26 Aralık 2010 Pazar

BEYLİKDÜZÜ METROBÜS İHALESİ 13 OCAKTA

Metrobüsün Avcıalr - Beylikdüzü etabının ihalesi 13 Ocak’ta yapılıyor. Eğer yeniden değişmez ise bu tarih, bu kez kesin. En azından şimdilik yapılan açıklama ve bir iki kanaldan onaylattığımız bilgi bu.
Neden yeniden değişmez ise dedik. Çünkü daha önce açıklanan ihale tarihi iki kez değişti. 2009 Mayıs’ında yapılacak ihale yapılmadı. 2010 Eylül ayında yapılacak diye açıklamalar yapıldı. Bu açıklamalar bütün basında yer aldı. Halen de bu haberler internette durmaktadır. Ama yine ses seda çıkmadı. Bu kez de ihale tarihi 13 Ocak olarak açıklandı.
Önceki akşam saat 21 sularında Yerel Kulis Gazetesi’nden Cengiz Alçayır aradı beni. ‘’Nusret Bey siz metrobüsle ilgili yazılar yazıyorsunuz. Geçen günkü yazınızı da okudum. Biraz önce İETT Genel Müdürü Hayri Baraçlı ile görüştüm. Beylikdüzü Metrobüs hattının ihalesi 13 Ocakta yapılıyor diye açıklama yaptı’’ dedi.
Dün sabah kalktığımda ilk işim bu konuyu araştırmak oldu. İETT Genel Müdürlüğü’nü aradım. Birkaç yetkiliyle konuştum. Ama Genel Müdür’e ulaşamadım.
Ulaştığım kaynaklardan ve Cengiz Alçayır’dan aldığım bilgileri, Beylikdüzü Belediye Başkan Yardımcısı Tahir Sert ile paylaştım. Bu bilgilerin doğruluğu konusunda fikrini sordum.
Tahir Sert’ten de, ‘’Evet Nusret Bey bu bilgi doğrudur. Ben de İETT Genel Müdürü ile görüştüm, Beylikdüzü Metrobüs hattının ihalesi 13 Ocakta yapılıyor. Bu kesin’’ dedi.
9 Aralık tarihinde yazdığımız yazıda ‘’Beylikdüzü’ne metrobüs ihalesinin eli kulağında’’ diye yazmıştık. Ve Gerçek Gazetesi benim bu haberi ‘’Metrobüs’ten haber var’’ manşet haberiyle duyurmuştu okuyucularına.
Benim daha önce yazdığım ve 9 Aralık tarihli yazımda belirttiğim gibi Metrobüs ihalesi yine seçim arifesine kalacak.
Haziran ayı içerisinde seçimin olacağı mutlak gibi gözüküyor. Belki bu tarih Mayıs ayı sonu da olabilir. Böylece, Ocak ayı içerisinde yapılacak ihale’ye Mart, Nisan gibi start verilecek. Bir ay sonra da seçim var. Dolaysıyla seçim sürecinde, bu kadar gecikme unutulmuş olacak ve seçim propaganda malzemesi olarak kullanılacaktır.
Böylece 2009 Mayıs ayında başlanacak denilen Beylikdüzü metrobüs hattına, iki yıl gecikmeli de olsa 2011 Nisan ayında başlanılmış olacak.
Metrobüs hattı Beylikdüzü için çok mu önemli?
Evet oldukça önemli bir duruma gelmiştir.
Bölgemizde sayıları sürekli artan AVM’ler insanları İstanbul’dan bölgemize çekmeye başladı. Dolaysıyla insan ve araç sirkülasyonu sürekli artan bir bölgede yollar genişlemeyince, trafikte oldukça sıkıntı yaşanmaya başlandı. Eskiden İstanbul’dan gelişte Avcılar’a kadar yaşanırdı trafik sıkışıklığı. Şimdi esas sıkışıklık Avcılar Beylikdüzü arasında yaşanıyor.
Bu bölgede sürekli yüksek katlı binalar yapacaksınız. Toplu Yaşam alanları, ‘’planlı kentler’’ yaratacaksınız. İstanbul’un nüfusunu bu bölgeye yığmaya çalışacaksınız, ama ulaşım alanında buna uygun düzenleme olmayacak. Böyle bir şey elbette mümkün değildi. Bölge insanını canından bezdirdi. Birçok kişi özel aracıyla inmeyecek İstanbul’a ama, başka da çaresi yok. Avcılar Metrobüs son durağında ise yeterli otopark alanı yoktu.
Metrobüs’ün son durağı olacak Beylidüzü Tüyap bölgesinde ise, araç otoparkı açısından sorun yok. Sadece önemli fuar haftalarında dolan bu otoparklar diğer zamanlarda boş durmaktadır.
Evet bu bölge için metro hattı da planlanıyor. Ama onun da ne zaman geleceği konusunda net bir bilgi yok.
Aslına bakarsanız Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da, yaptığı son konuşmalarda sürekli Beylikdüzü Bakırköy metro hattının yapımından bahsetti. 25km olacak bu güzergah ile ilgili açıklamalar yaptı. İnsanlar, ‘acaba Metrobüs hattından vazgeçiliyor da, metro projosi mi yapılıyor’ diye de sorar oldular. Diğer taraftan da metro ihalelerini ve projelerini ulaştırma Bakanlığı yapacak diye de kanun çıktı. Dolaysıyla ortada bir belirsizlik doğdu. İhalesi yapılmış metro hatları bile Büyükşehirlerden Bakanlığa devredilecekken, Başkan Topbaş’ın bu açıklamaları pek anlaşılmadı.
Ancak AKP yetkilileri bu işi siyasi bir karar olarak gördüklerini söylediler ve bu konuda verilen sözler yerine getirilecek dediler.
Doğrusu ben de iyi planlanmış bir metro projesinin bu bölge için daha doğru olduğunu düşünüyorum. Zira metrobüsün Beylikdüzü etabında farklı sorunlar da yaşanacak. Uygulamaya girmiş metrobüs hatlarında küçük rampalarda yaşanan ‘’metrobüsün çıkamama’’ sorunu Haramidere’de fazlasıyla yaşanacaktır. Burada yapılması gereken büyük viyadük projesi uygulanmaz ise bu sıkıntı kaçınılmazdır.
Yalnızca bildiğimiz otobüsler bu alanda çalışacak ve metrobüs denen araçlar bu yolda çalışamayacaktır.
Her şeye rağmen tercihli yol diyebileceğimiz bu metrobüs uygulamasının, bu bölgede yaşanan yoğun trafik sorununa bir miktar çözüm olacağı muhakkaktır.
Umarız bu tarih yeniden ertelenmez.
Nusret Yılmazer
yilmazernusret@hotmail.com

BEYLİKDÜZÜ’NE METROBÜSÜN ‘’ELİ KULAĞINDA’’

Yılan hikayesine dönen Beylikdüzü Metrobüs güzergahı ile ilgili yeni bilgiler öğrendim. Öğrendiğim bilgilerin başında; önceki projede maliyeti artıran birçok özellik yeni projede yok. Dolaysıyla yapımı biraz daha kolay gibi gözüküyor. Bu bilgileri sizinle paylaşmadan önce bu yılan hikayesini ve eski güzergahla ilgili bilgileri kısaca hatırlatalım.
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ilk olarak yerel seçimlerden önce Kıraç’ta yaptığı konuşmada, Metrobüsün Beylikdüzü’ne geleceği sözünü vermişti. Sonra bu sözü çok tekrarladı Sayın Başkan.
Yine AKP Beylikdüzü’nde yerel seçim çalışması yapıyor. Hemen her toplantısında metrobüs sözü var. ‘Bize oy verin ki, Metrobüs Beylikdüzü’ne gelsin. Kadir Topbaş Büyükşehir’de kazanacak. Biz de Beylikdüzü’nde kazanırsak metrobüs Beylikdüzü’ne gelir. Zaten projeler hazır deniliyordu.
Sonra referandum sürecinde tekrar, Metrobüsün Beylikdüzü’ne gelmesi sözleri verildi. Ama söz vermek işin yapılacağı anlamına gelmiyor. Onun için Ben de Hüseyin Şengül de; ‘’Metrobüs artık seçim malzemesi olmasın’’ diye yazılar yazdık.
Beylikdüzü Belediye Meclisinin 02-02-2010 tarihli meclis oturumunu izliyorum. CHP grubu metrobüs’ün Beylikdüzü’ne gelmesiyle ilgili bir önerge vermiş. Bu konuda çalışmaların hangi aşamada olduğunun bilgisini istemişti.
Belediye Başkan yardımcısı Tahir Sert, metrobüs projesini meclis salonunda boydan boya açarak bilgi verdi. ‘’Beylikdüzü Belediyesi ve Esenyurt Belediyesi olarak metrobüs projesi üzerindeki çalışmaları tamamladık. Metrobüsün Beylikdüzü’ne gelmesiyle ilgili projede, her iki ilçemizin sınırları kapsamındaki sorunları çözdük. Yani bu iki ilçede, metrobüs güzergahı ile ilgili sorun kalmadı.’’
‘’Şimdi proje tamamlanıp ihale yapılabilir. Bizim temennimiz 2010 yılı içerisinde metrobüsün Beylikdüzü’ne gelmesidir’’ dedi.
Tanıtılan projeye göre E 5, Hasırcılar’ın önündeki metrobüs durağından sonra yol yerin altına alınıyor. Beylikdüzü Belediyesi önünde tekrar üste çıkıyordu. Beylikdüzü bölgesinde Migros ile Beylizyum arasında, bu bölgede, E5’in üstünde bir meydan yapılarak, yayaların gezi alanı olacaktı.
Ayrıca bölgede iki ayrı köprülü kavşak projesi olacaktı. Biri Migros’un önünde, diğeri de işlevini tam olarak yapamayan Beylikdüzü köprüsünün yenilenmesiydi.
Bu bilgilerden sonra ben 04-02-2010 tarihinde bir yazı yazdım ve BEYLİKDÜZÜ’NE METROBÜS BİRDAHAKİ SEÇİME… dedim.
Sonra ‘’Kaynak sıkıntısı’’ yaşandığı gerekçesiyle, Metrobüsün Beylikdüzüne gelme tarihi belirsiz duruma düştü. 22 Mayıs 2010’da, ‘’kamulaştırma maliyetlerinin yüksekliği’’ gerekçe gösterilerek, bir yıl daha bekleneceği söylendi.
Gazetemiz yazarlarından Hüseyin Şengül bu konu üzerine iki yazı yazdı ve ‘’Metrobüsümü istiyorum’’ kampanyasını başlattı. Sivil Toplum örgütlerine, siyasi partilere, hatta belediyeye çağrıda bulunarak bu kampanyaya sahip çıkmalarını istedi.
Kimseden ses çıkmadı.
Hüseyin Şengül kendisinin pankart açıp, imza toplayacağını yazmıştı.Hüseyin Şengül’ün bu eyleminin ilk destekçisi ben olurum elbette. Bizde adına sivil Toplum örgütü denen derneklerin veya üst birliklerin pek böyle dertleri yoktur. Hatta biraz da, belediyedekiler gücenmesin diye çekingen davranırlar.
Ancak bu iş ne aşamadadır, neler yapılıyor diye de düşünmeden edemiyor insan. Ben de son bir çaba ile bu alandaki çalışmalar ne durumdadır diye yetkililerle görüşmeye çalıştım.
Ulaştırma Daire Başkanlığından aldığım bilgiler resmi açıklama niteliğinde değiller. Resmi açıklama ancak Basın danışmanlığı aracılığı ile yapılıyor. Ancak oradan da öyle tez zamanda bilgi almak kolay değil. Bunu daha önce denediğim için biliyorum. Ben bu kurumda çalışan, konu hakkında yeterli bilgisi olan kişilerden bilgi aldım.
Beylikdüzü Belediyesi’nden ise Başkan yardımcısı Tahir Sert ve Başkan Yardımcısı Ali Gençbay’dan yeni bilgiler aldım.
Ulaşım Daire başkanlığından aldığım bilginin özü; Metrobüs projesi son halini almış, bütün plan ve projeler bitmiş ve şu anda proje Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Adem Baştürk’ün önünde. Her an ihaleye çıkabilir’’
Beylikdüzü Metrobüs güzergahının yeni projesini de gördüm. Yukarıda anlattığım eski projede değişiklikler olmuş. Projenin maliyeti biraz daha düşürülmüş.
Mesela Migros önündeki köprülü kavşak yok olmuş. E5’in yerin altına girmesi, bu yeni metrobüs projesinde yok. Sadece Beylikdüzü Belediye’sinin altındaki çamlık hizasında, elli metre genişliğinde, 150 metre uzunluğunda, adına meydan mı, köprü mü, ne derseniz öyle bir şey var.
Metrobüs duraklarının yerleri de değişmiş. Yeni duraklar, Topkapı’dan Avcılar’a gelişte olduğu gibi E5’in ortasında. Yani Metrobüs güzergahı E5’ten çıkmıyor. Dolaysıyla yeni kamulaştırma alanları pek yok.
Tüyap’ta, araçların otopark sorununu çözeceği otoparkların da yer aldığı, metrobüs son durağı var. BEKO karşısındaki SHEL’in orada bir durak, Bizimkent karşısında, Beylizyum’un önünde, Koçtaş’ın orada ve Hasırcıların orada duraklar var.
Ayrıca Hasırcıların orada, Edirne yönünden gelen araçların, Edirne yönüne dönüşünü sağlayan bir U köprü var.
Peki, bu proje ne zaman hayata geçer sorumuza ise kimse kesin bir tarih vermiyor. Ancak görüştüğüm herkesin ortak fikri; ‘’Her an ihaleye çıkabilir’’in yanında, ‘’en geç Aralık veya Ocak ayı içinde ihalenin yapılacağı’’ doğrultusunda.
‘’En geç Nisan ayı içerisinde başlanacak projenin ise 2011 yılı içerisinde bitirileceği’’ konusunda herkes hemfikir durumda.
Ben 04-02-2010 tarihli yazımda ne demiştim?
‘’Beylikdüzü’ne Metrobüs bir dahaki seçime’’ kalır.
İşte en geç Haziran’da yapılacak seçim öncesi temel atılacak, çalışma başlayacaktır. En azından şu anda net olmasa da, hemen her yetkilinin kanaati böyledir.
Metobüs’ün görüntüsü yok ama sesi uzaktan gelmeye başladı diyebiliriz.
Yazının başlığındaki ‘’Metrobüsün eli kulağında’’ sözü ise, görüştüğüm bir yetkiliye ait.
Nusret Yılmazer

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ NE İŞE YARIYOR?

Birçok akademisyen toplumu eleştirirken hep söylemiştir; ‘’Avrupa’da yaşayan insanların her biri ortalama 5 – 6 derneğin üyesidir. Halbuki bizde insanların çoğu dernek nedir bilmezler.
Sivil toplumun bu örgütlü hali, ülkenin demokrasisi ile yakından bağlantılıdır.’’
Bunu dinleyen olarak biz de üzülür, toplumumuzun bu duyarlılığa sahip olmasını arzu ederdik.
Sonra düşünmeye başlarız, bu ülkede insanlar neden derneklere üye olmazlar diye?
Sonra bizde de derneklerin sayısı arttı. Hemen her ilin, her ilçenin, hatta birçok köy derneği kuruldu. Bu hemşeri derneklerinin amacı dayanışma içinde olmaktı. Bunlardan bazıları gerçekten dayanışmayı, yardımlaşmayı sağladı da. Bir hemşerilerinin cenazesi olduğunda bunu ‘’ait oldukları’’ yere götürmeyi üstlendiler. Yemek verdiler vs.
Sonra değişik adlar altında birçok dernek kuruldu. Bunların çok azı amacına yönelik çalışma gösterdi. Kurulan derneklerin kimisi kumar oynatmak amacı güttü, kimisi de başka çıkar ilişkilerini sağlamak amacı güttü.
Birçoğu ise güzel amaçlar için kurulmuş olsa bile amacı doğrultusunda pek bir çaba göstermedi. Bunların bazıları yönetimdeki kişilerin çapsızlığından kaynaklansa da esas konu, halkın bu derneklere sahip çıkmamasıydı.
Elbette sivil toplum örgütü dediğimiz bu, her bir örgüte halkın büyük katılım göstermesi beklenmemeli. Dünyada da böyle bir katılım yoktur zaten. Ama bu tür dernek veya kurumların üyelerinden amaçları doğrultusunda çaba göstermeleri beklenir. Aksi durumda bu örgütlenmenin amacı sorgulanır, sorgulanmalı da.
Beylikdüzü ilçe olup da resmi törenlere sivil toplum örgütleri katılmaya başladığında, Kaymakam Yusuf Odabaş derneklerin çelenklerini toplu halde koyduruyordu. Yani bu sivil toplum örgütlerinin ismi okunmuyor, çelengini belli bir saygı duruşu gösteriminde bulundurmadan, dernekler arka arakaya çelenkleri anıta bırakıyordu.
Ben de bunun doğru olmadığı konusunda bir yazı yazdım ve bu sivil toplum örgütlerinin duyarlılıklarına saygı gösterilmesini istedim.
Kaymakam Odabaş şöyle demişti: ‘’Adam yedi kişiyi bulup bir dernek kuruyor. Maksat belli alanda sivil toplum faaliyeti yürütmek değil, bu tür yerlerde boy göstermek, kendi reklamını yapmak: Bunun için biz bunları sivil toplum örgütü olarak göremiyoruz’’ dedi.
Ben de bu tür derneklerin yanında işlevi olan sivil toplum kurumaları olduğunu, kurunun yanında yaşın da yanmaması gerektiğini söylemiştim. Sonraki törenlerde önceden kaymakamlık özel kalemine ismini yazdıran her sivil toplum örgütü çelengini, saygı duruşu yaparak anıta koydu.
Beylikdüzü ilçe olalı iki yılı geçti. Beylikdüzü’nde kurulan dernek sayısı bir hayli fazladır. Ama bunlar ne işe yarıyor doğrusu pek bilinmiyor.
Bunların birçoğu Kaymakam Yusuf Odabaş’ın dediği gibi, belli makamlardaki kişilerle görüşebilmek, bu kurumlarda işlerini görebilmek için dernek kurmuşlar, sivil toplum örgütü diye geçiniyorlar. Yaşadıkları kentin sorunları ile pek ilgili değillerdir. Belediyenin verdiği yemek veya kahvaltıda boy gösteririler. Belediyenin yanında, yandaş bir sivil toplum örgütü görüntüsü verirler.
Sivil toplum örgütü elbette belediyeden destek görecektir. Ama bu desteği kişisel olarak değil, derneğin varsa, toplumsal amacını gerçekleştirmek doğrultusunda kullanmalıdır. Mesela bir Kader Mahkumları Derneği var. Her yıl binlerce kitap toplar ve hapishanelere, mahkumlara gönderir. Sessiz sedasız işlevini gerçekleştirir.
Bir de bazı kişiler vardır ki belediyenin yaveri gibidirler. Hep aynı kişiler, aynı toplantılarda boy gösterirler. Başka kimse yokmuş gibi her yere bu kişiler seçilir.
Belki kamu yöneticilerinin işine gelir bu durum. Kendine yakın kişilerin her yerde olmasından memnun kalırlar. Ama inanın bu durum kimseye hayır getirmiyor, o resmi kurumun başındakilere de. Bu sivil toplum örgütü yöneticileri gittikleri yerlerde saygı ve ilgi de görüyorlardır. Ama bunu hak ettiklerini kimse söyleyemez.
Şimdi Beylikdüzü’ndeki bu dernekler iki platform olarak örgütlendiler. Biri ‘’Sivil İnsiyatif’’ adını almış, diğeri, ‘’Sivil toplum Gönüllüleri Platformu’’.
Ben Beylikdüzü ve ülke geneli ile ilgili iki öneri sundum. Beylikdüzü ile ilgili olan ‘’Çok geç olmadan Yeşil Vadi Yeşil olmalıdır’’ idi. Bence Beylikdüzü’nün de, bütün bölgenin de bu projeye çok ihtiyacı var.
Ve asıl olan, bu proje için yakında çok geç kalınmış olacak. Çünkü bu alan elden gidiyor.
Diğer önerim trafikte verdiğimiz kurbanlarla ilgiliydi ve bu konuda bir seferberlik başlatılması ile ilgiliydi.
Beylikdüzü’nün bu güzide sivil toplum örgütlerinden çıt çıkmadı maşallah. Beylikdüzü onlar için ne kadar önemli çok belli oluyor. Sanırım bunların bazıları sadece belediyenin duyarlı olduğu konularla ilgileniyorlar.
Hüseyin Şengül geçen hafta bu sivil toplum örgütlerine hitaben bir yazı yazdı. Yılan hikayesine, hatta seçmen avlama hamlesi olarak kullanılan, Beylikdüzü’ne metrobüsün gelmesi için bir kampanya başlattı, ‘’metrobüsümü istiyorum’’.
Buradan da bu örgütlere seslendi; ‘’Ya sahip çıkın, ya da susun’’ dedi.
Ben de, bunlar zaten hep susuyor, sesi çıkmayan sivil toplum örgütlerine susun demek neye yarar diye düşünmeden edemedim.
Sivil Toplum örgütü denen derneklerin hali bu ise halk neden bunlara ilgi göstersin?
Nusret Yılmazer
yilmazernusret@hotmail.com

2010 YILI BİTERKEN BEYLİKDÜZÜ BELEDİYE MECLİSİ’NDEN SEÇMELER

Beylikdüzü Belediyesi Aralık ayı meclis oturumu bayağı renkli geçti. Belediye meclisi 2010 yılı son meclis toplantısını Cuma günü (10-12-20109) tamamlamış oldu.
5 – 6 yıldır istisnalar dışında belediye meclis toplantılarını hep izledim. Aslında kente dair kararların alındığı bu toplantıları toplumun duyarlı kesimi izlemeli. Bazen komik, bazen trajik komik olaylar yaşanırken, o mecliste, seçilen meclis üyelerinin bu kente nasıl baktıklarını, ne kadar ilgili olduklarını görüyorsun.
Belde belediyesi döneminde, AKP grubu adına Mehmet Kül ile CHP grubu adına Halil Akpınar’ın atışmalarına sahne olurdu meclis.
İlçe belediyesinin ilk döneminde AKP grubundan İbrahim Bülbüllü ile Halil Akpınar’ın tartışmaları geçen dönemi aratmadı doğrusu. Meclis toplantıları oldukça renkli ve hararetli geçiyordu. Ancak bir süre sonra CHP’de bir değişiklik oldu ve CHP grup sözcüsü değişti. Kader Göllü CHP grup sözcüsü oldu. Bu değişiklik de Beylikdüzü belediye meclisinin tansiyonunun düşmesine neden oldu.
Meclis toplantıları ister çok hararetli geçsin, isterse çok durgun. Bu toplantılar ve toplantı gündemleri önemlidir. Toplantı gündeminden kente ne tür hizmet gelecek veya gelmeyecek, kentte nelerin olup bittiğini anlamak mümkün oluyor.
Siyasi parti ilçe başkanlarının meclise gösterdikleri ilgi de, kendi partilerini temsil eden bu meclis üyelerinin ne kadar doğru veya yanlış tespit edildiklerini görmeleri açısından önemlidir.
Hemen her meclis oturumunda CHP ilçe başkanı Ekrem İmamoğlu ile MHP ilçe başkanı Ali Aydın’ı görmek mümkün oldu. AKP ilçe başkanı Celal Babayiğit ise, işlerinin yoğunluğundan mıdır, yoksa belediye yönetiminin kendilerinde olmasından mıdır bilmem, çok az sayıda katıldı meclis toplantılarına.
Belediye Başkanı Yusuf Uzun ise, sanırım iki kez katıldı. Bunlar önemlimidir diye sorarsanız?
Bence önemlidir.
Belediye başkanı ve ilçe başkanları, meclis üyelerinin nelere önem verdiklerini, hangi konuları hararetli savunduklarını, meclise katılarak bizzat görecekleri gibi, bu meclislerde halkın daha çok hangi konulara önem verdiklerini de, bizatihi meclise katılan vatandaşların ilgisinden dolayı görmüş olacaklar.
2010 yılı son meclis toplantısı dolaysıyla yaptığım bu girişten sonra gelelim bu son mecliste konuşulanlara;
Elbette çok şey konuşuldu ancak yukarıdaki uzun girişten sonra bu mecliste konuşulanları biraz kısa vermek durumunda kalacağım.
Meclisin Salı günkü oturumunda belediyede göreve yeni başlayan iki başkan yardımcısı tanıtıldı. Ali Gençbay(İmar’dan sorumlu) ve Efraim Yeşil. (kültür ve sağlıktan sorumlu) Kendileri hakkında meclise kısa bilgiler verdikten sonra meclis gündemine geçildi.
Meclisin gündemi belediyenin rutin işleriydi. Boş personel kadrosu ile komisyon raporlarından ibaretti diyebiliriz.
Bu meclis oturumunda CHP’nin 4 yazılı ve iki de sözlü önergesi oldu. Yazılı önergelerden, ilginç bilgilerin olması beklenen Pazar yerleri ile önerge başkanlık makamına havale edildi. Özellikle Pazar yerinin yanında açılmış olan yöresel ev yemekleri dükkânları ile ilgili bilgiler kamuoyunun ilgisini çekecekti. Zira bu yer ne zaman açıldı, kimlere verildi, ne kadar kira alınıyor, merek edilmekteydi.
Sokaklara isim tabelaları konulması önergesi ise renkli tartışmalara neden oldu.
Gürpınar’da huzur evinin bulunduğu sokağın asfaltlanası gereksiz uzun konuşmalara neden oldu. Bir iki sokağın asfaltlanma talebini uzatacak bir durum yoktu.
‘’HZ. ALİ CAMİ’SİNE YER VAR, HZ. ALİ CEMEVİ’NE YER YOK’’
Sözlü önergelerden biri CHP meclis üyesi İlyas Yavuz’a aitti. Yavuz uzun sayılacak bir konuşma yaptı ve birkaç konu ile birlikte Beylikdüzü Belediyesinin Cem evlerine karşı ilgisiz ve soğuk bakışını anlattı.
‘’Bu belediye önceki dönemde cem evine bir yer verdi. Sonra Kaymakamla birlikte bu yerin geri alınmasını sağladınız. Ve her yerde camilere yer veren belediye cem evine bir yer vermiyor. Hz. Ali camisine yer veriyorsunuz, buna yer var. Ama Hz. Ali cem evine yer yok deyip, yer vermiyorsunuz. Esenyurt Belediyesi de sizinle ayni partinin elinde. Ama Sayın Kadıoğlu cem evlerine yer vermekle kalmıyor, bizatihi cem evlerini yapıyor. Siz neden bir tek cem evi yeri vermiyorsunuz.
Beylikdüzü’nde bir tek cem evimiz var. ( Gürpınar’da) Burada da belediyenin bir tek çivisi yoktur.
Sürekli zarar eden, fesih edilmiş BEYAŞ’a sosyal tesis yapıyorsunuz ama Kültür merkezini yapmıyorsunuz’’dedi.

BELEDİYE MİNİBÜSCÜLERİ EĞİTSİN
İkinci sözlü önergeyi Halim Saral verdi. Saral yaptığı renkli konuşmada, ‘’minibüsçülerin çok hızlı gittiğini, ani fren yaparak ayaktaki yolcuları zor durumda bıraktığını ve özellikle hanımların ve çocukların sıkıntı yaşadığını’’ belirtti.
Saral; ‘’sayın başkan kendim için istemiyorum bunları. Ben gerekirse bu şoförleri zorla imana getiririm.
Ben şoför değilim. Evime ve işime sürekli minibüs kullanarak gider gelirim. Minibüs şoförleri virajlara çok sert giriyorlar. Bunlar trafikte sıkışıklığa neden oluyorlar. Her yerde duruyorlar. Bu şoförler, minibüs odaları ile diyaloga geçilerek belediye tarafından eğitilsin’’ dedi.
Bu konu üzerinde uzun sayılacak konuşmalar oldu. Her parti grubu görüş belirtti.
Esenyurt Belediyesinin bu konuda minibüsçülere eğitim verdiği, üstelik minibüs şoförlerinin giyim kuşamına bile müdahale ettiği bilgisi verildi.
Sonunda bu önerge de, ‘’gerekli çalışma yapılarak meclise bilgi verilmek üzere’’ başkanlık makamına havale edildi.
Beylikdüzü’nün önemli sorunlarından biri de çok miktarda yolun asfaltlanmamış olmasıdır. Beylikdüzü merkez dışında Yakuplu, Gürpınar ve Kavaklı’ da yollar toprak veya stabilizedir.
Bu konudaki önergelere Başkan Yardımcısı Tahir Sert cevap verdi. Sert, ‘’bu yıl 48.000 ton asfalt kullandık, önümüzdeki yıl yüz bin ton asfalt sermeyi düşünüyoruz’’ dedi.
Tahir Sert’in verdiği bilgiye göre; Fen işleri Müdürlüğü’nün bütçesi 20 trilyon muş, 30 trilyona çıkarılacakmış. 100.000m2 park yapılmış, 23.000 ağaç ekilmiş. 60.000m2 otomatik sulama yapılmış.
Ve Beylikdüzü’nde her gün 220 bin ton çöp toplanıyormuş.
Nusret Yılmazer
yilmazernusret@hotmail.com

SİLAH ÜRETİCİLERİ GENÇLERİ SAVUNUYOR!

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir yasa tasarısı var. Silah ruhsatı alma yaşını 18’e indirilmesi öngörülüyor. Ayrıca isteyen 5 ruhsatlı silah alabileceği gibi, silah reklamları da serbest bırakılıyor.
İçişleri Alt Komisyon'dan geçen ve pompalı tüfek kullanma yaşını 21'den 18'e indiren tasarı tepki çekti. Türkiye Büyük Millet Meclisi İçişleri Alt Komisyonu'nun kabul ettiği Silah Kanunu Tasarısı, uzun süre tartışılacak maddeler içeriyor. Pompalı tüfek bulundurma yaşını 18'e indiren ve ruhsat başvurusunda bulunan kişilere ruhsat alana kadar 'geçici izin' veren yasa tasarısı üst komisyon ve TBMM Genel Kurulu'nda da görüşülerek yasalaşacak.
Hükümet ‘’tarım arazilerinin korunması ve avcılık için 18 yaşın doğru olduğunu’’ savunuyor.
Tasarıda silaha erişimi kolaylaştıran bir diğer madde ise sağlık raporu ile ilgilidir. Yürürlükte olan yasa ve mevzuatlarda uzman birkaç doktorun imzaladığı sağlık raporu istenirken, yeni tasarıda tek bir doktorun imzası yeterli kabul ediliyor. Taslağın gerekçe bölümünde ise bu uygulamanın bürokrasiyi azaltmak ve ruhsat alma süresini kısaltmak için tek doktorun raporunun yeterli olduğu ifade ediliyor. AKP'li üyelerin ısrarla savunduğu bir diğer madde de silah reklamlarının serbest bırakılmasıdır. Taslağın ilk halinde av silahlı dışındaki tüm silahların reklamının yasaklanması öngörülüyordu ancak komisyonda bu konuda da değişiklik yapıldı. Silahların reklam ve tanıtımlarının fuar, gösteri ve basılı eser yoluyla yapılması yasak kapsamı dışına çıkarıldı.
Sivil toplum örgütleri, 'Bu durum kitle iletişim araçlarında aleni reklam yapılmaması ilkesine aykırıdır' diyor. Komisyonun CHP'li üyesi Hulusi Güvel de 'Silah bir ölüm aracıdır. Ölüm aracının reklamına izin verilir mi? Bu tümüyle iç piyasa tüketicilerine yönelik, vatandaşın silah almasını özendirici bir düzenlemedir' yorumunu yaptı.
‘Sigara öldürür’ diye yazıp sigara reklamını yasaklıyoruz. ‘Silah yaşatır’ diyerek silah reklamını serbest bırakıyoruz. Yoksa bu silahlar mermi yerine gül mü atıyor?
Amerikan silah üreticileri, Amerikan iktidarını zorladı ve ürettikleri yeni silahları Irak’ta denediler. Irak savaşı, Irak’ın kaynaklarını sömürme iştahı kadar, silah üreticilerinin silahlarını satma çabasının etkisi ile de çıkarılmıştır.
Şimdi de silah üreticileri Türkiye de hükümete baskı yapıyor. Gerekçeleri oldukça ilginç; ‘’neden gençlerimize güvenmiyoruz? Gençlerimize başbakanı, hükümeti seçme imkanı veriyoruz ama silah alma ruhsatı vermiyoruz.’’
Gençler, silah alımı gündeme gelirken kıymete bindi, gençlerin haklarına sahip çıkılıyor.
Gençlerin hakları kimler tarafından savunuluyor?
Silah üreticileri tarafından,
Sizce ilginç değil mi?
Ve bu hükümetin, bu yasa teklifini getirmesi, savunması da bir o kadar ilginçtir.
Yumurta atan gençlere düşman muamelesi yapılırken, aynı gençler ellerinde silah ile dolaşabileceğine göre, bu gençlerin yumurta yerine kurşun atması sağlanmaya çalışılıyor.
Gençlere kıymayın efendiler.
Gençleri silahlanmaya özendirmeyin.
Gençleri silah üreticilerinin hedefi, malzemesi haline getirmeyin.
Bu ülkede yeterince insan ‘’mağanda kurşunuyla’’ ölüyor. Yeni mağandalar yaratmaya, mağanda kurşunuyla ölenlerin sayısını artırmaya çalışmayın.
Hükümet, ‘’tarım arazilerinin korunması ve avcılık için’’ bu tasarıyı savunduğunu söylüyor.
Tarım arazileri pompalı tüfekle nasıl korunuyor anlamak zor. Eğer tarım arazilerine Zarar veren hayvanlara karşı korunmadan söz ediliyorsa; zaten her evde bir av tüfeği var. Bir de aynı evde 18 yaşına gelen gençleri özendirerek silah sayısını artırmanın bir anlamı yoktur.
Ava giden gençlerin de böyle bir sorunu yok. Avcılığı özendirmek de çok doğru bir karar değil zaten.
Hem köylerde gençler mi kaldı ki onlar için yasa çıkarılıyor.
Köy ve kasabalarda, hatta kentlerde pompalı tüfekle işlenen cinayetler az mı görülüyor acaba. Bakın büyük kentlerin varoşlarına, neredeyse her evde bir pompalı tüfek var.
Gençleri silah yerine okumaya özendirin.
Ders kitapları gibi diğer kitapları da ücretsiz hale getirin. En azından kitapta KDV’yi kaldırın. Silah üreticileri yerine, kitap üreticilerinin işini kolaylaştırın.
Ayrıca bu konuda yereldeki Sivil Toplum örgütlerinin de sesi çıkmıyor. Yoksa bu konu onları pek ilgilendirmiyor mu?
Not: Bu yasa, gelen tepkiler üzerine ve zamanın da yeterli olmaması nedeniyle(seçim nedeniyle parlamento bir iki ay sonra tatile gireceğinden) şimdilik ileri bir tarihe bırakıldı. İlerde tepkiler cılız olursa bu kez meclisten geçer. Sivil Toplum duyarlı olmalıdır.
Nusret Yılmazer
yilmazernusret@hotmail.com

VATANDAŞ OF OLMUŞ, DEVLET UYUYOR MU?

Vatandaş birçok konuda soyuluyor. Devlet de buna seyirci kalıyor.
Bu olaylar birçok kişi gibi benim de başıma geliyor. Ben de bu tür durumlarla her karşılaştığımda sormadan edemem; yahu bu ülkede devlet yok mu?
Vatandaşın bir yanlışı olsa, devlet hemen orada bitiverir.
Birçok büyük kuruluş vatandaşı soyar ama kimse onlara hesap soramıyor.
Vatandaş desen o hiç hesap soracak durumda değil. 50 – yüz TL’lik bir haksızlığın, mağduriyetin hesabını sormaya kalksa binlerce TL avukatlık ücreti ödemek durumunda kalacak.
Mesela bankalar müşterilerinden ‘’hesap işletim ücreti’’ adı altında her yıl yüz TL para almaya başladılar. Bunun 50 TL’si ilk altı aylık dönem için, 5 veya 6. ayda alınır. İkinci 50 TL’si de 11 veya 12. ayda alınır. Bu paralar da öyle düz 50Tl olarak alınmaz. 46 küsuru bir ad, 3 küsuru başka bir ada altında alınır.
Bankalar bu ücreti vadeli mevduattan almıyor. Zaten vadeli mevduatın süresi dolduğunda vatandaş vadeyi bozuyorsa, parasını da çekiyor demektir. Dolaysıyla banka bu hesaptan bir ad altında para kesmeye fırsat bulamıyor. Ama vadeli hesap bozulur da vadesize geçerse para, bakın oradan neler kesiliyor.
Bankalar vadesiz hesaptaki paralardan iyi de para kazanır aslında. Çünkü orada biriken paralardan dolayı, banka vatandaşa fiz ödemez. Hem vatandaşın parasını vadesiz mevduatta çalıştırır, buradan para kazanır. Hem de çeşitli adlar altında bu hesaptaki paralardan kesintiler yapar.
Bunlardan biri de hesap işletim ücreti adı altında yapılıyor.
Ne demek hesap işletim ücreti?
Eğer bir işleten varsa, o da bankadır. Banka vatandaşın parasını işletiyor, çalıştırıyor, para kazanıyor. Vatandaş bankada, vadesiz hesapta duran parasını işletmiyor ki. Oradaki para zamansız bir biçimde lazım olursa diye vadesiz hesapta tutuyor.
Eskiden banaklar bu vadesiz hesaptaki paralara yılsonunda faiz verirlerdi. Hangi sürelerde, ne kadar para kalmışsa, ona göre hesaplanır ve ona göre de yeni yılın ilk cüzdan işletmesinde o faiz deftere işlenirdi. BU da, vatandaşın vadesi mevduatını işleten bankanın, bu paradan elde ettiği karın vatandaşa düşen kısmıydı.
Şimdilerde bu faiz verme işi unutuldu. Banka vatandaştan faiz alıyor.
Gerekçesi; ‘senin paranı ben burada saklıyorum, bunun karşılığında da yıllık yüz TL para alıyoruz’ oluyor.
Devlet de, millet de bunun hesabını sormuyor.
Millet soramıyor, sormanın bedeli daha pahalı diye. Gerçi bazı banka müşterileri özel ilişkilerle bu paraları geri alıyorlar. Ama milletin büyük çoğunluğu bu parayı kuzu kuzu ödüyor.
Peki devlet niye sormuyor bunun hesabını? Buradan alınan para toplamda korkunç miktarlara ulaşıyor.
Devletin de işine geliyor hesap sormamak. Hükümet bu işi reklam aracı olarak kullanıyor. Avrupa ülkelerinde küresel krizden dolayı bankalar zor duruma düşerken, Türkiye’de bankalar karlarını katlıyorlar. İşte hükümet de bu durumu reklam aracı olarak kullanıyor. ‘’Bakın ülkemiz krizden etkilenmedi. Bankalarımız sapa sağlam ayakta’’ diye övünüyorlar.
Yani hükümeti soyulan halk değil, batmayan, kar üstüne kar eden kurumlar ilgilendiriyor.
Bu durum ülkeyi iyi yönetmenin göstergesi olarak sunuluyor.
Halk yerlerde sürünüyor. Halk ayaklanmadan, bir yerleri yakıp yıkmadan yerlerde sürüklendiğini hükümetlere kabullendiremiyor. Bu hemen bütün dünyada böyledir.
Elbette biz, halka ayaklanmayı tavsiye etmiyoruz ama halk da kendini siyasi iktidarlara saydırmanın bir yolunu bulmalı.
Bunun için kırıntıyla yetinmekten vazgeçmeli. Her seçim sürecinde dağıtılan çeşitli yardımlarla yetinmemeli.
İnsan gibi, onuruyla yaşamanın mücadelesini vermeli.
Senin partin, benim partim kavgası yerine, kırıntı ile yetinme yerine, siyasete daha duyarlı olmalı, siyasileri daha zorlamayı bilmeli.
Sosyal devletin vatandaşı olmayı bilmeli, kendini saydırmalı.
Herkesin geçim derdine düşmesi örgütlü ve bilinçli davranmayı engelliyor galiba.
Nusret Yılmazer
yilmazernusret@hotmail.com

25 Kasım 2010 Perşembe

CHP’NİN DEĞİŞİMİ ÇOK ZOR OLACAK

22 Kasım akşamı CNN Türk Televizyonu’nda Ahmet Hakan’ın Tarafsız Bölge programını izliyorum. Programda CHP tartışılıyor. Ahmet Hakan’ın tekrar tekrar ‘’bu konu kapandı. Artık böyle bir seçim ittifakı gündemde yok’’ uyarısına rağmen, BDP – CHP seçim ittifakı tartışılıyor.
Programı izleyenler, (programa partinin temsilcisi olarak katılmış izlenimi veren) CHP parti meclisi üyesi Korkmaz Karaca’nın tavrına şaşırıyorlar.
Ben bu Karacayı pek tanımıyorum. Hemen internetten bir tıkladım. Korkmaz Karaca hakkında Twiter da ilginç yorumlar okudum. Bunlardan biri ‘’Korkmaz Kara ca-hil…’’ diye yazmıştı.
Korkmaz Karaca CNN TÜRK’ deki programda acayip agresif ve saygısız bir tavır sergiliyordu. Hiç kimseyi konuşturmuyor dersek, doğrudur. Acayip de ırkçı söylemler içerisinde. Her tarafa yetişiyor, laf ediyor, ağzı kalabalık biri.
Her şey var ama, en kötü CHP’li bile böyle olamaz diye düşünmeden edemiyor insan.
Bu adamı kim almış parti meclisine?
Deniz Baykal mı bir yerlerden bulmuş getirmiş bu adamı bilmiyorum.
Türk Amerikan işadamları vakfı bu kişiye ‘’başarılı genç işadamı ödülünü vermiş. Bill Clinton vermiş ödülü.
Herhalde bu haberlerden etkilenip partiye almışlar.
Sanırım bu ülkede CHP’ye kimse bu kadar zarar veremez.
Bir ara bir başka CHP Parti Meclisi üyesi, Batman Milletvekili Hüseyin Yaşar ile tartıştı.
Sonra CHP’nin eski Genel Sekreteri Fikri Sağlar ile tartıştı.
Bu adamı birileri önermiş ve bu partinin delegeleri de parti meclisine seçmişler.
Bu adamı parti meclisine seçen delegeden de, bunu aday gösteren yöneticiden de hayır gelmez.
İşte CHP’yi %20’lerden yukarı çıkarmayan sebeplerden biri de bence bu tür tercihlerdir.
Bu kişinin ne sosyal demokrat bir partiyle, ne sosyal demokrasiyle bir bağlantısı yok. İnsan haklarından bi haber.
Tartışılan konu BDP - CHP seçim ittifakı olunca konu elbette Kürtler.
Bu adamın aklı halen, ‘’sence PKK terör örgütümüdür, değil midir’’ noktasında. Buradan bir adım öteye de gitmeyi asla düşünmeyen biri.
‘’Güneydoğuda iş makinesi yakıldı, bu terör müdür? Bana bunu söyle’’ söylemine sarılmış, papağan gibi tekrarlayıp duruyor.
Fikri Sağlar ve programa katılan bazı konuklar ona hatırlatıyor;
‘’İyi de AKP’nin Kürt açılımı yaptığı bir ortamda CHP halen bu noktada duruyorsa, CHP bu bölgeden nasıl oy alacak?’’
Sence Kürt sorunu nasıl çözülür sorusuna ;
‘’Bence önce bunları temizlemek lazım, önce teröre bulaşanları temizleyeceksin sonra da ekonomik sorunları çözeceksin’’ diyebilen biri.
BDP – CHP ittifakını vatan hainliği ile eşdeğer gören bir anlayışı var.
Sonunda programa CHP Genel Başkan yardımcısı Gürsel Tekin katıldı. Bütün TV izleyicilerin önünde bu Korkmaz Karaca denen adamı bir güzel azarladı.
‘’Sana bu televizyon programında partiyi tartışma hakkını kim verdi’’ dedi.
Ahmet Hakan’dan bu konuyu kapatmasını rica etti. Ahmet Hakan; ‘’zaten programın sonuna geldik. Zamanımız bittiği için programı kapatıyoruz’’ dedi.
‘’Ama asıl önemlisi siz genel başkan yardımcısı olarak bu parti meclisi üyelerinizi alın bir güzel eğitin. Ama bu televizyon ekranında olmasın’’ dedi ve programı kapattı.
Seçimlere 6 ay kala ana muhalefet partisinin durumu bu. Başın ayaktan haberi yok, ayağın baştan.
Partide çok farklı ses çıkaran, birçok baş var. Veya bu görüntü var.
Bunun yanında, kılıçlarını kuşanmış, dört gözle kurultayı bekleyen ‘’korku imparatorluğu’’ hükümranları var. Partinin bu delege sistemini elinde tutan farklı güçler var.
Evdeki hesaplarının çarşıya uymaması durumunda çıngar çıkaracak bazı güçler var.
Mevcut yönetim bütün bunları aşacak. Huzur bulacak, program hazırlayacak, topluma sunacak ve seçim kazanacak!
Bütün bunları yaşayacak bir yönetim kendi içinde huzuru nasıl bulacak, ne zaman bulacak?
Demokrasilerin sağlıklı işlemesi için güçlü muhalefet partilerine ihtiyaç vardır. Hatta bu şarttır.
Bu seçimde de AKP’nin işi kolay olacak gibi gözüküyor.
Nusret Yılmazer
yilmazernusret@hotmail.com

KATLİAM DEĞİL SEVGİYİ YAŞAMAK İÇİN

Bir bayramı daha geride bıraktık. Bayram sonunda ağzımızda kalan tadlar, yemeklerden dolayı belki oldukça iyidir. Ancak yüreklerimizde kalan çoğunlukla acıdır.
Neden acıdır?
Çünkü geleneksel hale gelen bayramdaki trafik katliamları insanın yüreğindeki sevinci acıya dönüştürüyor.
Her bayramın ilk gününde televizyonlar ve gazeteler başlarlar manşet atmaya; ‘’trafik canavarı yollarda. ‘’
Bayramın daha ilk gününde, hatta daha bayram başlamadan yollara çıkıldığı için, ilk günün ölü ve yaralı bilançosu insanı korkutan boyutlara çıkmıştır.
Verilen bu ilk rakamlar bayramda, ölüm skorunun da nereye varacağı konusunda belirgin bir gösterge olur.
Her bayramda bilinen, kayıtlara geçen rakamlara göre ortalama 150 – 200 kişi ölür. Nitekim bu son bayramda da yine 150’yi aşan ölüm oldu. Bu sadece bayramda yaşanan ve kayıtlara geçen trafik canavarının yarattığı bir ölüm sayısıdır.
Bu rakamlar ortada iken bayram mutluluğundan bahsetmek hiç de kolay olmuyor.
Ağızlardaki tada yüreklerin sevinci katılamıyorsa bayramların tadı olmaz.
Yüreklerimizde böyle bir sevinç yok.
Bu ülkede yılda iki dini bayram yaşanır. Bu bayramlarda genellikle bir haftalık tatiller yapılır. Bir de diğer resmi bayramlarda yaşanan uzun tatilleri de eklersek, her yıl üç bayram tatili yaşıyoruz diyebiliriz.
Bu bayramlarda yıllık olarak toplamda 500 insanımızı trafiğe kurban veriyoruz diyebiliriz.
Bu trafik kurbanlarına bir de bayram dışında, normal yaşamda trafiğe verilen kurbanları ekleyin. Bakalım kurban sayısı kaça çıkıyor.
Bu ölüm rakamına başka hiçbir olayda rastlanmaz. Sanırım bu sayı Türkiye’nin yaşadığı terörde bile hiç bir yıl ortaya çıkmadı.
Hal böyle iken, neden trafik canavarı için etkili tedbirler alınmaz?
Neden olağanüstü hal ilan edilmez?
Diyeceksiniz ki trafik için de olağanüstü hal olur mu?
Peki, her bayramda ülkenin yollarını kan gölüne çeviren bu katliamlar için ne düşünülmeli?
Bayramlarda karayolu ile şehirlerarası aile akraba ziyaretleri yasaklanmalı mı?
Bayramlarda kara yolu ile tatile çıkmak mı yasaklanmalı?
Elbette bunlar pek mümkün değil.
Zaten bunca kilometre duble karayolunu niçin yaptık ki?
Bu sorunu çözmek için elbette bir şeyler yapılır.
Toplumun eğitim düzeyi yükseltilmeli.
Toplumda önce kişinin kendisine, sonra diğer tüm insanlara karşı sevgi ve saygısı sağlanmalı.
Eğer yaşam hakkının kutsal olduğunu (buna kendi yaşamımız dahil) her insanımıza gerçek anlamda anlatabilir, öğretebilir, benimsetebilirsek bu katliamların önüne de geçebiliriz.
Yoksa sadece trafik cezalarını yükselterek bu sorunu çözmek mümkün değildir.
Sevgi ve saygıyı anlatmak için ülke seferberlik ilan etmelidir.
Dini inançları kuvvetli bir toplum gibi duruyoruz.
Binlerce camimiz var.
Bütün okullarda, bütün camilerde, bütün cem evlerinde, bütün kiliselerde, bütün siyasi partilerde, bütün sendika ve derneklerde, kısacası nerde bir sivil toplum ve resmi toplum varsa orada bu eğitimi vermeliyiz.
Bir yılı trafik yılı ilan edip, bu saydığımız sevgi ve saygı ile yaşam hakkının kutsallığını, bir seferberlik halinde anlatmalıyız.
Ancak ‘adet yerini bulsun’ diye yapılmamalı bu çalışmalar. Gerçekten düşünülmüş ve çalışılmış, programlı, planlı bir çalışma yapılmalı.
Öyle olmalı ki ülkenin en ücra köşesindeki vatandaş bile bunu damarlarında hissetmeli.
Açıkgözlü olmanın, kurnaz olmanın yanlışlığını, aklımızı kullanmanın gerekliliğini anlatabilmeliyiz insanlara.
Açıkgözlülük rağbetten düşerse, insan sevgisini aşılayabilirsek bu topluma ve en önemlisi sevmesek bile bütün insanlara saygılı olmamız gerektiğini benimsetebilirse bu topluma işte o zaman bu sorunu çözmüşüz demektir.
Bir yılın sonunda yolda iki araba karşılaştıklarında ikisi de durup, diğerine yol verir duruma gelmeli.
Bunu sağlayınca inanın bu toplumda yaşadığımız başka birçok sorunu da çözmüş olacağız.
Haydi, trafik seferberliğini birlikte başlatalım.
Nusret Yılmazer
yilmazernusret@hotmail.com

13 Ekim 2010 Çarşamba

YEŞİL VADİ YEŞİL OLMALIDIR

Beylikdüzü’nde bir milyon metre kareden büyük bir alan var. Eski adı Beko olan, yeni Arçelik fabrikasının hemen altından başlayıp denize inen bir vadi. Çok doğal bir eğim vardır bu vadide. Bu vadi yeşil falan değildir aslında. Yıllardır toprak döküm alanı olarak kullanılır.
Bu alana Vehbi Orakçı Yeşil vadi adını verdi. Buranın adına festivaller düzenledi, ‘’Yeşil Vadi festivali’’ diye.
Bizimkent’in yanı başındaki bir alna da epeyce bir ağaç ekti. Bu alana bir de ad verdi ‘’Aliya İzzet Begoviç Koruluğu.’’
Vehbi Orakçı bu alana göletler yapacaktı. Vadinin iki tarafına ağaçlar dikilecek ve bu yeşillikler altında oturan insanlar göletlerdeki su hareketlerini izleyeceklerdi. Bu yeşil vadi alanı gerçekten güzel bir yaşam alanı olacaktı. Bu projeyi hayata geçirmek için önce Gürpınar Belediyesi ile birlikte hareket edeceklerdi, ama anlaşamadılar, birlikte çalışmayı beceremediler. Beylikdüzü Belde Belediyesinin de bu büyük projeyi hayata geçirme şansı yoktu.
Sonra Büyükşehir belediyesini kattı işin içine. Hatta kadir Topbaş bile bir iki konuşmasında bu yeşil vadi projesinden bahsetti. Bu Yeşil Vadi Projesini Büyükşehir Belediyesi yapacaktı. Sonra ne oldu bilinmez, Büyükşehir vazgeçti bu projeden.
Elbette maliyeti yüksek bir projedir. Ama yapılırsa, sadece Beylikdüzü’nün değil tüm bölgenin nefes aldığı, içinde çok değişik etkinlik alanlarının yer alacağı çok güzel bir proje olur.
Geçenlerde Beylikdüzü Belediye Başkanı Yusuf Uzunla bu konuyu paylaştım. Başkan Uzun da ‘’projenin gerçekleşmesi halinde çok güzel bir yaşamı alanı olacağı’’ konusunda benimle hemfikirdi. ‘’Ancak maliyetin büyüklüğü göz önüne alınınca biraz daha beklemek gerektiğini’’ söyledi.
Gördüğüm kadarıyla projeye inanıyordu ama maliyeti yüksek olduğundan şimdilik göze alamıyordu. ‘’Yerin proje için çok uygun olduğunu söyledi. Yapılması gerekir dedi, acele etmeden, etraflıca düşünülmüş bir proje olmalıdır’’ dedi.
Vadinin iki tarafına ve zeminine beton dökülecek. Özellikle vadinin iki yanına dökülecek beton sızdırmaz olacak. Denizden başlayarak Arçelik fabrikasına, Beykent altına kadar kademeli göletler yapılacak. Denizden pompa ile basılacak su, ara pompa ile en üst gölete kadar ulaşacak.
Yukardan aşağı, su göletlerin üstünden taşarak yine denize akacak. Böylece bu göletlerdeki su sürekli temiz kalacak.
Böyle bir projeye çevredeki sanayi kuruluşları ve çeşitli sosyal kuruluşlar destek verirler. Gelecek adına, güzel, farklı, daha iyi yaşanabilir bir Beylikdüzü adına müthiş bir projedir.
Küçük projeleri herkes yapar. Önemli olan büyük projeleri hayata geçirmektir. Bir yerel yönetim bu projeye inanırsa yapacağına inanıyorum. Festival ve eğlence etkinliklerine gelen parasal yardımları, yoksullardan başka herkesin faydalandığı çorba evlerine gelen yardımlar bu alana kanalize edilse inanıyorum ki, belki belediyenin kasasından pek fazla bir para çıkmadan bu proje tamamlanır.
Hem bölge yeşil kalır. Hem de bu devasa alandaki ağaçlık, yeşil, bölgenin akciğeri olur.
SİYASİ PARTİLER, SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE YEREL BASINA
Şimdi bu öneriyi öncelikle Belediye meclisinde grubu bulunan siyasi partilerin meclis üyelerine sunuyorum. Sonra da Beylikdüzü’ndeki tüm sosyal kuruluşların, sivil Toplum örgütlerinin, yerel basının bu projeyi desteklemelerini ve gündemlerine almalarını öneriyorum.
Alın size Beylikdüzü’nün yarınına dair bir proje. Bu projeye herkes bir güzellik katabilir. Örnek şehircilik, yaşanabilir şehircilik, çekim alanı bir bölge yaratmak sizlerin elinde. Bu proje, ne kadar ilgi ve destek vereceğinize bağlı olarak hayat bulacaktır.
Bina yapmaya hiç de müsait olmayan bu alanda var olan tüm binalar yıkılsın. Yeni binalar yapılmasın. Yeşil vadi; yeşil ve mavinin iç içe olduğu bir yaşam alanı olsun.
Bu alanda, Vehbi Orakçı zamanında yapılan kamulaştırmalar işe yarasın. Bölgede insanların nefes aldığı temiz ve güzel bir alan yaratılsın.
Haydi Beylikdüzü, bu güzel proje için elleri birleştirelim. Güzel bir kent adına bir zincir oluşturalım. ‘Yeşil Vadi yeşil olmalıdır’ diyelim ve elbirliği ile gerçekleştirelim. Çocuklarımıza yaşanacak, güzel bir dünya bırakmak isteyen herkesi bu projeye destek vermeye davet ediyorum.
Nusret Yılmazer
yilmazernusret@otmail.com

HİÇBİR KEDİ ‘’ALLAH RIZASI İÇİN’’ FARE YAKALAMAZ

Bu Söz CHP Beylikdüzü Meclis üyesi Halim Saral’a ait. Halim Saral bu sözü, Beylikdüzü Belediye Meclisi’nin 8 Ekim tarihindeki toplantısında, Ambarlı Liman yolu üzerinde, Beylikdüzü Belediyesi’nin geçici olarak yaptığı tır parkının çalıştırılması konusu görüşülürken söyledi.
Ambarlı limanından yük taşıyan tırlar ana yol üzerine park ediyor ve trafik açısından oldukça kötü bir durum yaratıyordu. Beylikdüzü Belediyesi de, limana yakın bölgede, mülkiyeti Büyükşehir Belediyesine ait olan bir araziyi düzenlemiş ve bu yol üzerinde bekleyen tırların bu arsa üzerinde park etmelerini sağlamış.
Ancak birileri de, galiba ‘bu tır parkını işletiyor konumunda görev yapıyor ve para tahsil ediyor’ şikayetinde bulunmuş. CHP grubu da meclis başkanlığına önerge vererek bu tır parkının yapılması ve işletilmesi hakkında bilgi istiyordu.
AKP grup sözcüsü İbrahim Bülbüllü konu ile ilgili bilgi verirken, ‘’Bu tırların ana yol üzerinde hem tehlike yarattığını, hem de çirkin bir görüntü yarattığını, bu nedenle belediyenin de, mülkiyeti Büyükşehir Belediyesine ait olan bu arsayı düzenleyerek tır parkı haline getirdiği…’’ bilgisini verdi.
Ayrıca Bülbüllü, ‘’Büyükşehir Belediyesi’ne yazı yazılmış ve buranın bu amaçla kullanılması için talepte bulunulmuş. Ancak şu anda kimse bu tır parkını çalıştırmıyor, yani buraya park eden tırlardan kesinlikle para tahsil etmiyor’’ dedi.
CHP grubu bu tırlardan para alındığı konusunda ısrarcı olunca Bülbüllü, ‘’bu tırlardan para alınmadığı’’konusunda biraz sert tepki gösterdi.
İşte Halim Saral da mecliste kahkahalara neden olan bu sözü bu sırada söyledi. Bu tırların buraya, belli bir nizamda parkını sağlayan birileri var. Birileri burada bir hizmet veriyor gözüküyor. Birileri bu tırlardan para tahsil ediyor.
‘’Sayın Bülbüllü hiçbir kedi Allah rızası için fare tutmaz’’ dedi.
Bu tır parkı ile ilgili bu tür bilgiler bana da gelmişti. Ama biz de, henüz tamamlanmamış olan bu parktan, belediyenin şimdilik bir düzene bağlı olmadan bir hizmet verdiğini ve bunun karşısında bir ücret aldığını düşünerek konu ile fazla ilgilenmemiştik. Meğer belediye hiçbir şekilde bu parktan ücret almıyormuş.
Belediye meclisinde, Bu parkın araç giriş - çıkışlarının da doğru yerden verilmediği ve bunun nedenleri hakkında bazı bilgiler de verildi. Halil Akpınar ‘’bu arsanın Büyükşehir Belediye Meclisinde, İDO şirketine tahsis edildiği’’ bilgisini veridi. ‘’Bu oylamada CHP’nin ret oyu kullandıklarını, AKP’li üyelerin evet dediklerini’’ söyledi.
Ambarlı Limanı yanına yeni bir Liman yapılacak ve bu alan da bu limanın deposu olacakmış. Buradan da Ömerli köyündeki ana depoya mal taşınacakmış.
Yani bu arsa İDO şirketininmiş ve Beylikdüzü Belediyesi’nin buradaki çalışmasının, düzenlemesinin de bir anlamı yokmuş. Belediye bu alanı geçici düzenlemiş oldu. Buradaki tırlar da, İDO’nun arsasına sahip çıkacağı ana kadar burada kalmak durumundaymış.
Bu tır parkı oldukça işe yaramıştı. Üç partinin meclis üyelerinin hemfikir oldu konu buydu. Gerçekten de Ambarlı Limanı yolundaki çirkin görüntüler yok olmuştu. Hem de çok önemli bir trafik sorunu ortadan kalkmıştı. Üstelik yol üzerine park eden tırların şoförlerinin, bu yol boyunda yarattığı önemli sorunlar vardı. Çevre halkı bu konuda son derece şikayetçiydi. İşte bu arsadaki tır parkı düzenlemesi bu sorunları ortadan kaldırmıştı. Ama onun da kalıcı olmama gibi bir durumu var. Umarım bir yolu bulunur ve buradaki tırların tekrar eski görüntüleri yaratmasına engel olunur.
Konunun tam olarak açıklanması için önerge oy birliği ile başkanlığa havale edildi.
Ben de, Halim Saral’ın söylediği bu anlamlı söz unutulmasın diye, bu sözü yazımın başlığına taşıdım. Çünkü bu tır parkında birileri para kazanıyor. Bu tırlar kendi kendine park etmiyor. Burada bir hizmet var ve bu hizmet Allah rızası için yapılmıyor.
Belediye meclisinde çok konu konuşuldu. Bunlara da ayrıca değineceğiz. Ama bugünkü yazımız kedilerin fare yakalamalarındaki amaçları doğrultusunda olsun istedim.
Kediler Allah rızası için fare yakalamazken, kurumlar Allah rızası için, veya toplum hakkı için iş yapmaz mı?
Nusret Yılmazer
yilmazernusret@hotmail.com

YENİ ANAYASA VE TÜRBAN SORUNU

Referandum sürecinde Başbakan Erdoğan’ın Diyarbakır’da verdiği yeni anayasa yapma sözü şimdi gündemde. Bu anayasa ile ilgili gelişmeleri ibretle izliyoruz. CHP; MHP ve BDP anayasa çalışmalarına ‘’hemen başlansın’’ derken AKP, ‘’hemen olmaz seçimden sonra’’ diyor.
Çok açık ki AKP, yeni anayasa taahhüdünü önümüzdeki genel seçimlerde oya dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Bunun için acele davranmak istemiyor. CHP ile tüzük değiştirme polemiğine girmektedir.
CHP tüzük değiştirebilir veya değiştiremez. Bu CHP’nin sorunudur. Ama yeni anayasa Türkiye’nin sorunudur. İktidar bu çalışmayı hemen başlatmaktan kaçınmamalıdır. Siyasilerin neyi ne kadar istedikleri, söylemlerinin samimi olup olmadığı buradan anlaşılır.
Toplumun bütün kesimleri yeni anayasaya hazırdır. Ülkenin işçi ve işveren kuruluşları, demokratik toplum örgütleri ve üniversiteler bu doğrultuda çalışmalılar. Yasama organı da bu konuda çalışmalarını başlatmalıdır. AKP bu süreci uzatmak için, seçime yetişmemesi için oyalama içerisine girmemeli, diğer partiler de seçimden önce olsun diye alel acele bir anayasa taslağında ısrarcı olmamalıdır.
Anayasa toplumun uzlaşma metini olacaksa ona gereği kadar önem verilmelidir. Bunun için bütün siyasiler önyargılarından kurtulmalı ve dayatmalardan vazgeçilmelidir.
Yeni anayasa her kesim için, toplumun bütün katmanları için özgürlük getirmelidir. Bu ülkenin yurttaşlarının tümünü kucaklamalıdır. Bunun için anayasanın ilk üç maddesi dahil tümü değişmelidir. Yeniden, yeni bir anayasa yapılmalıdır. Tamirat ve tadilatlarla uğraşılmamalıdır. Mevcut anayasanın şurasına dokunma, burasından geç gibi düşüncelere yer olmamalıdır.
Öyle anlaşılıyor ki yeni anayasa hazırlığına başlansa bile ana muhalefet ile iktidar arasındaki en önemli sorun türbana özgürlük konusu olacaktır. Zaten zamansız bir şekilde, bu aşamada yeniden gündeme getirilmesini anlamak da zordur. CHP neyi düşündü de türban konusunu ortaya attı bilmiyorum.
CHP bu konuda tutarlı bir politika üretmiyor. Türban sorununu biz çözeriz diyor ama saçın neresinin görünüp görünmemsine takılıyor. Yok, İran’da başörtüsü böyle bağlanır, Pakistan da şöyle bağlanır gibi kıstaslar oldukça gereksizdir. Kim nasıl istiyorsa saçını öyle bağlar.
Zaten kaç yıldır türban yasağı var da ne oluyor. Kızlar okula girerken başlarına, tabiri caiz ise bere takıp derse öyle giriyorlar. Okuldan mezun olan kızlar ne yapıyor? Çalışmıyor mu? Artık çalışıyor.
Geçenlerde Abim trafik kazası geçirmişti ve gecenin bir saatinde Haseki hastanesine gittim. Genel cerrah olan hanım başörtülüydü. Birçok hasta yakını onu hastabakıcı veya bir çalışan zannedip, kendilerine bu yönde yardımcı olmaları için sorular soruyorlardı. Doktor hanım da her seferinde kendisinin doktor olduğunu söylemek ve soruları soracakları yeri göstermek zorunda kalıyordu. Gördüğüm kadarıyla çok da sorumluluk sahibi bir doktor ve iyi çalışıyordu.
İnsanların ona başka konularda soru sormasının nedeni ise başörtülü bir doktora alışmamış olmalarındandı. Yarın bu doktorların sayısı arttığında halk buna alışacak ve bir garipsenme olmayacaktır.
Diğer taraftan CHP türbanla okumaya karşı, türbanla çalışmaya karşı diye ne oluyor diye bakmak lazımdır. Yukarıdaki örneklerin sayısı oldukça faladır. Demek karşı olmak pek işe yaramıyor. İnsanların temel haklarını süresiz olarak engelleyemezsin.
Zaten işe yaramamalı da. Bizde toplumun birçok kesimiyle birlikte dini inancından dolayı bazı kesimler de haksızlığa uğramıştır. Bu haksızlık günümüzde en aza inmiştir.
Yeni anayasa ile bu kesimin kısıtlanan hakları da güvence altına alınmalıdır.

Türban ya da başörtüsü kavramlarına takılmamalı. İnsanların giyim kuşamları ile devlet uğraşmamalıdır.
Devletin kurumlarının uygulamaları da iktidarda bulunan zihniyete göre değişmemelidir. Yıllardır üniversitelerde türbanı yasaklayan YÖK, değişen hiçbir şey olmamasına rağmen bu uygulamadan vazgeçti. Diğer kurumlarda da buna benzer uygulamaları çok görüyoruz.
Onun için yeni anayasa yapılırken bütün özgürlükler evrensel değerlerde ele alınmalı. İktidarların zihniyetine göre keyfi uygulamalara da izin verilmemelidir.
Nusret Yılmazer
yilmazernusret@hotmail.com

REFERANDUM SONUÇLARI ÜZERİNE

Bir referandumun daha sonuna geldik. Siyasilerin anlaşamadığı durumlarda halka sorulma yoluna gidilmesi siyasileri heyecanlandırsa da bazılarını kaçınılmaz olarak üzecektir.
Bu referandumda da iktidar partisi sevinmiş, iki büyük muhalefet partisini üzen sonuçlar ortaya çıkmıştır.Bir de farklı bir muhalefet partisi var ki, basının çok önemli bir kesimi bunu sürekli görmezden geldi. Bu siyasi partimiz referandumda evet, hayır seçeneğine ilgi göstermedi. Bu referandumun kendi seçmenlerine, Kürtlere bir şey getirmediğini ve iktidarın da kendilerini dikkate almadığını söyleyerek, referandumu boykot ettiler.
Bu boykotun, diğer bölgelerde ne kadar etkili olduğunu anlamak zor olsa da, kendi bölgelerinde etkili olduğu açıkça görülmektedir.
Bu şunu göstermektedir ki; öncelikle iktidar bundan böyle BDP’yi dikkate almak durumundadır. ‘Ben seni tanımıyorum’ türü davranışlar hiç de işe yaramamaktadır. Eğer amaç daha iyi bir demokrasi ise ve hele bu demokrasiyi Kürtler için getirdiğini iddia eden bir iktidar varsa ki Kürt açılımı bu iktidarın yol haritasıdır. Öyleyse bu sorunu da onlarla birlikte çözmek gerekmektedir. Zaten doğrusu da budur. Bir soruna çözüm yolu aranırken, o sorunun asıl muhataplarını dikkate almadan, o sorunu çözmeye çalışmak, başarısızlığa giden çıkmaz bir sokağa girmekle aynıdır.
Umuyorum bundan böyle iktidar bu hatadan vazgeçecektir.
Başbakan Erdoğan’ın referandum sonuçlarının açıklandığı akşam yaptığı açıklama bu konuda ümit vericidir. Zira Başbakan hem boykotçuların, hem de hayırcıların mesajını aldığını söylemiştir.
Ayrıca Başbakan bu açıklamasında, yapılacak yeni anayasa çalışmasında muhalefet ile birlikte hareket edeceklerini de açıkça söylemiştir. Bunu ne kadar yerine getirecekler bunu da zaman gösterecektir.
Benim için önemli olan bir tespit de ana muhalefetin de bu referandum sonuçlarından bir ders çıkardıklarını söylemesidir. Hem Kemal Kılıçdaroğlu, hem de Gürsel Tekin, yine ilk akşamki açıklamalarında bu konuda gereken ikazı aldıklarını söylemişlerdir.
CNN Türk’deki bir TV programında Cüneyt Ülsever’in Gürsel Tekin’e yönlendirdiği, ‘’Siz mi halkı anlamadınız, halk mı sizin söylediklerinizi anlamadı’’ sorusuna Tekin, ‘’Hayır, biz halkı anlamdık’’ karşılığını vermiştir.
Ben bunu önemsiyorum. Çünkü ana muhalefetin, üstelik adı solcu olarak anılan bir muhalefetin, demokrasi ve özgürlükler konusunda muhafazakâr bir partiden geri kalması bu ülkeye çok şey kaybettirmekteydi. Bu muhalefetin bunu görmesi, buna göre yeni politikalar üretmesi gerekiyor.
Hayır oyu verecek birçok kişi, ‘’hayır oylarının fazla çıkması halinde iktidarın ve özelikle Başbakan’ın kendisine çeki düzen vereceğini’’ savunduklarını biliyorum. Ben de bu kadar, hatta bundan da önemli olanın muhalefetin de kendisine çeki düzen vermesi gerektiğini savundum.
Ben bu referandumda %45 – 55 gibi, ‘evet’in lehinde bir sonucun çıkacağını sanıyordum. Ama sonuç benim tahminimin de ötesine geçerek % 42 – 58 oldu. Burada seçime katılmayan %23’lük de bir toplum kesimi var. Bunu da hiçbir zaman unutmamak lazımdır. Benim değerlendirmeme göre bunun %10 civarı ‘’boykot’’tan katılmamıştır. Çünkü sadece BDP boykot etmemiş, değişik toplum kesimlerinden insanlar da bu boykota katılmışlardır.
Sonuçta ülkemiz için hayırlı olacağına inandığım bir sonuç çıkmıştır. İnanın bundan böyle her şey daha iyi olacaktır.
Bu sonuca üzülen ana muhalefet açısından da hayırlı bir sonuç olmuştur.
10 ay sonra yapılacak genel seçimlerde muhalefetin söylemlerine baktığınızda bu söylemlerin ne kadar değiştiğini göreceksiniz. Bu referandum sürecinde ancak genel aftan söz edebilen ana muhalefet, bakın o seçimlerde demokrasi adına nelerden bahsedecekler.
Benim beklentim, CHP söylemlerinde AKP’nin önüne geçeceği yönündedir.
Bunun için diyorum ki, her şey daha iyi olacak ve bu sonuçlar ülkemiz adına hayırlı sonuçlardır.
Nusret Yılmazer
Yilmazernusret@hotmail.com

AVCININ KAÇMA İHTİMALİ Mİ VARDI, TUTUKLANDI

Hanefi Avcı’nın tutuklanması üzerine toplumdaki zihin karışıklığı devam ediyor. Zihinlerin karışmaması da pek mümkün değil. Zira 30 yıllık milliyetçi, muhafazakar polis şefi komünist bir teröristmiş de kimsenin haberi yokmuş.
Devletin, çok önemli merkezlerde güvenliğini teslim ettiği bu kıymetli polis müdürünün Devrimci karargah örgütünün elamanı çıkması kolay anlaşılacak bir durum değildir.
Kafası karışan hemen herkesin, Avcının kitabını okumadığını düşünüyorum. Zira kitaptaki bazı soruların cevabının niçin verilmediği pek merak edilmiyor. Edilmiyor çünkü bu sorular pek bilinmiyor.
Kitapta başka konular da var. Ancak emniyetteki cemaat örgütlenmesi ve bunların faaliyetleri hakkında dikkat çekilen noktaları kısaca bir özetleyelim.
-‘’Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı'nda devletin envanterinde gösterilmeyen özel dinleme aletleri var.’’ Bunun ne demek olduğunu düşünmek gerekir.
- ‘’Şahıs ismi ve telefon numarası vermeden, sadece telefon aleti (IMEI) üzerinden İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından bir sürü telefon dinleme izni alındığını Bu dinlemeler bu yıl başında TİB Başkanı'nın Adalet Bakanı'na bizzat bildirilmiştir.’’
-Avcı kendisinin nasıl illegal dinlendiğini bizzat Adalet Bakanı'na ayrıntısı ile anlatmıştır.
-‘’Yargı, Emniyet İstihbarat ve KOM'a yerleşip, kanunları hiçe sayarak illegal dinleme yapan, belgelerde tahrifata başvuran cemaate mensup ve aralarında “hasımlarını” tasfiye etmek için işbirliği yapan kişiler olduğu, ilgili yetkililere dilekçeler ile bildirildi.’’
-Bilgi verilen yetkililerin İçişleri, Adalet Bakanı, Başbakan Müsteşarı, Başbakan Başdanışmanı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, Özel Mahkeme Başsavcı Vekili ve Emniyet Genel Müdürü olduğu belirtilmektedir.
-Buna rağmen 28.01.2010 tarihinde Emniyet Genel Müdürü'nün Avcı’dan, İçişleri Bakanlığı'na verdiği dilekçesini geri çekmesini istediği bilgileri vardır.
Devlet bu bilgiler hakkında herhangi bir işlem yapmadığı gibi bizzat Emniyet müdürü Hanefi Avcıdan konu ile ilgili dilekçelerini geri çekmesini istiyor. Bu kimseye garip gelmiyor mu?
Bunarlı herhangi bir vatandaş söylemiyor. Bunların olduğunu bir emniyet müdürü öylesine bir yerde de söylemiyor. Bizatihi dilekçe vererek araştırılmasını istiyor.
Hem de dilekçesinin işleme konması için her yetkiliye başvuruyor.
Hani dinlemelerden başbakanımız da rahatsızdı ya. Hani özgürlükler yaygınlaşacak ve kimse bu tür gayri yasal uygulamalara maruz kalmayacaktı ya. İşte bu iktidar döneminde bu gayri yasallıkların yapıldığını ve bunların araştırılmasını eski istihbaratçı, emniyet müdürü bizzat söylüyor, belgelerini veriyor. Ama kimse ilgilenmiyor.
Sonra Ali Tarakçı köşesinde, ‘’Gülen Cemaati’nin gereğinden fazla büyütüldüğünü’’ yazıyor. ‘’Yeni bir korku yaratılarak, 90 yıllık korku cumhuriyeti gözümüzde aklanmaya çalışılıyor. Kendi adıma söyleyeyim. Yemezler’’ diyor.
90 yıllık Cumhuriyette hangi korkunç olayların yaşandığı açığa çıkıyor. Hanefi Avcı da kendi kitabında bu doğrultuda neler yaptıklarını ve bunların yanlışlığını sonradan kavradığını yazıyor. Yani Avcı 90 yıllık korku cumhuriyetini aklamaya çalışmıyor. Tam tersine bunu tescilliyor. Hatta bu konuda askerin kendi mesleğinden uzaklaşarak siyasetle ilgilenmesinden kaynaklandığını da yazıyor. Yani bu kanunsuzlukların arkasında askerin olduğunu da yazıyor.
Korku Cumhuriyeti yaratanların, Ergenekoncuların yargılanması gerektiğini ve bir daha bunların yaşanmamsını istediğini de belirtiyor.
Peki, derin devlet bu kadar korku yarattı. Şimdi başka güçlerin bu korkuları yaratmak istemeyeceğine neden inanılmak istenmiyor.
Komplo teorileri ilahi tek taraflı mı üretilmeli. Bu teoriler birileri için doğru, başkaları için doğru olamaz mı?
Yukarıdaki soruların cevabını aramayanların hala birilerini aklama gayreti içine girmesi toplumun bir bölümü tarafından kuşkuyla karşılanıyor.
Bir istihbaratçı, emniyet müdürü bunları yazıyor ve araştırılmasını istiyorsa ve bunların araştırılması yerine bu kişiye komplolar kuruluyorsa düşünülmesi gerekmez mi?
Hele basın toplantısı yapıp bütün bunları açıklayacağım demesine rağmen, buna fırsat verilmemesi, iki gün önceden tutuklanması ne anlama geliyor.
Hanefi Avcı kaçma ihtimali olan birsimidir ki tutuklandı?
Nusret Yılmazer
yilmazernusret@hotmail.com

BİR GÜN SES ÇIKARACAK KİMSE KALMAYACAK

Bir takım yazar ve çizerin, gazetecinin tutuklanmasına artık Cumhurbaşkanı Gül ve Bülent Arınç bile itiraz eder oldular. Özel yetkili mahkemelerin DGM’ler gibi çalıştığını söyleyen bir Cumhurbaşkanı var. Gazeteci ve yazarların hiçbir koşulda tutuklanmaması, çok gerekliyse para cezası verilmesi gerektiğini söyleyen bir Başbakan Yardımcısı, Bülent Arınç var.
Ama birtakım eski solcu yazarlar halen bunları söyleyemiyor. Takılmışlar Ergenekon kervanına, bu toz dumandan hiçbir şey görmüyorlar. Kurunun yanında yanan yaşları bir türlü görmek istemiyorlar. Nedendir bu inat bilemiyorum.
Bu kadar uzun soruşturmadan, özellikle gazeteciler hakkında halen net, tek bir şey çıkmadı.
Elbette geçmişteki derin devlet uygulamalrını, Ergenekon’un bütün sanıklarını aklamak gibi bir amacım yok. Mutlaka faili meçhullerin, bombalamaların, darbelerin ve bilumum eşkıyalıkların hesabı sorulmalıdır. Ama bu hesaplar sorulurken başka eşkıyalıkların, hatta yeni karanlık güçlerin derin uygulamalarına da göz yumulmamalıdır.
AKP iktidarı önemli bir süre devlete tam olarak hakim olamadı. Bunu anladık. Devlet 8 yıldır bu iktidarın elinde. Ve şu anda devlete tam olarak hakimler. Eğer amaç demokrasiyi tam olarak oturtmak ise bu kadar hukuksuzluk niye?
Şimdi bu hukuksuzluğa bir de Hanefi Avcı eklendi. Hanefi Avcı olayında özellikle birçok eski solcu yazar Avcı’nın kitabındaki kanunsuz dinlemelere, emniyet içindeki gizli örgütlenmelerle ilgilenmiyorlar. Kitabın yayınlama tarihine dikkat çekiyorlar. Buradan yola çıkarak Avcı’nın Ergenekoncu olduğuna, onlara hizmet ettiğini söylüyorlar.
İyi de Avcı’nın bugünkü iktidarı suçlayan birtakım iddiaları var. Neden kimse bu derin devlet, Ergenekon benzeri uygulamalar olan dinlemelere ve bu dinlemelerin gayri yasal olmasına bakmadan yapılan tutuklamaları sorgulamıyor?
Bu gayri yasal telefon dinlemelerde elde edilen bilgiler, nasıl oluyor da hükümete yakın basın yayın organalrında hemen yer alabiliyor. Bu, bir değil, iki değil. Sistemli bir uygulama algısı yaratmıyor mu?
Eğer geçmiş sorgulanacaksa demokrasi içinde sorgulanmalı. Karanlık dönem sorgulanırken, yeni karanlık odaklar hüküm sürüyor ve karanlık uygulamalar yapılıyorsa bu toplumda güven oluşmaz.
Hele adaletin buna çok dikkat etmesi gerekmez mi? Siyasi iktidar bu yapılanların seyircisi olmalı mı?
Aksi takdirde şu ünlü sözü hatırlatanların sayısı her gün artacaktır.
İktidarı eleştiren, yanlışlarını, maksatlı uygulamalarını dile getiren, bu doğrultuda ses çıkaran herkesin boynuna bir yafta takılıp içeri atılıyor. Toplum bu yapılanların yanlışlığını söyleyemeyecek duruma gelecek.
Ve bir gün bu iktidarın her yaptığını alkışlayan eski solculara da sıra gelecek.
İşte o zaman ses çıkaracak kimse kalmayacak.
Ben kimseyi şeriat tehlikesiyle korkutmak istemiyorum. Asla böyle bir amacım yoktur. Sadece yapılanların da sorgulanması gerektiğini vurgulamak istiyorum.
Kimsenin yüreği bu kadar, tek taraflı sağır olmamalıdır.
Referandum süreci artık bitmiştir. Referandum sürecini etkilemek için çıktıysa Avcı’nın kitabı, amacına ulaşamadı. O halde neden ilgisiz bir suçtan, hatta deli saçması bir suç gerekçe gösterilerek şimdi tutuklandı? Avcı’nın Devrimci Karargah örgütü ile ilişkisi olacağına inanan bir tek kişi var mıdır acaba?
Referandumda evet diyen benim gibi birçok kişi buna kayıtsız kalamıyor. Vicdanları rahatsız ediyor.
Hanefi Avcının kitabında ortaya attığı iddiaları cevaplayamayanlar Avcı’yı tutukladılar. Nasıl olsa susturmayı başardık diye sevindiler. Ama bu tutuklama ile Hanefi Avcı’nın iddiaları doğrulanmış olmuyor mu?
Bir dönem MİT ve silahı kuvvetleri karşısına alabilen bu istihbaratçı emniyet müdürü Ergenekoncu olabilir mi?
Ve bugün bu adamı kim susturuyor?
Bu önemli değil mi?
Diyelim ki Ergenekoncuların elinde Avcı’nın herhangi bir açığı ile ilgili bir belge vb. bir şey vardı. Bundan dolayı da Avcı bunlara destek olmak zorundaydı. Avcı siyasi iktidarın bu güçlü zamanında buna pabuç bırakırımıydı? Bir zamanlar içinde bulunduğu veya sempati duyduğu cemaat bu kadar güçlü iken ve iktidar üzerinde bu kadar etkili iken!
Bir zamanlar mücadele ettiği Ergenekonculara son darbeyi vurmaz mıydı?
Bu ortamda Ergenekoncuların borusu ötmüyor. Hepsinin üzerine heyelan düştü.
Her türlü hukuksuzluğu dile getirene Ergenekon yaftası vurmak moda oldu.
AKP içinden çıkmış bir Cumhurbaşkanı bile, ‘’En sert tartışmaların yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı etrafında sürdürüldüğünü, bu konuda bir saflaşma olduğunu görüyoruz. Yargılama sürecindeki gecikmenin sebebi ne olursa olsun tutukluğu fiili bir mahkûmiyet durumuna dönüştürülmemesi gerekir’’ diyorsa basın, sorgusuz sualsiz tutuklamaları bu kadar rahat savunmamalıdır.
Nusret Yılmazer
Yilmazernusret@hotmail.com

25 Nisan 2010 Pazar

BEYLİKDÜZÜ’NÜN GENİŞ BİR TÖREN ALANINA İHTİYACI VAR

Her yıl bu resmi bayram kutlamalarında benim pek benimsemediğim ve her defasında eleştirdiğim bir organizasyon yaşanırdı. Resmi çelenkler anıta, belli bir saygı gösterisi kapsamında konulurken, sivil toplum örgütlerinin çelenkleri ‘’ve diğer çelenkler’’ denilerek bir sürü psikolojisi kapsamında, çelenkler neredeyse üst üste atılıyordu. Bunu da hem kutlanan güne, hem de sivil toplum örgütlerine büyük saygısızlık diye düşünüyordum.
Ben de her törenden sonra bu yapılanın ne kadar yanlış olduğunu Beylikdüzü Kaymakamı Sayın Yusuf Odabaş’a anlatmaya çalışıyordum.
Odabaş da; ‘’gelen çelenklerin basitliğini ve birçok kurumun sırf reklam amaçlı çelenk koyma isteminden bahsederek, çok basit ve çirkin çelenkler yapılıyordu.Bunun önüne geçmek için ve çok da zaman kaybetmemek için böyle bir uygulama yaptıklarını’’ anlatıyordu.
23 Nisan kutlamasında bu kez bir farklılık yaşandı. Kaymakamlık bu kez, kutlama ile ilgili bir kitapçık hazırlamıştı. Bu kitapçıktaki bilgiler doğrultusunda, önce törene katılacağını yazılı olarak kaymakamlığa bildiren, tüm resmi ve sivil kurumlar, dernekler protokol uygulamasıyla ve aynı saygınlık ölçüsünde Atatürk Anıtı’na çelenklerini koydular.
Ben saydım 19 adet çelenk vardı Atatürk anıtında. Çok fazla da bir zaman alamdı zaten bu çelenklerin anıta konulması. Çelengi koyacak dernek veya sivil toplum kurumunun adının okunması kimseye bir şey kaybettirmedi. Belki sivil toplum örgütü veya derneklere de bir şey kazandırmadı. Ama bütün sivil toplumun, aynı saygınlıkta çelenk koyma hakkı tanınması, hem bayrama, kutlamaya, hem de insanlara verilen değerin resmi kurumlarla eşit olduğunu gösterdi. Bayram resmi olduğu kadar halkın da oldu.
Ben de bu uygulamayı başlattığından dolayı Sayın Odabaş’ı kutladım. Törene katılan tüm sivil kurumların yöneticilerinin ne kadar memnun kaldıklarını aktardım. Odabaş da, ‘gönüllerinin çok geniş ama yerlerinin dar olmasından bahsederek tören alanının darlığını işaret etti.

BU MEYDAN BİR AN ÖNCE YAPILMALI
Beylikdüzü’nde resmi bayramlarda çelenk koyma töreni; belediyenin önündeki Atatürk Anıtı’na çelenk koyma ile başlıyor. Burada saygı duruşunda bulunulduktan sonra Atatürk Bulvarı, Fatih Sultan Mehmet Camii önündeki tören alanında da halk kutlamaları yapılıyor.
Ben birçok kez hem Kaymakam Odabaş, hem de Belediye Başkanı Yusuf uzun ile bu konuyu görüştüm.
Madem Belediyenin önündeki alan küçük geliyor ki gerçekten de küçük. O zaman Atatürk Bulvarındaki bu tören alanı düzenlensin. Buraya bir Atatürk büstü konulsun. Törenlerde saygı duruşu da burada halkla birlikte yapılabilsin. Ve sonrasında da kutlamalar buradan devam etsin.
Beylikdüzü’nün böyle bir tören alanına şiddetle ihtiyacı var. Bunu Belediye başkanı dahil herkes kabul ediyor. Kentin merkezinde de böyle bir alan var. Zaten şu anda da halkın katıldığı tüm törenler burada yapılıyor. O halde bu alan güzel ve işlevsel olarak bu amaç için hazırlanmalıdır.
Bunun için beklenen nedir doğrusu anlamakta zorluk çekiyorum.
Geçenlerde Sayın Uzun ile yine bu konuyu koşuyorduk kendisine sordum; ‘’Sayın başkan bu alanı yeniden düzenleseniz, altına birkaç katlı otopark yapsanız, kentin bu bölgede böyle bir yer altı otoparkına da ihtiyacı var zaten. Hem de yanında cemaati oldukça fazla olan büyük bir camimiz var. Bu alan güzel ve estetik olarak düzenlense, camiden çıkan insanlar bu alanda dinlenir, oturur. Hem de resmi törenler de bu alanda kutlanır.’’
Bir taşla kaç kuş vurulmuş olur?
Bizim derdimiz kuş vurmak değil elbet, kuşlarla birlikte insanları mutlu yaşatmak.
‘’Ne dersiniz sayın başkan’’?
Yusuf Uzun; ‘’Elbette çok güzel olur. Biz de bu amaçla şimdilik geçici olarak bu meydanı tören alanı yaptık. Ama bakın belediyenin de 60 trilyon borcu var. Ben bu alanı satsam 30 trilyon eder. Yani borcumun yarısını öderim.’’
Törenler şimdilik bu meydanda yapılıyor ama bu meydanda bir Atatürk anıtı bile yok. Bu meydan bu tür törenlerden çok Ramazan etkinlikleri için düşünülüyor. Gerekli düzenlemeler yapılırsa hem Ramazan etkinlikleri, hem de bu resmi törenler bu alanda yapılabilir.
Beylikdüzü Belediyesi’nin borcu olduğu bir gerçek. Ama kentinin meydan olacak alanlarını satarak bu borç ödenme yoluna gidilmemeli. Bu kente çok yazık olur.
Bir an önce bu alana bir meydan düzenlemesi yapılsa, hatta bunun için proje yarışması düzenlense ve modern kente yakışır bir tören alanı, meydanı yapılsa işte budur geleceğe bırakılacak güzel miras.
Yoksa bu borçlar nasılsa ödenir. Borç bırakan başkanlar bu kentte halen rahatça geziyor. Ama saygıyla anılacak başkanlar kente kalıcı eserler bırakanlar olacaktır.
Siz saygıyla anılacak, kalıcı eser bırakanlardan olun.
Nusret Yılmazer

11 Nisan 2010 Pazar

BELEDİEYELRİN YAĞMACILIĞI

Belediyeler kendi sınırlarında boş arazi, gördüklerinde dayanamıyorlar. Hemen oraya bina dikilmesi için gerekli işlemi başlatıyorlar. Kentleri yöneten anlayışın hakim olduğu zihniyet budur.
Halbuki Belediye başkanı ve meclis üyesi olacak kişiler bir süzgeçten geçirildikten sonra seçilme ortamı hazırlansa, belki bu tür insanlar kenti yönetmekten mahrum bırakılabilir.
Mesela kent nasıl olmalıdır, kent planlaması nedir, bir kentin nefes alması için neler gereklidir gibi bilgilere sahip olsalar, hatta bu bilgilere sahip olmaktan da öte, bu bilgileri benimsemiş olsalar kenti yönetenler, belki de bu kentler bu kadar yağmalanmayacak.
Esenyurt Belediyesi yeni bir kent yağmacılığına imza atıyor. Binlerce insan huzursuz olmuştur. Esenyurt ve Beylikdüzü’nden birçok insan sokaklara döküldü bu uygulamaya dur demeye çalışıyorlar.
E 5 üzerinde Bahaus’u, B.Çekmeceye doğru geçince, sağ taraftaki yeşil alan ve ileride, eski, araç muayene istasyonunun olduğu bölge komple, bağımsız parsel haline getirilmiş. Yaklaşık 28 dönümlük bir arsa üretilmiş ve dört parsel halinde imara açılmış. Halbuki Rötarı Derneği buradaki binayı sağlık merkezi haline getirmiş ve Kızılay’a devretmişti.
Yaklaşık üç ay önceydi. Gerçek radyonun canlı yayın konuğu olmuştu Esenyurt Belediye Başkanı Nemci Kadıoğlu. Bu programda Gerçek gazetesi köşe yazarları da Nemci Kadıoğlu’na sorular soruyordu. Kadıoğlu bu programda, Migros çarşısını gölgede bırakacak yeni bir ticaret merkezinin, E 5’in Esenyurt tarafına yapılacağını söylemişti.
Bu programdan sonra ben bu alanın imar durumunu talep ettim kendilerinden. Esenyurt Belediye Meclis üyesi Metin Karakoç’tan da yardım istedim, bu bilginin bana verilmesi için. Karakoç ilgili başkan yardımcısına söylediğini, bilginin yazılı olarak bana iletileceği sözünü verdi.
Aradan üç ayı aşkın bir zaman geçti. Ben bu arada birkaç kez daha aradım kendilerini. Ama bu bilgi bir türlü gelmedi.
Demek nedeni buymuş. Hiçbir bilgi gizli kalmıyor.
Şimdi imara açılan bu arsaların araksında yer alan ve bu arsaları kamuya terk eden Bey-Kop sakinleri bu uygulamayı protesto için yollara düştüler. Çünkü kendilerinin para vererek aldığı ve yeşil alan olsun diye kamuya terk ettikleri bu lan kendi binalarının önüne, yeşiline bir duvar gibi çekilecek, nefes bile alamayacaklar.
Bizler hepimiz Beylikdüzü sakiniyiz. Esenyurt Belediyesinin imara açmak istediği bu yerlerin, şehrimize getireceği olumsuzluk hepimizi yakından ilgilendiriyor. Ben insanım diyen, bu bölgede oturan, nefes alan, hatta yolu E -5’ten geçen herkes bu projeye karşı çıkmalıdır. Çünkü E -5 üzerinde böyle bir bina E -5’e duvar çekmek gibi bir durum oluşturacaktır.
Kenti yönetenler, insanlara nefes alacak alanlar bırakmalıdır. Her tarafa kocaman gökdelenler dikmek şehri güzelleştirmez. Gökdelen dikilecek alanlar geniş alanlar olmalıdır. Etrafında binlerce, on binlerce m2 yeşil, boş alanlar olmalıdır. Yoksa mevcut binalar ile uluslar arası yol arasına sıkıştırılmış binalar kente bir değer katmaz. Orada yaşayanlara, oradan geçenlere kenti dar eder.
İmar yasaları gereği, kamu terk alanları belediyelerin ukdesine bırakılmaktadır. Belediyeler bu alanları bina yapmak için kullanmamalıdır. Kentin bir kapalı spor alanına ihtiyacı varsa, bir kültür merkezine ihtiyacı varsa bu amaçla, bir iki katlı binalar olarak kullanmalı, yoksa kocaman parklar, gezi alanları yapmalıdırlar.
Ben kişilerin tapulu mülklerine bile rastgele imar izni verilmesinden yana değilim. Ama belediyenin buna gerekçesi hazır; ‘bu mülk sizin olsa, siz imar alamazsanız haksızlık olmaz mı’ oluyor.
İyi de siz kamu mülklerini zaten hemen birileri ile paylaşıyorsunuz!
Bu anlayış bütün belediyelere hakimdir.
Ben insanım diyen herkes, hangi partiden olursanız olun, lütfen bu anlayışa karşı çıkın. Belediyeler de lütfen bu kararlarını tekrar düşünsün ve düzeltsinler. Çünkü yapılan çirkinlikler baki kalıyor.
Yönettiğiniz kentlere güzel eserler kazandırın. Rant söylentili binalar ve uygulamalar değil.

KENTLERİ YAĞMAYANLAR VE BUNLARA SEYİRCİ KALANLAR SUÇLUDUR

Bu konu ile ilgili birkaç yazı yazdım. Kimseden çıt çıkmıyor. Sorumlular sessiz kalmayı tercih ediyor. Hüseyin Şengül’ün deyimiyle, ‘’bu kenti yönetenler üç maymunu oynuyorlar.
Beylikdüzü’nün ana girişi olan, Beylikdüzü köprüsünün hemen başı olan bu kavşakta her gün, yoğun bir şekilde trafik sorunu yaşanıyor. Özellikle sabah veakşamları trafik burada arap saçına dönüyor.
Şimdi bu yol bir de Gürpınar’a, Adnan kahveci mahallesine bağlandı. Yani bu yolun trafiği daha da artacak. Bu yol yarınlarda, buradaki trafiği hiç kaldırmayacak.
Peki ne yapılacak?
Bu yol genişletilecek.
İyi de genişletilecek olan yeşil bandı, yolun girişinde yapılan inşaat yemişti.
Bu yol nereye genişleyecek?
Bu gayri yasal durumu biz bütün yetkililerin yüzüne karşı söylememize rağmen kimse bir şey yapmadı.
Hani Beylikdüzü Emniyet Müdürlüğü’nün yaptığı huzur toplantısı vardı ya, işte o toplantıda, bu kentin en büyük mülki amiri olan Kaymakam vardı. Başsavcı vardı, Belediye Başkan vekili vardı.
Bunların yüzüne karşı söyledik buradaki hukuksuzluğu. Yapılan bir suçtur ve bütün yetkililer bu suça göz yumuyor.
Söylediklerimiz bir suç duyurusudur. Bu suç duyurusunun gereği yapılmalıdır.
Ama herkes sessiz kalıyor.
Kimse görevini yapmıyor.
Şimdi ne olacak?
Gün gelecek, buradaki trafik daha da yoğunlaşacak.
Çözümsüzlük çözüm olacak.
Trafik ceza üstüne ceza yazacak, insanlar sinir küpü olacak.
İyi de bunun sorumlusu kim?
Kenti bugün yönetenler.
Protokollerde boy gösterenler. Tek tek kişilerin işlerini yapan ama toplumun isteklerine aldırmayanlar.
Beylikdüzü Emniyeti, trafik müdürlüğü şimdi bol bol araç çekiyor.
Neden çekiyor?
Yanlış parktan.
İyi de, vatandaşın otoparkı var da, buna rağmen aracını yol üstüne mi park ediyor?
Belediyeler imar verirken bina yapılsın diye. Neden yeterince otopark bıraktırmıyorlar?
Otopark paraalrını alıp kasarlına atıyor, gerisine karışmıyorlar.
Şimdi trafik otoparkı olmayan insanların araçlarını çekiyor, hatta bazen zabıta bile.
Yazıktır bu halkla oynamayın.
Kenti yönetenlerin kentten haberi mi yok, yoksa böyle davranmak daha mı kolay oluyor?
Hukuka uymak, hukuku uygulamak kenti yönetenlerin sorumluluğudur.
Sorumluluktan kaçmak suçtur.
İktidarların dümen suyundan gitmek değildir kenti yönetmek.
İnsanlara, topluma karşı görevleriniz vardır.
Toplumu, hesap vereceğiniz en büyük makam olarak görün lütfen.
Üstelik yarın görevleriniz bittiğinde siz de bu toplumun sade bir ferdi olarak kalacaksınız.
O gün şikayet etmemek ve kimsenin ahını almamak için, kamu adına görevlerinizi iyi yapın.
İyi yapın da bizler ve yarın sizler rahat nefes alabilelim.

BEYLİKDÜZÜ BELEDİYESİ’NİN BİR YILLIK FAALİYETLERİ


Başkan Yusuf Uzun’un meclise gelmesinden midir, yoksa belediyenin faaliyet raporunun görüşülmesinden midir bilmiyorum; bu kez meclise girişte oldukça sıkıyönetim tedbirleri alınmıştı. Meclis üyeleri salona girmeden vatandaş meclis salonuna alınmadı. Belediye en cüsseli zabıtasını meclis salonunun kapısına dikmiş, alimallah kimse içeri giremiyordu. Yer yer vatandaşlarla zabıta tartışıyor, bu “sıkıyönetimin” sebebi merak ediliyordu.
Alışık olunmayan bir kontrol vardı. İçeri girdikten sonra, özellikle masalı koltuklara vatandaşların oturmaması için çok çaba sarf edildi. Hatta, ben CHP sıralarının arkasındaki boş masaya otururken bile aynı zabıta tarafından, oturmamam için ikaz edildim.
Ancak CHP grubu meclise girdikten sonra halk da salona alındı. Birim müdürleri ve belediye personeli salonun masalı koltuklarına oturdular.
Hemen bütün toplantıları 40 – 60 dakika geç başlayan meclise, bu kez CHP’li üyeler zamanında geldiler. Ancak MHP ve AKP meclis üyeleri yine aynı gecikmeyi yaptılar. Bu mecliste komisyon üyeleri ve encümen seçimi yapılacağından, “iki parti, encümen ve komisyon üyeliklerini henüz paylaşamadı” fısıltısının dolaşmasına neden oldu.
Başkan Yusuf Uzun alkışlar arasında meclise girdi.
Her ayki toplantılarda birçok yazılı ve sözlü önerge verilmesine alışık olduğumuz Beylikdüzü Meclisi’nde bu kez tek bir önerge vardı. O da CHP’nin Büyükşehir Mahallesinde, belediyenin yaptığı kaldırımların parasını vatandaştan talep edilmesi ile ilgili görüşme önergesiydi ve oy birliği ile gündeme alındı.
Encümen üyesi seçimlerine geçilince iki AKP ve bir MHP’li üyenin adaylığını içeren liste ile CHP’den üç kişilik bir liste yarıştı. AKP ve MHP listesi encümene seçildi.
Diğer komisyonlara ise üç parti anlaşarak ortak liste oluşturdular.
Bu aşamaya kadar meclisi yöneten Yusuf Uzun, yerini Başkanvekili Zeki Sadunoğlu’na bıraktı. Ve sonra da bir yıllık faaliyet raporunu okumak üzere kürsüye çıktı.
Başkan Uzun’un özetlediği faaliyet raporunda, bir nevi itiraf sayılan şu bilgiler vardı.
“Bugün Beylikdüzü’nün nüfusu 200 bin ama beklenen nüfus 500 bindir. Beylikdüzü’nün yollarının %55’ine henüz kazma vurulmamıştır. Beylikdüzü’nün üç deresinin atık suyu denize akmaktadır. Bir nikah salonu bile yoktur. Haala okul ihtiyacı olan bir ilçedir. Şu anda halen, eski rakamla 60 trilyon borç var. Sokaklardaki köpeklerden şikayet devam ediyor. 2009 yılında çok fazla bir performans gösteremedik. Sağlık ocaklarına ve devlet hastanesine ihtiyacımız var. Kültür Merkezi binamız dışarıdan bitmiş gibi duruyor ama çatıdan su alıyor, tabandan su alıyor. Onun için açamıyoruz.”
Bu bir yıllık dönemdeki uygulamaları ile ilgili olarak da şunları söyledi:
“Biz insan kıyımı yapmadık. Kimseyi işinden etmedik. Kent gönüllülerinden oluşan danışma kurulları oluşturduk. Önümüzdeki dönemde bunlar kent gönüllüsü olarak kurum içinde yerini alacaktır. Kent gönüllülerinden oluşan Kent Konseyi de Mayıs ayı içinde toplanacaktır. Borçlar için 1 m2 yer satmadık. Her ay asker ailelerine 50.000TL yardım ediyoruz. Kent Bilgi sistemini kurduk. Metrobüs projesi bitmiştir, kazma vurulduğunda 4 – 5 ayda biter. Kaynak problemi olduğundan başlanamıyor. “Yeşil Vadi” projesinden vazgeçmedik, proje üzerinde çalışıyoruz. Vakti gelince yapacağız. Araç trafiğine kapatılacak olan Cumhuriyet Caddesi, Beylikdüzü’nün yeni çekim merkezi olacak. Kültür merkezi karşısına 15.500m2, kapalı spor merkezi yapacağız.Beylikdüzü’nün yeni logosunu birlikte oluşturacağız.”
Yusuf Uzun bir konunun altını çizdi; “biz muhalefetten eleştiri bekliyoruz. Eleştiriden rahatsızlık duymuyoruz. Yeter ki eleştiri nezaket içinde yapılsın.”
BEYLİKDÜZÜ RUHSUZ BİR KENTTİR
Başkan’ın konuşmasının ardından grup başkanları bir yıllık faaliyet hakkında görüşlerini belirttiler.
AKP’den grup adına İsmail yalçın konuştu. Yalçın aslında uzun konuştu ama Yusuf Uzun’un söyledikleri dışında söylenenler; “belediyenin birçok alacaklısı olduğunu, alacaklılarla görüşmeler yaparak uzlaştıklarını ve belediye mülklerine haciz getirmediklerini” söyledi. “Belediyenin 400 personeli ile iyi hizmet verdiklerini, personel eğitimlerini önemsediklerini, ilçenin envanterini çıkardıklarını ve Beylikdüzü’nün akıllı haritasını çıkardıklarını” söyleyen yalçın, “haritada sağlık ocakların tıklarsanız nerede sağlık ocağı olduğunu bulunabileceği, benzer her türlü bilginin de bu haritada yer aldığını” söyledi.
Başkan Uzun gibi, yardımcısı Yalçın da bir itirafta ve tespitte bulundu. “Beylikdüzü meydanı olmayan, gezilecek caddesi olmayan, sanat ve sanat ve kültürden yoksun, ruhsuz bir kenttir” dedi.

YUSUF UZUN İKMALE KALDI
MHP adına konuşan Veli Özdemir faaliyet raporunu değerlendirirken; “Belediye hazırladığı bu süslü kitapta, yaptığı rutin işleri süslü yazılarla yazarak, sanki çok iş yaptığını anlatmaya çalışmış. Biz bu yazdığınız işleri görmedik. AKP artık borç edebiyatı yapmasın. Hükümet sizde, biz de bu bir yıllık süreçte size destek verdik. Kar çok yağdı yollar bozuldu diyorsunuz. 161 trilyon gibi çok yüksek bir bütçe hazırladınız. Gerçekten harcanan bunun ancak %38’idir. Bütçe ve faaliyet raporları belediye başkanlarının karnesidir. Biz size geçer not vermeyeceğiz. Faaliyet raporuna evet diyeceğiz ama bence siz ikmale kaldınız” dedi.

CHP GRUBUNDA ÖNEMLİ DEĞİŞİKLİK
Faaliyet raporu üzerine CHP grubunun görüşlerini açıklamak için Kader Göllü mikrofonu aldı. “Bu faaliyet raporunda, beş sayfayı bulan yol çalışması var. Biz bunları görmedik. Faaliyet raporunun plan ve bütçe komisyonuna havale edilmesini istiyoruz” dedi.
Oturumu yöneten başkan Sadunoğlu; “bu talebinizin kanunda yeri yok. Böyle bir şeyi oylayamayız” dedi.
Faaliyet raporu oylandı ve oy çokluğu ile kabul edildi.
Beylikdüzü Belediye Meclisine girdiğimizde oturacak yer sorunu yaşandığından bu kez CHP grubunun arkasındaki boş koltuklara oturduk. Altı senedir CHP sıralarında, en ön sırada oturmasına ve CHP adına konuşmasına alıştığımız Halil Akpınar en arka sıraya, Halim Saral’ın yanına oturmuştu. Halim Saral bir yıldır hep aynı yere oturduğundan onda sorun yoktu. Ama Akpınar ile Taşkın Ofluoğlu’nu en arka sırada görünce şaşırdık. Ne olduğunu sorduk.
Dün akşam parti içinde yapılan bir toplantıda partinin grup sözcüleri değişmişti.
Kader Göllü grup sözcüsü seçilmiş.
Baktım komisyonlara verilen isimler arasında Halil Akpınar ve Taşkın Ofluoğlu isimleri hiç yer almadı.
Halbuki bu isimler teknik insandır. Belli komisyonlarda bazı meslek erbabı ve işi bilen kişilerin olması oldukça faydalıdır.
Halil Akpınar’ın 6 yıllık meclis üyelik tecrübesi vardı. Bilgi ve birikimi oldukça iyidir. Ne oldu da grup sözcülüğünde böyle bir değişime gidildi henüz bilmiyoruz.
Elbette bunu da sorup öğreneceğiz. Bundan böyle Beylikdüzü Meclisi’nde iki Halil’in tartışmaları olmayacak demektir. Ve bu ilk mecliste görüldüğü üzere artık meclisi izleyen vatandaşlar CHP’nin önergeleri ile bilgi sahibi olamayacaklar. Çünkü Akpınar’ın grup sözcüsü olmadığı mecliste CHP sadece bir önerge vermişti.