden sonra aynı konu ile ilgili yeni davaların açılma durumu söz konusu. Bunların açılmasını da önlemiş olacağız.”
“Üstelik bu anlaşma olduğunda ödemede kolaylık sağlanacak. Aralık ayında 900, sonraki aylarda 300 – 300 ödenerek borç bir yılda kapanacak.” Ayrıca CHP diyor ki, “bu sorunu biz yaratmadık. Önceki dönemin sorunu, biz şeffaflık için meclise söz verdik, onun gereğini yapıyoruz.”
Uzlaşmayı öngören Hukuk ve Plan bütçe komisyonları raporları mecliste oy çokluğu ile kabul edildi.
19-06-2014 de Belediye temyize gidiyor. Temyiz beklenirse yukarıda yazılan rakamlar borcun üzerine binecek. Onun için uzlaşma daha doğru gibi duruyor.

 Konu gerçekten karışık ama bundan da önemlisi, her iki şirkete verilen, verilecek rakamlar toplamı ne kadar olacak. Bu Pazar yerinin yapımının Belediyeye neye mal olduğudur. Bu bedeller karşılığında ne kadar iş yapıldığıdır. Umarım kısa bir süre içinde bunu da yazabilirim.

11 Kasım 2014 Salı

BİR PAZAR HİKAYESİ 1

Beylikdüzü Belediye Meclisi’nden Kasım ayı izlenimlerimi yazmaya devam ediyorum. 6 Kasım’daki toplantıda görüşülen ilk madde komisyon raporlarından, Tarife ve Kültür Komisyonun raporuydu. Bu rapora göre belediyenin etkinliklerinde salonlara giriş ücretlerinin belirlenmesiydi. Belediye bugüne kadar etkinliklerden ücret almıyordu. “Ancak kimi vatandaşlar çok sayıda bilet alıyor ama oyunu izlemeye gelmeyince salon boş kalıyor. Bazen de salonda izdiham yaşanıyor ve kargaşaya sebep oluyor. Her iki durumun önlenmesi için sembolik rakamlarla da olsa bir ücret uygulanması” öngörüyordu. Bu rakam da sanırım 3 TL gibi bir şey olacak.
AKP’li üye Ali Ovalı söz aldı; “Siz her şeyi para olarak görüyorsunuz. İnsanları para ile terbiye etmek istiyorsunuz. Bu derebeylik dönemleri gibi otoriter bir anlayıştır. 3TL az olabilir ama dar gelirli için bu önemlidir. Siz nasıl sosyal demokratsınız ki kültür hizmetlerini dar gelirliye ücretli hale getiriyorsunuz?” Ve buna benzer ifadelerle bu uygulamaya karşı çıktı.
Sonra CHP’li Mülayim Demirtaş; “Ali Bey’in derebeyi nitelemesi bu meclise hakarettir ve bu sözü geri almasını, meclisten özür dilemesini” istedi. “Zaten on iki yıldır Türkiye’de insanlar para ile terbiye ediliyor” dedi.
Mücahit Birinci, Demirtaş’ın bu lafına hiddetle cevap verdi; “haddinizi bilin. Bunlar ucuz sözler. Siz Beylikdüzü’nü bitirdiniz, şimdi Türkiye’yi konuşuyorsunuz.”
Meclis Başkan Vekili Ömer Şatır Birinci’yi uyardı. “Lütfen konuşmacıya müdahale etmeyin. Burası meclis, siz böyle kükremeyin. Sonra söz alın ve konuşun. Siz mecliste yenisiniz ama meclisin bir adabı var, konuşma biçimi var. (Ebru Habip’i kast ederek) yanınızda tecrübeli bir arkadaşınız var. Onu örnek alın” dedi.
Birinci, “siz böyle konuşursanız biz hep kükreyeceğiz. Biz sessiz kalmayacağız” vs. Mecliste hiç de hoş olmayan sahneler. Herkes söze karıştı, acayip bir ortam. Bunları geçip sadede gelelim.
CHP grup sözcüsü Mülayim Demirtaş konuya açıklık getirdi. “Bu ücretlerin konulması bütün etkinliklerin ücretli olacağı anlamına gelmiyor. Bazı ekinliklerden ücret alınacaktır” dedi.
Komisyon başkanı Haluk Karataş, “biz komisyon olarak inceleme yaparken etrafımızdaki on belediyenin uygulamalarına baktık. Sadece Esenyurt ve Avcılar Belediyesi ücret almıyordu, diğer 8 belediye ücret alıyordu. Komisyonumuzun AKP’li üyesi şerh düşerken İst. B.Şehir belediyesini örnek vermiş. Ama orada da ücretsiz oyun sergilenmiyor” bilgisini verdi.
Sonra AKP grubundan Ömer Meşe, “İst. B.Şehir Belediyesinin şehir tiyatroları ücretlidir ama kültür müdürlüğünün etkinlikleri ücretsizdir” bilgisini verdi. Sonunda önerge oy çokluğu ile kabul edildi.
Kabul etmek gerekir ki, ücretsiz etkinlikleri ücretli hale getirmek pek şık ve savunulabilir durmuyor. CHP’li meclis üyelerinin endişesi olan; ‘ücretsiz hizmete devam ederken bir düzen sağlanabilir mi?’ AKP grubu, ‘biz bunun yollarını biliyoruz’ diyor. Ancak bu konudaki komisyon kararına düşülen şerhte sanırım bunlar yer almıyor. Önerge oy çokluğu ile kabul edildi.
Sözlü önergeler oy birliği ile başkanlık makamına havale edildi.
Gündemin son maddesi Fen İşleri Müdürlüğü’nden geliyordu ve Belediye ile alacaklı şirket olan Beykon şirketi arasında uzlaşmayı öngörüyordu. İşte bu gündem hem çok tartışıldı hem de çok önemli bilgiler içeriyordu.
Beykon Şirketi Çarşamba Pazarı denen yerin eksik işlerini yapmak, yanına çocuk parkı ve kreş yapmak üzere 2009 yılında, yerel seçimlerden bir ay önce Gürpınar Belde Belediye Başkanı Velittin Küçük ile yaptığı anlaşma ile Beylikdüzü’nün yeni Belediye Başkanı Yusuf Uzun ile anlaşamıyor. Beykon Şirketinin ortakları da ilginç ama biz burada ortaklar bölümüne girmeyeceğiz. Biz, yapılacak işleri yazacağız. Yapılacak işin bedelini yazacağız ve bu anlaşma ile şirkete verilenleri yazacağız. 
Bu anlaşmanın sonunda işler karışmış. Şirket istenen işleri yapmamış ama belediye de para ödememiş. Yusuf Uzun yönetimi ile şirket ters düşmüş. Restleşmeler yaşanmış ve şirket belediyeyi mahkemeye vermiş. Mahkeme şirketi haklı bulmuş ve önemli miktarda alacak çıkmış. Eğer Yargıtay da onarsa belediyeye yeni davalar ve yeni ödemeler çıkacak. Bunlar olmasın diye belediye şirketle uzlaşmış ve belli rakam bir para ödeyerek sulh yapmak istiyorlar. AKP’li meclis üyeleri de; uzlaşmaya karşı çıkıyor, Yargıtay sürecine devam edilsin, uzlaşma yapılmasın diyor.

Konu oldukça uzun ve biraz da karışık gibi duruyor. Bu işle ilgili rakamları ve konunun ayrıntılarını da bir sonraki yazımda yazacağım.

8 Kasım 2014 Cumartesi

SOMA, YIRCA’DA YOK OLAN GELECEĞİMİZ

Soma’nın Yırca köyünde bir katliam yaşanıyor. 6000 zeytin ağacı hunharca kesildi. Hem de o ağaçlar kesilirken öyle bir davranış sergilendi ki sanki yangından mal kaçırılıyor. Sanki başka bir ülkeden gelen işgal kuvvetleri, yöre halkına, köylülere kelepçe vuruyor, yerlerde sürüklüyor, bilinmeyen yerlerde kapalı tutuluyor ve bir taraftan da birçok iş makinesi zeytinliklere var gücüyle saldırıyor, kesiyor, süpürüyor. Ardı ardına zeytinler yere seriliyor. İçinde asırlık zeytin ağaçları bile var. Üstüne üstlük üzerinde sim siyah zeytinler öylece duruyor.
Bu nasıl bir anlayıştır ki, üzerindeki zeytinlerin toplanmasına bile müsaade edilmemiş. Bu kadar göz döndürecek olan çıkar, hırs nasıl bir şeydir anlamak mümkün değil.
O zeytinlerin toplanmasına, hasadın alınmasına müsaade edilseydi, en fazla bir aylık bir süre kime, ne kaybettirirdi?
Kim, kimler, kimin ülkesinde böyle bir vahşete imza atıyor? Bu nasıl bir devlettir, nasıl bir izin belgesidir ki bu kadar vahşeti yaratmaya, yaşatmaya aldırış etmiyor. Gerçekten bu ülkede televizyonlarının başında bu haberleri izleyip de etkilenmeyen kaç kişi vardır?
Kimin, hangi siyasi partiye oy verdiği, destek verdiği önemli değil. Bizim siyasi tercihlerimiz bu vahşete göz yummamıza engel olabilir mi? Bunları bizim gibi izleyen hükümet, yetkililer nasıl sessiz ve sakin seyrediyor bu manzarayı. Kendi tabanlarının bu doğa katliamına sessiz kalacaklarından nasıl bu kadar eminler?
Ey Kolin grubu; Tamam, Termik santral yapmak için yetki almış olabilirsiniz.
Tamam, arazi kamulaştırılmış da olabilir.
Bütün yasal yetkileriniz var diye bu kadar insanı tepelemek, dövmek, aşağılamak hakkını nasıl elde ediyorsunuz? Bu zeytinlerin toplanmasına, hasadın alınmasına müsaade etseniz kaç milyon dolar kaybedersiniz?
Zeytin ağacına insanı yanaştırmıyorsunuz, zeytin ağaçlarını hunharca katlediyorsunuz. Bu kadar zalim, bu kadar gözünü kar hırsı bürümüş zihniyetten bu ülkeye, bu dünyaya nasıl bir fayda gelebilir?
Bütün bunların yanında bu termik santral iznini verenler, bu insanların feryadını hiç mi duymaz? Duyup da hiç mi etkilenen çıkmaz?
Bu kadar vahşet karşısında, termik santrali yapacak olan Kolin grubundan hiç mi vicdanı rahatsız olan çıkmadı.
Haftalardır TV ve gazeteler Soma, Yırca’daki bu vahşeti yayınlıyor. Soma’da 301 can kaybedeli çok zaman geçmedi. Soma’nın canı yandı. Şimdi Soma yeni bir yara aldı.  Bu kez iflah olmaz şekilde acı çekiyor. Soma madeninde cinayet işlendi. Şimdi Soma’ya işkence ediliyor.
Bu kadar paragöz bir devlet, millet olmak, gözümüzü bu kadar para hırsı bürümüş olması hiç de hayra alamet değil. Türkiye çöl olacak, Türkiye yaşanır olmaktan çıkacak. Ne olur birileri bunu görsün, iş işten geçmeden.
Danıştay’ın kararı gibi geç kalmayalım. Geç gelen adalet, adalet değildir. Yırca’da 6000 zeytin ağacı kesildikten sonra Danıştay yürütmeyi durdurma kararı verdi. Adalet ağır işliyor, para hırsı ise çok saldırgan.

Toplumun büyük bölümü neden bunu görmüyor? Yok olan bizim, çocuklarımızın geleceği. Üniversiteler neden sessiz? Toplum neden sadece seyirci? Sessiz bir ülkede umut nasıl yeşerir?











BEYLİKDÜZÜ B. MECLİSİ KASIM AYI TOPLANTISINDAN NOTLAR

Beylikdüzü Belediye Meclisi toplantısı ayın üçünde ve altısında olmak üzere toplantılarını yapıp bitirdi. Bu toplantılardan bazı notlarımızı sizlerle paylaşmak istedim.
Meclis toplantı gündem maddelerinin bazılarında Beylikdüzü halkı için çok önemli bilgiler var. Bunları aslında yazı dizisi haline getirip tefrika şeklinde yayınlamak gerekir. Zira kimlerin şirketlerine ne ihaleler verilmiş ve ortaya nasıl rakamlar çıkmış, bunlar dudak uçuracak cinsten.
Öncelikle bir şeyi belirtmem lazım. Bu maddeler görüşülürken AKP grup sözcüsü Mücahit Birinci sık sık meclisin gerilmesine neden oluyor. Zira yerli yersiz  hemen her söze müdahale ediyor. TBMM’nde de sık sık gördüğümüz gibi Beylikdüzü Belediye Meclisi de sık sık gerginlik yaşanıyor. Halbuki herkes konuşmacının hakkına saygı gösterip, kendisi de söz alıp konuşsa ve konuşmacı dinlendikten sonra cevap verilse çok daha yararlı olacak.  Zira hem çok çirkin bir görüntü oluşuyor ve hem de oluşan kargaşadan dinleyiciler de konuşulanları pek anlamıyor. Yani öncelikle konuşan meclis üyelerine saygı gösterilmesi en çok azınlık olan meclis grubunun işine yarar. Zira yararlı gördüğü eleştirileri anlaşılmış olur. Oysa şimdi söyleyecek sözü olan bir grup liderinden ziyade meclisi geren bir grup lideri portresi ortaya çıkarıyor.
Zaten bu ülke yeterince gergin. Belediye meclisini germek, hem de lüzumsuz şekilde germek başta Beylidüzü’ndeki muhalefet, ülkedeki iktidar partisi grubuna yakışmıyor.
Hükümetin icraatları eleştiriliyor diye kıyameti koparmak yerine, cevap hakkını kullanıp o icraatların doğruluğunu izaha çalışmak daha doğru olur.
Acizane önerimiz; Mücahit Birinci yeni meclis üyesi seçilmiş genç bir politikacı. Mesleğinin avukat olması çok konuşmasını açıklasa da doğru zamanda ve öz olarak konuşması daha yararlı olur. Hem kendi grubu için, hem belediye meclisi için, hem de Beylikdüzü için.
Biz meclis gündemine dönecek olursak; Adnan Kahveci mahallesinde 634 ada 4 ve 6 nolu parseller cami yapılmak üzere (madde dini tesis yapılmasıydı. CHP grup sözcüsü ısrarla ‘cami yapılmak üzere’ eklenmesini sağladı) bedelsiz olarak 25 yıllık süre ile Diyanet İşleri Başkanlığı’na tahsis edildi. Ebru Habip’in önerisi ile arsa üzerinde hacizler varmış. Belediye bir an önce bu hacizleri kaldırsın ve arsa sorunsuz teslim edilsin.
Bu arsa 25 yıllığına tahsisi edildi ya, arsaya bir iki yıl içinde bir cami yapılacaktır. 3 – 5  yıl da inşaatı sürecektir. Geri kalan yirmi yıl hizmet verdi.  Bu tahsisin süresi doldu, ne olacak?
Cami belediyeye mi iade edilecek?
Buradaki amaç; eğer 25 yıl süreyle cami yapılmaz ise arsanın geri alınmasını kapsıyorsa, bu ülkede camilerin yapılması öyle uzun sürmüyor ki tahsiste böyle bir süre konulsun. Mesela hastane yapımı için tahsis edilen arsalarda tahsis süresi içinde yapılmadığı çok oluyor ve arsa belediye geri alınıyor. Bunu Beylikdüzü’nde de yaşadık. Ancak Cami yapımı için ayrılan hiçbir parselin, cami yapılmadığı için geri döndüğünü ben bilmiyorum.
Belediye meclis gündeminin 5. Maddesi; plan sonucu oluşan artık parsellerin satılması yetkisinin Encümene ve belediye başkanına verilmesi konusuydu. Ebru Habip buna itiraz etti. “Parsel numaraları ve rayiç bedelleri belirlensin sonra yetki size verilsin” dedi.
Buna da “zaten artık parseli ancak yanındaki parselin sahibine satabilirsiniz. Başka biri gelip bu küçük parseli almaz. Zaten bir nevi yanındaki parsel sahibine zorla satıyoruz” denilerek cevap verildi.  Madde oy çokluğu ile kabul edildi. Ancak belirtmek gerekir ki bazen plan sonucu kayda değer büyüklükte, kıymetli parseller de oluşuyor.
Gündemin 7. Maddesi “İçkili yer bölgesi tespiti idi. Konu; Beylikdüzü’nde sanırım 18 caddenin      ( 6 sokak, 10 cadde, 1 bulvar, 1 liman ve + 4 noktada) içkili bölge olarak tespitini kapsıyordu. Bu maddeye AKP’li meclis üyelerinin itirazı fazla oldu. Anayasanın 58. Maddesine atıfta bulunuldu. “Devlet gençleri alkolden korur maddesi var. Siz buna aykırı davranıyorsunuz. Beylikdüzünü meyhaneye çevireceksiniz. Siz evinizin altında meyhane ister misiniz? Niçin Beylikdüzü’nü sarhoşlarla doldurmak istiyorsunuz” diye birçok eleştiri getirildi.
Anayasamızın 58. Maddesi’nin A bendi “Gençliğin Korunması” başlığını taşıyor ve şöyledir: ”Devlet İstiklal ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müspet ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır.
Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır.”
Ülkede 12 yıldır iktidar olan AKP insanların yaşam biçimine çeşitli şekillerde müdahale ediyor. AKP’liler de Anayasanın bu maddesinin tamamına sadık kalınması için bir çaba içinde değiller. Sadece bu maddenin son bölümüyle ilgilenmelerinin sebebi de toplumun yaşam biçimine müdahale amacı taşıyor.
Anayasanın hiçbir maddesinde insanların özgürlükleri kısıtlanır denmiyor ama bu ülkede birçok özgürlük kısıtlanıyor. Bu madde de “nasılsa kimse açıktan alkolü savunamaz” uyanıklığı var. Bir ülkede alkollü yerler çok yaygın olduğu için alkolikler artmaz. Eğitim ve bilinç düzeyi düşük olduğu için alkoliklik ve bilumum kötülükler çoğalır. Dini hassasiyetlere önem verildiği kadar bilimsel hassasiyetlere önem verilseydi biz bugün bunları konuşan bir toplum olmazdık.
Ben çok alkol kullanan biri değilim. Ancak bir misafiri ile, arkadaşı ile insanların gidip iki duble şarap içeceği yerlerin olmasıyla da bu ülke alkolik olmaz.
Partilerin genel politikaları burada öne çıkıyor. Halka da, “bakın bunlar bütün Beylikdüzü’nü alkollü mekanlarla dolduracaklar” demek çok doğru değildir. Ayrıca geçtiğimiz dönemden meclis üyesi olan Mülayim Demirtaş, geçen AKP’li belediye döneminde de Beylikdüzü’nde yeni içkili bölgeler belirlendiğinin altını çizdi. Kimse bu sürede o günkü belediyeye benzer suçlama getirmedi.

Diğer gündem maddelerini bir sonraki yazımda yazacağım.

3 Kasım 2014 Pazartesi

BİR MUHTARLIK BİNASI YAPMA HİKAYESİ

Bir mahalleye muhtarlık binası yapmak bu kadar sorun teşkil eder mi? Normalde etmemesi gerekir. Ancak herkesin bir hesabı var, herkes kendine göre bir olumsuzluk bulursa bir muhtarlık binası yapmak da sorun teşkil eder.
Söz konusu olan Muhtarlık Beylikdüzü Cumhuriyet mahallesi muhtarlık binası. Bu muhtarlık Atatürk Bulvarından Çamlık Caddesine dönünce sağda kalan, Cumhuriyet çamlığının en üst başına yapılmıştı. Orhan Traşoğlu döneminde yapılmış iki oda ve bir hol den ibaret bir binaydı. Ancak zamanında toprak hiç kazılmadan tuğlalarla örülmüş, yani biraz basitçe yapılmış olduğundan zamanla duvarları çatladı. Öyle ki içerden dışarısı rahatlıkla gözükür oldu.
2013 yılında muhtar Perihan Mengen dönemin Belediye Başkanı Yusuf Uzun’dan bir çözüm istedi. Yusuf Uzun muhtarlığa, yakındaki bir iş merkezi içinden bir dükkan kiraladı Muhtara da, “sen geç buradan hizmet vermeye devam et. Biz de en kısa zamanda bu binayı yıkıp yerine daha sağlam bir bina yapalım. Sen o zaman yine buraya geçersin” dedi. Muhtarlık da bulunan yeni yere taşındı ve halen de oradan hizmet veriyor.
Yusuf Uzun konuyu Belediye Meclisi gündemine getirdi. Cumhuriyet mahallesi muhtarlık binasının, belediye tarafından yıkılıp yapılması için meclisten yetki istedi. Meclis oy birliği ile (AKP; CHP; MHP) bu yetkiyi başkan Uzun’a verdi. Hatta Mecliste o günkü meclis üyelerinden Halil İbrahim Akpınar, “bu binayı ben yıkıp yapayım. Ben inşaat mühendisiyim, param da var. Hiç belediyeye yük olmasın. Ben bu işi yapar muhtara teslim ederim” dedi. Ancak Yusuf Uzun kabul etmedi. “sen parayı ver biz binayı yaptırırız” dedi. Akpınar da “bir de benim paramla müteahhitte para kazandıracaksın. Ben bunu para pul istemeden yapayım diyorum. Sen parayı ver müteahhit yapsın”” diyorsun. Yok başkan, yağma yok” dedi. Ve Yusuf Uzun meclisten aldığı yetkiyle muhtarlığı yıkıp yapacaktı.
Yetki alınmasına rağmen bu binanın yıkılması ve yapılmasına bir türlü başlanamadı. Derken yerel seçimler zamanı geldi ve Yusuf Uzun seçimleri kaybetti. Ekrem İmamoğlu Belediye başkanı oldu.
Bu kez muhtarlığın hizmet verdiği dükkan sahibi muhtarlıktan kira istemeye başladı. Yerin aidatı da var. Muhtarlık zor durumda kaldı. Zira zaten muhtarlık gelir getiren bir iş olmaktan çıkmış. Nüfus müdürlükleri bütün belgeleri ücretsiz veriyor. Muhtarlık nadiren ücretli belge verir duruma geldi.
Muhtar Perihan Mengen bu kez de yeni belediye başkanı Ekrem İmamoğlu ile görüştü ve içinde bulunduğu durumu anlattı. “Ya muhtarlık binası belediye tarafından yapılsın, ya da içini sıvayarak öyle geçip oturacağım” dedi muhtar.
Başkan İmamoğlu da; “tamam biz mecliste bir görüşelim ve sizin binanızı yıkıp yapalım” dedi. Konu tekrar meclis gündemine geldi. Geçen dönem oy birliği ile geçen karara bu kez AKP’li meclis üyeleri ret oyu verdi. Ancak meclisin çoğunluğunun oyları ile karar çıktı. Başkan da bu kez örnek muhtarlık binası projeleri hazırladı ve bütün muhtarlıkların binalarını yenileme kararı aldı.
Gerek Yusuf Uzun Meclisten yetki aldığında ve gerekse Ekrem İmamoğlu meclisten yetki alırken bu binanın aynı yere yapılmasına hiçbir tepki gelmedi. Kimden gelmdi, o gün mecliste olan ve bu karardan haberdar olan hiçbir kimseden bir tepki gelmedi.
Ancak bazı kişiler bir süredir bu muhtarlık binasının yapımını dile dolamışlar. “Yok, efendim bu koruluğa bu bina yapılmazmış. Yok, efendim İmamoğlu kendi sitesi ile ilgili eleştirileri ortadan kaldırmak için bu muhtarlığı buraya yapıyormuş” falan filan.
İyi de bu muhtarlık oraya ilk defa yapılmıyor. Var olan bina yıkılıp yerine daha sağlam olanı yapılıyor. Yapılmazsa yarın en ufak bir sarsıntıda yıkılırsa, içinde birkaç kişi ölse, o zaman kimler ne der acaba?
Belediye Meclisinin 3 Kasım tarihli oturumunda bu kez AKP’li meclis üyesi Ebru habip sözlü önerge vererek bu muhtarlıkla ilgili endişeleri olduğunu söyledi. 2500 m2 lik çamlığa en fazla 75 m2 bina yapılması gerekiyor. Bu muhtarlık kaç m2 dir diye sordu. Siz oraya betonarme bina yapıyorsunuz, yükseklik 4.5 metre. Bu kanuna aykırıdır” dedi.
Başkan bu önergeyi gündeme aldı ve cevap verecek.
Ebru Habip’in söylediği imar uygulamasına ters bir durum var mıdır? Yapılması gerekenden daha büyük bir bina yapılmış mıdır bilmiyorum. Başkan cevap verirse biz de öğreneceğiz. Ancak bazı eleştiriler çok da haklı değil. Bir iş yapılmazsa başka sorun, yapılırsa herkes başka anlamlar çıkarıyor.
Ben Başkan İmamoğlu’nun bütün iyi niyeti ile muhtarlığın sorununu çözmeye çalıştığını biliyor ve böyle görüyorum. Bu muhtarlığı başkanın yaptığı sitenin yanına başkan getirmedi. Orada var olan binayı güvenli hale getirdi.

Bir defa hereksin eleştirmek hakkı vardır elbette. Yanlışları, olumsuzlukları göreceğiz ve dile getireceğiz. Birincisi bu eleştiriler, bu yetkiler verilirken getirilseydi faydalı olurdu. Şimdi bina yıkılmış, kolonlar dikilmiş, çatısı yapılıyor ve eleştiriler gelmeye başladı.  Ayrıca eleştirirken de biraz objektif olmak gerekir diye düşünüyorum.

2 Kasım 2014 Pazar

ÇÖZÜM SÜRECİNDE YENİ DÜĞÜM VE DIŞ POLİTİKADA GELDİĞİMİZ NOKTA

Hükümet iki yıldır, adına çözüm ya da barış süreci dedikleri bir süreç izliyor. Buradaki amaç, 30 yılı aşkın bir süredir savaştığı, Türkiye’deki Kürtlerin önemli bir kesimi tarafından destek gören PKK ile siyaseten uzlaşmak. 30 yılda 40 – 50 bin kişinin ölmesine rağmen, devletin de bir türlü üstünlük sağlayamadığı, huzura kavuşturamadığı ülkeyi ve millet olarak elde edilmeyen huzurun barış yoluyla sağlanması amaç edinildi.
Hiç kuşkusuz bu doğru bir yoldur. Zira devlet dediğin de insanları ile toplumun bir kesimi ile savaşmaktan ziyade, toplumun bu kesiminin taleplerini dikkate alır ve bütün toplumun veya çoğunluğun huzur bulacağı bir şekilde yaşamasını sağlar. İşte bunun için adına çözüm süreci denen bir dönem yaşanıyor. Ancak bu süreç topluma açık bir şekilde yürütülmediği için halk olarak neler yaşandığını da bilemiyoruz. Elbette bu sürecin tamamı halkın gözü önünde yaşanamayabilir. Ama en azından bu halkın Parlamentodaki temsilcileri de bu süreçte nelerin yaşanacağını ve sonuçta varılacak noktanın bilinmesi gerekir. Gerekir ki bu süreç daha güçlü bir destek görsün ve başarıya daha kolay ulaşılsın.
Hükümetimiz ise bu süreci elinden geldiğince saklamaya, flulaştırmaya çalışıyor. Hükümet, “biz bu sürecin sonunda bir şey vermeyeceğiz, PKK’nın silah bırakmasını ve ülke dışına çıkmasını sağlayacağız” açıklaması yapıyor. Ancak halkın büyük çoğunluğu buna inanmıyor. Zira bir müzakere yapılıyorsa bunun en az iki tarafı var ve taraflar bir şeyler alırlar. Taraflar bir kazanım elde etmeden müzakere etmez, anlaşmaya varmaz. Diğer taraftan kamuoyundan gizlenen PKK ve onun lideri olan hapisteki Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmelerin bir bölümü kamuoyuna yansıyor ve hükümet zor durumda kalıyor.
Bir taftan PKK dediğin örgütle müzakere yapıyorsun. Diğer taraftan toplumun bir kesiminin gözüne şirin gözükmeye çalışmak için bu örgüte her türlü hakaret ve aşağılamayı yapıyorsun. Sadece örgüte de değil. Onların yasal temsilcisi olan siyasi parti temsilcilerine de söylemediğini bırakmıyorsun. Bunun sonucunda yarattığın güvensizlikle, ürküttüğün PKK veya bir kolu yeniden teröre başvurmaya başladı ve kırkın üzerinde insanımız öldü. Bunu fırsata çevirmek isteyen güçler de bu sayede devreye girdi ve çözüm süreci düğümlendi.
Bir taftan ülkendeki Kürtlerle barış süreci yaşayarak uzlaşmaya çalışırken, diğer taraftan bunların amcası çocukları ve bilumum akrabası olan Kobani Kürtlerine güvenmiyor, onları yok etmeye çalışan örgüte, İŞİD’e yardım ediyor algısını yaratıyorsun.
Elbette hükümetimiz İŞİD’e yardım ettiğini kabul etmiyor. Ama Adana’da arama yapılan tırlarda ele geçen silahlar ve bu silahları taşıyan tırların şoförlerinin ifadeleri ile tırları arayan savcıların tutanakları durumu açıklıyor.
Diğer taraftan daha birkaç gün önce TV ve gazetelere yansıyan görüntülerde Suruç kobani sınırındaki Türk askeri aracındaki askerlerle İŞİD militanlarının birlikte, samimi görüntüleri durumu açıklamaya yetiyor.
Hükümetin veya Türk Genelkurmayı’nın yaptığı aksi yöndeki açıklamalar insanları ikna etmeye yetmiyor.
Türkiye Cumhurbaşkanı ve Başbakanının akşam TV’lere yaptığı açıklamanın, sabah olunca tam ters yönde konuşması, kimseyi sizin bu süreci doğru yönettiğinize inandırmaz. Kimsenin sizin hangi konuda samimi, hangi konuda riyakar davrandığınızı bilmesi pek mümkün olmaz.
İzlediğimiz dış politika bizi dünyada yalnızlaştırdı. Birleşmiş milletlerdeki oylamada aldığımız oy bizim ülke olarak nereye düştüğümüzün göstergesidir.
Komşularla “sıfır sorun politikamızdan” geldiğimiz noktaya bir bakalım. Irak ile aramız iyi değil. İran ile Yunanistan ile zaten hiç iyi olmadı. Mısır ile ipleri kopardık. Suriye hükümetinin ipini ilk çeken biz olduk.
Peki, bütün bu uygulamalarımızın sonunda ne bekliyorduk? Kim bize güvenir ki?
Ülkede barış yapmaya çalıştığımız kesimleri aşağılayacağız ve onları oyalama taktiği ile zaman kazanacağız. Bu taktikle sürekli seçime endeksli bir barış süreci yürüteceğiz. Kobani’de Kürtlerin hamisi olup, tıpkı Kuzey Irak Kürtlerinde olduğu gibi iyi ilişkiler kuracağımıza, onları İŞİD’in kucağına atacağız. Bu kez bizim dışımızdaki ülkeler Kürtlere sahip çıkacak ve biz de Kürtlere kızıp duracağız. Sınırımızda bize rağmen gelişmeleri bir nevi seyreder duruma düşeceğiz.
Biz ülkemizde yaşadığımız süreci muhalefetten saklayacağız. Bu gelişmeleri eleştirenlere ha bire hakaret edeceğiz. Biz kimlerle iyi ilişkiler kuracağız söyler misiniz?
Ülkede belli bir çoğunluğunuz var diye muhalefeti dikkate almazsınız. İçerde güçlüyüz diye dışarıda herkesin işine karışmaya, onlara düşmanlık içeren açıklamalar yapmaya devam ederseniz içerde ve dışarda yalnız kalırsınız.
Merak etmeyin bir gün bu gariban halkın da gözü açılır ve bunları görür. Sahi siz bunu hiç düşünmüyor musunuz?
Bu kadar danışmanınız ne işe yarıyor?
Ülke kabadayılıkla yönetilmez. Akılla yönetilir ve elbette dürüst ve adil olmamız lazım. Devletin kuralları olur, Aşiret veya krallık gibi davranırsanız beklenmedik! sonuçla karşılaşmanız sürpriz olmaz.

Daha açık, şeffaf politika uygulayacağız ve demokrasiden ödün vermemeye özen göstereceğiz.

31 Ekim 2014 Cuma

ÖLEN ÖLÜR, KALAN SAĞLAR BİZİMDİR

Karaman Ermenekt’te 18 işçi kömür ocağında sular altında bekliyor, çok büyük olasılıkla cansız bedenleri bekliyor. Çok acı bir olay yaşadık, benzerlerini de yaşamaya devam edeceğiz. Bu bir temenni değil elbette. Ancak gidişat da bunu gösteriyor. Zira görünen köy kılavuz gerektirmez.
Hemen her kesimden sesler yükseliyor, tıpkı daha önce yaşadığımız malum olaylardan sonrakilerde olduğu gibi, “yüreğimiz yanıyor, acımız çok büyük…” Bu ağıtları yakanların başında ise 12 yıldır bu ülkeyi yöneten iktidar geliyor. Bu halk da ve özellikle AKP’ye kesintisiz destek veren halk da teselli buluyor. Ben şahsen bu halkın duyarlılığına pek inanmıyorum. Hükümetin duyarlılığı benim nezdimde çoktan bitmiştir.
Halk gerçekten duyarlı olsa bir tepki belirtisi olur. Elbette ben duyarlı halktan bahsederken bu hükümeti seçme becerisini gösteren, her seçimde bu yönetenlerin başını dik tutan çoğunluk kitleden bahsediyorum. Bu kitlenin, bu tür acı olaylar karşısında döktüğü gözyaşları gerçek bir duyarlılıktan uzaktır. Zira aksi olsa bu kadar sık yaşanan seçimlerde, bu iktidarı düşünmeye sevk edecek bir oy azalması yaşanırdı. İktidar da, ‘halkım bana mesaj verdi, eğer ben bu mesajın gereğini yapmazsam iyice yok olacağım’ endişesi yaşar ve duyarlı olmaya gayret ederdi. Halk bu kadar duyarsızsa, iktidar ne yaparsa yapsın, kayıtsız şartsız destek görüyorsa, ne yaşanırsa yaşansın, kaç kişi ölürse ölsün niçin kendine çeki düzen versin ki?
Bu halk hiç mi düşünmez: neden bu tür iş cinayetleri sadece bizim ülkemizde yaşanıyor diye?
Bakın son bir yılda 2000’e yakın insan iş kazası denen gerekçelerle ölmüş. Bu konuda ülkemiz dünya birincisi.
Devletin en başı, Cumhurbaşkanı Erdoğan Ermenek’te konuşuyor: “devlet bu olaylara neden olanlardan hesap soracaktır. İş tedbirleri almayan, bunları denetlemeyenden hesap soracaktır.” Ee buna kargalar güler tabii. Siz daha önce bu tür kazalar sonucu yaşanan ölümlerden sonra neler yaptınız diye sormak gerekir.  O da cevap verecek: “biz Somadaki maden ocağında 301 kişinin ölmesinden sonra yasa çıkararak, madende çalışma saatini 8 den 6 ya düşürdük.”
Peki, bunu neden hemen başlatmadınız da, uygulamayı 2015 yılına bıraktınız. Üstelik meclisteki diğer partiler “hemen başlasın” diye ısrar ederken sizin partinizin oylarıyla bu öneri ret edildi. Eğer hemen başlasaydı bu uygulama belki bu cinayet yaşanmayacak ve bu 18 kişi ölmeyecekti.
Ey Cumhurbaşkanı: “Devlet denetlemeli ve sorumlulardan hesap sormalı” diyorsunuz.
İyi de devlet adına denetleme yapan ve eksikleri, suçları tespit edenlerin başına yine bu devletin neler getirdiğini niçin söylemiyorsunuz, niçin bunları halktan saklıyorsunuz?
Buna bir örnek verelim. (Gerçi bu örnek bazı gazetelerde yazıldı. Ancak halkın çok büyük bölümü bu gazeteleri okumuyor. Hükümetimiz de bu gazeteler okunmasın istiyor. İmkân bulduğunda bunları kapatacağından da hiç kuşku yok.) Türkiye Kömür işletmelerindeki usulsüzlükleri, kömürdeki vurgunu inceleyen Sayıştay denetçisi Mehmet K. nın başına gelmedik kalmadı. Önce suç duyurusu niteliği olan bu rapor işleme alınmadı. Bu denetçi önce incelemeden alındı, ardından enerji grubundan uzaklaştırıldı. Ayrıca kurum içinde de başına gelmedik kalmadı. (Taraf gazetesi 31-10-2014)
Bunun yanında bu son iş cinayetinin yaşandığı Has Şekerler Maden Ocağını Haziran ayında denetleyen  denetçi ne demiş, “yemekler dışarda yeniliyor.” Peki, ölenler yemek yerken neden içerde öldü?
İşte bu dönemde makbul denetçi bu, yoksa diğer denetçi gibi başına gelmedik kalmaz.
Bütün bunları yazmaya gerek yok belki. Zira bu ülkenin bu kadar işçi ölümüne rağmen maalesef halen görevde olan çalışma bakanı Faruk Çelik Ermenek’te, Maden ocağının başında gördüğü manzaraya dayanamadı ve  itiraf etti Bu itirafı da bütün gazetelerde yer aldı.: “Bu tür ocaklara  ruhsat verilmemeli. Bu işin ucu ister patrona, isterse bakanlığa gitsin ama bence bu tür maden ocakları çalıştırılmamalı” dedi.
Peki, kim çalıştırıyor bu ocakları? Hepsi AKP’ye yakın iş adamları
Kim veriyor bu ruhsatları: Hükümetin enerji bakanlığı ve son yıllarda direk başbakanlık veriyor.
Suçlular kim? Suçu kimde arayacağız? Son bir yılda 3200 küsur maden ruhsatı vereceksin. Çıkan kömürün tek alıcısı devlet olarak sen olacaksın, çalışma koşullarını hiç denetlemeyeceksin, yaşanan büyük bir acıdan sonra, bu çifte sömürü düzeni sürsün diye, çıkan yasaların uygulamasını ileri tarihe erteleyeceksin, hasbelkader bir vicdanlı denetçi denetleyip suçu ve suçluyu açığa çıkarınca ona yapmadığını bırakmayacaksın. Sonra da Ölülerin başına gidip ağıt yakıp bu halkı kandıracaksın.

Uyan ey halk, artık uyan lütfen. Kimsenin senin sırtından semirmesine izin verme. Yoksa bu ölümlerin sonu gelmez. Kimse de senin üzüldüğüne inanmaz.

6 Eylül 2014 Cumartesi

YENİ BDDK TASLAĞI TÜKETİCİNİN ALEYHİNEDİR

Hükümet yeni bir BDDK taslağı hazırladı. Bu taslakla, bankaların vatandaştan aldığı 60 çeşit gider kalemini 20 ye düşürdüğünü söylüyor. Görünürde de öyle ama her şey göründüğü gibi değil. TÜDEF (Tüketici Dernekleri Federasyonu ve TÜKODER (Tüketiciyi Koruma Derneği) böyle düşünmüyor. Bu yasa ile daha önce bankaların 60 kalemde aldığı giderler bu kez 20 kalem başlığı içinde alınıyor. Üstelik önceki haliyle tüketiciler mahkemeye giderek kendilerinden alınan bu haksız masrafları mahkeme kararları ile geri alabiliyordu. Şimdi bu yasa çıkarsa alınan bu masrafların yasal dayanağı olacak ve mahkemeye de gidilemeyecek.
Türkiye’de vatandaş, her türlü satıcının hazırladığı, uzun ve küçük harflerle yazılmış sözleşme metinlerini okuyamadan imzalayarak mal - hizmet veya kredi alır. Sonra da bununla ilgili birçok gereksiz gideri ödemek zorunda kalır. Kaldı ki bankadan kredi almaya şiddetle ihtiyacı olan vatandaş,  o metni okuyabilse de o kredi şartlarını kabul ederek, o parayı alacaktır. Birçok insanın tefecilere muhtaç olarak onlardan kredi alması buna iyi bir örnektir.
Devlet dediğimiz aygıt, vatandaş bu tür haksızlıklar yaşamasın diye oluşmuştur. Kanunlar, toplumun fertleri, zayıf kesimleri ezilmesin, haksızlığa uğramasın diye yapılmıştır. Ve devleti temsil edenler, yönetenler gelişen toplumun ihtiyacına göre bu kanunları güncel hale getirirler. 
Bazen hazırlanan yasalarda boşluklar ortaya çıkar. Daha doğrusu dikkatli hukukçuların ve tüketici örgütlerinin dikkatleri sonucunda tüketici lehine birtakım maddeler olduğu görülür ve bunların üzerine gidilir. Toplum çoğunluğunun, tüketicilerin hakları savunulur ve aynı hukuktan be kesimin lehine kararlar alınması sağlanır.
İşte bu aşamada hükümetlerin çıkardıkları yasalar dikkat çeker. Tüketicinin lehine kanun çıkardıklarını söyleyen hükümetlerin bu yeni kararları aslında halkın, tüketicinin aleyhinedir. Ama iktidarlar ustalıkla bunları tersine göstermeyi başarırlar. Son tüketici yasası buna iyi bir örnektir.
Hani bankalar kredi verdikleri müşterilerinden dosya masrafı alıyorlar. Kredi kartı aidatı alıyor, hesap işletim ücreti alıyorlar. Böyle 60 kalem masraf alınıyordu tüketicilerden. Tüketici dernekleri de bankaları mahkemeye vererek bu masrafları geri alıyordu. son zamanlarda tüketici lehine mahkemelerden ardı ardına kararlar çıkmaya başladı.  Hükümet de yeni hazırladığı bir yasa ile bunlara bir çeki düzen vermek istediğini söyledi ve tüketicinin lehine olacak düzenlemeler içeren tasarıyı hazırladı.
Ancak gelin görün ki bu tasarı tüketicinin lehine olmaktan uzak. Bunu da Tüketici derneklerinin yayınladıkları bildirilerden anlıyoruz. TÜDEF genel başkanı Hasan Atak ve başkan yardımcısı Ruhi Orhan İmzası ile yayınlanan bildiride buna dikkat çekiliyor. Bu bildiride Tükoder diyor ki; “BDDK taslağı tüketicilerin değil, banakların kazanımıdır. Tüketiciler yolunacak kaz değildir.BDDK yönetmeliği ile tüketici hakları geriye götürülmüş ve gasp edilmiştir.Tüm tüketicileri ve duyarlı örgütleri bu soygunu karşı mücadele etmeye çağırıyoruz.”
“Bilindiği üzere 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra Bankacılık Düzenleme Denetleme Kurumu’nun hazırlamak zorunda olduğu “Finansal Tüketicilerden Faiz Dışında Alınacak Ücret, Komisyon ve Masraflara İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik Taslağı” kurumun İnternet sitesinde yayımlanarak Kamuoyunun görüşüne sunuldu. Taslak incelendiğinde tüketici yasasında olduğu gibi Yönetmelik taslağının da tamamen Bankaların talepleri doğrultusunda hazırlandığı görülmektedir. BDDK, Bankaların aldığı ücret, komisyon ve masrafları 20 kalem ile sınırlandırmıştır. Ancak söz konusu 20 kalem alınacak ücretlerin neredeyse tamamı aslında tüketicinin hukuk mücadelesi ile elde ettiği kazanımlarıdır. Taslaktaki düzenlemeler tüketicinin, bu konudaki beklentilerine yanıt vermekten uzaktır. Örneğin, kredi sözleşmelerinden dosya masrafı kaldırılmış yerine kredi tahsis ücreti konulmuştur. Tüketici kredi ister, banka da krediyi tahsis eder. Burada ücret almayı haklı kılacak bir hizmet bulunmamaktadır. Bu taslak, mevduat hesaplarından alınan hesap işletim ücretini yasal hale getirecektir. Bankalar tacir sıfatlarıyla 'Bu masrafı alabilir' denmektedir. Tüketiciyle sözleşme yapan diğer mal ve hizmet satan şirketler de kayıt tutmaktadır. Onlar niye alamıyor da bankalar bu ücreti alıyor. Bankaların kendi kayıtlarını tutma sorumlulukları yok mu? Bunu tüketiciye fatura etmeleri hangi hukukla bağdaşmaktadır. Yine bu taslakta kredi veren kuruluşlar yıllık yüzde 20'ye kadar uyguladıkları ücretlerde artış yapabilecekler. Memur ve ücretlilere yıllık yüzde 3+3 zam reva görülürken bankalara bu bonkörlük hangi hukuka dayandırılmaktadır.
TÜDEF olarak hem yasanın hem yönetmeliğin hazırlanması aşamasında görüşlerimiz dikkate alınmadığı gibi uzun süreden bu tarafa olayın bu noktaya gelebileceğini anlatmaya çalıştığımızı sesimizde duyulmazdan gelinmiştir. Bankalarca yapılan haksız kazançlar yasal hale getirilmiştir. Ve adeta hırsızlık kılıfına uydurulmuştur.
Hükümete ve Gümrük ve Ticaret Bakanına sesleniyoruz: bu vurgun ve soyguna biran önce son veriniz. Tüketici haklarına saygı duyunuz ve gereğini yerine getiriniz. Tüm tüketicilere sesleniyoruz: Sevgili tüketiciler, yeter artık, bu vurgun ve soyguna sessiz kalmayınız, sesinizi çıkartınız. Tüketici Dernekleri Federasyonu olarak bankaların yasal hale getirilecek bu vurgun ve soygunlarına karşı tüm yasal yolları kullanarak sonuna kadar mücadele edeceğimizi tüm kamuoyuna ve basınımıza saygıyla duyururuz.”

Haydi, sivil toplum örgütleri ve tüketiciler, size de bu mücadeleye destek vermek düşer.

1 Eylül 2014 Pazartesi

DÜNYA BARIŞ GÜNÜNDE GEREKSİZ GERGİNLİK

DÜNYA BARIŞ GÜNÜNDE GEREKSİZ GERGİNLİK
Beylikdüzü Belediye Meclisi Eylül ayı toplantısı, 1 Eylül Dünya Barış günü sabah saat 10 da başladı. Belediye başkanı Ekrem İmamoğlu, günün anlamına yakışır güzel sözlerle başladı konuşmasına. “Barış için sevgi ”den söz etti ve bu Beylikdüzü sevgisiyle, Beylikdüzü’ndeki bütün okulların boya badana işlerini, okulların eksiklerini giderme işini belediye olarak üstlendiklerini söyledi.
Gündem maddelerine geçmeden AKP meclis grubunun beş yazılı, bir sözlü önergesi okundu. Her bir önergeye başkan İmamoğlu sözlü cevap verdi ve ardından, meclis gündemine alınması için oylamaya sundu.
İlk önerge 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Beylikdüzü’ndeki billboardların kullanımından ücretlerin alınıp alınmadığı ile ilgiliydi. Bu soruya “eşit kullanıma ve her talebe orantılı cevap vermeye özen gösterildi” şeklinde cevap verildi. Ücretlerin alınıp alınmadığı, alındıysa ne kadar olduğu ile ilgili bir cevap verilmedi ve önerge tartışmalar arsında oylamaya sunuldu, oy çokluğu ile ret edildi.
İkinci önerge Cumhuriyet Caddesinde, PTT ile Kır bahçesi arsında 12 ağaç kesilmesiyle ilgiliydi. Ağaç kesmelerin Cumhuriyet Caddesi’nin yayalaştırma çalışması ile ilgili olup olmadığı soruldu. Bu konuda bir bilgi yoktu ve önerge oy birliği ile gündeme alındı.
3. yazılı önerge, “Beylikdüzü sevgi ve barış etkinliğinin hangi firmaya yaptırıldığı ve bütçesi” ile ilgiliydi. “Bu etkinlikte, neden mevcut etkinlik meydanının kullanılmadığı ve Cumhuriyet Caddesi’nin kapatılması yoluna gidildiği, ekstra alan düzenlemesine gereksiz para harcandığı” soruldu. Uzun tartışmalar yapıldı. “Cumhuriyet caddesi yayalaştırma projesinin Büyükşehir Belediyesi tarafından yapıldığını ve onaylı proje olduğu, dolaysıyla burayla ilgili yeni bir projeye gerek olmadığı” Ebru Habip tarafından iddia edildi.
Başkan İmamoğlu bu sorulara cevap verdi. “Etkinliği, eski belediye yönetiminin daha önceden anlaştığı eski firma ile birlikte hazırladıklarını, bütçesinin ise önceki yıllarla kıyaslanmayacak kadar küçük olduğunu” söyledi. “Büyükşehir Belediyesinin onaylanmış Cumhuriyet Caddesi yayalaştırma projesi olmadığını, zaten bu caddenin her türlü hakkının Beylikdüzü Belediyesine ait olduğunu” söyledi. Önergenin gündeme alınması oy çokluğu ile ret edildi.
Yakuplu Sosyal tesislerindeki etkinliklerin gece geç saatlere kadar sürmesi nedeniyle halkın rahatsız olduğu yönündeki önerge, oy birliği ile gündeme alındı.
Beşinci önerge ise Spor komisyonu üyesi meclis üyesi tarafından verildi. “Spor komisyonunun 6 aydır hiç toplanmamasından” şikayet ediyordu. “Biz görev yapmak istiyoruz. Siz madalya veriyorsunuz ama bizim hiç haberimiz olmuyor. Biz bu çalışmalardan haberdar olmak istiyoruz ve çalışmalara katılmak istiyoruz” talebini içeriyordu. Bu önerge de oy birliği ile gündeme alındı.
Bir de başkanlık önergesi vardı. Aydınlar Ekin İnşaat şirketi Belediyeye hasta nakil aracı bağışlamak istiyormuş. Sağlık Müdürlüğünde kullanılması için meclisten onay alınması gerekiyor. Bu önerge de oy birliği ile gündeme alındı.
Gündemin ilk iki maddesi oy birliği ile kabul edildi.  3. Madde tartışmaları başlattı. “İstanbul Spor Vakfı mütevelli heyetinde Beylikdüzü Belediyesi Özel kalem Müdürü de yer alacakmış. Bu müdürün, bu vakıf heyetinde Belediyeyi temsil edebilmesi için Başkanlık makamına yetki verilmesi” isteniyordu.
Başkan İmamoğlu, önce İstanbul Spor hakkında bilgi verdi. “100 yıla yaklaşan bir kulüptür. İst. Erkek Lisesinin kurduğu ve renklerinin sarı- beyaz olduğu, ancak bu kulübün bütün oyuncuları Çanakkale savaşına katılmış ve hiçbiri geri dönmemiş. Bunun üzerine kulübün renkleri sarı - siyah olmuş. Böyle bir kulübe sahip çıkmak gerekir diye düşünüyorum. Bu kulüp bundan böyle faaliyetlerini Beylikdüzü’nde sürdürecek. Ancak bu kararın da meclisten geçmesi gerekiyor” dedi.
Mecliste gerginlik ve AKP’li Mücahit Birinci’den ağır sözler
AKP grup sözcüsü Mücahit Birinci söz aldı. “ İstanbul Spor vakfı mütevelli heyeti 8 Ağustos’ta toplanmış ve belediyemizi davet etmiş. Mütevelli heyetimizde belediyenizin temsilcisi olun demiş! Başkan siz Beylikdüzü’nü marka yapmak istiyorsanız Beylikdüzü’nün spor kulüplerine sahip çıkın. Beylikdüzü’nün gençlerine sahip çıkın. Önemli bir hata yapıyorsunuz. Beylikdüzü Belediyesi’nin bütçesini ithal spor kulübüne harcayamazsınız. Gündemin 6. Maddesindeki Gürpınar Stadyumunu bu ithal spor kulübüne mi tahsisi edeceksiniz?” dedi.
Meclis Gündemi Emlak Ofisi Gibi
Mücahit Birinci sözlerini ağırlaştırarak devam etti. “Şu meclisin gündemine bir bakın sayın başkan. Belediye meclis gündemi değil de sanki Emlak Ofisi gündemi gibi. Sizin hizmet odaklı çalıştığınıza inanmıyorum. Belediyeyi Emlak Ofisi gibi kullanmak istiyorsunuz. Gündemin maddeleri kat karşılığı verme yetkisi, satış yetkisi, arsa alış yetkisi. Bu yanlış oldu bunu düzeltme yetkisi, bu nasıl bir iştir sayın başkan. Belediyenin parasını çar- çur ettirmeyiz.”
Başkan İmamoğlu Birinci’ye cevap verdi; “Siz bunun marka değerini zaman içinde göreceksiniz. Bu, Beylikdüzü’deki 23 e yakın spor kulübünü motive edecek. Biz bir kuruş da harcamayacağız.”
Gündemin 4. Maddesi; Gürpınar 1147 ada 1 parselin belediye mülkiyetine alınması için yetki verilmesi ile ilgiliydi. Bu alan belde belediye döneminde SGK’ya devredilmiş. Ancak bu kurum 27 dönümlük bu alana sağlık tesisi kuramamış. Satılık etmişler, ihaleye giren olmamış. Şimdi belediye burayı alarak hem sağlık tesisi (rehabilitasyon merkezi gibi)yapmak, hem de park yapmak istiyor. Ebru Habip de buna karşı çıkıyor. “Siz önce satın alacaksınız, sonra plan değişikliği talep edeceksiniz. Hem paramız yok, borçlu belediyeyiz diyorsunuz, hem yer almak istiyorsunuz. Biz buna karşıyız” dedi.  Madde oy çokluğu ile kabul edildi.
Gündemin 5. Maddesi Meclisin 5-5-2014 tarihinde aldığı 70 sayılı kararıyla ilgili bir düzeltmeydi. “Kavaklı mahallesinde Belediyeye ait taşınmazların; hasılat paylaşımı, satış vaadi ve kat karşılığı ile ilgili kararın düzeltilmesi ve ihale ve satış sözleşmesi yapılabilmesi için başkana yetki verilmesini” içeriyordu. Bu madde de oy çokluğu ile kabul edildi.
6. gündem maddesi; “Gürpınar stadyumu ve spor tesisleri hakkındaki tahsisin iptali ve devamında kiralanması için yetki verilmesi” idi.  Bu madde görüşülürken kıyamet koptu. AKP’li meclis üyesi söz aldı ve “ bu stat 2008 yılında 30 yıllığına tahsis edilmiştir. Gençlerimiz burada spor yapıyorlar. Geçen yıl Yusuf Uzun başkan, bu tahsisin iptalini istemiş ama CHP ve MHP’li meclis üyeleri ret ettirmişlerdi. Şimdi ne oldu da bu kez CHP’liler bu tahsisi iptal ettirmek istiyor? Biz Gürpınar Spor ’un desteklenmesini ve bu tahsisin iptal edilmemesini istiyoruz. Bu Stat da 300 genç spor yapıyor ve bunlar Kavaklı’ya gitmek zorunda kalacak. Bunlar nasıl gidip gelecekler?”
Başkan İmamoğlu; “Gürpınar Spor ‘un da, Beylikdüzü Spor ‘un da desteklenmeye davam edileceğini, bu stat da 1. Lig maçlarının yapılacağı dönem gelecektir. Zaten bu stat şu anda eksikleri itibariyle yenilenmesi gerekiyor.  Biz bu stadı çok daha iyi konuma getireceğiz. Biz bu gençlerin gidip gelmesi için de önlemler alacağız. Stadyumun adı da yine Gürpınar Stadyumu olarak kalacaktır” dedi.
Bu arada AKP meclis üyesi Mücahit Birinci tekrar söz almak istedi. Ve söze “başkan korkma ben sizi desteklemek üzere konuşacağım” diye başladı. Başkan buna, “ ben hiçbir şeyden korkmam. Sen bunun için özür dile, sözünü geri al” dedi. Dilersin, dilemezsin tartışması biraz gereksiz uzadı ve başkan gündemi oylamaya sundu. AKP’li grup meclisi terk etti. Terk ederken de meclis kapısının çıkışında izleyicilerle laf dalaşı yaşandı. İzleyicilerden biri “siz yolsuzluğu TOKİ de arayın” dedi. AKP’li bir meclis üyesi de “hadi siktirin” gibi bir şeyler söyleyince epeyce süren bir itiş kakış yaşandı. Sonunda Meclis, gündemi görüşmeye devam etti. AKP grubundan iki meclis üyesi sorularına devam ettiler. Ve sorularından sonra onlar da salonu terk etti. 6. Madde oylamaya sunulurken onlar salondan çıkıyordu. Ancak ret yönünde el kaldırmadıklarından madde oy birliği ile kabul edilmiş oldu.

Gündem 18 madde ve iki komisyon raporundan oluşuyordu. 4 de gündeme alınan yazılı önerge vardı. Benim de saatli işim olduğundan, ben meclisten ayrılmak zorundaydım. Gündemin 13. Maddesi Bizimkent açısından önemliydi. Zira Bizimkent 185 Ada 1 Parselin 1/1000 ölçekli imar planında değişiklik isteniyordu. Bu yerin imarı yoktur. İdari tesis alanı olarak geçiyor ve yıllarca Bizimkent buradan yönetildi. Daha önce, yıllarca AKP’li olan yer sahipleri bu planı AKP’li belediye döneminde geçirememişlerdi. Şimdi CHP’li belediyede bunu çözmek istiyorlar.