28 Kasım 2011 Pazartesi

İNKAR POLİTİKASI İLE SEVGİ GÖSTERİLEMEZ

Dersim tartışması CHP’de çok önemli sıkıntılar yarattı. Birçok CHP’li; Dersim katliamı sorununu gündeme taşıya Hüseyin Aygün’e karşı bildiri yayınlayan ‘’on ikiler’’ gibi konun inkar edilmesi ve yapılan suçlamanın tamamen asılsız olduğunu söylüyor. Bazıları ise bundan da öte, bu katliamı haklı görüyor. ‘’Dersim’de isyan vardı, o halde buna müdahale edildi ve birçok ana ağladı’’ diyen önemli bir kesim var. Yani Dersim katliamını haklı görenler. Tıpkı Önder Sav gibi.


Önemli bir kesim ise; ‘’evet Dersimde bir katliam olmuştur. Haksız bir katliam olmuştur. Burada insanlık dışı uygulamalar gerçekleşmiştir. Ama bunu gündeme getirmek CHP’ye zarar verir. Onun için başta Hüseyin Aygün’ün bunu gündeme taşıması yanlıştır. Zaten bu konunun gündeme taşınması AKP’nin ekmeğine yağ sürmüştür’’ diyor.

Öncelikle şunu belirlemek lazımdır; Sosyal demokrat olanlar, insanlıktan yana olanlar, ezilenlerin yanında, zulme uğrayanların yanında yer almak isteyenler kesinlikle bu tür beyanlardan kaçınmak zorundadır. Bir zulüm olmuşsa öncelikle bunu tespit etmek gerekir. ‘’Bu zulümü saklayalım, içimize sindirelim, çünkü bundan şu yararlanır, bu yararlanır’’ dediğiniz an sizin doğruluk ve dürüstlük anlayışınız, insanlığınız eksik demektir.

İnsana yapılan zulüm siyasi çıkarların aleti olamaz, olmamalıdır.

Önce biz kimden yana olacağız?

Zulme uğrayanın yanında olmaksa temel amaç, o zaman bu, duruma göre değişmemelidir.

Benim zalimim, senin zalimin meselesine girmek hiçbir zaman doğru olamaz.

Bizler doğrunun veya yanlışın, iyinin veya kötünün yanında olup olmadığımıza bakacağız, bakmalıyız.

Evet, bu olayda AKP puan toplamıştır, CHP ise kaybetmiştir. Bu AKP’nin çok demokrat olduğunu belirlemez. Belki de Başbakan inanmasa da sırf CHP’yi zor durumda bırakmak için bu olayın üstüne gitmiştir. Ama insaf etmek gerekir. Söylenen sözler yanlış mıdır? Değilse, neden doğruyu kimin söylediğine bakılıyor?

Neden CHP’nin de bu doğruyu söyleyemediğine bakılmıyor?

Zaten bence sorun CHP’nin neyi söyleyip söyleyemediği de değildir. CHP’nin ne olduğu, bugüne kadar ki devletin resmi tezlerini savunduğunu biliyoruz. Sorun bu halkın bu tür sorunlara nasıl baktığıdır.

Bu halkın önemli bir kesimi, insanlığa yapılan bu zulümleri neden halen savunuyor olduğudur. İşte burada da devletin fonksiyonu öne çıkıyor. Eğer siz halen bazı şeyleri saklamaktan yana, inkar etmekten yana tavır alıyorsanız, bu halk doğruları nasıl öğrenecek, nasıl bilgi sahibi olacak ve nasıl aydınlanacak?

Başbakanın televizyonlarda yayınlanan sözleri halka göstermiştir ki, Dersimde haksız, insafsız bir zulüm yaşanmıştır. Kendi devleti orada katliam yapmıştır. Ve devlet bugüne kadar kendilerine yalan söylemiştir.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun da aynen Başbakan Erdoğan’ın söylemlerine inandığını düşünüyorum. Zira Uzun yıllar sağ cenahta politika yapmış, Dersim Katliamı sırasındaki emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil ile 30 yıl önce röportaj yapan kişidir Kılıçdaroğlu. Eğer bu konuda yaşanan zulüm onun yüreğini incitmeseydi, o bu röportajı yapmazdı. Bugün iki arada bir derede kalmasının tek nedeni CHP’nin başında olmasından, dikenli tarlanın tam ortasında oturmasından kaynaklanıyor.

Ama bence Kılıçdaroğlu yine de eksik ve yanlış davranmıştır. ‘’Evet, Dersimde bir zulüm işlenmiştir. Bu zulümden kendi partim de, devletim de sorumlu olsa, ben bu zulmü kınıyorum. Türkiye halkı da bu zulmü öğrenmeli ve toplum olarak Dersimlilerden özür dilemeliyiz’’ diyebilmeliydi.

Bir halkçı partiye, halk partisine bunu söylemek düşerdi.

Şimdi CHP’de işler iyice karıştı. Belki de parti bölünecek. Evet, bu parti karışacaksa, karışmalıdır. Bölünecekse bölünmelidir. Kimin, neden yana olduğu, kimin yüreğinde sevgi var, kimin yüreğinde kötülük var ortaya çıkmalıdır.

Yüzyıllardır birçok yerde zulümler yaşanır. Zulümlerin birine iyi birine kötü diyorsanız sizi herkes eleştirir. AKP bazı zulümlere sessiz kalıyorsa, bazılarını savunuyorsa bu onun sorunudur ve sessiz kaldığı zulümler karşısında suçludur. Ama bu zulmü teslim ediyorsa burada da haklıdır. CHP burada sessiz kaldığı için eleştiriliyor.

Dersim katliamı bu çağın Kerbela olayıdır.

Dersim’de bazı sorunlar ve sorunlu beyler var diye bir halk katliamı yapılamaz. Bu yapılanlara bugün bile sessiz kalmak hiç de hoş görülemez. Şu ya da bu sebeple bunun kapatılmasını savunmak mümkün değildir. Hele inkar etmek suç sayılmalıdır.

Bu devleti oluşturan topluluklar arsında barış sevgi ile sağlanır. Sevgi ise o toplulukların yaşadığı acılar paylaşılarak gösterilir. Onların yaşadıkları acılar inkar edilerek, yok sayılarak ve hatta ‘o acıları hak ettiler’ türü yaklaşımlarla sevgi sağlanamaz.

Nusret Yılmazer

21 Kasım 2011 Pazartesi

DERSİM KATLİAMI TARTIŞMALARI

CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün ‘’Dersim Katliamının sorumlusu CHP’dir’’ söyleminden sonra bir Dersim tartışması başladı.
Önce CHP’nin milliyetçi, ulusalcı kanadı bayrak açtı.  Efendim bu sözlerin hesabı Aygün’den sorulmalıymış.
Nedir bunun altındaki talep; Aygün’ün partiden atılması.
Neden?
Çünkü Aygün partisinin o günkü politikasını veya uygulamasını eleştirmiş.
Peki yanlış mı yapmış?
Bugün Dersim katliamı yapılmadı diyen bir Allahın kulu var mı?
Başbakan, Cumhurbaşkanı bile artık bu bir katliamdır diyor.
Hal böyle iken bu CHP’li 12 ‘ler ne istiyor, ne diyorlar?
Aygün yalan mı söylüyor?
‘Dersim katliamı yapıldı ama bunun sorumlusu CHP değildir, olamaz’ mı demek istiyorlar.
Peki bugün AKP iktidarı döneminde,  her yapılan uygulamanın sorumlusu olarak neden AKP’yi gösteriyorlar o zaman?
Demek ki bir iktidar, döneminde yapılan uygulamalardan sorumludur.
Kaldı ki her iktidar döneminde yanlışlar, hatalar ve hatta katliamlar yapılmış olabilir. Mesela bugün AKP hiç de gereği yokken ülkeyi Suriye ile savaşa sokmak üzeredir.
Bu konuda iktidara doğru gelen birçok gerekçe halka, birçok aydına anlamlı gelmiyor. ‘’İpler ABD’nin elinde, Türkiye onun emirlerini yerine getiriyor’’ deniliyor.
Peki, yarın bu felaket meydana geldiğinde, ileriki yıllarda bu felaketin sorumlusu olarak AKP iktidarı sayılmayacak mı? Elbette sayılacak.
CHP’nin bundan rahatsız olması gerekmiyor. O gün katledilen binlerce masum insan hakkında ne düşünüyor, bunu açıklasınlar.
Başbakan’ın dedi gibi CHP elbette geçmişiyle yüzleşmelidir. CHP bu konuda yapması gerekeni yapmakla mükelleftir.
CHP, her işine gelmeyeni partiden ihraç etmeye kalkmakla partisel sorunlarını çözemez. Adam gibi bir sosyal demokrat parti hiç olamaz. Demokratik bir ortamda tartışmalar yapılmalı ve partinin ortak görüşü de bundan sonra oluşmalıdır.
Bugün Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, Cumhurbaşkanı Abdullah gül bile, Dersim katliamı ile ilgili araştırma komisyonu kurulsun, meclis arşivleri açılsın, konu etraflıca tartışılsın derken, ana muhalefet partisi, ‘’Sosyal Demokrat Parti’’ buna nasıl karşı çıkabilir?
Nasıl dersim katliamı diyeni asmak isteyebilir?
Başbakan ‘’CHP geçmişiyle yüzleşmelidir’’ derken haksızlık mı yapıyor?
Hayır, Başbakan burada doğruyu söylüyor.
Doğruyu söylüyor ama elbette bu yetmez.  Kılıçdaroğlu’nun da burada doğru söylediği bir şey var.  O da diyor ki; ‘’burada bir iş, bir katliam yapılmışsa bunu devlet yapmıştır. O halde bugünkü devlet yönetimi de bu katliamdan dolayı özür dilemelidir. Önce devlet özür dilesin. CHP de tarihiyle yüzleşir.’’
Hatta Adnan Menderes Hükümetinin Birleşmiş milletlerde Cezayir’in bağımsızlık oylamasında hayır oyu kullanmasının özrünü, yıllar sonra Turgut Özal dilemiştir’’  örneğini veriyor.
Burada ne CHP hükümetin özür dilemesini beklemeli, ne de Başbakan veya hükümet CHP’nin tarihiyle yüzleşmesini beklemeli.
Mademki hükümet, (başbakanın söylemidir) ‘’Dersim de bir katliam yapılmış ve masum insanlar öldürülmüştür’’ diyor. Ki bu çok önemli bir söylemdir.
O halde bunun gereğini bu hükümet yapmalı ve Dersim halkından özür dilemelidir. Sonra da arşivleri halka açmalı ve halk bu olayın gerçek boyutunu öğrenmelidir.
Çünkü iktidar bu tespitleri yapmakla kalmıyor. O gün Dersim’i bombalayan uçağın pilotu olan Sabiha Gökçen’in isminin, Sabiha Gökçen Havaalanından kaldırılmasını da öneriyor. (AKP milletvekili Metiner öneriyor)
Denebilir ki bunlar Atatürk’ü yıpratmak için bunları yapıyorlar.
O zaman CHP, bu arşivlerin halka açılmasını işinin üzerinde durmalı ve gerçeklerin su yüzüne çıkmasını sağlamalıdır.
Bu katliam da kimler kusurluysa halk onları tanımalıdır.
Bu Atatürk bile olsa.
Hükümet de söylemlerden çok icraatını göstermelidir. O zaman bu söylemleri CHP’yi yıpratmak amacı taşımadığı, gerçekleri seslendirdikleri anlaşılır.
Nusret Yılmazer






15 Kasım 2011 Salı

VAN DEPREMİNİN GÖSTERDİKLERİ

Van ve çevresinde bir deprem oldu. En büyük hasarı ise Van ve Erciş gördü.
Deprem öldürmez, bina öldürür sözünü Türkiye’de öğrenmeyen kalmadı.
Bunu öğrenmiş olmak Türkiye’nin deprem karşısındaki zafiyetine bir şey sağlamıyor.
O kadar duyarsız bir toplumuz ki, depremden sonra hasarlı binalarda yaşamakta/yaşatmakta bir mahsur görmüyoruz.
Bu anlayıştaki bir toplumun/devletin depremden ders alması ne kadar mümkün olur bilmek zor. Devletin çeşitli kademedeki memurları bu binada oturabilirsiniz diyebiliyor.
Ne zaman?
Depremde 600 kişinin ölmesinin üzerinden henüz çok zaman geçmemişken. Henüz depremden ölü ve yaralılar çıkarılırken.
Dolaysıyla depremde yitirdiğimiz yaklaşık 610 cana 40 can daha eklendi.
Bu sorumlular bulunacak mı?
Belki birileri suçlu olarak ilan edilecektir.
Ancak mesele anlayış meselesidir. Bir iki kişinin işi değil.
Deprem birçok gerçeği ve zayıf noktamızı açığa çıkardı.
Mesela depremden beri birkaç bakan, neredeyse sürekli Van’da olduklarını söylüyorlar.
Ama bakanların orada olması hemen hiçbir sorunu çözmeye katkı sağlamamış gözüküyor. Zira hala insanlar üşüyor. Hala insanlar sağlıklı ortamlarda yaşamaya başlayamamış. Hava sıcaklığının -10 – 15 derece olduğu bir ortamda insanları çadırlarda yaşatamazsınız. Nitekim ısıtılıcılarla bir nebze ısınan çadırda buhar oluşuyor ve sonuçta su damlası olarak, yağmur gibi çadırın içine damlıyor.
Bu kış ortamında çadırda kalan insanların tuvalet sorununu çözmek çok kolay olmuyor ve hijyen hiç sağlanamıyor. Hastalık salgın halini alıyor.
Depremin üzerinden bir aya yakın zaman geçtiğine göre devlet ve organize edeceği büyük kuruluşlar prefabrik konutları şimdiye çoktan yetiştirmiş olması gerekirdi.
Biz, televizyonlarda halen oradaki insanların içler acısı durumunu izliyoruz.
Halk yeterince duyarlı davrandı ama bu yardımlar da iyi organize edilmedi. Devlet yetkilileri sadece seyirci kalmış gibi duruyor.
Belki depremde en iyi çalışan basın yayın organları oldu. Belki bunun bir bedeli olarak depremde hasarlı otellerde kalmak durumunda kaldı basın mensupları ve ikinci depremde basın da şehit verdi.
Depremin üzerinden yirmi beş güne yakın zaman geçmesine, Başbakan’ın bile oraya iki kez gitmesine rağmen, deprem bölgesindeki insanlar halen mağdurlardır.
Halbuki depremin hemen arakasından Türkiye seferber oldu, Van’a yardıma koştu. Vatandaş elindeki imkanları oraya ulaştırmak için yoğun çaba sarf etti.
Devlet kurumları bu yardımları vatandaşa ulaştırmak için bile yeterince organize olamadı. Dolaysıyla bence, bu depremde devlet depremin altında kalmıştır.
Bir de depremde onca insan ölürken PKK’nın saldırılarını sürdürmesi, özellikle sivil insanları hedef alan eylemler yapması, onun da ne kadar kendi insanlarının acısına yabancı olduğunu açığa çıkardı.
Bir de birçok vatandaş yardım için çabalarken, Türk toplumu içinden bütün Kürtleri PKK’lı gibi görme eğilimi ortaya çıktı. Bu sosyal paylaşım sitelerinde kendini gösterdi. Milliyetçi ve hatta ırkçı söylemler ortaya çıktı.
Bu da, PKK’nın bu doğrultudaki amacına yaklaştığını göstermesi açısından ilginçti.
Böyle durumlarda bile, insanlar gördükleri acılardan etkilenmeyebiliyor. PKK’nın yaptığı eylemeleri, depremzedeye yardım etmemeye gerekçe olarak gösterebiliyor.
Toplum parça parça bölünüyor.
Deprem bölgesinde bazı köyleri İstanbul’dan bazı belediyeler sahiplendi. Beylikdüzü ve Esenyurt Belediyesi de bunların arasındaydı. Galiba deprem bölgesinde en iyi durumda olan yine bu köylermiş.
Demek ki devlet deprem bölgesini mahalle mahalle bölse ve bazı kurumları bu bölgelerle ilgili yetkilendirseydi şimdi oradaki insanlar bu kadar mağdur olmayacaktı. Organize daha küçük bölgelerde ve daha etkin olacaktı.
Bu deprem Van gibi çok da büyük olmayan bir ilde oldu. Ya bu kış günü Bursa, Ankara, İzmir ve hele İstanbul’da olsaydı ne olacaktı?
Bugüne bakarak, herhalde Türkiye bitmiş olurdu diyebiliriz.
O halde Yarın buralarda deprem olacakmış gibi başta devletin, sonra da bütün kurum ve kuruluşların hazırlık yapması gerekiyor.
Son pişmanlıklar fayda etmiyor.
Beceriksizliğimiz bir kez daha ortaya çıktığına göre, bari bir daha bu kadar beceriksiz kalmayalım.
Nusret Yılmazer

14 Kasım 2011 Pazartesi

HAYATTA İPİNİZİ ÇEKEN BİRİ OLSUN

Uzun bir süredir bu köşede yazı yazmadım. Haziran ayı sonu itibari ile çıktığım tatil ve sonrasında şehir dışındaki işlerim yazmama imkan vermedi. Bazen İstanbul’a geldiysem de kısa süreler kaldığımdan ancak burada biriken işlerime zaman ayırabildim.
Bu arada hem Türkiye’de, hem de dünyada çok önemli gelişmeler oldu. Bu konularda fırsat buldukça yazmaya çalışacağım.
Bu köşede yeniden karşınıza çıkma yazımı, yazının başlığı olan ve insanları hayata bağlayan bir söze ayırdım. Bu söz şu anda vizyonda olan bir filmden alındı.
Anadolu Kartalları filmi; Türk Hava Kuvvetleri'nin kuruluşunun 100'üncü yılı şerefine çekilen ve Pilot olma hayaliyle yaşayan beş gencin hayatından kesitler anlatıyor.
Uçuş eğitiminde yaşadıkları zorluklar, aileleri, aşkları, ayrılıkları, rekabetleri, dostlukları, fedakârlıkları.
Beş arkadaş, hayatlarının bu zor ve stresli döneminde birbirlerine destek olurlar. Bu dönemde eğitmenlerinin destekleri de onlara yol gösterir. Uluslararası Anadolu Kartalı Tatbikatı, hayatını değiştiren bir deneyim olacaktır.
Yazının başlığı; filmde pilot olmak isteyen bir öğrenciye hocasından bir nasihattir.
Sevgilisi ile arası bozulan bir öğrenci birçok şeyi boş verince işler karışır ve havada önemli tehlikeler atlatır. Bunun üzerine hocası ona der ki; ‘’sen havada iken, aşağıda ipini çeken biri olsun.’’
Yani seni hayata bağlayan birisi olsun diyor.
Bu genç pilot da, bir görüşmede sevgilisinin parmağına bir ip bağlar ve ‘’bu ip benim hayatımın ipidir. Lütfen benim ipimi çek de beni havadan indir’’ der.
Sonra bazı yanlış anlaşılmalar sonucu farklı şeyler yaşanır ve iki gencin arası bozulur, uzun süre görüşmezler.
Ve bu genç sevgilisi ile arasını düzeltmeye çalışsa da bir türlü işler yolunda gitmez. Buna rağmen pilotlukta önemli başarılar sağlar. Çıkacağı son uçuştan önce sevgilisine bir mesaj çeker ve ‘’gel, her ne haldeysen lütfen gel’’ der.
Genç pilot uçağa binmiş uçuşa hazırlanırken sevgilisinin geldiğini görür ve büyük bir keyifle uçar. Ancak inişe geçeceği zaman bir kuşun motora girmesi sonucu zor anlar yaşar. Hocası ve tüm yetkililer ona uçağı terk et, atla deseler de o, hayır, artık benim ipimi çeken biri var diyerek atlamayı kabul etmez ve büyük bir azimle uçağı indirmeyi başarır.
Bu bir nevi, yolunu gözleyen, gelmeni bekleyen birinin olmasıdır.
Hayatın ipi o kadar kuvvetli olmalıdır ve bu ip seni indirmeyi başaracak güçte birinin elinde olmalıdır.
Siz bu gücü kim olarak algılarsınız bilmem. Ama bu filmde sevgili olarak verilmiş ve bence yakışmış.
Birçokları için film sıradan olabilir. Gerek çekim kalitesi ve gerekse yaşanan dostluklar filmi izlenmeye değer kılıyor bence.
Genç pilotun annesi hayatta olmasına rağmen, hayat ipini sevgilisinin çekeceğini beklemesi ayrı ve önemli bir mesajdır.
Demek ki bir yerden sonra insanları hayata anne ve babaları değil, hayat arkadaşları bağlıyor.
Elbette bu çocuklar da olabilir.
Ama bence en önemlisi hayatı paylaşacağın birinin olması.
Hayata anlam katan aşktır.
Diyeceksiniz ki, Türk Hava Kuvvetleri’nin 100. yılı için çekişmiş bir filmde, sen aşk teması mı çıkarıyorsun.
Evet, aşk her zaman ve her yerde vardır. Ve hayatı anlamlı kılan en önemli etkendir.
Beni de bu filmde bu etkiledi.
Filmde hayat bir uçurtmaya benzetiliyor. Ve ipi çekilmeyen bir uçurtma yere inmez. Boşlukta kaybolur.
Sizi de hayata bağlayacak biri olsun. Siz siz olun, hayatınızın ipini çekecek biri olmadan uzun süre yaşamayın.
Sizi boşluktan kurtaracak,  size, hayat uçağınızı düşürmemeniz gücünü sağlayacak birini bulun.
Siz de hayat ipinizi böyle birine verin.
Herkesin ipini çekecek birisinin olması dileğimle yazımı noktalamak istiyorum.
Nusret Yılmazer

15 Haziran 2011 Çarşamba

BİZİMKENT’TE ŞENLİK VAR

Bizimkent Beylikdüzü’nde 4014 konutlu bir sitedir. Tıpkı Türkiye gibi 7 (bölgeden) adadan oluşur. Bu sitenin de bir derneği var, Bizimkent Koruma ve Güzelleştirme Derneği.


Bizimkent Derneği Yaza girerken, Yaza Merhaba Partisi düzenliyor.

17 Haziran Cuma günü, saat 18 ile 24 arasında, sitemiz içindeki bu şenliğimize,

bütün basın mensupları ve tüm dostları şenliğimize davet ediyorum.

Şenlik ve festivalleri genellikle belediyeler düzenler. Bir kesim bu şenlikleri eleştirirken, toplumun bir kesimi de bu etkinlikleri doğru bulur.

Doğru bulanlar, ‘eğlenemeyen toplum kesimleri bu sayede eğlencelere katılabiliyor derler. ‘Eğlenceye parası olmayan, Parasızlıktan sanatçıları dinleyemeyen toplum kesiminin ayağına sanatçı getiriyoruz. Vatandaş eğlenme imkanı buluyor’ diye savunma yapar.

Karşı çıkanlar ise, ‘hizmet anlamında iş yapmayan, hizmet üretmeyen yerel yönetimler bu tür etkinliklerle halkın gözünü boyuyorlar, diğer eksikliklerin görülmemesi için belediye ile halkı bu etkinliklerde bir araya getiriyorlar, halkla sıcak bağ kurarak açık kapatıyorlar’ diye eleştiri getiriyorlar.

Her iki düşüncede de doğruluk payı vardır.

Ama Bizimkent şenliğini bir belediye düzenlemiyor.

Bizimkent Koruma ve Güzelleştirme Derneği düzenliyor.

Yani amacı, Bizimkentlilere daha kaliteli, güzel ve eğlenceli bir ortam hazırlamak, insanların üzerindeki yorgunluğu, bir nebze olsun almak.

Onun için tüm Bizimkent dostlarını bu eğlenceye davet ediyoruz.

Güzellikleri, mutlulukları paylaşmak üzere davet ediyoruz.

Diyeceksiniz ki, Bizimkent’in mutluluk sebebi nedir?

Aslına bakarsanız hiçbir sebebimiz yok. Tam tersine sıkıntılarımız var.

Yarın öbürgün Yargıtay’dan mahkememiz döner. Bizim, Bizimkent Yönetimleri ve Derneği olarak sokakta kalma riskimiz kapıda.

‘Böyle bir ortamda eğlence neyinize’ diyebilirsiniz.

Ama ne yapalım. Hayat devam ediyor. İnsanlar bir yılı öyle veya böyle bitirdiler.

Bir eğitim yılı sona erdi.

Cuma günü bu eğitim dönemi bitiyor. Çocuklar karnelerini alıyor. Çocuklara bir karne hediyesi diye de düşünebilirsiniz.

Herkes oraya buraya dağılmadan önce tüm sakinlerimiz bir arada olsun istiyoruz.

Bir araya gelmişken biraz müzik olsun istiyoruz. Biraz yemek, içmek, biraz da çocuklarımız için eğlence ve ikramlar olsun istedik.

Yani tamamen insani sebepler.

Hem biz belediye değiliz. Biz bir gönüllü kuruluşuz. ‘Halktan saklayacağımız bir hizmet başarısızlığı’ gibi sebebimiz de olamaz.

Tam tersine bu sorunların daha yoğun konuşulacağı, halkın bir araya gelebildiği bir etkinliktir bu.

Şenlik, yöneticilerin bu sıkıntılarını halkla konuşabileceği bir ortamdır aynı zamanda.

Kısacası, bir arada olmak için bir ortam yaratmaktan ibaret.

Sadece bir eğlence düzenliyoruz. Başka bir amacımız yok.

Çeşitli yemek, içmek ikramlarımız var. Sanatçılarımız var. Çeşitli dost kuruluşların, bize destek amaçlı stantları var.

Açık havada, havuz başında, yaratacağımız, biraz romantik, hoş bir ortamda müzik var, dans var.

İlki geçen yıl düzenlenen, ‘’geleneksel Yaza merhaba partisinin’’ ikincisini düzenliyoruz.

Umarız devam ettiririz.

Bu yıl biraz daha zengin bir parti olacak diye düşünüyoruz.

Seneye çok daha iyisini düzenleyip, geleneksel Bizimkent şenlikleri yaratmak istiyoruz.

Birlikte eğlenmek, paylaşmak üzere, kendisini dostlarımız arasında gören, bizimle dost olmaktan mutlu olacak herkesi bekliyoruz.

Tüm sevgimizle karşılamaya hazırız.

Birlikte eğlenmek dileği ile…

Nusret Yılmazer

14 Haziran 2011 Salı

BEYLİKDÜZÜ MECLİSİ'NE KAÇAK İNŞAATLAR DAMGASINI VURDU

Beylikdüzü Belediye Meclisi Haziran ayının son toplantısını Cuma günü yaptı. Bu toplantıya kaçak inşaatlar damgasını vurdu dersek bence abartmış olmayız.


Çünkü, Migros’un alt tarafında yer alan Tıger çarşısı etrafına kaçak olarak yapılan ve yıkımına karar verilen dükkanlar bir türlü yıkılmıyor.

Buralar kiraya verilmişti. Kaymakamlık birkaç kez yıkım kararı verdi. Buradaki esnaf rahatsız oldu. Bugün yarın yıkılacak derken bir türlü yıkılmadı ama esnafın da tadı tuzu kaçtı ve birçoğu taşınmak zorunda kaldı.

Bu kaçak dükkanların nasıl yapıldığı, yapılırken neden kimsenin müdahale etmediği sorgulanmıyor artık. Yıkım kararı olmasına rağmen, neden yıkılmıyor diye sorgulanıyor.

Yıkılmama gerekçesi, bu çarşının bulunduğu alanın Organize sanayi bölgesinde olmasıymış. OSB’de olması nedeniyle belediye bu yıkımı yapamazmış. OSB’ler belediye gibi çalışırmış falan.

AKP meclis üyesi Ömer Süvari; ‘’OSB’ler valiye bağlıdır. Biz bu yerle ilgili tutanak tuttuk, yıkılmak üzere onlara gönderdik’’ diyor.

Yani, ‘İstanbul Valisi kaçak inşaat yapmış ve yıkmıyor’ demek istiyor.

CHP’li Halil Akpınar itiraz ediyor. ‘’Süvari teknik açıklama yapıyor. Bunlara karnımız tok, yemeyiz. OSB size cevap vermiş. ‘Bizim imkanlarımız yok. Siz yıkın’ demiş. Niçin yıkmıyorsunuz?

O binanın sahibi AKP’li. Belediye başkanlığına aday adayınızdı. Siz onun için yıkmıyorsunuz. Partilinizi koruyorsunuz.

O dükkanlar kaçaktır. Her türlü işlem yapılmıştır, artık yıkınız.’’

Başkan Yusuf Uzun, ‘’ben OSB bölgesinde yıkım yapmam, yıkmayacağım’’ diyor.



KAÇAK KÜLLİYE İNŞAATI

Belediye Meclisinde verilen önergelerle gündeme getirilen, sadece konuşulan bir diğer kaçak inşaat Gürpınar sahilinde yapılmış. Burada da 700m2lik bir külliye yapılıyormuş.

Belediye kendini savunuyor.

‘’Bu inşaatla ilgili yapı tatil tutanağı var. Encümen kararı, yıkım kararı var ve 77 bin TL ceza kesilmiş.

Mühürlenen inşaatın mührü sökülmüş. Mühür fekki tutanağı var. Yeniden yapı tatil tutanağı tutulmuş. Yani imar müdürlüğü görevini yapmıştır. ‘’

Halil Akpınar söz alıp sordu: ‘’Biz 12-05-2011 de dilekçe verdik. İki gün sonra siz gidip tutanak tuttunuz. Siz belediye olarak niçin göz yumuyorsunuz, neredeydiniz?

Bu inşaat yapılırken siz tapu memuru muydunuz?

Şimdi o bina bitti, yıkacak mısınız?’’

Taşkın Ofluoğlu ise başka bir noktaya dikkat çekiyor: ‘’Beylikdüzü sorunlu bir noktaya doğru gidiyor. Encümen kararı almadan yıksaydınız. Mühürlendikten sonra yapılan yerleri yıksaydınız.

Burası imar dışı alanda yapılan bir yapıdır. Kaçak inşattan da farklı bir durum var burada. Sadece ruhsatsız bir yapıdan söz etmiyoruz.’’

Başkan Yusuf Uzun cevap veriyor.’’bizim ordumuz yok. Burası hukuk devletidir. Biz orayı basamazdık. Yasal olarak gerekenler yapıldı.’’

MHP’den Veli Özdemir söz aldı: ‘’siz kaçak inşaatlara göz yummayı alışkanlık haline getirdiniz. Gürpınar stadyumunun yanındaki inşaat da aynı. Daha önce meclis kararıyla durduğumuz, karar aldığımız kaçak inşaat şu anda bitti. Burası da aynı durumdadır.’’

Bütün bunlar mecliste, o da sadece verilen önergelerle gündeme gelip konuşuluyor. Kimse bir şey yapmıyor.

Siyasi aprti meclis grupları, yöneticileri, neden gidip dava açmıyorlar?

Hoş dava açsan da artık çok işe yaramıyor ya.

Mesela Ekinoks da kaçak başlamıştı. Halil Akpınar oraya dava da açtı. Ama inşaat bitti ve satıldı. Şimdi herkes içinde oturuyor.

Beylikdüzü’ndeki Bey City inşaat aynı durumdadır.

Ömer Süvari İmar Komisyonu başkanı iken burada tespit yaptılar ve 4500m2 kaçak olduğunun raporunu tuttular.

O zaman sormuştum, şimdi ne olacak diye?

‘’Vallahi biz tespitimizi yaptık, belediyeye verdik. Artık iskan isterken belediye gerekeni yapar’’ dediler.

Ondan sonra trafonun arkasındaki kesimde ek inşaatlar yapıldı. Eğğer o gün 4500m2 kaçak vardı ise şimdi kim bilir kaç m2 kaçak oldu.

Ama bildiğim kadarıyla, tadilat projesiyle alt kat dükkanları otopark göstererek sorunu ‘’yasal’’ hale getirdiler!

Ama o otoparklarda şimdi gözlükçüler açıldı bile. Yakında da market açılacak.

Adalet bunun neresinde. Adaletsizlik diz boyu, kimse de bunu savunamaz.

Adamı olan dağdan aşar, adamı olmayan düz ovada şaşar.

Nusret Yılmazer

12 HAZİRAN MİLLETVEKİLİ SEÇİMİ ÜZERİNE

Türkiye en büyük anketini yaptı. Halkın tercihi belli oldu.


Bugüne kadar yapılan yorumların doğruluk dereceleri de belli oldu.

Herkes kendi çapında bu doğrularını ve yanılgılarını hesaplayacaktır.

Seçimlerin sonucuna bakıldığında iki partinin kesin başarısı vardır.

AKP oldukça başarılı olmuştur. Hiç kimsenin bunu küçümsemesi doğru değildir. Küçümsemekle de bir şey olmaz zaten. Sadece bu halkı tanımamaya ve kaybetmeye devam ederler.

İkinci başarılı parti; bağımsız adaylarını çok iyi bir programla seçime sokan ve oldukça zor bir sınav veren, başta belirlediği hedefi de tutturan BDP dir.

BDP, önündeki bin bir zorluğa rağmen 35 milletvekili çıkaracağını hesaplamıştı ve bu hedefi tutturmuştur.

Başbakanın BDP aleyhine konuşmaları pek etkili olmamış gözüküyor. Bu durum da gösteriyor ki, Kürt toplumunun önemli bir bölümü ne istediğini biliyor ve Başbakanın söylemleri bunları olumsuz etkilemiyor. Tam tersine daha organize ve azimli bir yapıya kavuşturuyor.

CHP bence başarısız olmuştur. Ya da beklenen oyu alamamıştır.

Bunun da bence iki önemli sebebi var.

Birincisi Başbakanın CHP liderine Alevilik üzerinden yüklenmesi bu partiye verilecek Sünni oylarda etkili olmuştur. Sünni vatandaşların bir bölümü oylarını bu partiye vermediler. Bunun yerine baraj altında kalması ihtimali gündeme gelen MHP’yi tercih etti.

Bir kesim de her şeye rağmen, mezhepçiliğin etkisi ve güdüsü ile AKP’yi tercih etmiştir.

Bu ülke insanı üzerinde bu tür yaklaşımlar maalesef etkili oluyor. Bu toplum oldukça muhafazakârdır. Belli hassasiyetlere vurgu yapıldığında ses getiriyor. Başbakan da bunu iyi bildiğinden bu kozu kullanmış ve başarılı olmuştur.

Başbakan ve partisi adına başarı sayılan bu durum, demokrasi adına, özgürlük, eşitlik ve ileri demokrasi adına üzüntü verici bir durumdur.

İkicisi MHP üzerinde dalgalanan kaset olayları bu seçimlerde etkili oldu. Kasetleri çıkan milletvekili sayısı arttıkça MHP’nin seçim barajının altında kalacağı da ortaya çıkmıştı. Basının da bu işin üzerine gitmesi sonucu, birçok yerde CHP’nin oylarının MHP’ye verildiği görülmüştür.

AKP’nin organizasyonu olarak görülen bu oyunun bozulması için, MHP’nin baraj altında kalıp da AKP çok fazla milletvekili çıkarmasın diye, CHP’ye gidecek oylardan MHP’ye yüklenme olduğu görülüyor. Bu da CHP’nin birkaç puan az oy almasına neden olmuştur diyebiliriz.

Ayrıca bana göre CHP’nin beklenen oyu almamsında, Kemal Kılıçdaroğlu’nun da, Başbakan Erdoğan gibi sert üslup kullanmasının etkisi olmuştur.

Başbakan’a olumsuz etki yapmayan bu durumun, neden CHP’yi olumsuz etkilediğinin faktörleri de ayrıdır. ‘’Kasımpaşalı’’ Başbakan’a yakıştırılan bu tavır, bir bürokrata yakıştırılmamıştır. Ayrıca Başbakanın çok iyi bildiği bir alanda, kulvarda Kılıçdaroğlu’nun başarılı olması da zaten zordu.

CHP’de ‘’benim adım Kemal, bana güvenin’’ politikası tutmamıştır diyebiliriz. Halk değişen liderlikten ve yeni CHP’den daha kurumsal bir söylem beklerdi diye düşünüyorum.

Siyasetin sağ cenahında kalan, Saadet partisi dışındaki bütün partilerin oyu AKP’ye kaymıştır. Sağ cenahtan bağımsız adaylar bile başarılı olamamıştır.

Bu da halkın oylarının belli tabanlara oturduğunu gösteriyor.

Seçim barajı %10’un altına inerse, mesela %5’e düşerse BDP her zaman 50 milletvekili ile meclise girer. Oy oranı % 7 civarındadır. Bu oy oranı artar azalmaz.

MHP’nin oy oranı değişiklik gösterse de, normal koşullarda %12’nin altına düşmez.

AKP’nin oy oranı, girilecek seçimin koşullarına ve kullanılan argümanlara göre değişse de bugün %50 civarında bir oy oranına sahiptir.

Diğer partilerin önemli bir varlık gösteremeyecekleri ortaya çıkmıştır.

AKP üçüncü seçim döneminde oylarını artırma başarısı göstermiştir.

Ben de dahil, çok fazla bir kesim bu oy oranını beklemiyordu. Bir kez daha anket şirketlerinin başarılı olduğu ortaya çıkmıştır.

Daha ayrıntılı değerlendirmeleri elbette sonra yapacağız.

Bu seçim sonuçları toplumumuza hayırlı olsun.

Nusret Yılmazer

12 Haziran 2011 Pazar

SİZ NE YAPTIĞINIZI BİLİYORMUSUNUZ

SİZ NE YAPTIĞINIZI BİLİYORMUSUNUZ?




Aslında ne olduğunu kimse anlamadı. Meclis üyeleri ne yaptıklarını biliyor mu, bilmiyorum.

Beylikdüzü Belediye Meclisinde, birbirine benzer iki madde, konuları ve kapsamları aynı iki maddeden birine evet dendi, diğerine hayır.

İnşaatların çekme mesafesinin ayarlanması yetkisinin İmar müdürlüğüne verilmesine bir hayır, bir evet.

Geçen hafta Perşembe ve Cuma günleri yayınlanan ve Beylikdüzü Belediye Meclis gündemi ile ilgili olan yazıma MHP ve CHP’li bazı meclis üyelerinden tepkiler gelmişti. Gelen eleştiriler, ‘’yazının gerçeği tam yansıtmadığı, bazı eksiklik ve yanlış anlamalar olduğuna’’ dairdi.

Meclis gündeminin 6. maddesi; İmar müdürlünden meclise gelen ve Yakuplu D 100 Karayolu bölgesinde, Migros’un altından başlayıp, Medlife hastanesi, Doğan Hastanesi bölgesini, E’5 den Yakupluya dönen yolu da kapsayan bölge ile ilgili inşaatların yoldan çekme mesafelerinin yetkisinin müdürlüğe verilmesi talebi vardı.

Mecliste İmar komisyonuna havale edilen bu konuda, İmar komisyonu bir rapor hazırlamış ve bu yetkinin müdürlüğe verilmesinin yanlış olacağı, yetkinin adil kullanılmayacağı endişesi ile müdürlüğün talebinin aksi yönünde kararı çıkmıştı.

Söz konusu bölgede bazı inşaatlar yola yapılmış ve bu tür inşaatlar şehirleşme açısından olumsuzluklara sebep olmakta, görsel ve can güvenliği açısından istenmeyen ve olumsuz sonuçlar ortaya koymaktadır.

Komisyon ise; ‘’bu yetki müdürlüğe verilir ise adamına göre uygulama yapılabilir endişesi taşımaktadır. Bundan dolayı ilgili parsellerde, imar plan notu değişiklik teklifinin uygun olmadığına karar verilmiştir’’ diyor.

Komisyonun bu kararı kabul edildi, İmar müdürlüğünün talebi ret olundu.

Şimdi gündemin 6. maddesinde imar müdürlüğünün talebine hayır diyen meclis, aynı kapsamda olan 7. maddede evet dedi.

Gündemin 7. maddesi birkaç konuyu kapsamakla birlikte 6. madde ile aynı olan bir konu da var.

Farkı; 6. madde, Yakuplu D 100 karayolu bölgesini kapsıyordu, 7. madde Yakuplu Köy içi ile ilgiliydi. D 100 karayolu bölgesinde maksimum taks 0.40, köy içinde 0.50.

Çekme mesafesi birinde 2 metre, diğerinde 3 metre olarak düzenlenecektir.

Ne diyor 7. madde; ‘’Bu alanlardaki maksimum taks 0.50 olmak koşuluyla ön bahçe mesafesi 3 mt olarak düzenlenecektir. Plan onama sınırı içerisinde parsel cephesinin 12 metreden küçük olması, ya da bina derinliğinin 7 metrenin altına düşmesi halinde yapı düzeni oluşturmaya ve bahçe mesafesini belirlemeye ilçe belediye imar müdürlüğü yetkilidir.’’

Yani her iki yerde de, inşaatların yola bahçe mesafesini ilçe imar müdürlüğü belirlesin diye talep var.

Bu alanlar hisseli parsel olduğundan, gelişigüzel yapılmış inşaatların bir hizaya getirilmesidir. Mevcutta, biri yola bir metre çekerek yapılmış, diğeri yola sıfır yapmış. Bir bina 2 metre çekecek, diğeri bir metre çekecek demektir. Ama bu düzenleme yapılırken, binanın oturma alanı hesaplanacak ve her iki arsa sahibi de hak kaybına uğramadan yapılacaktır.

Her iki madde de aynı kapsamdadır. 6. maddeyi ret eden imar komisyonu ve meclis, 7. maddeye evet dedi. Şimdi ne oldu kimse bir şey anlamdı.

Bir de Cuma günkü yazımızın konusu olan, gündemin 7. maddesi içinde, kent meydanları meselesi vardı.

Kent meydanları BHA oluyordu. Yani Belediye hizmet alanı, buraları da belediye ne isterse yapma hakkına sahip olacaktı.

İmarı meydan olan bir yere, ticaret artı konut imarı verilmek isteniyordu. Yani meydanlar inşaat alanı olacaktı. İmar planlarında meydan olan yerler yok olacaktı.

Bu yetki verilmedi. Rekreasyon alanı olarak değiştirildi. Bu konu da hem komisyonda, hem de mecliste oy birliği ile geçmiş oldu.

Kent kazandı, Yakuplu kazandı.

Hal böyle iken, Konu ile ilgili olarak, CHP’li Halil Akpınar, ‘’Bir yanlıştan dönüldüğü için, komisyona ve meclise teşekkür’’ etti.

Taşkın Ofluoğlu da bu değişiklikten dolayı teşekkür etti.

Başkan Yusuf uzun da; ‘’yanlış neydi anlamadım’’ dedi.

Anlaşılan, başkan Yusuf uzun, bu kocaman değişikliğin farkında değildi.

Nusret Yılmazer

10 Haziran 2011 Cuma

BEYLİKDÜZÜ ÖĞRETMEN EVİNİ KİM YAPIYOR?

Türkiye’de birçok şirket okul yapar vergiden düşer. Kamu kurumları ve yerel yönetimler yer gösterir, bir şirket bulunur ve orda okul yapılır.


Bunların bazıları hayır işlemek amacıyla yapılır. Özellikle okul ve hastane yapımı için hayır amaçlı harcama yapan kişi ve kuruluşlar vardır.

Bazı harcamaların ise hayırla ilgisi yoktur. Kazan kazan ana temasına göre yapılır.

Mesela Beylikdüzü’nde öretmen evini birileri yapıyor.

Mesela Beylikdüzü’nde nikah dairesinin binasını birileri yapıyor.

Bu işler hayır işi deildir. O halde bu firmalar, bu binalar için neden masraf yapıyorlar.

Bu inşaatları kim, hangi firma yapıyor?

Neden yapıyor?

Bir firmalar karşılıksız niye böyle işler yapar?

Bu soruların karşılıkları önemlidir.

Bakın Yerel Kulis Gazetesi’nde Cengiz Alçayır bir belediye ihalesi ile ilgili neler yazmış?



‘’Beylikdüzü Belediyesi 2010 yılında, ilçe genelinde kaldırım ve bordür yapımı için ihaleye çıkıyor. İhaleye teklif veren 12 firma, işi almaya talip.

Kıran kırana bir kırım söz konusu.

Yaklaşık maliyetin yarısı oranındaki en düşük teklifi veren, en yüksek kırımı yapan 1. Sıradaki firma, ihale yerine havasını alıyor.

Sıralamada ikinciliği alan firmanın iştahı da kursağında kalıyor. Çünkü ihale, bu firmaya da verilmeyecek.

Kazananı baştan belli olan ihalede, 6. Sıradaki firmaya gelene kadar eleme usulü devam ediyor. Ta ki YİMTAŞ isimli firma “Bingo” diyene kadar…

Sair ihalelerin emsal gösterilebileceği, yüzde 55-60 oranında kırımlarla ihale alındığı tescilliyken, Beylikdüzü Belediyesi, bu ihaleyi neden en yüksek kırımı gerçekleştiren 1. firmaya vermemiştir?

En yüksek kırımı gerçekleştiren birinci sıradaki firmayla, ihale sözleşmesi ve yer teslimi yapılan firmanın teklifi arasında yaklaşık 2 milyon TL fark vardır.

Yani bu iş için Beylikdüzü Belediyesi, en düşük teklifi veren firmaya ödeyeceği paranın 2 milyon TL fazlasını YİMTAŞ firmasına ödemiştir.

Beylikdüzü Belediye Başkanı Yusuf Uzun, bu riski neden üstlenmiştir?

Kamunun 2 milyon TL kadar kar etmesi sözkonusu iken, Beylikdüzü Belediyesi, neden altıncı sıradaki YİMTAŞ isimli firmaya ihaleyi vermiştir.

İlk 5 firma neden Kamu İhale Kurumu’na şikayetçi olmamıştır.

YİMTAŞ Firması’nın bu ihaleyi almasındaki sırrın perde arkası nedir?

Bu ihale” mis” gibi “pis” kokmakta.

İnceleme yapıldığındaysa, ortaya farklı ilişkilerin çıkacağından zerre kadar kuşku yoktur.

Kazananın baştan belirlendiği bu ihalede, uygulamanın da sağlıklı olmadığı, işin oldu-bittiye getirildiği ciddi iddialar arasında yer alıyor.

İhalelere fesat karıştırmak.

Kamuyu zarara uğratmak.

Uğratılmasına göz yummak.’’

Buradan şöyle bir sonuç çıkarmak mümkündür.

Kamu kurumları ve belediyeler verdikleri ihaleler ile birilerini kayırır. Birileri de buradan aldıkları fazla paraların bir kısmıyla bedelsiz olarak, sponsor görünümünde işler yaparlar.

Beylikdüzü Belediye Meclisi’nde bu konu gündeme gelmişti. CHP meclis üyesi Halil Akpınar bu soruyu Yusuf Uzun’a sormuştu.

‘’Öğretmen evini kim yapıyor?

Niye yapıyor’’ diye.

Yusuf uzun cevap vermişti; ‘’birileri sponsor olmuş yapıyor. Belediyenin kasasından da para çıkmıyor. Zaten onu yapacak paramız da yok. Siz bundan niye rahatsız oluyorsunuz anlamıyorum:’’

Bakın ihalelerde bu tür oyunlar dönüyorsa, birileri de bunu sorgular.

Bu şirketler kamuyu temsil etmiyor. Bir takım toplum kesimini de temsil etmiyorlar!

O halde bu şirketler niçin kayırılıyor?

Şimdi açıklanması gerekmez mi?

Öğretmenevini, nikah salonunu ve bunun gibi, belediyenin kasasından para çıkmadan(!) yapılan bu işleri hangi firmalar yapıyor?

Bu şirketler belediyelerden (veya kamu kurumlarından) ihale alıyorlar mı? Alıyorlarsa ihaledeki sıralamada kaçıncı sıradaki firmalardır?

Bazı şirketler durduk yere, bedelsiz olarak kamuya neden iş yapıyor?

Elbette sorgulanması gerekir.

Ve hiç kimsenin hesabını veremeyeceği iş yaptırmaması gerekir.

Temiz siyaset ve temiz toplum bunu gerektirir.

Nusret Yılmazer

8 Haziran 2011 Çarşamba

KENT MEYDANI İMARA AÇILIR MI?

Beylikdüzü Belediye Meclisi’nin Haziran Ayı’nın ilk toplantısı 7 Haziran’da yapılmıştı. Dünkü yazımızda bu oturumun bir bölümünü yazmıştık. Bugün de Meclis Gündeminin 7. Maddesi ile ilgili durumu yazacağım.


Bu maddenin konusu, Yakuplu Köy içi ile ilgili bir plan tadilatı. Köy içinde, imar durumu meydan olan bu yerin, plan tadilatı ile imar durumu ticaret artı konuta çevrilmek isteniyor.

Burada durum biraz da karışık gözüküyor. Çünkü 168. parsele 4 metrelik bir yol konulmuş. İmar Komisyonu başkanı Halit Tuna da diyor ki; ‘’Daha önce yol olmayan bir yere 4 metrelik bir yol konulmuş. Bu haksızlıktı ve biz bu yolu kaldırdık. Daha önce meydan olarak gözüken yer, meydan olarak kalsın istedik. Park olan yer konut olsun istemiyoruz. Biz bunları kaldırdık’’ dedi.

174, 175 ve 213 nolu parsellerin mülkiyeti kamuya ait ve imarı da ‘’Meydan’’ olarak gözüküyor. İşte bu parsellerin, meydanın imar durumu ticaret artı konuta dönüştürülmesi talebi var. İmar komisyonu bu kez, bence de haklı olarak buna karşı karar yazmış.

CHP meclis üyesi İ.Halil Akpınar madde ile ilgili söz aldı ve komisyonun görüşünü savundu, Müdürlüğün talebinin yanlışlını vurguladı.

Akpınar, ‘’siz kamuya ait bir parseli imara açıyorsunuz. Bu meydan yok olacak ve inşaat yapılacak. Halbuki bu kentin meydanlara ihtiyacı var’’ dedi.

Yusuf uzun buna itiraz etti. ‘’Biz meydanı yok etmiyoruz, daha büyük bir meydan yapmak için bunu yapıyoruz. Beylikdüzü’ne üç tane meydan kazandıracağız’’ dedi.

Akpınar itiraz etti. ‘’Başkanım siz farklı bir yer üzerinde konuşuyorsunuz. Burası o yer değil. Bu yeri ben size anlatayım’’ dedi ve konuyu şöyle açıkladı:

‘’Bu yer Yakuplu köy içinde yapılmak istenen bir plan tadilatıdır. Bu meydan, belediyenin hali hazırda garaj olarak kullandığı bir yerdir. Bu parsellerin imar durumu, Yakuplu eski imar planında meydan olarak gözüküyor. Müdürlük yeni yapacağı plan tadilatında bu meydan olan yeri, ticaret artı konut olarak düzenlenmesini istiyor.

Siz imarı meydan olan yeri imara açarsanız buralar kat karşılığı verilir ve inşaatlar yapılır. Siz bir meydanı yok ediyorsunuz. Bu doğru değil’’ dedi.

Ayrıca Yakuplu Köy içi ile ilgili bu plan tadilatında, Yakuplu Mezarlık karşısındaki meydanın düzenlenmesi talebi de var. Gelen talepte bu meydanda birçok fonksiyon isteniyor. Yani bu meydanın etrafına dükkanlar yapılması, satılması veya kiraya verilmesinin uygun olacağı gibi birtakım fonksiyonların olması isteniyor.

Muhalefet buna itiraz ediyor. ‘’Bu meydana 4 metre yükseklikte, sökülüp takılabilir, 100 metre tabanı geçmeyen, satılamaz veya kiraya verilemez bir yerin yapılmasına onay vermek’’ istiyor.

Yani buraya ancak tuvalet benzeri, zorunlu ihtiyaç gidermeye yönelik veya belediyenin kamu hizmeti vereceği bir yapı yapılmasını öneriyor.

İşte Yusuf Uzun’un yukarda söylediği, ‘’biz oraya daha büyük bir meydan yapmak istiyoruz’’ dediği yer, bu meydandır. Bu meydandaki düzenleme çalışması ise sorun oluyor. Belediyenin burada yapılaşma talebinden söz ediliyor. Muhalefet ise buna karşı çıkıyor.

Gündemin 7. maddesini oluşturan konu bir hayli karışık.

Talepte bulunan müdürlüğün görüşünü savunan AKP grubu da, karşı çıkan MHP ve CHP grubu da birbirini yeterince anlayamadı. Kendi tezlerini de yeterince savunamadılar. Salondaki dinleyiciler de bu tartışmalardan çok bir şey anlamadı.

Başkan Yusuf Uzun da bu eksikliği gördü. Konuşmalar biraz havada kalıyordu. Meclise, ‘’bu maddeyi komisyona iade edelim. Komisyon bu madde üzerinde biraz daha çalışsın, sadeleştirsin, biraz daha netleştirsin. Cuma günü yapılacak toplantıda bu maddeyi tekrar görüşelim’’ dedi.

Yapılan oylamada oy birliği ile bu maddenin komisyona iadesine karar verildi.

Bakalım Cuma günü (bugün) bu madde ne şekilde kabul edilecek?

Müdürlüğün talebi gerçekleşecek mi, yoksa mülkiyeti kamuya ait meydanlar, meydan olarak kalabilecek mi?

Nusret Yılmazer

BELEDİYE MECLİSİSNDE ÇİFTE YANLIŞ

Beylikdüzü Belediye Meclisi’nin 07-06-2011 (Haziran ayı) tarihli oturumunu izliyorum. Meclis yine 45 dakika geç başlıyor. Başkan Yusuf Uzun toplantıyı açar açmaz, ‘’vatandaşların bu gecikmeden şikayet ettiğini’’ söyledi.


MHP grup sözcüsü Halit Tuna, ‘’gecikmenin nedeni olarak kendilerinin gösterilmesinin doğru olmadığını, belediyenin fotoğraf çektirme işini bu güne bırakmasından kaynaklandığını’’ söyledi. ‘’İki buçuk yıldır meclisteyiz, basın bürosu resim çektirmek için bugünü mü buldu’’ diye sitem etti.

Sonradan öğreniyoruz ki, Belediyenin basın birimi, yayınlarında kullanmak için Meclis gruplarının belediyenin önünde resimlerini istemiş. AKP çektirmiş, CHP ‘’tamam demiş ama çektirmemiş’’. MHP ise biz çektirmeyiz’’ demiş.

Bu meclis oturumunda bizce iki yanlış vardı. İkisi de imarla ilgiliydi.

Birinde( gündemin 6. maddesi) muhalefet yanlış yaptı. Bir çirkinliğin, tehlikenin kısa yoldan çözümüne engel oldu diye düşünüyorum. Bu yazının konusu bu olacak.

Diğerinde(gündemin 7. maddesi) AKP bir yanlışı savunuyordu. İmarda kent meydanı olan bir yerin imar durumunu ticaret artı konuta çevirmek istiyordu. Bu konuya da yarınki yazımızda yer vereceğiz.

Gündeme geçilmeden önce yazılı önergeler alındı. 14 adet önerge vardı. Tüm önergeler oy birliği ile gündeme alındı.

Gündemin ilk maddeleri belediye birim müdürlüklerinden gelen yazılardı ve ilgili komisyonlara havale edildi.

Gündemin 6. Maddesi tartışmalara neden oldu. Daha önce İmar müdürlüğünden gelen talep imar komisyonuna havale edilmişti. İmar Komisyonu da gelen talebe aykırı bir karar yazmış.

İmar Müdürlüğü bazı yerlerde yola sıfır gibi yapılmış yapılarda, en az 2 metre çektirilmesi için meclisten yetki istiyordu.

Bu karar somut olarak da, Beylikdüzü’nden Haramidere’ye inerken Yakuplu’ya dönüşte, sağda bulunan bina ile ilgili alınmak isteniyordu. Bu bina neredeyse yola sıfır yapılmış ve birinci katta çıkma yaparak, neredeyse yola girmiş ve büyük araçların bu binaya çarpma ihtimali var. Ayrıca çok çirkin ve yol sağlıklı kullanılamıyor.

Müdürlüğün bu talebine komisyon çoğunluk olarak hayır demiş. CHP ve MHP, ‘’bu kötü emsal olur, başka yerlerde kötü niyetli kullanılabilir endişesini dile getiriyorlar ve bu nedenle talebe komisyonda hayır’’ diyorlar.

Komisyonun bu raporu mecliste kabul edilirse müdürlüğün talebi de ret edilmiş olacak. Başkan Uzun, uzun uzun izah etti. ‘’Burada yanlış anlaşılma var. Bu bina tehlike yaratıyor. Siyasi kaygılarla davranmayın’’ dedi.

MHP ve CHP kararında ısrarlı oldu. CHP’den Mülayim Demirtaş diyor ki; ‘’Daha önce Hürriyet Bulvarında yine böyle bir durum vardı. Belediye gitti, konuştu ve inşaatı geri çektirdi. Belediye isterse sorunu görüşmeler yoluyla çözebilir. Burada da bu yolu denesin.’’

Muhalefet, ‘’ya da plan tadilatı yapılsın’’ diyor. AKP ise, ‘’bu iş çok uzar’’ diye, o yolu tercih etmiyor.

MHP; ‘’yedi yıldır bu bölgede AKP iktidarı vardı. Bu sorunu çözmemiş. Vatandaş bu kadar yıl beklemiş. Birkaç ay daha beklesin’’ diyor.

CHP’den Taşkın Ofluoğlu partisinin grup kararına aykırı görüş açıkladı ve komisyonun kararını eleştirdi.. ‘’Müdürlüğün talebinin haklı olduğunu’’ savundu.

Oylamada CHP’den Ofluoğlu ve Halil Akpınar AKP birlikte, komisyon kararının aleyhinde oy kullandılar. Oylama 16’ya 14 olarak komisyon kararının kabulü ile sonuçlandı.

Başkan Yusuf Uzun konuyu idare mahkemesine götüreceğini söyledi.

Bu konuda Müdürlüğün haklı talebi ‘’siyasi kaygılar ve güvensizlik’’ nedeniyle ret edilmiş, kent adına yanlış bir karar verilmiştir diye düşünüyorum. Oradaki binayı ben de biliyorum ve hem çirkinlik, hem de tehlike yaratıyor. Bu kentin çeşitli yerlerinde böyle binalar görürsünüz ve buna izin veren belediyeye kızarsınız. Bunların düzeltilmesi gerekir diye bir vatandaş olarak siz de söylersiniz.

İşte buradaki durum da tam böyle bir şey.

Bunun sebebi tamamen muhalefetin AKP’ye güvenmememsi gibi gözüküyor.

‘’Kişiye özel uygulama yapılmasına’’ karşı çıkılıyor. ‘’Geçmişte bu yanlışı neden yaptınız’’ diye sorgulanıyor.

Sonuçta burada çirkin ve tehlike yaratan bir yapı var. Elbette bunun en sağlıklı yolu plan tadilatı yapmak ve bu tür yerleri düzeltmektir.

Halit Tuna, ‘’yedi yıl beklemiş, üç beş ay daha beklesin. Ama sağlıklı bir çözüm üretilmiş olsun ‘’ diyor.

Bu arada İmar komisyonun oluşması da eleştirildi. İmar Komisyonu teknik insanlardan oluşmalıdır. Mevcut İmar komisyonunda mimar ve mühendisler olmadığı için bu tür kararlar çıkıyor suçlaması yapıldı.

MHP grubu ise; ‘’biz mimar ve mühendislere baktırıyoruz, görüş alıyoruz. Komisyonun illaki de teknik kişilerden oluşması gerekmiyor’’ diye savunma yaptı.

Burada müdürlüğün talebi doğrultusunda bir karar çıksaydı, başka yerlerde emsal olarak kullanılırımıydı bilmiyorum. Ama benim bildiğim bu tehlike yaratan yapı daha bir süre yerinde kalacak. Bunu da doğru bulmuyorum.

Yarın da Yakuplu’daki kent meydanının imar durumunun ticaret artı konut’a çevrilmesi ile ilgili taleple ilgili görüşmeyi yazacağım.

Nusret Yılmazer

4 Haziran 2011 Cumartesi

BEYLİKDÜZÜ’NDE SİVİRİSİNEKLERİN ÖZGÜRLÜĞÜ

Daha yaz sıcakları doğru düzgün başlamadı. Ama yer yer ısınan havada pencere açmak istiyorsunuz, sivrisineklerin saldırısı başlıyor.


Sivrisinekler sezonu başlattı bile.

Son iki yıldır Beylikdüzü’nde ilaçlama çalışmaları çok iyi yapılmıyor. İnsanlar yazın gelmesiyle birlikte pencerelerini açıp, serin havayı içeri alıp, evlerinde rahat oturmak istiyorlar.

Ama ne mümkün.

Biraz sonra içeri giren davetsiz ve saldırgan haşereler hemen ısırmaya başlıyorlar.

Gece sıcak oldu, Pencereyi açıp öyle uyumak istiyorsunuz.

Ama mümkünü yok, uyuyamazınız.

Bir süre sonra kalkar, sivrisinek avına başlarsınız. Ve de ısırılan yerleri kaşıyıp durusunuz.

Belediye sizi pencereleri kapalı tutmaya mecbur ediyor.

Klima çalıştırmaya mecbur bırakıyor.

Sivrisineklerin ısırmaması için çeşitli kimyasallar kullanmaya mecbur ediyor.

Biz her sene bu tür yazıları yazar olduk. Her seferinde de yetkiler arar ve kendini savunurlar.

Yok, efendim ilaçlamayı Büyükşehir yapıyormuş. Yerel belediyelerin ilaçlama yapma yetisi yokmuş.

Büyükşehir Belediyesi de zamanında bu ilaçlamaları yapıyormuş falan.

İyi de birincisi, Büyükşehir Belediyesi bu ilaçlamaları zamanında yapıyorsa bu kadar sivrisinek nerden çıkıyor, yaşamı bize nasıl zehir ediyorlar.

İkincisi, ilaçlamanın kimin tarafından yapıldığı vatandaşın sorumluluğunda ve umurunda değildir. Vatandaş penceresini açıp esen yelden faydalanarak evinde, bahçesinde huzur içinde oturmak ister.

Yerel Yönetimler de bunu sağlamakla mükelleftir.

İster Büyükşehir Belediyesi ilaçlama yapsın, ister yerel belediye.

Ama yerel belediye bunu takip etmek, ilaçlamayı yapmak zorundadır.

Zaten Büyükşehir Belediyesinin hangi ilçede, nerelerin ilaçlanması gerektiğini çok iyi bilmesi de pek mümkün olmayabilir.

Yani yerel belediyeler bu işi takip etmekle mükelleftir.

Ayrıca bu işi Büyükşehir Belediyesinin üstlenmesi de, bu açıdan çok da doğru değildir.

Beylikdüzü’nde bazı derelin içine inilerek çok iyi ilaçlanması gerekir. Hem de 4. ayın başından itibaren.

Mesela Bizimkent’e yakın olan BEKO’nun altından başlayan derenin çeşitli yerlerinde sular çıkar. Ayrıca çeşitli yerlerde sular birikir. Buralar sivrisinek larvaları için oldukça uygun yerlerdir. Bu alanların bazı yerleri ilaçlanmamışsa bu bölgeye yaşamı zehir etmeye yeterlidir.

Bu yıl da bu ilaçlama işi çok iyi yapılmadı. Her yıl yapılan ve havuzlar dahil ilaçlanan alanlar bu yıl ilaçlanmadı.

Mesela, doğru veya yanlış; Bizimkent’in içindeki havuzlar her yıl ilaçlanırdı. Ama bu yıl ilaçlama araçları pek uğramadı buralara.

Ben Bizimkent gibi bakımlı bir sitede oturuyorum.

Binamızın etrafı ve yeşil alanlar, kuytu yerler düzenli olarak, site yönetimi tarafından ilaçlanır. Buna rağmen pencere açamıyoruz.

Demek ki bu sivrisinekler sitenin bölgesinde oluşmuyorlar. Dışarıdan, bölgeden gelen sineklerdir.

Biz bu yazıyı yazdık ya, yetkililer yine, hemen kendilerini savunmaya geçecekler.

Bu iş suçlama ve savunma meselesi değildir.

Benim sivrisineklerle sıkıntım olmasa, böyle sorunu insanlar yaşamıyor olsa, ben böyle bir yazıyı niçin yazarım.

Benim ve Beylikdüzü’nde oturan binlerce vatandaşın bu konuda şikayeti var.

Sivrisinekler yaşam kalitemizi bozuyor.

Yazları bile püfür püfür esen rüzgarın serinliğini hissetmek istiyoruz. Bundan yararlanarak rahat yaşamak, Beylikdüzü’nün bu avantajından yaşamak istiyoruz.

Zaten burada yaşamamızın gerekçelerinden biri de budur.

Bu hakkımızı elimizden almayınız.

İnsanları huzurlu yaşatmak sizin işiniz. Büyükşehir veya siz ilaçlayın, lütfen zamanında ilaçlatın.

Bizi klima, kimyasal kullanmaya mecbur bırakarak, sağlıksız yaşamaya mahkum etmeyin.

Beylikdüzü çoğunlukla yüksek binalardan oluşuyor. Yüksek katlara sivrisinekler çıkmıyor olabilir. Ama bu yüksek binaların alt katları da var. Ve tabii yüksek olmayan binaları da.

Lütfen işinizi iyi yapın. Lütfen sivrisinekler yüzünden bizi pencereleri kapatıp hapse mahkum etmeyin.

İtirazı olan yerel yöneticiyi veya görevliyi evimde, bir akşam açık balkonda çay içmeye bekliyorum.

Nusret Yılmazer

2 Haziran 2011 Perşembe

CHP’DEKİ DEĞİŞİM UMUT VERİCİ

CHP hazırladığı anayasa taslağını açıkladı. Elbette bu öneri mahiyetindedir. Esas anayasa çalışmasını çok geniş bir toplumsal katılımla yapacaklarını peşinen söylüyorlar.


CHP de önemli açılımlar var. Hemen her konuda çözüm önerileri var. CHP’nin yeni programı toplumun önemli bir kesiminde umut olmaya başladı. CHP’deki değişim beni de ümitlendiriyor.

Kılıçdaroğlu Yeni CHP dediğinde çok kimse bunu anlamamıştı. Nesi yeni diye sormuşlardı.

Şimdi CHP’nin söylemlerini dinleyenler CHP’de ne kadar yenilik oğlunu çok açıklıkla görmektedir.

Eskiden askere sahip çıkan CHP, şimdi Genelkurmay Başkanlığı Milli Savunma Bakanlığına bağlansın diyor ve askere siyasi iktidara müdahale etme hakkı veren(!)TSK İç Hizmet Kanununun 35. maddesini değiştirmeyi öneriyor.

CHP’nin seçim programında da bol miktarda laiklik yok. Milliyetçi söylemler yok. Derin devlete sahip çıkmak yok. Kürt denilince akla PKK gelmiyor. Tam tersine çözüm önerileri sıralanıyor.

CHP’nin türbanı biz çözeriz söyleminden sonra, türban üniversitelerde sorun olmaktan çıktı. Artık CHP hangi üniversitenin türbanlı öğrenciyi okula aldığını takip etmiyor.

Daha gerçekçi politikalar üretiyor ve halkın gerçek sorunlarını dile getiriyor. Kılıçdaroğlu,

‘’karnı aç insanın laiklik neyine’’ diyor.

Bu yenilikler de CHP’ye puan olarak dönmektedir.

Daha önce bu tür yenilikleri AKP savunuyordu. Karşısındaki partiler ise mevcut düzeni, statükoyu savunmakla yetiniyorlardı. ‘’AKP haindi, bölücüydü.’’ Bu suçlamalara rağmen AKP, AB politikalarından taviz vermedi. Diğer partiler AKP’yi suçladıkça AKP’nin halk desteği arttı.

Ama bütün bunlar yapılırken, AKP’nin bir hesabı olduğu söylendi. AKP kendi derin devletini kurana kadar, devletin her hücresine nüfus edene kadar bu yenilikleri savundu. Kendisi devlete hakim olduktan sonra birden bire bu yeniliklere, hak ve özgürlere karşı bir direnç göstermeye başladı. Ülkedeki uygulamalarda çok fazla şey değişmiş gibi, statükonun korunmasını savunur oldu.’

Kılıçdaroğlu NTV’deki programda Kürt sorunu ile ilgili çözüm önerilerini açıkladı. ‘’Bütün siyasi partiler ikişer kişilik üye verecek, sivil toplum örgütleri katılacak ve oluşturulan komisyonla Kürt sorunu masaya yatırılacak. Elbette bu masada Kürtler de olacak, MHP’de olacak. Amaç çözüm olursa en sağlıklı çözüm bulunur’’ diyor.

Kılıçdaroğlu, yeni anayasa çalışmalarını da aynı yöntemle yapacaklarını söyledi.

Mecliste temsil edilen, edilmeyen bütün partiler, sivil toplum örgütleri anayasa komisyonunda yer alacak.

Üstelik seçim barajı hemen %5’e düşürülecek.

Bu yönden bakıldığında AKP’den oldukça farklı bir yol izleyecek CHP.

‘Ben yaptım oldu’ anlayışı içerisinde bir anayasa çalışması düşünmüyor. Kendi hocalarına hazırlatılan bir anayasa koymayacak toplumun önüne. Toplumun en geniş katılımıyla hazırlanacak bir anayasa çalışması yapmaktan yana CHP.

Kılıçdaroğlu toplumun tüm kesimlerine seslenerek, dik durmalarını istiyor. ‘’Gazeteciler AKP iktidarından korkuyorlar. Kim aykırı bir şey yazsa veya söylese kendini hapiste buluyor. Artık muhalif her gazeteci bu korkuyu yaşıyor ve eleştiremiyor.

İşadamları korkularından konuşamıyorlar. ‘’Bi taraf olan, bertaraf olur’’ diye korkuyorlar. Konuşanın, eleştirenin kapısına maliyeciler gönderiliyor, cezalar geliyor.

Üniversitelerin hiç sesi çıkmıyor.

Hak arayan, pankart açıp sesini duyurmak isteyen öğrenci hem okuldan atılıyor, hem hapis yatıyor. Ergenekon ve KCK davaları toplumu korkutmak amaçlı baskı olarak kullanılıyor.’’

AKP kaset olayları ile siyasete bile müdahale eder hale geldi. Artık bu organizasyonların AKP tarafından yapıldığına inanılıyor. Zira ‘’bazı BDP’lilerin Elazığ bölgesinde MHP’yi destekleyeceklerine dair ses kaseti olduğunu, iki güne kadar piyasaya çıkacağını’’ söylüyor başbakan. Bunlar siyaset adına hiç de güzel işler değildir. İktidar bu tür ayak oyunlarını kullanmamalıdır.

CHP sadece özgürlükleri genişletmeyi amaçlamıyor. Sosyal politikaların yanında ekonomik sorunlara da çözüm önerileri üretmiş. Seçimlerde insanlara iş ve aş çözümleri de var.

Yoksula aile sigortası. Çiftçiye mazotta ve gübrede fiyat indirimi, öğrenciye özgürlük, emekliye iyileştirme, kadına eşitlik.

Bu seçimlere giderken CHP dersine iyi çalışmış gözüküyor. Yeni CHP’nin kadroları gerçekten çalışkan kadrolardan ve gençlerden oluşmuş gibi gözüküyor.

Yolun başında acemi kadro görüntüsü vardı CHP’de. Hazırlanan bu programdan sonra CHP’ye güvenmek gerektiği ortaya çıkıyor.

İyi niyet var.

Bilgi ve birikim var.

Eksikler de kalan süreçte tamamlanır.

En önemlisi de, katılımcı ve gerçek demokrasiye inanıyorlar.

Nusret Yılmazer

31 Mayıs 2011 Salı

BU İŞ ÇOK UZADI

16 Mayıs tarihinde Bizimkent Koruma ve Güzelleştirme Derneği’nde otururken Yerel Kulis Gazetesi’nden Cengiz Alçayır geldi. Bizimkent 189 Ada başkanı Kemal Başar ile röportaj yapacakmış. Kemal Başar’a haber verdim ve benim odamda konuşmaya başladılar.


Öncelikle, Bizimkent ve 188 Ada’da yapılan ADM binasının yeni kullanım biçimi ile ilgili olsa da, genel olarak Bizimkent’in sorunları ve en önemlisi yönetim binası sorunu konuşuldu.

Söz buraya gelince, yıllardır bu konuda mücadele eden, çözüm için her kapıyı çalan bir yönetici olarak, elbette sessiz kalamadım ve bu sorunla ilgili yaşananlar hakkında bir şeyler söyledim.

Benim söylediklerim de öne çıkınca bazı yerlerde problem olmuş. Bana gelen haberlere göre öyle iddialar var ki şaşırmamak mümkün değil. Mesela deniyor ki, ‘’belediye sorunu tam çözmüş, bu konuda kararlar almış, encümenden kararlar çıkmış olmasına rağmen benim bu konuşmam olumsuzluk yaratmış, haksızlık olmuş’’muş.

Yerel Kulis Gazetesi’nde yer alan habere göre ben ne söylemişim?

Özetle; ‘İki buçuk yıla yakın bir zamandır bize, bu sorununuzu çözeceğiz diyorlar. Ama bir adım ilerleme sağlanamadı. Bize söz verdiler, ama bizi oyaladılar, sözlerinde durmadılar. Ben de artık bu sorunu çözeceklerine, çözmek istediklerine inanmıyorum’ dedim.

Konu ile ilgili, çok defa kapsını çaldığım ve çözme sözü aldığım kişilerin bir şey yapmadığını anlattım.

Beylikdüzü Belediye Başkanı Yusuf Uzun, 2009 Mart yerel seçim sürecinde, diğer belediye başkanı adayları gibi, Bizimkent Haber Dergisi’nde yer alan seçim taahhüdünde, ‘’Bizimkent’in yönetim yeri arsasının tapusunu, en geç bir yıl içinde, bedelsiz olarak Bizimkent Yönetimine veya Derneği’ne vereceğini’’ taahhüt etmişti.

Bunun üzerinden iki yılı aşkın bir süre geçmiş. Çok çeşitli defalar Başkan’ın kendisi ve görevlendirdiği yardımcıları aracılığıyla bu sorunun çözüleceğine dair sözler verilmiş. Ama bir türlü çözülmemiş. Bugün itibariyle de çözüm doğrultusunda somut bir adım yoktur.

Bizimkent’in Vadi tarafında yer verilecek denildi, verilmedi. Biz kendilerine somut bir öneri götürdük. Mevcut yönetim binamızın olduğu bölgede, bizden birine ait, 400m2lik bir arsamızla, aynı ada üzerinde belediyeye ait bir parselde, aynı m2 lik arsanın ifraz yapılıp, tapusunun bize verilmesini talep ettik.

Yetkili Başkan yardımcısı; ‘’bu talebin karşılanacağını, bunun önünde yasal bir engelin olmadığını ve yerel seçimlere kadar bu işin gerek Beylikdüzü, gerekse Büyükşehir Belediyesindeki yasal sürecin tamamlanacağı’’ bilgisini verdi. ‘’Tapuyu da seçimden sonraki süreçte alabilecektik.’’

Aynı konuyu AKP Beylikdüzü İlçe başkanı ile de görüştük. Babayiğit de bu sorunun bu şekilde çözüleceğine dair söz verdi.

Aylar geçti, bu konuda da tık yok. Sonra Belediye Başkan yardımcısı beni çağırdı ve bu takasın olmayacağını söyledi.

Elbette uzun uzun konuştuk. Ben, yasal engel olduğu için bunun olmadığına inanmadım. Eğer bu sorunu çözme iradesi hakim olsaydı Bizimkent’in bu sorunu çoktan çözülmüştü. Biz resmen oyalanıyorduk.

Yusuf Uzun artık rahatlıkla bize şunu söylüyordu; ‘’Bizimkent gibi büyük bir site yönetim binasız kalamaz. Biz bu sorunu çözmeye söz verdik. Ama haklısınız bu iş çok uzadı. Artık çözmemiz lazım:’’

İyi de çözecek olan sizsiniz. Bize bunu söyleyince belki bir süre rahatlarız ama bu süreklilik haline gelince sıkıcı oluyor. Üstelik bazı sorunları pat diye çözüyorsunuz.

Mesela, Merve Eğitim Vakfı’nın dere kenarındaki arsasını, (inşaat izni verilmiyor diye) Kavaklı meydanındaki arsa ile takas yaptınız. Üstelik takas yapılan arsalar arsında önemli değer farkları vardı. Bu sorunu çözebildiniz.

Kader Mahkumları Derneğine iki yıldır şartsız, şurtsuz yer vermişsiniz, oturuyor. Üstelik herhangi bir kira, ihale vs yok.

İyi de yapmışsınız. Hiçbir itirazım yok.

Ama sizden önceki belediye yönetimi ve meclisi; aynı binada, üstelik meclis kararıyla Bizimkent Derneği’ne de yer vermişti. ‘’Kamu zararı var diye’’ Kaymakam dava açtı, belediye takip etmedi. Ve bize, ‘’bakın mahkeme buranın tahsisini iptal etti. Anahtarı geri verin’’ deyip, bu yeri elimizden aldınız. Ve Kader Mahkumları Derneği benzeri biz çözüm bulmayı düşünmediniz bile.

Başka Derneğe anında çözüm, Bizimkent’e ‘’çok uzadı bu iş.’’

Su altı sporları derneğine, yine Bizimkent’in yanı başında ve Gürpınar’da yer verdiniz. Bina yaptılar. Yine anında çözüm bulabildiniz.

Ama 4014 konutlu, 17, 18 bin nüfuslu Bizimkent’e bunca zamandır çözüm bulunamıyor.

Ve söyleyebildiğiniz tek şey, ‘’haklısınız bu iş çok uzadı.’’

Ben önemsenmediğimizi, ciddiye alınmadığımızı ve bir taraftan yüzümüze gülünürken, diğer taraftan cezalandırıldığımızı düşünmeye başladım.

İnsaf yani, iki yıldan fazla süre geçmiş. Ve siz daha başkan olmadan söz vermişsiniz bu sorunu çözmek için.

Ben, bize söz veren her yetkiliye inandım. İlçe başkanı Celal Babayiğit’in de inanarak konuştuğuna inandım. Ama verilen süreler bir bir geçiyor. Kimse bizi arayıp bir alternatif sunmuyor.

Yöneticiler, sorun çözücüler sadece kendi pencerelerinden bakmayı bırakıp, biraz da bizim açımızdan bakmayı becermeliler diye düşünüyorum.

Aynı günlerde, Bizimkent yönetiminden bazı arkadaşlarımızın sırtı sıvazlanmaya devam ediliyor bazı yetkililer tarafından. ‘’Çözdük, çözüyoruz’’ diye.

Ama ‘’çözdük’’ diye söylenen çözüm yolu, çözümden çok uzak halen.

Ben kimseye haksızlık yapmadım. Tek talebim bu sorunumuzun en doğru şekilde çözülmesidir. Bu konuda, şu anda halen resmi olarak atılmış bir adımın olmadığı yerdeyiz. Çözüm mesajları sadece sözlerden ibarettir.

Kimseyi kırmak, incitmek gibi bir düşüncemiz yoktur. Sadece Bizimkent’in de ciddiye alındığını ve gerçekten çözüm için bir yol bulunduğunu, bir işlem yapıldığını bilmek istiyorum.

Ben altı yıldır yöneticiyim ve Bizimkentlilerin bu konudaki sorularını cevaplayamıyorum. Ben insanlara değer veririm ve onların sorularını gönül rahatlığıyla cevaplamak isterim.

Yöneticiler inandıkları konuda çözüm üretmekle mükelleftirler.

Nusret Yılmazer

30 Mayıs 2011 Pazartesi

SEÇİM GÜVENLİĞİ VE GÜNLÜK POLİTİKA

Seçimlere kalan süre azaldıkça Başbakan Erdoğan’ın üslubu ve söylemeleri sertleşiyor. Sanki kendisi muhalefette de iktidara yükleniyor gibi bir hava oluşuyor.


Bugüne kadarki tüm seçimlerde (2002 den bugüne) AKP mağdur konumdaydı. Gerçekten de derin devlet AKP’nin iktidara gelmemesi, geldikten sonra da muktedir olmaması için elinden geleni yaptı. AKP’ye bu süreçte çok zorluklar yaşatıldı.

Bütün bunlara rağmen AKP iktidar olmayı başardı ve muktedir oldu. Şimdi devletin tüm organları elinde ve tüm kurumları kendisine çalışıyor.

Şimdi durum tersine dönmüş gözüküyor. Kendisine karşı yapılan davranışları, şimdi kendisi muhalefet partilerine yapmaya çalışıyor.

Türkiye’de muhalefet gittikçe milliyetçi bir çizgiye oturmuştu. CHP ve MHP milliyetçilikte birbirleriyle yarışıyordu. Özellikle Kürtlerle ilgili hakların verilmesi konusunda iki parti tutucu davranırken, AKP Kürt açılımı yapmaya çalışıyordu. Tek ilerici gözüken, insanı temel alan, özgürlükçü politikayı savunan tek parti AKP gibi görünüyordu.

Bundan dolayı doğu ve güneydoğu illerinde BDP’nin yanında milletvekili çıkaran tek parti konumundaydı. Güneydoğuda ‘’Kürt temsilci partisinin’’ yanında, yalnızca AKP vardı.

Hatta diğer partiler gerçek anlamda Kürtlerin yoğun yaşadığı illere gidemiyor, miting yapamıyorlardı.

Başbakan Erdoğan da bu fırsatı kaçırmıyor, her defasında bunu onların başına kalkıyordu. ‘’Bunlar Sivas’ın ötesine gidemiyorlar’’ diyordu.

Bu söylemin iki anlamı vardı. Birincisi o yörede halk bu partilere teveccüh göstermediği için bu partiler orda taban bulamıyordu. Bundan dolayı bu partiler orada varlık gösteremiyorlardı.

İkincisi ve esas söylemek istenen ise, ‘bu partiler oraya korkularından gidemiyorlar’ anlamıydı.

Her iki anlamın da gerçekliği vardı.

Dolaysıyla iktidar partisinin de bu işte bir sorumluluğu olmalıydı. O partiler oraya gidemiyorlardı ise, bu iktidarın da zaafı olduğu anlamına geliyordu. Eğer bir ülkede bazı siyasi partiler ülkenin bir bölümüne gidemiyor ise; bu esas iktidarın ülkeyi iyi yönetemediğinin göstergesidir. Ülkenin bir bölümünde başka güçlerin hakim olduğunu gösterir. Bu da iktidarın kusurudur.

Ama muhalefet partileri bunu pek kullanamadı. Zira kendilerinin oralara gidememe olgusunu kabul etmiyorlardı.

Şimdi CHP oralara gidiyor. Mitingler de yapıyor. Mitinglerine kalabalıklar da katılıyor. Neden CHP bunu başardı?

Çünkü iktidarın özgürlükçü söylemini elinden aldı. Hak ve özgürlükleri savunan parti konumuna geldi. İktidar ise daha bir milliyetçi çizgiye geldi ve söylemleri sertleşti. Şimdi o özgürlükçü başbakan BDP ile muhalefetin işbirliği yaptığını söyleyen bir duruma geldi.

Dün kendisi özgürlükleri savunurken iyiydi, ama bunları bugün muhalefet söyleyince hain oluyordu.

Başbakan bu kez farklı argümanlar kullanıyor. ‘’Yok CHP’nin mitinglerine BDP’liler gidiyormuş. Yok orda kepenk kapatıyorlarmış, yok mitingde Türk bayrağı dağıt sınmış da göreymiş’’ falan.

Muhalefeti küçümsemek, halk deyimi ile adam yerine koymamak bir başbakan’a pek de yakışmıyor. Muhalefet farklı davransa bile, başbakan devlet adamlığı ağırlığını bırakmamalı.

Bir ilde kepenklerin kapatılması muhalefette bulunan CHP nin sorumluluğu olabilir mi?

Eğer muhalefet partileri bile orda kepenk kapatma durumuna geliyorsa bu ülkeyi yönetenlerin hesap vermesi gerekmez mi?

Böyle bir durumda iktidar muhalefeti suçlayarak buradan pirim yapmayı düşünebilir mi?

Ülkede asayişi sağlamak zorunda olan iktidardır. Muhalefetin güvenlini de iktidar sağlayacaktır. Tıpkı oradaki tüm vatandaşların can güvenliğini sağlamak zorunda olduğu gibi.

Görevini iyi yapamayan bir iktidar, bir de buradan pirim yapmaya kalkışıyor.

Nasıl olsa ülke insanlarının çoğu koyun gibi görülüyor.

Başbakan ne derse taraftar onu dinler, durup düşünmez, yorumlamaz.

İşte bir ülke için esas tehlike olan bu durumdur. İnsanların düşünme ve fikir yürütme yetisini kaybetmesi. Maalesef AKP tabanında bu fazlaca var. İtaat kültürü bunu gerektiriyor.

AKP’nin avantajı da budur.

Nusret Yılmazer

25 Mayıs 2011 Çarşamba

SİYASETTE SEVİYESİZLİK VE KİRLİ TEZGAHLAR

Bu seçim sürecinde çok da iyi şeyler olduğu söylenemez. Seçim sürecinde ard arda yayınlanan MHP kasetleri adeta bir şova dönüştü.


Bu MHP’li milletvekili adayları ve yöneticilerin kasetlerini kim çektirdi? Neden çektirdi ve neden şimdi yayınlanıyor?

İşte bu sorulara verilecek cevaplar bizi yaşananları anlamaya doğru yöneltir.

Hani Başbakan Erdoğan eski derin devleti anlatır ya; ‘’devlet herkesi dinlerdi, devlet herkese komplo kurardı’’ diye. İşte derdi, ‘’biz böyle bir devlet yapısına rağmen iktidar olduk ve bu ceberut devlet anlayışını değiştirdik.’’

Eğer o derin devlet yok olduysa veya değişti ise; O zaman sormak gerekmez mi, peki şu anda yaşananları kim yapıyor?

Yeni bir derin devlet mi?

Derin devlet dediğin iktidara karşı komplo kurar. Siz hiç muhalefetin önüne set çeken bir derin devlet gördünüz mü? Derin devletin hedefi iktidardır. İktidarı etkisiz kılmak ister.

Başbakanın anlamak istemediği ve anlatamadığı da sanırım budur.

Elbette bütün bunların amacı bellidir. MHP’yi barajın altında bırakmak ve AKP’nin büyük oranda milletvekili çıkarmasını sağlamaktır. Eğer MHP barajın altında kalırsa buradan en karlı çıkacak parti AKP’dir.

Bu yapılan hiç de ahlaki ve dürüst bir siyaset anlayışı değildir. Ve sanırım yapılmak istenenin tersine Ülkücü kesimin, küskünlerin MHP’ye sahip çıkmasını sağlamaya katkı sunacaktır.

Ayrıca bu seçim sürecinde Başbakan resmen dini politikaya alet ediyor. Halkın dini duygularını harekete geçirme gayreti içine girmiştir.

Sık sık Kemal Kılıçdaroğlu’nun alevi olduğunu vurgulayan Başbakan’ın amacı ne olabilir acaba?

İnsanlar arasında ayrım yapmadıklarını sık sık vurgulayan bir parti ve liderine bu yakışıyor mu?

Ne yani, alevi birinin siyasi parti genel başkanlığına gelmesi suç mu?

Çoğunluğu Sünni ve muhafazakar olan topluma Kılıçdaroğlu’nun alevi olduğunu vurgulaması hangi amaca yöneliktir ve hangi demokratik kalıba sığıyor?

Bununla da yetinmeyip, Sanki 60 – 70 yıl önce yapılanların sorumlusu ‘’Yeni CHP’’nin alevi başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ymuş gibi; CHP’nin camileri ahıra çevirdiğini propaganda yapması, camileri kapatan parti söylemlerine ağırlık vermesi neyin göstergesidir ve nasıl bir gelişen, değişen Türkiye politikasıdır?

Öyle sanıyorum ki bu süreçte AKP’nin oy oranında önemli bir düşüş yaşanıyor. Bundan dolayı da İktidar partisi saldırgan, horlayan, ötekileştiren ve hiç de ahlaki olmayan söylemlere sarılıyor.

AKP bugüne kadar bütün seçimlerde hep mazlum rolü oynadı. Ezilen, hor görülen, önüne set çekilen bir siyasi parti konumundaydı.

İlk defa böyle bir ortam yok. Ve tam tersine iktidar gücünü elinde bulunduran AKP ezen, engelleyen, hor gören bir konuma gelmiştir.

CHP ise tam tersine özgürlüklerden yana bir tavır sergilemeye başlamıştır. AKP ve CHP’nin rolleri değişmiştir. Referanduma kadar özgürlüklerden yana gözken AKP, gittikçe milliyetçi ve tutucu bir çizgiye çekilmiştir. Buna paralel olarak da önemli oranda da toplum desteğini kaybetmiştir.

Ayrıca genel olarak AKP politikasında siyasetin ve siyasetçinin değerlendirmesindeki ‘’hizmetkarlık’’ anlayışı gitmiş, bunun yerine emreden, hor gören ve aldırmayan bir dil ve üslup hakim olmuştur.

‘Her şeyin doğrusunu ben bilirim. Bana itaat etmeyen, beni eleştiren haindir’ anlayışı ağırlık kazanmıştır. Yani hoşgörü ve kabullenme anlayışı kaybolmuştur.

Bu yıllardır iktidar olmanın ve karşısında doğru dürüst muhalefet bulamayan AKP’nin, tabiri caiz ise şımarmasına neden olmuştur. Bu aşırı kendine güven AKP’ye önemli hatalar yaptırmaktadır.

Bu anlayış, yerel seçimlerde Urfa’da AKP’ye seçim kaybettirmişti.

Bu anlayış, bu kez de Türkiye genelinde sonuçlarını gösterecek ve AKP’ye seçim kaybettirmese bile, önemli ölçüde oy kaybettirecektir.

Nusret Yılmazer

24 Mayıs 2011 Salı

BOŞA GİDEN BUNCA PARA VE İPTAL OLAN YEŞİL VADİ PROJESİ

Beylikdüzü’nün bir ‘’meşhur’’ Yeşil Vadi Projesi vardı. Eski Belediye Başkanı Vehbi Orakçı tarafından ortaya atılan bu projeye göre; bir milyon m2 alana sahip bu vadide su göletleri olacaktı. Derenin iki kenarındaki vadiye envai çeşit ağaç ve bitkiler ekilecek, bu alanda bir, iki çay bahçesi ve restoran olacaktı.


En önemlisi, bu vadideki su ve yeşilin uyumlu ortamında müthiş bir dinlenme ve gezi alanı yaratılmış olacaktı.

O gün bile, Beylikdüzü Belde Belediye Başkanı Vehbi Orakçı ile Gürpınar Belde Belediye Başkanı Velittin Özdemir bu projenin yapımı konusunda anlaşamamış, birlikte bu projeyi gerçekleştirmeyi başaramamışlardı.

Yeşil Vadi projesini iki belediye birlikte yapmak zorundaydı, zira vadinin bir tarafı Beylikdüzü’nde, diğer tarafı ise Gürpınar’da kalıyordu.

Sonra bu projeyi Beylikdüzü tek başına yapmaya çalıştıysa da beceremedi.

2009 yerel seçimleri sürecinde bu projeyi en iyi şekilde hayata geçirmek, Yusuf Uzun da dahil bütün belediye başkan adaylarının vaatleri ve projesi kapsamında yer aldı.

Yerel seçimlerden sonra Beylikdüzü Belediyesi, ‘bu projenin Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılacağını açıkladı. Projenin büyüklüğü bunu gerektiriyor’ açıklaması gelmişti.

Sonra ne olduysa Büyükşehir Belediyesi’nin bu projeyi yapmayacağı açıklandı.

Geçtiğimiz birkaç aylık süreçte Yusuf uzun ve ekibi ‘’Yeşil Vadi projesinin gerçekleşmeyeceğini’’ açıklıyorlardı ve bu proje için ‘’adı var, kendisi yok’’ diye nitelendirilme’’ yapılıyordu.

Bunun yerine farklı ve daha küçük bir proje öneriliyordu. Şimdiki Beylikdüzü kapalı pazarın olduğu bölgeye ‘’büyükçe bir şehir parkı yapacaklarını’’ açıkladılar.

Bu şehir parkı hayata geçer mi bilmem. Ama Yeşil Vadi projesi oldukça büyük, sağlıklı ve muhteşem bir bölge yaratacaktı. İnsanların nefes aldığı, gezebildiği, büyük göletlerinde çeşitli su hareketlerini izleyebilecekleri, özellikle emeklilerin ve yaşamını çalışmadan geçirmek zorunda olan insanların çok iyi vakit geçirebilecekleri bir alan olacaktı.

Avrupa’nın hemen bütün önemli ve büyük kentlerinde böyle büyük, hatta bundan da çok daha büyük parklar vardır. İnsanlar o yeşil alanlarda gezer ve güzel vakit geçirirken, bu yeşil alanlar kentin akciğeri olma görevini de yerine getirirler. İnsanlar sıkıldıkları beton alanlardan çıkar ve buralarda nefes alırlar, stres atar, rahatlarlar.

Böyle büyük projelere imza atamayanlar, bu kez ‘’daha gerçekçi’’ bahanesiyle küçük projeler peşine düşerler. Halbuki küçük projeleri herkes yapar. Bir belediye işçisi veya herhangi biri kalkar bu tür küçük işleri hayata geçirir. Geleceğe miras bırakılacak böyle devasa projeleri ise, kimsenin kolay diyemeyeceği projeleri ise akıl küpleri, hayalleri büyük insanlar hayata geçirirler.

Kenti projelendirenlerin ufukları ne kadar büyükse ve bunu gerçekleştirmek için ne kadar azimli ve kararlı iseler, o kentler de o kadar muhteşem ve güzel olur. Yerel yöneticiler de bu tür projeleri ile anılır ve unutulmaz olurlar. Bu projelerin büyüklüğü de yaşanan zamana göre değişir elbet. Bir zamanlar bir üst geçit yapmak büyük proje sayılırken şimdi bir milyon m2 yeşil alan yapmak büyük proje sayılmaz bile.

Bütün bunları durduk yere niçin yazdım?

Gerçek Gazetesi’nin 24 Mayıs tarihli sayısının manşeti neden oldu bu yazıyı yazmama. Ben, bu yeşil Vadi projesine biraz fazlaca inanan, olması gerektiğini hararetle savunan bir Beylikdüzü sakiniyim. Bu projeyi oldukça gerçekleşebilir olarak görüyordum. Sadece bunu yapacak çapta yöneticilerin olmadığına inanıyorum.

Gerçek Gazetesi’nin manşeti, ‘’Önce hafriyat, sonra ıslah’’ idi.

Bu yeşil vadi deresinin içi geçen dönemde toprak döküm alanı olarak kullanıldı. Ben de ‘’yeşil vadi toprak döküm alanı’’ diye bir yazı yazmıştım. O gün Vehbi Orakçı, ‘’bu vadiyi gerçekleştirmek için belli alanlara dolgu yapmak gerektiği için bu toprakları döktükleri’’ açıklamasını yapmıştı.

Sonra Büyükşehir belediyesi (İSKİ) bu derede ‘’ıslah çalışması’’ başlatma kararı aldı.

Islah çalışması dedikleri küçük bir derenin içi taşla örülerek yapılan işlemlin adıydı. Ve o zaman, bu işlemin bedeli 40 trilyon lira gibi bir meblağ idi. Bu paraya yeşil vadinin büyük bir bölümü hayata geçirilirdi.

Bu dereye son iki yıllık süreçte de toprak ve moloz dökümü yapıldı. Burası kaçak döküm alanı olmuştu.

Şimdi İSKİ bu doldurulan toprakları kaldırıyor ve ‘’dere ıslahı’’ yapıyor. Gerçek de bunu manşetten duyuruyor.

Bu dere ıslahı çok gereksiz bir çalışmadır. Bu derenin arkası yok. BEKO fabrikasının altından başlıyor. Yağmur suyunun akacağı kadar arkası uzun olan bir dere olmadığı için, bu çalışmaya da gerek yoktu.

Bu devasa alan için en güzel proje ‘’YEŞİL VADİ’’ olacaktı. Yeşil vadi gibi büyük projeleri hayata geçirmek için de, proje gibi büyük yöneticiler gerektiriyor.

Büyük projeleri hayata geçirmek, büyük ufka sahip, kocaman yüreği olan yöneticilerin işidir.

Gerçek Gazetesi, yapılan bunca gereksiz çalışmanın, masrafın boşa gittiğini gündeme taşıyor. ‘’Madem dere ıslahı yapacaktınız, bu toprağı neden buralara döktünüz’’ diye soruyor.

Ben ise böyle bir büyük projenin hayat bulmamasına, heba olmasına yanıyorum.

Nusret Yılmazer

15 Mayıs 2011 Pazar

YAZMAK PAYLAŞMAKTIR

Yaklaşık bir aydır yazılarıma ara verdim. Bu süreçte, bir süredir yaşadığım sağlık sorunları ve biraz da sosyal alanda yüklendiğim yeni görevden dolayı yazmaya fazla zaman ayıramadım. Ve elbette insanın canı bazen de yazmak istemiyor. Bazen kendine kızıyorsun, bazen toplumun duyarsızlığına, bazen de yönetenlerin aymazlığına.


Yazınca öyle her şey anında düzelmiyor. Tabii ki düzelmesini de beklemiyorsun zaten. Ama bazen öyle şeyler var ki, bir kıpırdanma bekliyorsun, olmayınca sinirleniyorsun. Belki de istediğin kadar etki ve tepki olmayınca sıkılıyorsun.

Zaten insan niçin yazar ki?

Yazdığın yazı ve içeriğini kaç kişi umursar ki?

Madem öyle çok fazla umursanmaz, insan neden yazar?

Geçen gün bu gazetede ‘’yazmak’’ konusunu Hüseyin Şengül kaleme almıştı. Şengül de Nemci Gürseler’in yazısına istinaden bu konuyu yazmak gereği duymuş.

Ben de hem Şengül’ün yazısına istinaden, hem de yazmadığım bu kısa sürede beni arayan veya gördüğünde sitem eden bazı dostların eleştirisinden dolayı bu yazıyı kaleme aldım.

Hüseyin Şengül, ‘’ben kendim için yazıyorum’’ diyor, ‘’neden yazıyorum’’ başlıklı yazısında. ‘’Yazı, kitap, müzik benim yaşam sevincim’’ diyor.

Elbette insan önce kendisi için yazar. İç dünyasında yaşadıklarını, beyninde oluşan düşünceleri kaleme döker, kendisiyle paylaşır ve rahatlar, mutlu olur.

Tıpkı biriyle paylaştığında sıkıntının azalması gibi.

Veya biriyle paylaştığında mutluluğun hazının artması gibidir yazmak.

Yazmak insana başlı başına bunu sağlar.

Ama sadece yazmak bu değildir. Yazmak sadece edebi yazılardan ibaret de değildir. Yazmak bir sosyal sorumluluktur aynı zamanda.

Yine Şengül’ün yazısının bir yerinde dediği gibi ‘’ Ve yazı, kaygılı insanların işidir. Dünya halinden, kendi halinden kaygı duyanların işidir yazmak. Kaygılı olmak, sorunlara duyarlı olmaktır.’’

İşte bazen kızmak, sıkılmak da bundan kaynaklanır. Toplumsal yaşamda yönetenlerin yaptığı yığınla yanlışa, büyük aymazlıklara duyarsız kalan toplum bazen yazarı sıkar, kırılgan yapar.

Elbette yazar sıkılmasına, kızmasına rağmen yazmaya devam eder. Bizim gibi işi sadece yazmak olmayan insanlar bazen ara verir. Bazen yazmak istemeyebilir. Sonunda biz sadece paylaşmak için yazıyoruz. Bir nevi sosyal sorumluluğumuzu yerine getiriyoruz. Biz edindiğimiz bilgi ve belgeleri paylaşıyoruz. Yönetenleri de uyarmak, doğru ve yanlışları göstermek, onarlın vicdanlarına seslenmek, yapılan çifte standartlı uygulamaları gözler önüne sermek çabasındayız.

Yapılan güzel uygulamaları ve çalışmaları da toplumla paylaşarak yöneticinin iyi yaptığı işlerden haz almasına katkı sunmak istiyoruz. İş yapma azmine katkı sunmak istiyoruz.

Yazarken kimler bizi nasıl görüp derlendiriyor, bunu çok fazla bilmeyiz. Mutlaka herkesin bir bakış açısı ve hatta her yazıya göre bir bakış açısı oluşuyordur. Sen istediğin kadar tarafsız yaz, yazının ucu birilerine dokunuyorsa sen ona muhalifsin. Yazı birilerinin yaptığını doğruluyorsa sen yandaşsın. Ancak günümüzde sürekli yandaş ve muhalif yazanlar da oldukça fazladır.

Aslında yazmak biraz da fazlaca muhalif olmayı gerektirir. Gerek toplumda etki uyandırması ve gerekse yönetenlerin eksik ve yanlışlarını görmesini sağlayacak yazılar eleştirel yazılardır.

Ama eleştiri, yönetenler cephesinde pek sevilen bir durum değildir. Eleştiriyorsan ‘sen kötüsün, sen bizden değilsin’ bakış açısı içinde değerlendirilir. Halbuki yönetenlerin en fazla bu yazılara ihtiyacı vardır. Çevresinde bol miktarda ‘yağcı’ taşıyan, yöneticinin her yaptığını ve hatta hiç yapılmayanı bile övenlerin bulunduğu bütün yöneticilerin sonu hüsran olmuştur.

Yazma olgusu, bu tür sosyal ve siyasal konularda oldu gibi, edebi alanda da muhalif olduğunda ses getirir, konuşulur, gündem oluşturur. Toplumun yaşadığı şeyi olduğu gibi yansıtmak bile, eksik ve yanlışların görülmesini sağlaması açısından muhalifliktir, eleştiridir.

Siyasi ve sosyal içerikli yazılarda amaç bu kadar geniştir.

Elbette kişi kendisi için yazar. Ama kendi düşünce ve duygularını toplumla paylaşmak için yazar. Yoksa yazarın, yazdıklarını kendine saklaması gerekirdi.

Nusret Yılmazer

11 Nisan 2011 Pazartesi

BEYLİKDÜZÜ BELEDİYESİ FAALİYET RAPORU

Beylikdüzü Belediye Meclisinin 08-04-2011 tarihli oturumunda belediyenin 2010 yılı faaliyet raporu görüşüldü. Faaliyet raporunu Başkan Uzun sundu. Muhalefet eleştiriler getirdi. Yusuf uzun hem muhalefete cevap verdi hem de eleştiriler üzerine ek bilgiler verdi.


‘’Belediyede toplam 305 personel çalışıyor. 5 başkan yardımcısı, 19 müdürlük var. Üç belde belediyesinin birleşmesinden sonra 110 işçi Tarım bakanlığına gönderildi. Kimse işinden edilmedi, mümkünse, bölgede iş ayarlandı. Gürpınar planları Beylikdüzü Meclisi’nden geçti. Bir hafta içinde B.Şehir Belediye Meclisinden de geçecek. Üç belde birleşti ama yolları birleşmemişti. Bu yollar birleştiriliyor. Bu çalışma ile 250 bin ton alt temel malzemesi kullanılarak yol yapıldı. 60 bin ton asfalt kullanıldı.

Bütçenin gerçekleşme oranı %55 ama bu bütçenin %40’ı yatırıma harcanmıştır. Geçen iki yılımızı çok iyi olarak değerlendirmiyoruz.

Öğretmen evi Eylül de açılıyor.

Bütün okullara birer personel verilerek katkı sağlandı, bazı okullara ek derslikler yapıldı. 5 bağışçı ile anlaşıldı, yeni okullar yapılacak. Öğretmen evi Eylül ayında bitirilecek.

18. madde uygulaması ile ilgili iptalleri dikkate alarak yeni uygulamalar yapıldı. Megakent’e tapu verildi.

Ambarlı arıtma tesisi bu yıl bitecek, derlerin ıslahı tamamlanıyor. Beylikdüzü sahiline artık pis su akmayacak.

Araştırma Hastanesi projesi tamamlanıyor.

Halen bir devlet hastanesinin olmamasının sıkıntısı çekiliyor. Ancak şu anda Büyükçekmece’nin mahallesi olan, ancak seçimlerden sonra buranın Beylikdüzü’ne kazandırılması için gerekli adımları atacağımız Beykent’te, 39 dönümlük bir arsa üzerine araştırma hastanesi yapma projesi tamamlanmak üzeredir.

Toplulaştırma alanında 33 dönümlük bir arsayı Beylikdüzü’ne kazandırdık. İnşallah ikinci bir hastaneyi de Beylikdüzü’ne yapacağız.

Çok konuşuyorsunuz, ortada bir şey yok diyorsunuz. Ama bu işler böyledir. Konuşacaksın, konuşacaksın, bir gün de gelecek temelini atacaksın. Yapacağımızı söylediğimiz hiçbir projeyi havada bırakmayacağız.

Hayvan barınağında 750 civarında hayvan var. Hayvanlar barınakta aşılanıp, kısırlaştırılıyor. Bazılar sahaya salınıyor. Bazılarını insanlar sahipleniyor.

Metro geliyor.

Metrobüsten sonra, bir yıllık süreçte metroya başlanacaktır. Metroyu Ulaştırma Bakanlığı yapacaktır.

Otopark sorunu bazı mahallerde çok önem arz etmektedir. Üzerinde çalışıyoruz. Ama otopark kültürü de yok. Yer altı otoparkı olan yerlerde bile insanlar araçlarını otopark yerine sokağa park ediyor.

Geri dönüşüm projemiz başarılı

32 adet, yaklaşık 100 bin m2 yeni park yaptık. Eski parklarda revizyon yaptık.

Geri dönüşüm projesi kapsamında kağıt, plastik, pil, atık yağ topluyoruz. Burada epeyce bir başarı sağladık.

18 Mayıs saat 11’de spor kompleksinin ihalesi yapılıyor.2500 kişilik kapalı salonu, olimpik yüzme havuzu var. Beylikdüzü’ne 70 oyun grubu, 25 fitnıs aleti yerleştirdik.

Eleştirilere de cevap veren Başkan Uzun; ‘’Bazı hizmetler başka kurumlar tarafından yapılıyor ama biz takip etmezsek yapılmaz.

Burası Beylikdüzü Belediyesi’dir. Herkes bizim başımızın tacıdır. Web sitemize girin, hangi sokağa ne yapıldı görün. Halkın memnun olanı da, olmayanı da vardır. Atatürk hepimizin Atatürk’üdür. Milli Bayramları Kaymakamlık yapar, biz yardımcı oluruz.

Beyaşla ilgili sıkıntı yaşandı.

Beyaş’la ilgili çok sıkıntı yaşadık. Daha önce planlara aykırı işler yapılmıştı, kaçak durumdaydı. Eski müteahhit işi götüremiyor. Yakında yeni bir müteahhitle el sıkılacak. Çıkan üyelere ödeme yapılacak, yeni üyeler alınacak. Çözüme doğru gidiliyor.

Biz bugüne kadar Beyaş’a kaynak aktarmadık, aktarmayacağız. Beyaş kendi imkanları ile ayağa kalkacaktır.

Huzurevi’ni özel idare yapacak, yapsın. Birçok hizmeti başka kurumlara yaptırmak da iyidir.

Emlak Vergisi ödemeyen vatandaş fazla

Vatandaş 120 TL emlak vergisi veriyor. İstiyor ki sitenin bahçesini de belediye yapsın. Başakşehir Belediyesi’nin 2010 yılı Emlak Vergisi tahakkuku 80 milyon, Beylikdüzü Belediyesinin 27 milyondur. Bizde çok fazla emekli vatandaş oturduğundan emlak vergisi ödemiyor.

Kültür Merkezi Ağustos’ta açılacak

Kültür Merkezi konusunda haklısınız. Eksikler tamamlanıyor. Bir firma bağış olarak yapacak. Ağustos ayında hizmete açılacak.

Yeşil Vadi yok, şehir parkı var

Artık yeşil Vadi diye bir şey yok. Zaten kendisi yoktu, adı vardı. Olmayacak bir projeydi. Birkaç aydır üzerinde çalışıyoruz. 2011 yılı sonundan itibaren etap, etap bitirilecek.

Cumhuriyet caddesi Projesi

Meydan yok diyorsunuz. Cumhuriyet Caddesinin başından, Medicana Hastanesi önünden başlayıp, Kültür Merkezine kadar olan bölgeyi kapsayan, Cumhuriyet Caddesi’nin sağı solu, yaklaşık elli dönümlük bir alan, hatta kapalı Pazar alanını da içine alan bir proje çalışmamız devam ediyor. Burada toplamda 250 dönümlük bir alanı içine alan bir proje yapıyoruz. Proje ihalesi yapıldı. Bizim arkadaşlarımızla birlikte çalışma devam ediyor. Bu alandaki çalışmalarımız yılsonundan başlayarak etap, etap başlayacaktır.

Kapalı Pazar

Kapalı Pazar yeri ile ilgili sorunlar devam ediyor. 15 milyon ödenmiş ve 6 – 7 milyon daha talep ediliyor. Bu çok fazladır diyoruz. Belediye yapması gereken ödemeleri yapmıştır. Talep edilen rakam haksızdır. Hukuki sorun devam ediyor. Biz tek taraflı sözleşmeyi fesih ettik. En yakın zamanda bu projeyi tamamlayacağız. Pazar pazarını oraya alacağız.





FAALİYET RAPORUNA MUHALEFETİN ELEŞTİRİLERİ



Faaliyet raporunun değerlendirilmesi konusundaki ilk sözü CHP grubu adına, grup sözcüsü kader Göllü aldı.

‘’Bugün bu belediyenin AKP belediyesi olmadığını gösterdiniz, teşekkür ederiz.

Metrobüs temel atma töreninde AKP ilçe başkanı niçin konuştu? Bu bir resmi törendir, ilçe başkanı konuşmamalıydı. Çalışma yapılan mahalle ve sokaklar seçilmiş. Sokaktaki insanlar çalışmadan memnun değil.

Başkana dilekçe verdik, ağaçlandırma yapacağız diye yer gösterilmedi.

Şu kadar park yaptık, ağaç diktik diyorsunuz. Ama çevreye çok da duyarlı değilsiniz. CHP olarak başkanlığınıza dilekçe verdik. Ağaçlandırmasını biz yapacağız, yer gösterin dedik. 1.5 aydır cevap alamadık.

Faaliyet Raporu kitabınızda; Belirli günler faaliyetlerinde Cumhuriyet Bayramı yok, 10 Kasım yok. Milli bayramlarla ilgili bir şey yapılmadığını görüyoruz. Geçen yıl, belediyenin bastırdı takvimde de 10 Kasım’ın anılmasına yer verilmemişti. Biz bu mecliste sorduğumuzda ‘baskı hatası oldu’ demiştiniz. Bu yıl da ‘metrobüsü 29 Ekim’de açacağız’ diyorsunuz. Umarız o gün Cumhuriyet bayramını kutlamasını metrobüsün açılışında boğmaz, Cumhuriyet Bayramını unutmazsınız.

Beyaş’la ilgili bilgi yok.

Faaliyet raporunuzda Beyaş’la ilgili bilgi yok. Beyaş (Belediye şirketi) incelemede, faaliyeti yok diyorsunuz, ama Beyaş yeni sosyal tesisler açıyor, hizmetler veriyor. Halbuki Beyaş’ın çok borcu vardı. Bu nasıl iştir.

Siz bütçeyi 145 milyon önerdiniz, biz 105 milyon olmasını istedik, kabul etmediniz. 137 milyon tuttunuz. Sizin bütçenizin gerçekleşme oranı %55 oldu. Yani gelir bütçesi 77 milyon olarak gerçekleşmiş. Gider bütçeniz yaklaşık 87 milyon. Tahmini açığınız 10 milyon civarındadır. Bütçenin gerçekleşme oranı %55 oldu. Halbuki bizim önerimiz kabul edilseydi, bütçenin gerçekleşme oranı %80’in üzerine çıkmış olacaktı.’’



MHP, Halit Tuna

Faaliyet raporu üzerine MHP grubu adına, grup sözcüsü Halit Tuna konuştu.

‘’Belediyenin görevi sadece park bahçe yapmak değildir. Plan, proje vs de yapmalıdır.

Kültür merkezi yılan hikayesine döndü.

Bir kültür merkezi sorunu var ki yılan hikayesine döndü. Geçen dönemdeki AKP’li belediye başkanı 2009 yılının başlarında açılışını yaptı. Aradan iki yılı aşkın bir süre geçti. Siz halen Kültür merkezini açamadınız. Olduğu gibi duruyor.

Biz parti olarak iki yıllık süreçte, hiç engelleyici olmadık, hep size destek olduk. Ama faaliyet raporunuzda bir tane kalıcı hizmet görmedik.

Bütçenin gerçekleşme oranı çok düşük. Gerçekleştireceğiniz bütçeler yapın.

110 işçi çıkardınız ama işçi giderleri arttı.

İnsan kaynakları kaleminde önemli değişiklikler var. Belediyeden 110 işçi gönderilmiş(işten çıkarılmış) ama işçi ücretleri kalemi artmış. Bu nasıl iştir?

Beylikdüzü’nün halen bir tane şehir meydanı yok. Aslında Beylikdüzü’nde çok büyük beklentiler de yok. Ama siz bu kadarını bile yapamadınız.

Saydığınız birçok hizmeti siz değil başka kurumlar yapıyor. Dere ıslahını İSKİ; Spor kompleksini Özel İdare, metrobüsü B.Şehir belediyesi, Kültür merkezine siz tek kuruş harcamadınız. Hastane diyorsunuz, siz yapmayacaksınız. Siz arsa ayarlayacaksınız, Sağlık Bakanlığı yapacak. İki yıldır araştırma hastanesi bekliyoruz. Hastanenin nereye yapılacağı halen belli değil. Biz araştırma hastanesi beklerken, devlet hastanesinden de olacağız.

Pazar yeri halen sorun olmaya devam ediyor.

Bir pazar yeri sorununu çözemediniz. Mahkeme devam ediyor diyorsunuz. Belediye burada müteahhitle uzlaşabilirdi. İllaki mahkemenin çözmesi beklenmemeli.

Siz psikolojiyi yönetiyorsunuz. Belediyeyi yönetmiyorsunuz. Belediyeyi yönetmek başka bir şeydir.

Dün burada yaşananlar çok üzücüydü. Keşke hiç yaşanmasaydı. Grup olarak üzüntülerimizi belirtiyorum.’’

Mülayim Demirtaş,

Gruplar adına eleştiri yapılmasından sonra şahıslar adına eleştiriler için Mülayim Demirtaş söz aldı. ‘’ devlet hastanesi Yakuplu – kavaklı arasına yapılacakmış. Burada 18 uygulaması yapıldı. Bazı arsalardan %40 kesildi, bazılarından %20. Vatandaş mahkemeye gitti ve kazandı. Vatandaştan kesilen paylar buhar oldu. 18 uygulaması iptal oldu.

Okullara yardım ediyoruz diyorsunuz. Bölgemizde bazı okullarda sınıf mevcudu halen 70 kişidir.

Sosyal tesisler AKP’nin sosyal tesisi gibi kullanılıyor.

Zabıta elbisesi giymiş, zabıta olmayan personel var. Çöp dönüşümü ile ilgili proje çok iyi. Bazı sorunlar vardı, görüştük, çözdük.’’

Veli Özdemir,

Şahıslar adına ikinci sözü Veli Özdemir aldı. ‘’İki yıldır, belediyelerin birleşmesinden dolayı çok borç devir aldık deyip durdunuz. Ama giderler kaleminde ne kadar borç ödediğinize dair bir rakam bulamadık. Ne kadar borcumuzun kaldığını göremiyoruz. Belediyenin ne kadar borcu olduğunu öğrenmek istiyorum.

Mahalle toplantılarında bizim faaliyetlerinizi engellediğimizi söylüyormuşsunuz. Biz nasıl engelledik, hangi yatırımları engelledik bilmek istiyoruz.’’



Nusret Yılmazer